31 Temmuz 2006 Pazartesi

folklorik kaygılarla bir evin anatomisi

bu evin yerel giysisi olan pijama, turkuaz renkli uuzzun bi t-shirt tadında. folklorik kaygılarla devam ettiğimizde, şıpıdık terliklerle eldeki kumanda ve çikolata çaresizliği yansıtıyor. Dans adımlarındaki "zıçiym yine yemek yandı" telaşı yine yerel bir tat verse de, dansçının yüzündeki panik evrenselliği yakalayabiliyor. Saçtaki daimi topuz bezginliği temsil ederken, tırnaklardaki parça pinçik oje adeta ataleti yüceltmekte. Yörenin "ben ev oldum vay vay" ezgisi kulaklarda çınlarken, fondaki toplanmayan yatak ve atılmayan gazete yığınları yine hareketsizliğe bir övgü halinde. Arka vokalde telefon ahizesinden yükselen "kızım hollandadan evraklar geldi mi" nidası, acıyı ve bekleyişi yansıtmakta.
bu derece sıkıldım siz düşünün. ühühühü...

endişe

en dişe dokunur şey.

30 Temmuz 2006 Pazar

aaaaaggghhnkara pin pin pinek

sıkıntıyı üretkenliğe dönüştüren şehir.. ankara- öğyk.



kısa bu kolye, uzun bi şi değil. gerdanlık gibi, Sim Hanım'a. teli büke büke aybüke :P

şimdi salondaki masa boncuk kaplı, aklıma bi şi gelsin diye bakıyorum. Bu bi haftanın sonunda tezgah açıcam heralde. Annem saatbaşı arayıp "mail at", "başka ne hatırlatıcaktım", "hollanda sefaretinin alanı kaç metrekare" gibi ilginç ilginç şeyler söylüyo. sonra teyzem ve kuzeni nil arıyo. onlar da tekrar ediyolar. Panik halindeler, bense ev oldum ya hani, huzurluyum. Sonra ben telefonu kapayıp zamansız ve fakat bol ekranlı hayatıma dönüyorum.
Yemek yiyorum arada, sonra pinek.
biraz tv, yine pinek.
Gazete en değerli şey, idareli okuyorum.
kitap, pinek.
Boncuk, pinek.

kahramanlar hep erkek...

...ve bunu söyleyebilen kadın, Duygu Asena öldü. CNN Türk'te onunla ilgili bi belgesel vardı geçen aylarda. "Feminist olmak için fazla güzel" olduğunu düşünen erkeklerden bahsediyordu gülerek. Bi de ölmek için fazla gençti işte. Bence o, kadının cinselliğini namus bekçiliğinden kurtarabildi biraz da olsa. Bütün o yatak kahramanı erkeklerin aslında kadınlarla seviştiğini hatırlattı. "Kadın da sevişir" diyebildi. Erkeklerin sevebileceği, okumak isteyebileceği tek feministti heralde. Hala var namus cinayetleri, hala namus demek kadının bekareti demek. Hala bir mal gibi kadınlar; köylerde, doğuda değil, tam da bulunduğunuz şehirde ve ofislerde. Üstelik biz hala kadına kadın diyemeyip "bayan" diyoruz....
....Ama bizim kuşağın toplumdaki baskıcı, cinsiyetçi, hatta faşizan olaylara bakıp "bi sevişip gelin, yeter yaa" diyebilmesi birazcık da olsa bu "fazla güzel kadın" sayesinde.

29 Temmuz 2006 Cumartesi

lübnan

herkes aynı fikirde, o kesin. di mi? iyi.
Peki siyaset nasıl bir şeydir ki, önce PKK hortlar, peşinden Lübnan patlar ve akabinde, ne tesadüftür ki "bak koçum biz PKK'yla ilgileniriz yannız Lübnan'a gidecek adam lazım." pazarlığına girebilir? Hiçbiri ruh hastası, cani falan değil o siyasetçilerin. Hepsi evine dönüyo, karısını öpüp çocuğunun müsameresine katılıyo- neyse işte. İnsanlar yani. Müzik dinliyolar. Kiminin bel fıtığı, kiminin basuru var. Keşke canavar olsalardı; ama değiller maalesef.
Bush puşt da gerisi ne sanki? Condi olmasa çözülür mü her şey cidden? BM çöktü diye uluslararası siyaset "ee napalım karar çıkamadı" diyebiliyo ama. Herkes kurallara bu kadar bağlı madem, niye bu kadar acı var ki? niye üç beş ülke çıkıp "ee yeter be sizin kravatlarınızdan, 'Lübnan için Brahms çalıyorum'culuğunuzdan, ben dur diycem kardeşim, yerseniz" diyemiyo? Diyemez sanın siz, demiyo işte. İranmış, Rusyaymış, Türkiyeymiş... peh.
Hepimiz aynı bokun soyuyuz kabul edelim artık. Hiçbiri sokaktaki adamı duymuyo. Ve ben bütün bunların arasında "ay ama Lübnan'a gidersek TÜRKLER ölücek ne fenaa" kaygılarını çok faşo buluyorum- artık "İNSANLAR ölüyo" diyebilmek gerek çünkü.

depeche mode gelir...

...ben bakarım. olsun n'apalım. illa konserde mi dinliycez yaf.

don't say u want me
don't say u need me
don't say u love me
it's understood
don't say u r happy
out there without me
i know u can't be
'cos it's no good.
12de kalkıp 1 buçukta kahvaltı edip 6da öğle yemeği için yeterince acıkmadığımı fark etmek... Bi tek şarap ya da ekmek için dışarı çıkmak. Aynı gazeteyi uzun uzun okumak. cumartesi ekini ama.
Miskinler tekkesine postumu serdim. Ev oldum hatta ben, birleştik evle, biriz biz. Atalet şehri Ankara. Yaşasın son teknoloji, hiçbi şi için kıçımı kaldırmam gerekmiyo- kapı açmak hariç. her şey telefon kadar, internet kadar uzak. Garfield hani lazanya siparişi verir John gidince. o hissiyattayım.
Hani Duman var grup, hani Kaan var vokalist. sesli harfle başlayan her kelimenin başına ya Ğ ya da H koyuyo hani. tekke marşı yaptım ben o sesi. yanına vokalist olarak Neşe Karaböcekimsi Göksel'le Vega vokalisti Deniz'i alma arasındayım, karar veremedim.
bap bap şu-bap bap.

28 Temmuz 2006 Cuma

en bi rötarlısından

şaka gibi evet: mezuniyet fotoları buyrun...
elbise elbise diye yanan gugıl gençliği: her açıdan emrinizdeyim.




meli malı:istanbullamalı

İnsan içicekse şarap içmeli. Yiyecekse frambuazlı çikolata yemeli. Şarap ve çikolatayı birlikte yiyip çakırkeyif olmalı. Ankara denen tozlu şehirde anca gün batımı güzeldir, bir de şehir ışıkları; Ankara yüksek bi yerden ayaklar altına serilmeli. Bütün o şarap ve çikolata zamansız olmalı; saatler bozulmalı. Replikas dinleyip uzun yürümeli. Votka-elma-limon'u becerebilen nadir bikaç barmenden birine denk gelince yuppi denmeli. La Hey'e giderayak türk mutfağı depolayıp ada sahillerinde beklemeli. Şarj olmalı.
Ve bütün bunlar arasında Gollum'un "my preciouusss" demesi gibi, kafatası boşluğunuzda "isssstanbulumussss" yankılanmalı.
İstanbulumusss gelicesss geriii alıcasss sisssiii bırakmicass kötülerre kurtarıcasss sisiiii evvett gelicess dayanınnn...

