31 Aralık 2006 Pazar

bi de ankaradan

biz sessiz sedasız jelatin hanımla buluştuk efendim. en bi capon halimle gidip fotoğraf çekmeden döndüm gerçi. sağlık olsun. neyse, laf lafı açtı, hatta daha çok benim laflarımı açtı galiba, sanki fazla bi konuştum. olur ööle, di mi?
yolda bi düşündüm, kelimeyi buldum: ayarında, kararında bi insan kendisi. valla tam ööle. şimdi bu ne demek açıklamakla uğraşmiycam. iyi bi şi ama:) hani soğuk nevale biri değil, mutluluk çıbığı değil. ayarında. ondan bundan, ama kıvamında.
hatta tahmin ediyim, kesin "ilk tanıştığımda/gördüğümde sinir olmuştum sana" lafını çok duyuyodur kesin, benim gibi. öyle diil ama. mıcır mıcır sevgi pıtırı değil kendisi, olmasın tercihen. ama "ne iyi oldu yaa bu, iyi ki buluştuk" dediğinde yapmacık bi sırıtış yok yüzünde, valla iyi olmuş onun için yani, samimi. evet yaf bi de bu kelime: samimi. sanıldığından daha az manyak, göründüğünden daha çatlak. iyi ki buluştuk hakikaten, meraklardaydım.
çok sevdim ben bi kez daha yeni birini. blogger birini. ankaradan birini. akdeniz bölgesinden sıcakkanlı birini. jelatin hanımı.
o biraz yılbaşı koketi olarak gelmiş idi, bense kafasındakuşolankız'dım. natura. karşılıklı ufak hediyeleştik. sonra karşılıklı "allahtan eli boş gelmemişim, mahçup olurdum"laştık. şeker bi insan kendisi. dinlerken gözlerini kocaman açıp gözünüzün içine bakma gibi harika bi huyu var, dinlediğini hissediyosunuz. dedikodu da yaptık efendim, merak etmeyiniz. güldük sonra. yemedik ama içtik, şaraplandık. o sordu ben anlattım. galiba arada ona da söz hakkı verdim ben ya da belki cevap hakkı falan doğmuştur, o da anlattı. tunalı-abaza köprüsü-ipek ongun-ankara gençliği diliyle.
ben teknolojik tebrik işini sevmem; ama olsun bu yıl bi tuhaf; bayram yılbaşına, yılbaşı haftabaşına denk geldi. kutlayalım madem:
hepbiri kutlu olsun okuyucu, hatta 2007 kez kahkahalarla gülün bu yıl.
dönüş yolunda taksiciden alıntı:
"abla bu gece yılbaşı, bayramı boşverip içsinler ki ben bayramı kutlayabileyim."

30 Aralık 2006 Cumartesi

döküm

e tabii yılbaşı dökümü almadan olmas di mi. yazmadan önce bi düşündüm de, 2006'nın benimle bi zoru varmış yaf. deliymiş.
geçen sene bu zamanlar çok uzak zamanlar. ne tuhaf.
istanbuldaydım ben. proje asistanıydım, son sınıf öğrencisiydim. manyak hallerdeydim. yılbaşından nefret etmekteydim, hatta o derece ki kendimi de aradan çıkartıyodum, kendimden de nefret etmekteydim. üstelik "istanbulun ilk kot pantolon giyen adamı"yla yeni tanışmış olmama rağmen.
ah ah son anda hollanda'ya bi başvuru kolisi yollanmıştı, fikret hoca resmen alnıma silah dayıyarak SoP yazdırmıştı. hatta hatırlıyorum, bana after eight gibi bi çikolata vermişti rüşvet olarak. "yazılacak o yazı; ama önce git bi gez" demişti. düzeltmişti.
sonra ben geçen yıl ağlamıştım.
sonra ben geçen yıl çok bi gülüşüp kahkahalanmıştım.
minacım vardı, komşuculuk oynardık. biz en çok çikolata kaplı kayısı ve bitki çayı tükettik.
bi komşumuz amerikaya gitti, bi diğeri amerikadan geldi.
bissürü fasıl, bissürü manzara, bissürü sarhoşluk. bissürü anı bissürü foto.
mojomojomojo.
kulüp kulüp.
okul mokul proce. ce-ee. çeviri. tırı vırı.
sonra nisan. en zor an. sonra o en zor anın anılar rafına kalkışı. baarcıımın dediği gibi, o bi kapı, istemedikçe açıp bakmana gerek yok. sonra rahatlamak. yanında muhteşem 2 insan olduğunu bilmek.
yazmak, sıçar gibi yazmak. ah ah. kendime "aslında zor değil" demek.
arada sizin de duymanız.
sonra kapkaç. sonra sarıyer emniyeti falan. "gülüşün güller açsın"dan sonraydı.
aa barcelona bi de. gezmek gezmek.
istanbul şarjı. mezuniyet buhranı. ah ah evet sürmüştü bayaa. çok gezmek durmamak.
bafra mı hollanda mı ay yoksa burdur mu. kitlenip kalma halleri. burs krizleri, istanbulu bırakmam krizleri. mutlu gezmeler. çok eğlenmeler. içten gülümsemek.
mezuniyet sonra. sonra yıllık. "biz hep öğrenci kalsak ya burda" temalı "kendimi İB'ye zincirliycem" tehditleri. istanbuldan ayrılırken ağlamak. sonra sakinleşmek. önümdeki 34...99 plakalı taksinin fotoğrafını çekmek. üstünde mecidiyeköy-şişli tabelası..
sonra 1 ay kadar hollandadan posta bekleme. anılar biriktirmek .
bu arada duygu asena, lübnan. dünya gündemini burda özetlemiycem, ntv yapar yarın.
biraz bodrum. sonra hop aniden! vize.
sonra biri "kimbilir belki ilerde, sonralarda yani" dedi. sonra vazgeçti. bu söz inanmak içindi zaten. sonra "zor olsa gerek/ sana yazılmış bir şiiri/ okuyamamak". zoramagüzel.
den haag ve okul. o'casey's irish pub. de pater jazz bar. 55 ülkeden adam. kahkaha. bisiklet. özlemek. özlem. istanbul'u özlemek, her şeyi değil. misafirler. hollanda.tanışmak. alışmak.
bütün bunlar olurken bi yılda...
askere gidenler oldu mesela.
saçım uzadı hiç uzamadığı kadar.
3. bi şehrim oldu ve ben kendi şehrimle 2. kez vedalaştım.
2-3 cenaze oldu ve bi o kadar doğum.
en az tatilimi bu yıl yaptım.
en çok bu yıl gezdim.
hiç sarılmadığım kadar sımsıkı sarıldım insanlara, en bol vedalaşmalı, "tekrar görüşürüz"lü; ama bi yandan da "eskisi gibi olmiycak di mi"li vedalar. sarıldım videosu bile oldu.
ve bi de tabii bissürü yeni insanla tanışmalar. dünyanın dört bi yanından abi ve ablalar edinmek.
kardeşim genç kız oldu benden uzakta. 5 yılda. ben onun yanında olmak istedikçe daha bi uzaklaştım.
Sabuş beni çok korkuttu, sonra geçti iyi oldu.
üzdüm, üzüldüm, sevindirdim, sevindim. eşitlikçi bi yıl. deli bi yıl. tam istediğim gibi, muallakta, biraz sis biraz buzlu cam ardında bi yıl. güzeldi yaf.