27 Temmuz 2006 Perşembe

zamana karşı-- yazık

an itibariyle öğrenmiş olduğum bilgiyi dumanı üstünde sunuyorum size:
Deryik Güvgüv resmen Hollanda yolcusu. heyyoo heyyoo kabul edildiii o bi yolcuu!!!
mu acaba?
sizce bir avuç hollandalı "yaaauuuu biz zaten türkleri vize kapısında süründürüyoruz, bu kıza belgelerini erken yollasak da kurdeşen dökmese" der mi? sanmam. Avrupalılarla temel farkımız şu kelime: Yazık. çevirin ingilizceye- olmadı bakın.
Yazık diyebilmek şöyle bi şi mesela: acil öğrenci belgesi gerekiyo, halbuki siz de biliyosunuz ki ertesi güne veriyolar; ama başvuru tarihi kaçar. Vezneye gidip dil dökersiniz. Kadın önce veznenin forsuyla "ama yani herkes böyle yapsa cık cık cık" der. Bastırırsınız, zira bu işin raconu bu. Sonra "2 saate gel madem" der. Yüzsüzce "ama vallaa çok aciil, hayatım mevzu bahis" falan dersiniz. Hele bi de eli yüzü düzgün bi erkekseniz, hem öfleyip hem de sırıtarak "tamam çıkariym ama kimseye söyleme bak" falan der. Niye? YAZIK der çünkü. ELİME Mİ YAPIŞIR der. İŞ GÖRÜLSÜN der. Bunda bi zarar yok, istediğiniz kadar arayın bi kulp takamazsınız.
Elin avrupalısının (genelliyorum mutluyum) en ifadesiz haliyle "kurallar gereği yarına verebilirim, üzgünüm" demesinin kesinlikle onların başarısıyla bi ilgisi yoktur. Zira disiplinli olmak, insafsızlığı gerektirmiyo. misal, 6 ay boyunca yedi milletten avrupalıyla mücadele ettim resmen; bi konferans yapılsın diye, üstelik konferansı isteyenler onlar. Sonuç? hiçbi şi yapmadılar, ben öğrenci halimle sabahlayarak tükenerek 60 davetliyi ayarladım. Niye? işbölümü yapmışlar efendim. O kadar bölmüşler ki aksaklığı bile göremediler. o parçaları ben topladım sonra- niye? "YAZIK" dedim çünkü; bu kadar hazırlık yapıldı konferans yatmasın. YAZIK iyidir, yazık diyebilmek iyidir.
velhasıl deryik gidicek de, yetişebilecek mi bakalım... yazık deryik'e.

26 Temmuz 2006 Çarşamba

bugün ankara

daha güzel. En azından çirkin değil, bu da bi şi.

25 Temmuz 2006 Salı

düşün düşün b.ktur işin

Bugün teyzem dedi ki:
Ne istediğini iyi düşün. İstediğin şey olmasa dahi, "benim istediğim şey bu" diyebilmek önemli. Neyi istediğini bilirsen onun için mücadele edersin, sonu ne olursa olsun.
Önemli olan ne istediğini bilmek, yapmak için çabalamak.
Bunun için de kendini dinle.
Hoş laf tabii ilk bakışta, netekim bir Deryik Teyzesi asla boş konuşmaz, hele asla boşuna "Deryik seninle konuşmak istiyorum" da demez ve fekat..
Ben koşu bandında yapılan işlemi yol almak saymadığım gibi, tekil çabaya da bi anlam veremiyorum; ama teyzem daha idealist sanırım. Ben daha ziyade konformist oluyorum. Hatta yerine göre egaliter bile sayılabilirim yani. anarşikim ben hatta :P
Neyse, bizde teyzelik müessesesi "annene söyle, teyzenden dinle" şeklinde işler. Teyzem ikna etmek için aynı cümleyi 9-10 kere tekrar edebilir, üstelik dakikalarca sizi dinleyip "hımm evet" dedikten sonra. Sıkılmaz.
Zaten kadınlar matinesi halindeyiz. zor iş yaf.
dip not: gün geçmiyor ki "günübirlik" deyimi birden fazla gün anlamına gelivermesin. Güzel gelişmeler bunlar. Türk dilini seviyoruz.

günübirlik

Ben bu lafı severim- günübirlik. İndi bindi gibi işte. Günübirlik ziyaretler konusunda egoistimdir ama; beni ziyarete gelmelerini severim de kendim gitmeye üşenirim.

Bi de ben üç beş evrak yüzünden tatile çıkamayıp Ankara nöbeti tutmayı da sevmiyorum. Hayır Defne, bikininin yerini söylemiycem işte ve yüzemiyceksin. Nıhahaha...

24 Temmuz 2006 Pazartesi

icraatın içinden..



bendeniz sıkıldıkça boncuğa sararım efendim. Bunlar boncuk bile değil efendim. O kelebekler küpe aparatı diye satılıyor efendim. Kelebek dediniz mi birsürü olsun, kolye olsun efendim. ben sıkıldıkça boncuğa sararım efendim. Bendeniz içip içip ağlayamam efendim. Benim Aleksandra'm yok efendim. Bunlar boncuk bile değil efendim. Webcam o kadar kalitesiz çekiyor ki kelebeklerin birbirinden farklı olduğu anlaşılmıyor bile efendim. Ben Kelebekler Vadisi'ne bir türlü gidemem efendim.



(Aziz Nesin'in İçip İçip Ağlama Romansı'na selam ola)

23 Temmuz 2006 Pazar

ktp

gilgameş. ilber ortaylı. puslu kıtalar atlası. galbraith. sevme sanatı. yaşar kemal.

- Hımmm...kafanız karışmış sizin hanfendi.. anlamamışsınız bu işi. Bi de ayağınızı öyle sallayıp durmayın, dikkatimi dağıtıyo.

daral

Bu ara daralıyorum işte ben. Gitmek istiyorum; uzağa değil, tatile sanırım. Ece'yi görmek istiyorum.
çığlık atarak bayır aşağı koşma isteği duyuyorum. bunu yapamayınca sinir yapıyo bende. Herkese/her şeye karşı ters, nemrut, huysuz ve uyuz olabilirim.
kırk yılda bir de ben bencil oliym, di mi ama? Parayla değil sırayla. Çok sıkılıyorum hep aynı nakarat halinden. kendimden. Çok dengem bozulabiliyor.
Bu aptal şehirde insan yürüyüşe bile çıkamıyor. Ankara'dan şu an ciddi anlamda nefret ediyorum; Bebek sahiline kadar inip ordan Emirgan'a, ordan geri beşiktaş'a falan yürümem gerek. Ankara'dan nefret ediyorum. Gözlerim dolacak kadar hem de. şu an gözüme görünmesin bu şehir.
Şey bi de.... Ece gelsin.

gerçek-yalan-saçmalık

bu üçlüyü en iyi izah eden insan heralde Elif Şafak. Yani okuduğumda öyle gelmişti:
Gerçek: yatay bir çizgi -
Yalan: dikey bir çizgi l
Saçmalık: bir çember o

peki hayal hangi şekli alırdı? bence ufak bir çocuğun karalaması. böyle yün yumağı gibi: içinde üçü de var, üçü de yok.

22 Temmuz 2006 Cumartesi

hiç işte!

gilgameş destanının son sayfasındaki söze bak, hizaya gel. Bir Sümer atasözü:

"boş zaman geçirdin, neye yaradı?"

Kıskananlar çatlamasın, kutu da alabilsinler

D&R'ı pek sevmem- Ankara'dan bildiren birisi olarak, Dostçuyuz Dostçu. Dost Kitabevi Ankara'nın sayılı hoş yanlarındandır, özlerim ben. Sürekli müşteriysen hele, ki buralarda zor değil bu, gülümserler, merhaba derler falan filan. Tunalı şubesinin içinde harika bi kedi yaşar, yavruladı hatta... AMA konu o değil.
bu sevmediğim D%R sen tut 6 tarafı marilyn kaplı kutu yap! Ben ki zerzevatları etrafa saçılı yaşadığından annesinden her daim "deryik biliyosun senin odan bir, istanbul trafiği iki; normal değil ama insan bununla yaşamayı öğreniyo" lafını duyan insan. Hep büyük güzel karton kutular hayal eder ve asla asla elime bildiğin koliyi alıp onu süslemeye kolajlamaya falan kalkmam, hayır. NEYSE, konu bu da değil.
şimdi ben gidicem ya... (umarım yani, son dakika kazığı yemezsem) kutular mühim. Bu hem hafif hem boyu ideal. Zevkle aldım tabii, bahanem de geçerli. Kutuyu kendiniz birleştiriyosunuz. Marilyn dışında Hitchcock'tan Kuşlar, Chaplin'den Modern Times, bi de 50 Feet Woman diye bi film de var ama bittabi Marilyn gibi estetik değil hiçbiri.
Paşabahçe'deki metal ve fakat kazık kutular da sempatik; mektup için, incik boncuk için, alet kutusu olarak, fotoğraf öbekleri için vs vs bir sürü versiyonu var, italyan tasarımı sanırım. İsteyene...
ps: annemle defne "taş kaat makas" ,"kaat makas taş", "makas taş kaat" diye bağırıyolar. sıkıldılar tabii.

şarap

Kadınlara günde bi kadeh kırmızı şarap tavsiye eden doktorlar var ya.. hepsini ellerinden gözlerinden öper, öbür dünyada yüzlerce huriyle müjdelerim. Tıbbı bunca yıl bunun için destekledik, bunun için kızımızı doktora veriyoruz. sağolun, var olun, aynen devam...
Bir ricam var yannız, tek kadehten bi şi anlamıyorum şahsen. Biraz arttırsak sayıyı kuzum? yaşla beraber düşse sonradan falan? valla yanında peynir yiyip karaciğerimi destekliycem. Hadi ilim irfan insanı genç zihinler, bi zahmet şu Deryik için bi ferman yazıla :)
p.s: "oryantal star"da bu hafta: tanyeli kolsuz ve dekolte bir bluzla.. eh yani. di mi.

helsinki



blogdan bloga sıçrama suretiyle ilerlerken helsinki gençliğinin sokak modasıyla karşılaştım. e bi bakalım şu "linguistik akraba" finliler o azap soğuklarında ne giyiyo diye, di mi... Hatta itiraf ediym, "palto modeli seçicez ehehe" bile dedim. Allahım Allahım.. o ne öyle...

12-15 yaş grubu japonlara sarmış. Harajuku ötesi bir hal. Hepsi "caponyaya gidicemm, hello kitty olucamm" halinde (bkz alttaki resim, yaş: 12 ve 13).

20li yaşlara doğru "götik lolita" salgını var;ama bi kısmı "sweet lolita"yı tercih ediyomuş. korseler, siyah-beyaz, illaki platform topuklu çizmeler, inci ve dantel... gotika hali bayaa yaygın (bkz konsere giden genç çift).



bi de stil ikonları Hanoi Rocks'tan Mike Monroe... Erkekler zaten mum bacaklı miki halinde, bi de tayt misali kotlar giyiyolar- kabus ki ne kabus. ısrarlı bi deri ceketi spreyle boyama punkçılığı.

Sezar'ın hakkı Sezar'a: çabalıyolar. ender de olsa beğendiklerim oldu. Harajuku sevimliliği maalesef yok; ama çoğu kendi dikiyo ve ikinci el giyiyo, e bu da bi marifet. Ülke geneline yayılmış UFF denen sistem çok mantıklı, kaliteli ikinci el giysi satışından edinilen gelir Afrika'ya yollanıyor. Hani çorbada tuz tabii, çok bi şi fark etmiyo belki ama...

Yazık ki: kendilerini çoook farklı sanıyolar, "stilden korkmayın. giysi sizi anlatır" gibi demeçler. bir tanesinin parmak bastığı üzere "mass individualism" salgını bu oysa. Yani "ben farklıyım" diyen ve hepsi saçı mora boyayıp çizgili bluz giymiş bir ordu. Yaşla ilgili aidiyet meselesi de olabilir; ama şaka gibi.

Yalnız bi kız vardı ki beni benden aldı... 40-50'ler ekolüne takmış (listeye 5. sıradan giren akım). tam bir pin-up girl şeklinde, marilyn saçları, sekreter gözlükleriyle başarılıydı. elindeki beyaz dantel eldivenler falan, bembeyaz ten ve kırmızı rujla aralarındaki tek "olmuş" tipti. bulamıyorum şu an onun fotoğrafını.

merak ettiniz, di mi? çok da şart değil gerçi...
  • 20 Temmuz 2006 Perşembe

    iki hala, bir ben

    Annem'in iki halası var. Biri 94 diğeri 96 yaşında. Leman Hala ve Şükran Hala. İkisinin de kendi orijinal dişleri- tek dolgu yok. Görme, hafıza vb. hasarlar var tabii; ama yaşla ilgili. Baş başa yaşıyorlar, bir de günaşırı yardımcı geliyor. İkisi de Cumhuriyet'in ilk kuşak ilkokul öğretmenlerindendir. Her yeni diploma onlar için mutluluk demek. Halen dipçik gibiler, dolandırıcıyı gözünden tanır ve doğduğuna pişman ederler.
    Şükran Hala elmayı bıçakla kesmez, iki eliyle tutar, sıkıca aksi yönlere çevirir ve elma ikiye bölünür- Müzeyyen Senar da yapabiliyor bunu. Annem Şükran Hala'ya benzer. Şükran Hala yaşını büyük göstermek için anneme topuklu ayakkabı & vatkalı ceket giydirip, başına kocaman bi şapka takarmış ki birlikte tiyatroya, sinemaya girebilsinler.
    Leman Hala 75-80 yaş civarındayken, vapurda arkası dönük duran 45-50 yaşındaki bir adama "167 Aliii" benzeri bir şekilde bağırmış-- evet, adam yaklaşık 40 yıl önceki öğrencisi. Ağlayarak "örtmenim nerden tanıdınız?" demiş. Cevap: "saçındaki biti ayıkladık biz oğlum, nasıl unuturum ki?"... Leman Hala otoriterdir biraz. Okumayanlara kızar, okuyup da çalışmayanlara küser. Geçici hafıza gelgitleri yaşadığı anlarda gitmeyi en sevdiği yer yakınlardaki çocuk bahçesidir ve hala ilkokul çağındaki çocukların peşinde koşar "düşeceksin evladım" diye, kahakahalarla oyunlarını izler.
    Leman Hala ve Şükran Hala kadar mutlu yaşamış olmak istiyorum. 96'yı devirmek mühim değil; mühim olan 96 devrilirken gülümseyebilmek ve huzur. Huzurlu olmayı başarmak istiyorum.

    göç yolları

    173 litreye kadar artabilen hacimlerden bahsediyoruz- şaka değil. Bir büyük bir de orta boy valizle göç edeceğim ve bu havaalanında garantili eğlence demek; zira manevra kabiliyetim boş halleriyle bile sıfır. Ve elimde -tabii ki- sadece o iki valiz olmayacağından, şenliklere davetlisiniz; özellikle turnikelerden geçişimi, trene binişimi, merdiven inişimi falan tavsiye ederim. Elin adamı göbeği çatlayana kadar gülecek, bari siz de nasiplenin.

    19 Temmuz 2006 Çarşamba

    mevsimlerden yaz, meyvelerden kiraz

    Takı dediğin: bir çift kirazı küpe yapıp takmak

    ruj dediğin: mor; ama fuşya morundan. hatta fuşyanın kendisi.

    oje dediğin: begonvil pespembesi. begonvil en bodrum çiçeği.

    kiraz konusu malum, geçiyoruz.
    Elif Şafak bir yazısında, fuşya (ya da mor muydu?) renkli kadınlardan bahsediyordu; Amerika'da denk geldiği, bütün yaşına/kilosuna vs rağmen yaşam enerjisini kaybetmeyen, rengarenk giyinip illaki o fuşya rujunu süren bilmemkaç yaşındaki zenci (ay yok Afrikakökenliamerikalı, di mi?) teyzeden. "niye benim anneannem öyle değil(di)" diyordu. benim anneannem bu ekole yakın, inşallah ben de olurum.

    begonvil rengi ojeyle ilgili bi şi okumadım; ama siz bunu okudunuz: FlorMar 127.

    2si 1 arada

    şampuan artı saç kremi.





    çok amaçlı vidamsı heykelcikler demetinden en tanıdık olanı.

    imaj inşası :)

    benim imaj şuymuş: "her şeyi bilmek isteyen kadın". künyede yazıyo zati.
    Aytaç söylemişti bunu bana. Ortaköy'de geceyle sabah arası burnundan soluduğu bi anda "o ne? bu ne? bööle olmuyo mu? peki niye?" kıvamı soru işareti israfım sırasında. Sakince derin bi nefes alıp bana döndü ve "bak dostum" sesiyle:
    "deryik bak 'her şeyi bilen kadın' diye bi film vardı. (gülüşme) gerçi o filmin sonunda kadın ölüyo (tehditvari o sesi geçiyorum:P). Neyse. Bi de 'her şeyi bilmek isteyen kadın' var. o daha fena (kahkaha)"
    Dedi.
    bu tanımı onaylayan bikaç kişi olduğu için severek, isteyerek kabul ediyorum:
    her şeyi bilmek istemekteyim ve önem sırası gözetmiyorum. çok konuşuyosam söyleyeceklerim değil soracaklarım olduğundandır (inandınız...... di mi?).

    Deryik'ten amme hizmeti.. evet.

    Amme hizmetim size şu emsalsiz bilgiyi vermek:
    Havayolları şirketleri ve bavul tüccarları arasındaki gizli anlaşmanın varlığı. Bi komplo.
    Açıklıyorum:
    Hayatta en sevdiğim anlardan biri dede yadigarı deri valizleri özenle doldurmaktır. Bütün bi uygarlığı içine alıcak hacmi ve kahverengi deri karizmasını orta yaş olgunluğuyla (zira 40 yaşında falan bu bavullar) birleştiren bu mağrur tayfa giderek kullanışlılığını yitirmekte. Neden?
    Adamlar bavul falan taşımıyo bi kere. Bavul istifliyolar. Sonra sanki harç döken kamyon gibi o banda tükürüyolar hepsini. Caaaaanım deri valizimi - ki içine ben bile sığabilirim, evet- köşesinden yırttı vandallar. Bu sebepten herkes çelik kasa bavul manyaklığı yaşıyo. Kişiliksiz, bantta dönerken "ay benimki bu mu acebaa" dedirten mc donalds valizleri. Herkeste benzer modeller (biliyorum çiçekli/ retro desenlileri- mevzu o değil).
    "oturarak valiz kapatma" devri bitti. Benim (ve dedemin ve annemin ve bütün sülalenin) güzel valizler 2 katı hacme kadar esner, tepinerek kapatılır, yol boyu tık demez. Tamam, centilmen beyler taşırken biraz bel ağrısı yaşıyo tekerleği kırıldığından beri... Ama onun dışında şıktır, görmüş geçirmiştir, hala bakışları üstüne toplayan bi kart kurttur.
    Amma ve lakin yeni valizler almak gerekiyo. Kurşun geçirmez gibi duran kabuklu, hantal valizler. Paranoyak üretimi: hepsinin kilidi var. Nerde benimkilerin kemer tokasından ibaret samimi kapanışları nerde bunların "mallarıma göz dikme haydut, çalsan da açamiycan nıhahaha" erol taşlığı. Deri valiz bu alemin vosvosudur. Hatta Alain Delon'u, Marilyn Monroe'su, James Dean'i falandır yerine göre. Britney Spears klonları havayolu şirketlerinin istif sistemine daha iyi dayanıcak diye nedir benim bu çilem yaa...
    Komployu özetliyorum sabırsızlar için (sabırsızsan niye okursun o da bi garip ya gerçi.. neyssse):
    Bu valizciler bakmış ki eski toprak valizler bi ömür dayanıyo, havayolu şirketlerine "üstünde vaşak gezdirin, bizonlara teptirin, o da olmadı usturayla gıdıklayın, havaya atıp da tutmayın" falan demişler. Maksat kasalar satılsın. E tüketici de "cık bu eskidi dayanmıyo yenisini kapıverem gari" dediği için.. alın size komplo. Amaaa bizz vosvosları sevennleerrr direniciizz..
    Silah sanayii bir, bavul sanayii iki. Acımasızlar azizim. Gözleri dönmüş manyakların.

    18 Temmuz 2006 Salı

    her şey sizin için hanımlar :)

    görüntü kalitesi berbat çünküm webcam'le çekildi, ışık da kötü evet.

    buyrun kolyeler: inci minci kim birinci. ve cam boncuk. yaz beyazı. mat plastik boncuklar gizli kahramandır. ikinci sıradaki kolye asimetriktir. 3 sıra takılmalıdır. maliyeti 5.60 ytl'dir, kristal kullanmazsanız 4 civarı olacaktır. Küçük boncuk el oyalamak için iyi bi fikir, deli pöstekisi mi derler, öyle işte. dümdüz ve uzun üç kolye ve kullanışlılar... kefilim.



    öylesine işte. sıkıldım demiştim.

    oryantal star ve göte göt demek

    Can Yücel'in miydi hatırlamıyorum, çok güzel bi lafı var (göt dedi diye açılan bi davada muhtemelen): "hakim bey, bu memlekette göte göt denir!" diye. bunu birazdan hatırliycaz.Bu uzun bi yazıdır, sıkılan direkt özet kısmına geçebilir.

    Türkiye oryantal starını arıyormuş. Popstarını da aradı. "Sahne yıldızı"nı falan aramıyor, isim hakkı cart curt heralde, star arıyor. Ve zaten hepimiz Ajda bardakta çay içen bir kuşağın çocuklarıyız-- starlık bizim için 70'inde 17 göstermek, ilelebet payidar kalmaktır.

    Ev kuşu Deryik Avrupa Ümitler Şampiyonası devre aralarında Oryantal Star'ını aradı. Komik haller ülkesiyiz:

    1) Tanyeli "otorite" olduğundan (ki yani "alanında başarılı", doğaldır) ve öyle görünmesi icap ettiğinden bu sıcakta takım elbise giymiş en dekoltesizinden. "Bu kadın oryantal (göte göt diyememek), ülkemizde de bu sanat hakettiği itibarı görmediğinden resmi olabilmesi için en bi resmi giydirdik" tavrı var. Asena olsa o da giyerdi; bi önceki yarışmada konu oryantal değildi-- haliyle takım elbiseyle resmiyet sağlamak gerekmedi. Ayrıca böyle dişi bi dansı icra eden bir kadına pantolon-ceket takım giydirmek, bilinçaltındaki "ciddiyet eril bir şeydir" varsayımdan bence. neyse.

    2) Kibariye "başla gülüm" dedi. "hadi kıvırt" dedi. "ooh yandan" dedi.İçinden geldiği gibi ve göte göt diyebildiği için. Arada Tanyeli kınayarak baktı böyle "ciddi olman lazım kibariyecim aa" şeklinde. Hani bu bi sanat ya, ciddiye alınması için asık suratlı olmak lazım. e bi de jürisin, 70 milyon seni izliyor, hani mahkeme duvarı ifadesi? ya da sadece iyi polis- kötü polis ayrımı bilemem. Zaten bu kadar sosyolojik derinlik aramamalı.

    3) Sunucu kimdi yaa.. rüküş olan? hah, evet o.

    4) Kızlar "5 yaşımdan beri ayna karşısında çalışırım, 18'imden beri profesyonel olarak oryantalle ilgileniyorum" diyor sürekli. Biz ona "pavyon dansözüyüm" diyoruz ve bu ayıp bi şi değil. Bunu açıkça söyleyememek, kendilerinin bile pavyon dansözlüğünü aşağıladığını göstermez mi? "profesyonel oryantal", halen göte göt diyememe halidir. Kızların makyajı 70-80 ahu tuğba filmlerini anımsatmakta.

    5) Bu arada Tanyeli sürekli "bi beni taklit etmişin bi Asena'yı, kendin ol" diyo. Af buyur? Yani mümkündür tabii; ama önce göte göt demek lazım. Bi kız gayet içten "ay evet zaten sizin dvd'lerinizi aldım beeyynn" diye kikirdedi. Kınandı sonra.

    6) Dansöz etli butlu olsun lütfen. Göbek yerine kaburga atanları izlemek insanı ürkütüyo. Temelinde doğurganlık var bunun, blumia değil.

    Bütün bunların dışında çok temel bi gerçek: Oryantal türk dansı değildir. Oryantal en kralından Mısır dansıdır, zaten dünyanın en iyi dansözleri ordan çıkar. Mısır oryantalini izlemek müthiş bir zevk. Türkler de var işin içinde tabii, bilmemkaç yıl Arap topraklarına yerleşince doğal. Ama yunan çıkıp "cacık bizim kahve bizim" dediğinde deliriyosan, oryantali de bi zahmet evine teslim edicen. Baklava da mesela arap kökenli bi şi-- ama sütlü tatlılar, hele o tavuk göğsü bizim. Neyse.

    Özet: GÖTE GÖT DENİR--- Türkiye'de kimse oryantal falan demez. Herkes dansöz der. İnsanlar "oryantal dansla ilgilen"mez, göbek atar. "dansöz adı avam algılandığından işe saygınlık katmak için hebelebü"sünü takmıyorum. Türkiye dansözünü arasın. Tanyeli etek-ceket giysin, dekolte verebilsin. Bir dansöz, günlük hayatında "hafif meşrep" ya da her neyse, o olmadığını göstermek için kendisiyle çelişmesin-- çünkü o takımın içindeyken bile dokuz sekizlik ritmle gerdan kırıyordu. Bir kadın dekolte giydi diye basit algılanmasın. Şeker de yiyebilsinler ayrıca.

    Kadına "bayan" diyen zihniyet hakim burda da. "kız-kadın" ayrımı ortadan kalksın diye miss'in ithal edilmiş hali: bayan. Erkekler bay olmadıkça, ben bayan değilim. Göte göt, dansöze dansöz, kadına kadın denir. "ay ben kadın diyorum ama ya bakireyse" zihniyeti kadını iyice bekarete endeksler. Kadın bi cinsiyet adıdır. Zaten sakat olan bi mantığı kabullenip bayan bayan konuşmalara gerek yok.

    Falan filan. Ankara sıkıcı da biraz, ondan. Göte göt diyebilenlerin şerefine....!

    17 Temmuz 2006 Pazartesi

    maymun

    Ben küçükken, yani 2-3 yaşında falanken, kafesteki manyak bi maymun, hevesle yan bakkaldan aldığım tipitip sakızı elimden kapmış, paketi büyük bi ustalıkla açmış ve sakızı çiğnemişti. Olay bir hayvanat bahçesinde değil, Feneryolu ana cadde'de geçiyor: petshop. Daha sonra aynı maymun parmağımı ısırmıştı. Sevmek için parmağımı uzatmıştım, sopa sanmış manyak. Annem ve satıcı çığlığıma koşmuşlardı, ben dehşet içinde tırnağımı kemiren maymunla göz göze duruyodum. Yazık aslında tabii ne işi var hayvanın o kafeste; ama 3 yaşındaydım be atam.
    Pippi'nin maymunu Bay Nilson kimseyi ısırmaz.
    bi nevi spider-man öyküsüdür bu. Anlayana.

    şans talih kader kısmeet.. 5 kuruuş!!

    Annemler küçükken sokaktan böyle bağırarak geçen amcalar varmış. Ellerinde yaldızlı kağıtlardan yapılma bi nevi kazı-kazan. 5 kuruşa "şans-talih-kader-kısmet" dağıtıyorlar. Ufak bir top, iki misket, üç çikolata falan. Ne kolaymış bu işler yani- hem de 5 kuruşa.
    bi süre sonra "izimi kaybettirmek istediğim günler" boyu düşündüğüm şey olacak: ben istemedikçe kimse yerimi yurdumu bilmeyecek. Ve böyle günlerde kendime verdiğim sözü tutacağım: bilmesini istemediklerim hiçbir şekilde öğrenemeyecekler.


    Bir düşünecek olursanız, nerde olduğunuzu bilen çok fazla insan var-- bilmesini istemedikleriniz de dahil. Ve bu öyle bir bilgi ki istediğiniz zaman karşı tarafın unutması mümkün olmuyor.

    izimi kaybettirmenin dayanılmaz hafifliği
    VS
    kaybolma ihtimalinin korkutucu ağırlığı :

    Şans, talih, kader,kısmet.. 5 kuruuuşş!!!



    p.s: Yalnız kaldım sanırsınız/ Biliyorum.

    16 Temmuz 2006 Pazar

    mamak

    Ankara'da rüzgarsız gecelerde bütün şehir mamak çöplüğü kokuyor. Bit Palas'ı okurken o çöp kokusunun etkisini anlayabilmem Mamak'tandır. Biz Mamak'a uzak oturuyoruz; ama rüzgar yoksa Mamak var. Ankara bir başkent bu arada. Bu ülkenin olmasına gerek yok, BİR ülkenin başkenti çöp kokmamalı- kokuyor. Rüzgarsız gecelerde iki seçenek var:

    1)camı açıp çöp kokusuyla nefes almak ve sızmak- şaka değil.

    2) camı kapayıp havasızlıktan ölmek- şaka değil.


    Mamak'ta tarım yapacak fantastik yetkililer var. Aynı yetkililer zaten toksik atık neymiş, toprak kirliliği, yeraltı suyu kirliliği neymiş bilmediğinden ve onların başbakanı "çevrecilerden de kurtulucaz inşallah" diyebildiğinden, evet tarım yapılır Mamak'ta. Zaten yapılıyor. Boy boy hıyar yetişti Mamak'tan. Eline yetki bile verdiler.


    Bu gece rüzgar yok. Ankara'da geri dönüşüm de yok. Sokağa dökülen patlamış çöp torbaları, metan gazıyla şişmiş bir Mamak çöplüğü ve bolca, irili ufaklı hıyar var.

    süprüs

    En güzel şey zamanında yapılan sürpriz (süppliiss). En güzel şey "iyi ki" denen ziyaretler. En güzel şey sonradan keşke dememek için 2 günlüğüne gelivermek. En güzel şey, "bugünü geçirdim ya ölsem de gam yemem" günlerinden (hem de Ankara'da) yaşayabilmek. Şanslı bi kız olmak da güzel bi şi ayrıca. İnsanlar sürprizi pazar günü saat 15.06'da google'da arar iken yanıbaşınızda görmek. Hadi bakalım.



    keyifliyim dostlar, darısı başınıza!

    13 Temmuz 2006 Perşembe

    defne (2)

    evet biliyorum: Defne'yi yazdım. mesele o değil. mesele ben böyle gidip gelirken bu cadının büyümesi. mağazada alışveriş yaparken kardeşini bi an için kendin sanıyosun, var böyle bi şi. aynadaki yansıman falan sanıyosun resmen.. cık. korkutucu ama doğru: senin boyunda ve kilonda.

    yani bi bakıyosun kardeşin şu şekilde kikirdeme halinde:




    sevimli bebek. sonra bi bakıyosun... tamam büyüyodu, 9-10 yaşındaydı geçenlerde falan ama... yani..



    noluyo bea? bu kim?! ne zaman oldu bunların hepsi?!


    daha da ürkütücü yanı, "hangisi abla" diye sorulması (7,5 yaş var arada!!!). Görme kaybı olan Sabuş "ay yeter ama karıştırıyorum sizi!!" diye isyan etti geçen gün. Bkz. aşağıdaki foto: tanıyanlara sorarım: bi anda çok hızlı bakıverin, kim bu kim?.... geriliyorum!





    ve ben tam da "ablaa yaa gel biii" diyeceği zamanlarda gidiyorum yine Deffoş'un yanından.



    BOK Deryik.

    gitmek

    hep merak edilen soru: gitmek mi daha zor kalmak mı?

    bu şuna benziyor:

    elma mı daha meyve, armut mu?

    zor zordur işte. Daha'sı yok.

    toka

    Annem hep der ki: "takma kafana tokadan başka şey".

    90'larda yayınlanan bi gençlik dergisinden (hey girl'den evet evet) fırlamış gibi duran bu laf nedense o söyleyince anaç bi sevimlilik denemesi oluyor, anlamlı hale geliyo. Sanki hayat bi anda o dergilerdeki kadar kolaylaşıyo. Küçükken "evet anne hatta bunu ufak bi rozet yapalım, yakama takiym" diye dalga geçerdim ben. Huysuzluk işte, annen gelmiş sana dergi sloganı bulmuş, daha ne istiyosun? Hiç.

    12 Temmuz 2006 Çarşamba

    bu ara

    Çaktırmıyorum ama tuhaf bi huzursuzluk var; böyle Ata Demirer'in otlayan geyik taklidi gibi etrafı gözlüyorum. Olmasını istediğim şekilde gelişen hayat beni geriyor galiba. Fazla kolay oldu gibi, bi terslik çıkacakmış gibi hep. Bugün iyi haberler geldi; ama istediğimi düşündüğüm şey beklentiyi karşılıyor mu, şüpheli (tikkat, anlamlı cümle).
    Geç kalmaktan korkuyorum çok. yaş 21 (buçuğu da var :P) neye geç kalıcam sanki; ama öyle değil işte, of. Tam bir yola girmişken "ttüüh laan bu diilmişşş" demek istemiyorum; çünkü şu ana kadar böyle bi tercih hiç yapmadım, ne ara yapıcam ki zaten? aile boyu gidilmiş olan o liseyi bitir, iyi bir üniversiteye gir, o da fena bitmesin işte. ilk kez hayati bi tercih var karşımda. Bence yaptım bi tercih; ama ya patlarsa? İktisatçı eziyeti: önce bölümünü seçiyosun, yetmiyo sonra meslek belirliyosun. Hani bi doktordur, ne biliyim öğretmendir, belli işte işi. yok ama, bitmiyo bizim eziyet (ve diğer sosyal bilimler tabii).
    Valla bu iyi haberde beni huzursuz eden bi şi var; adını koyamadığım. "vazgeç o zaman" denemeyecek bir durumdayım artık ve zaten istiyorum aslında; ama sanki bi şi ters gidecek.Ben bu sırada çok lüzumlu şeyleri ıskaliycam.
    biri beni dövsün mü? dövsün dövsün. Rahat batması yaşıyorum galiba. Peh bana resmen.

    SABUŞ iyi ki dooğduu iyii kii SABUŞŞ!!!!

    Bugün Sabuş'un doğumgünüydü ("bir kadına asla kilosu, ölçüleri ve yaşı sorulmaz" ekolü):


    Sabuş göz amliyatı olmiycak, bu biiir.
    Tansiyonu iyice düzeldi ve hatta 12,5'a 7'ydi bugün, iyice inmiş yani, bu ikiii.
    Bilmeyenler utansın: Sabuş benim anneannem olur, bu üüçç.
    Sabuş'a -tabii ki- kolye yaptım ve o -tabii ki- benim boynumdakine bakıp "bundan da istiyorum" dedi, (doktoru "siz hep böyle kolyeler takın, yakışıyo"demiş, yandık) bu döört.
    Sabuş'un pastasındaki maytapları yakmak için uzandığımda gerilen masa eşrafı haklı çıktı ve annemi vişne suyuyla resmen yıkadım, bu beeş.
    Balkon sefası yaparken benim kaynakçı gözlüklerini takıp kahkahalar atan Sabuş bi anda karşısında tansiyoncuyu (?) görünce "damadım ölçsün, sen yüksek söylüyosun" diyebildi, çok şekerdi, bu altıı.
    Sabuş'la bolca fotoğraf çektik- ki o her seferinde gözlüğünü çıkarıp hülyalı bi şekilde göğe bakarak karnını içine çeker, bu yedii.
    Sabuş için dondurma demek karadut demektir, karadutlu dondurma tek seçenektir, bu sekiiz.
    "ben olmasam sen olmazdın, o olmasa sen olmazdın, tabii ki iyi ki doğdum, ona göre kutlayın" deyip bi de eğlendi bizle, bu dokuuz.
    on... hımmm, kırmızı don? :)

    ayıp foto :)

    ay ay çok şeker gugıllanmışım ben yaa.. Arayan 10-11 yaşında mıdır artık bilemiyorum; ama arama çok sevimli:
    "çigi film karakterlerinin ayıp fotorafları".
    Hentai manyaklığının arasında taze ergenimsi yavrumuz küçüklüğünün(?!) çigi filmlerini pornografik izlemek istemiş. "ayıp fotoraf" arıyo. ayıp fotoraf. gözünü kapıycak ve bakmiycak zaten bulsa da.
    Sanki yani. öyle bi his verdi. "hiii çok ayıp!" diycek böyle, arkadaşıyla gülücekler.
    "Yok bea bu bi yetişkin" derseniz......olmasın yaa, n'olur yetişkin olmasın.
    Yazık çünkü, durum bu kadar vahim olmasın.

    11 Temmuz 2006 Salı

    mumbai

    iki gün önce mumbai'deki trenleri anlatan bi belgesel izliyoduk abla kardeş. Çin seddi belgeseli bitti, onun üstüne (yaşasın ankara: belgesel izliyoruz zevkle heyyo). Neyse işte, mumbai'deki ana ulaşım bu trenlerle. Dakikada bir yenisi geliyor istasyona, insanlar camdan kapıdan sarkana kadar doluyor ve yola devam. İnanılmaz bir görüntü. Tamam Hindistan kalabalık bir yer; ama insan idrak edemiyor görmedikçe. Belgesel de Mumbai'deki yol sorunuyla ilgili; zira yol yapacak yer resmen kalmamış. Denizden şehrin iki ucunu bağlayacaklar, bir de tren hattının üstüne iki katlı otoban yapılacak, belgesel bunu anlatıyor: "artık ya havaya ya da denize yol yapabiliriz, yer doldu" diyordu baş mühendis. öyle ki, havadan geçecek otobanın ayaklarına bile yer yok, 40 bin nüfuslu getto bölgesini taşımayı düşünüyorlar.

    Falan filan.

    Ve demin CNN dedi ki Mumbai'deki bu trenlerin 4 (an itibariyle edit: 7) ayrı durağında patlama olmuş. Keşmir bölgesinden ufak bir terörist gruptan şüpheleniyorlarmış. Sonra o görüntüler geldi... Belgeseldeki bir yolcunun "bu trene bir şey olsa önce Mumbai sonra Hindistan durur" deyişini hatırladım. Ölüler (170), yaralılar (460), korku ve hepsinden öte, o trenlerin "hayat" anlamına gelişi:

    çünkü evsizlere, açlara ve varoştakilere her gün yemek taşıyan, saygın ekonomi kurumları tarafından 'milyonda bir hatalı' kabul edilip 6 yıldız verilen dünyanın en başarılı yemek dağıtım sistemi o trenlere bağlı. O trenler patladı.

    Bana ne, di mi? Hadi ordan.

    10 Temmuz 2006 Pazartesi

    takı modelleri --- böyle buyrun hanımlar

    böyle bi talep var anlaşılan bu blogdan ama nayır nayır, detaya girmek yok, boncuk blogu da değil bu... sadece birkaç fikrim var:
    rica edicem şu takı dergilerini alıp kör olana dek kum boncuk dizmeyin. güzel görünüyo ve fakat artık yeter, hem gözünüze yazık hem de çok fazla var etrafta, bir size satmıyorlar. Emeğe yazık. Sizin yaptığınız anlaşılmıyor ve hiç orijinal değil. boncuktan yapılmış çiçeğe şahsen doydum, gerekmedikçe yapılmasın (böyle bir şey de nasıl gerekir bilemem ya). onun yerine iğne oyası çalışın. yemeni kenarına çiçek yaparlar ya, onları boncuk gibi takın (bilezik yaptım böyle).
    floş ip ve deri birlikte güzel görünüyor.bence floş ip yeni deridir, yazlık deri iptir. floş ipi keşfeden boncukçular her rengini satıyor artık. çiçek teli ve floş konulu bi procem de var ayrıca.
    ponpon güzel bir şey evet ve o kadar çeşidi var ki şeker gibi; ama Yargıcı modelleri araklamak biraz sıkıcı olabiliyor bir süre sonra. abartmayın, John Galliano defilesinde yaşamıyoruz. tahtayla ve metalle güzel oluyor. bi de düğmeleri tığla örüyorlar, onlar daha hoş. keçe kışlık bir malzemedir.
    kolye boncuğunuz ağırsa ve bi de uzun bi kolyeyse, silikon lastik yerine kalın misina kullanın ki sünmesin-- berbat bir görüntü, tecrübeyle sabittir.
    malzemeden korkmayın. o almayın dediğim dergilerdeki malzemeleri aşın, ne görüyosanız alıp deneyin-- bazen olması gerekenden farklı bi kullanım daha eğlenceli oluyor.
    gözünüz bozuksa gözlük takın -- düşük numara, miyop vs fark etmez. gözlüğü takın, itiraz yok.
    asla ve asla boncukçuya gidip boncuğu seçtirmeyin. ara parça bilmiyo olabilirsiniz, o sorulur tabii ki. demek istediğim, "ben bu resimdeki kolyeyi yapıcam, boncuk ver" diyenler zaten zevkine yapmıyodur bu işi, kınıyorum burdan. model araklamak serbest tabii- fotokopilemek değil.
    sedef küpe ve kolyeyi bari bu yaz yapmayın. kurdeleye boncuk düğümlemeyin. üzüm salkımı yüzük yapmayın. takı kursuna gitmeyin. cart renklerde kitsch takımsılar yerine tahta ya da cam boncukla sadeleşin. bikini üstüne gerdanlık tasarlamayın- gidip yüzün.
    yarı değerli taş koydunuz diye çirkin bi model güzelleşmez, sadece paranıza yazık olur. Orta yaşlı hanımlara esas tavsiyem: yaşınıza tek yakışan şey inci ya da yarı değerli taş değil. plastik olmadıkça her şeyi deneyin- özellikle de "antik sarı" renkteki metalleri. model sade oldukça her malzeme yaşınıza uyar- 78lik Sabuş yavruağzı renginde zincirli kolye takıyor sayemde ve iltifat topluyor. korkmayın yani.
    onun dışında bordo herkese yakışan asil bi renktir (hele ki şarap-kadınlara) ve bordo kırmızı değildir. lacivert de öyle- ve lacivert gece mavisine yakın olmalıdır.

    ben

    gevezeyim. şaşırmadınız. ayrıca:

    paranoyağım.
    uyuşuğum.
    tembelim.
    sakarım.
    dırdırcıyım.
    unutkanım.
    lafsokmadanduramayanlardanım.
    dikkatsizim.
    kıskancım.


    birkaç kalem daha vardı böyle- hatırladıkça yazarım.


    hayır yanlış anlamayın, kendimi seviyorum... evet narsistim bi de ben.

    çamur çamır mırmır

    bugün okuldaki seramik atölyesini çok özledim. 3 ders aldım, fazla bi şi yapmadım (aa ama san'at sertifikamız var di mi özge?:P).
    Melike Güral (ki evet var Güral Porselenle bi ilişkisi) seramiği sevdirdi resmen bize. Okulun tek her daim manikürlü ve en bi koket seramik hocasıdır kendisi (ah ah ilk gün "kalıbını döksek heykel olur" demiş idik), genelin aksine "heykel çalışın, ben kurbağa bacaklı kase istemiyorum" der, çabalatır, anlatır, öğretir. İçine sinmezse bütün heykelinizi bozar, sil baştan yaparken söylenseniz de sonuç daha iyi olur. 1-2 saat boyunca yanınızda çamurla güreşen (ciddi bir güreş, ben beceremedim çamur öbeğini mermer masadan kucaklayıp, havaya kaldırıp tekrar mermere vurmayı) minyon kadına, saçındaki postişe, ayağındaki çivi topuklara bakarsınız, sakince "bazen çok anlamsız geliyo, tak pırlantaları otur di mi? hiç işte" diyiverir, güler geçer. 16-17 yıllık seramikçidir. Bazen bakar bakar "bu senin çizgin değil" der, "çizgim mi varmış heyt be" diye havaya girersiniz. Önceki deneyimlerimden biri olan "kızım kalemlik yap, uğraştırma beni" yerine "atölye kapısı kitlenir miymiş canım, ne zaman istersen çalışabilmelisin" der. Melike Hoca gençtir, hoştur, iki çocuk annesidir ve bence bi yanı her daim çocuktur, gözleri mavi mavi parlar. Kendisiyle ve hayatıyla barışıktır, bir yandan da bizim dersleri, stajları, kantini falan sorar. Sınıftaki sinirli bakışları anlayıp "birbirinize giriyosunuz, bireysel çalışın" diyebilir- bunu umursar.

    Şu an içerde 3 heykelcik duruyor, birini porselen kalıbını çıkartmak için kütahya'ya yollamak istemişti, unuttu heralde. Melike Hoca'nın unutması ya da gelmemesi doğaldır (mesela fırındakileri çıkartmayı, verniklemeyi ve sergiye götürmeyi diğer hocalar yaptı) ve kimse kızamaz; çünkü esas şeyi hatırlar işte. Biraz da çocuksuluktan (çocukça değil, çocuksu) heralde, Melike Hoca bizle dertleşir, gençlik anılarını en içten şekilde anlatır ve manikürü hiç bozulmaz. Melike Hoca bir Alev Ebuzziya olmasa da, yeteneklidir, çabalar ve işini sever- tuhaf denemeleri olduğunu anlatır durur. En önemlisi ise seramiği sevdirebilen bir seramik hocasıdır.


    Velhasıl, seramik atölyesini ve çamuru özlüyorum. Bugün de değil sadece, birkaç gündür. Girsem napıcam- bilmem bi şi de yok aklımda. Öyle işte.

    9 Temmuz 2006 Pazar

    yeşil renkli namus gazı

    Galbraith devam( ki zaten okuduk 1 yıl boyunca); ama diğerlerini aldattım. Araya Aziz Nesin'in "namus gazı" kitabı kaçtı. Dedemin kitaplığındaki eski yüzlü, yırtılmış aziz nesin rafından alıp okumuştum ortaokulda falan, dili çok cazipti. Resmen dalga geçiyordu bir şeylerle; ama tam anlamamıştım neyle olduğunu- muzur bir mizah sezmiştim işte anca. Anneannemin evine dair çocukluk anılarım arasında en hatırladıkladıklarımdan biri heralde: kızarmış ekmek kokusu, sıcak su şişesi ve aziz nesin rafı. Ama en çok da namus gazı ve "yeşil renkli namus gazı" öyküsü. Sonra "altı bekçi atlıkarıncada"yı okumuştum, bi de şu "potinbağı senfonisi"ni- ilk işi konuşmayan sanığı dövmek olan yufka yürekli polisi. Sonra memleketin birinde hoptirinam.. diğerleri. Ben büyürken Sivaslar oldu, sonra aziz nesin öldü. Sonra işte bilinen koşturmacalar... o rafı arada ziyaret edebildim, hepsini okuyamadım; ama iki-üç tanesini aşırdım ve namus gazı'nın o eski, sararmış baskısı kadar gördüğümde bana huzur veren kitabım olmadı. Bu "beyaz saçlı cüce"nin kaleminden korkmak yerine zevk alabiliyor olmanın tadı başka.
    53 yaşımda 53 kitabım yayınlanmış olur mu acaba? ha-ha-ha.
    Bu bir "ben aziz nesin de okudum, hıh" yazısı mıdır? ho-ho-ho.
    Yeşil renkli namus gazının sunisini şişenin dibini koklayarak tanıyabilirsiniz.

    7 Temmuz 2006 Cuma

    anlamak

    Bazen birini anlamak çok zor, anlaşılmayı beklemek de zor. Hal böyleyken, bunu unutmak çok kolay. Yanlış anlaşılmak da kolay. Kırıntımsı kırıklar kolay. Tamiri de çok zor değil; ama çatlaklar kolay. Hal böyleyken fazla konuşmak, fazla kafa yormak saçma.
    Bazen "ölecekse niye doğsun ki" diyebilmek daha gerçek.

    bu bir.

    ikincisi... bilgisayar dediğin alet hakikaten aptal. bana cevap dahi veremiyo.



    çok çabuk sıkılıyorum. Çok çabuk hayal kırıklığı yaşıyorum. Eskiden çabalardım. Çaba da bir şeye değmiyor. Çabalayabilmek istiyorum, o enerji bende kalabilsin istiyorum; ama çok geç sanırım. En emin olduğum şeylerden vazgeçip, bi anda, tek bir mimik, tek bir kelime yüzünden her şeyi arkada bırakıp gitme ihtimalim var artık; eskiden çaba vardı onun yerinde. Şimdi sanki resim yaparken yanlış bir çizgi görünce, silip düzeltmektense "eeehh" çekip resmi yarıda bırakmak gibi. Artık çabaya inanmıyorum. Çabanın benden alındığını görmek de çok sinir bozucu. Oluyorsa olsun; olmuyorsa eyvallah. Bu lafı da bi yerden tanıyorum. "gelene git gidene gel demeyiz" demek istemiyorum halbuki ben, o çabasız kolaycılıktan nefret ediyorum. Çabalayabilmeyi özlüyorum.

    bu da üç. Hadi bakalım.

    Bi süre yokum. Düşüneceğim.

    6 Temmuz 2006 Perşembe

    bölüm kızlarına bak be.. cüppe giyseler yakışıyo



    bu kızlar ki hepsinin yan yana 32 diş sırıttığı zamanlar sayılıdır (if ever happened before)...

    vaaheey!!!! 100 100 100

    100'ü devirdim çenem kurusun. Arkadaş çevrem dışında sürekli okuyan olduğunu sanmıyorum; arkadaşlar da yani işte atlaya zıplaya.. peh peh. özlersiniz de kendiniz de şaşarsınız :)

    boncuk almak istiyorum deli gibi. Kızılay ya da Sulu Han. şu an 2-3 çekmece dolusu alet edavat var. takmazsam hediye ediyorum. "depresyonu örgüyle yenin"e inanıp yün alan kadınlar gibiyim; ama yün işindeki muadiliyle söylersek artık türkan şoray kirpiği olsun, zeki müren göbeği olsun, çocuk oyuncağı. boncuk incik.

    Teyzem saykik bi insandır. Annemin bana hamile oluşu, benim dişi doğucağım, BU öğrencisi olacağım, kalacağım yurt ve hatta kocasının saat kaçta kimle nasıl kaza yapacağı bile rüyasında kendisine malum olmuştur. Korkutucu deneyimler sonucu "uyumiycam" diye tutturduğu bile oldu. Ve kendisi diyo ki rüyasında "teyze ben sanırım lahey'e gidiyorum, evet" demişim dün gece. Şimdi öncelikle yuh, bu nasıl bi direkt anlatımdır. ikincisi ise.. bavul yapsam iyi olacak; zira kendisi hiç sektirmedi. Ben BU mezunu olmuşsam girdiğim yıl puanlar düştüğü içindir ve böyle bi şi zor oluyo malumunuz ÖSS sisteminde. Teyzem gayet sakin "istanbul otobüsüne bindirdim dün seni rüyamda, 'yeni bi başlangıç, hayırlı olsun' dedim" demişti, ertesi gün manşetler: "ÖSS'DE BİR İLK: puanlar düştü!!!" şeklindeydi. Saykik teyze. evet.

    Ve fakat hala Hollanda'dan cevap yok. niçün? beklemeyi sevmem ben. bekleyiş kötü. beklemek kötü. pis. Mail attım bölüm başkanına. enseye tokat. o bi türk de, ondan. hadi ama hocam.

    Hollanda'da bok mu var? bilmiyorum. üç beş arkadaşım orda olacak bu yıl. İstanbul yok orda mesela, onu biliyorum. Adam çatlatacak kadar mekanik olabileceklerine inanıyorum. Bu yılki "belçika damarı" tecrübemden sonra dayanamam sanki... Yok ama bizimkiler orda.

    sanki gidiyorum da... havaya girmeye bak sen. "Burdur"ucam o olucak sonunda bence.

    Salah Birsel okudunuz mu hiç? okuyun. Dilinizi bir kez daha sevin. "ananas aldırdım"ı geçmeyen kelime oyunları dünyasında Birselvari türetmelerle başınız dönsün. "Kokot" der mesela. Ne koket ne kokoş. "ah beyoğlu vah beyoğlu" adlı kitabı mesela, bohem beyoğlu anılarını an be an yaşatır, meyhane gezdirip kahve içtirir. Okuyun derim. Hani sadece ben değil, türk edebiyat tarihi de diyor. Türkçenin en zevkli, en okunası hallerinden. Mesela yazarlık için "çarliston marka bir uğraştır bu" diyor Yapıştırma Bıyık'ta. Anladınız siz; ama anlatamayacaksınız.

    Resmen bilinç akışı yöntemiyle yazıldı 101. yazı. heyyoo.

    5 Temmuz 2006 Çarşamba

    evveeaatt

    Ankara başlıyor, bugün fark ettirdi kendini. önümdeki raftan bu haftalık neleri seçiyoruz bi bakalım:

    -galbraith- kuşku çağı (age of uncertainty: okumayan iktisatçıyı vuruyolarmış)
    -hirschfeld-bonnie and clyde (gidesim var)
    - r.dahl-boy (yine yeniden)

    seç beğen oku, ne güzel (bok!). bi hocamın dediği gibi "ankarada okumalarını yaparsın işte" (bok!). evveet..sempatik dostum ankara, kıçın başın kapkara. Ama Tutunamayanlar'ı 1,5 kez okutmayı becermişti, sonra İstanbula gidince yarım kaldı 2. tur.


    Acaba İspanya İç Savaşı'nı okuyabilir miyim? okumak bile zevksiz burda.

    bu arada ben boncuğa sardım ve bi şi yaptım.. hiiiii göstermem :) sürpriz yerine ulaşsın, anca öyle.



    4 Temmuz 2006 Salı

    balo

    yazmamışım... sıpeşıl tenks tu:
    - dünyanın en sempatik kavalyesi (İCK*) ve frağı ve şapkası ve sabrı
    -Hulusi'nin melekleri kadrosu, fotoğraf makinaları, bi de (Hulusi'nin neşesi için) Ela
    -Çimler, Saatli Bina: ev sahipliği için, içimi açtığı için, şu an özlediğim için.
    -yemek müziğini yapan ekip: DJ tarkan denen "müzik dediğin çıstak türk popudur" yaklaşımından önceki mutlu dakikalar için
    -kuaför: saç 1,5 saat sürdü, adam yaşlandı, saçıma tel sardı, güzel olsun diye debelendi, 65 tel toka taktı falan.
    -canım elbisem: çok sevdim kendisini (gelicek foto)
    -açık büfe: yemek kısmından nasiplenemedik pek; ama tüm tanıdıkları kuyrukta ziyaret edebildik
    -şarap standı: kibar insanlar bizi hep aradan aldılar, sarhoş ettiler.
    - D.Arık: beni direğe çıkmaya ikna etti.
    -okulun güvenliği: beni direkten inmeye ikna etti.
    -gelen herkes: amma şıklaşabiliyomuşuz, içim açıldı.
    -yaşar tolga cora: "kasma be güzelim" rozeti için. gecenin ilerleyen saatlerinde işe yarayan bi cümle olduğu için.
    *İCK: iki önceki post (ve sonrasında hep ick)
    sonra uyku, güzel uyku. Güzel hatırlanacak bir geceyi yaşamış olmanın uykusu.

    kabuss

    IP adresim artık boğaziçi değil ankara. alışma süresi bile vermedi adiler.

    kiraz

    O değil de.... bütün gün yürüyüp aç karnına yaklaşık bi kilo kiraz yedikten sonra 8 tekila shot içince ve gecenin devamında "imdat verem oldum kan kusuyorum" anları uçuşunca, gözünüzü ahşap masaya vuruyosunuz, her kırpışta çok acıyo. haberiniz olsun.
    Güzel hatırlanan bulanık zamanlar hep güzel zamanlamalar ve iyi insanlarla oluyor işte. Hulusi, melekleri ve şaraplı old boy gecesi iyi bir örnektir buna.
    okumuyodur ama special thanks to D.Arık, bütün geceki çabası için bittabi İCK (ismail cem köklükaya ). o okuyodur.

    ankara...................yine.

    Ankara baştan kara. Geldim. İçim yavaş yavaş kuruyacak. Yol boyu uyudum. Otobüs camına bakıp "ne saçma" diye düşünmek kötüydü. Daha kötüsü bavulları arabayla Feneryolu'na taşırken kamerayla çektiklerimi düşünmek... mesela bir sürü tabela, hatta "140 yeni çözüm" dahil. beşiktaştan gümüşsuyuna çıkış. en abuk subuk yerlerdeki yollar. amaç ne? izledikçe "559C'yle taksime gidiyomuş gibi" yapabilmek falan. Vahamet. Ağladım mı? feneryoluna giderken benim kaynakçı gözlükleri çok işe yaradı. Ağlar mıyım? Bahar'ın dediği gibi: istanbul sana kötü bi şi yapmadı ki deryik, geri geleceksin.
    Gerçi şu an 5 koli ve 8 bavulla hareketli günler yaşamayı garantiledim; ama bakalım. Defne'yle "derya bu şehirde ne yapabilir" diye çözüm aradık. Kendimi anka-mall(?)'dan sonra (ki napıcam orda yani) var gücümle sinemaya vurmamı söyledi, mantıklı; ama ben yalnız izlemeyi sevmem pek. Sonra yolun iki yanında süren yol genişletme çalışmalarına bakıp "kazıya yardım et madem" dedi. Şehrin hali hakkında genel bi fikir verdi sanırım.
    Arkadaşlarımı görmek 3 gün sürse 4. gün kabus. "Ağustos ayı ve ingiltere" konulu büyük proje için yüce guru sim hanım'ın koli krizini aşmasını bekliyorum, o yüzden detay yok size.
    burdan özgeye sesleniyorum: satış bahanesiyle geleceksin. Söz kutu kutu alıcam PM ürünlerinden, şu güzide odacığa süpermarket havası vericem. Anıtkabir'e de gidicez söz, kuğu bile besleriz.
    istanbuldaki herkese bağırıyorum: kahvaltıya Kale'ye giderseniz ve sonra durmadan Beşiktaşa kadar yürürseniz ve ayaklarınız ağrırsa... gıkınız çıkmasın.
    şimdi yeni geldim havası olduğu için ve bittabi Sabuş'a "sanki baloya katılmış gibi" giysileriyle görünmem gerektiği için iyiyim. şimdilik iyi, evet.
    not: "kendimi nasıl sevdiririm" diye azimle soran arkadaş.. cevap bende değil. ama istersen bunu google'a sormamakla başla. bir sürü kitap falan var, hani cevabın başkasında olduğuna inanıyosan. yok benim blogu başka türlü bulamıyosan, deryik diye arat rica edicem.

    1 Temmuz 2006 Cumartesi

    1milyon

    milyon demeyi sevmem ben- miyon derim. hızlı söylerim kimse anlamaz, milyon dedim sanırlar. ve fakat yanda linkini görüvericeğiniz 1milyon'a uzun uzun biir millllyoonnn diyebiliriz gençler. 6 sıfır atmamışlar, iyi de yapmışlar. izel-çelik-ercan kankalara (kankayız diyolar) inanıyorum, 1 miyon tık alıcak onlar- ay milyon. on yüz bin milyon baloncuk. Neyse işte, boşgezenin boş kalfalarıyla dolu şu alemde onların tek bir amacı var: 1 milyon tık. neden nasıldır, açıp kendiniz görün, kolaycılık yapmayın, ayıp. Ama şapka çıkar buna (kel bile görülür). yapacaklar bunu, hatta o kadar çok tık alıcaklar ki bi şekilde ben istanbula dönücem- evet 1milyon üzerinden hıdırellez pazarlıkları bile yapıyorum. Yok ondan değil. onlar 1 milyon tıkı alırsa (ki yakındır) bu alem beni istanbul'da tutmayı da becerir elbet. sonuç? hiç olmadı "deryik istanbulda kalsın" diye tıklayıverin bari, ulvi amaçlar sıkıyorsa sizi :)
    miyon demek daha kolay.
    daha anlamlı sözler silsilesi: "blogda mana aramak" üzerinden bimiyoncuları sevmeyenler var bi de, bana ilginç gelen o. blogger'ın kimlere nelere ev sahipliği yaptığını bilmiyolar mı acaba? mana nedir yani? pornografik ya da ırkçı blog manalıysa, "manasız blog" niye kendi içinde manalı değil ki? Anlam kaygımız blog aleminde vuku bulurken gün içinde bir sürü şeye tepki vermeden teğet geçmek tutarsızlık değil mi? her şeyi bu kadar ciddiye almak şart mıdır? belki biraz tersten bakmak faydalıdır?
    ha, tamam "bimiyonculardan bayanlar birliği" kurulabilir bak, eğer gerçekten rahatsız edildiklerini düşünüyolarsa; ama orda bi yerde 3 kişi (ya da bi kişi ya da hiç kişi) bi milyon tık istemiş, 1milyon diye tutturmuş, allahım pasta falan yollamış neler neler yapmış...e yapsın madem, nedir ki. link verdim elime yapışmadı. sanal alem beni yutmadı, manayı gerçeğine saklıyorum. burda mana varsa ne hoş; ama yoksa da çok aldırmıyorum.

    şimdi

    şimdi beni resepsiyondan arasalar... "deryik hanım 1000. öğrencimiz olmadığınız halde size bi ev hediye edicez tutmayın bizi" deseler... "istanbul sizi bırakmıyo maalesef, bok yesin ankaralar burdurlar hollandalar" deseler... iş de bulsalar bana mesela en bi sosyal sorumlusundan...

    tamam yaa, yapıyorum bavullarımı işte. öf.

    Powered by Blogger

    eXTReMe Tracker