çünkü şey... ben ilk kez büyüdüm.

29 Aralık 2006 Cuma

deja vu

"arthur ve minimoylar" diye bi film varmış gösterimde. üstelik luc besson imzalı. bakınız bi minimoy:

bazen tarih gazetenin minik bi köşesinden fırlıyo. ne komik.
minimoy. deja vu. vardı öyle bi şi evet. kitaptı. film olmuş.
eski çamlar bardak.
gibi mesela.

kaç(a)mak

yaptım kaçtım. istanbuluma. fotoğraflarla bezeli ikinci bi post inşallah gelicek... teknolojinin yarısı hollandada kaldı. ay güzel geçti güzeeell :)
çarşamba öğlen-perşembe öğlen. kaynaşlıdaki kaza yüzünden 2 saat kaybetmek. iner inmez baarcımla buluşma- hanimiş benim canım arkadaşım, en deli arkadaşım, en ben arkadaşım!
GS, tünel, hop! hamdi. hamdilerce yemek yemek. galata köprüsü. sonra evde nefes alıp hop! nişantaşı üzerinden mojo. ah çarşamba mojosu ve dantel eldivenler. dantel eldivenli mojo.
tam bu esnada hop! "şey merhaba sen deryiksin di mi?" hop! kim bu?! "ben question marx :)" aa şaka gibi tanıdı beni valla :) pek şeker bi insan, gülümseyen bi insan, arkadaşlarına ayıp olma pahasına sohbet etmiş, sohbeti güzel bi insan kendisi... link sitemini de duydum, el atıcam :) de amerikada olması lazım?! tatile gelmiş efendim. ben hollanda o amerika, istanbul mojoda. tesadüflere bayılıyorum :)
çok uzun bi gecesabah. deryik ufak bi battaniye gibi yatağa kıvrılıp kalır, "sabah 7.30 vapuruna bincez evet" hayali hop! suya düşer. gün geç başlar. bu esnada deryik'in beyin kıvrımları uyarı verir: arkadaşlarına haber ver. can havliyle bikaç kişiye mesaj atılır, biçok kişi unutulur veya ulaşılamaz. hop! sinir olunur deryik'e. illa bi vefasızlık yapacaktır. özür dilemeye bile yüzü yoktur. ceza olarak okuluna uğramaz. yetmez, otobüs boyu uyuyamaz. sinir olur kendine.
ve lakin saat 10dur, kırmızı dondur, baar hanımla kale'ye gidilir. of hava mutteşem mutteşem, güneşli, utanmasa ılık yahu... hop! bal kaymak. hop! omlet ve domates-salatalık. hop çayçayçay hop peynirrr.... hop! burda uyanamamış bi biz varız ama boğaz ne harika di miii...
derken emir bey aranır. akşam 3546 balon şişirmişim de boğazım kurumuş gibi bas bariton bi sesle "emirrr böööö buluşuyo muyuz son durum neeğğ" denir. çocuk erken yaşta korkutulur. ve lakin müthiş organize bi insandır, ayarlamıştır. deryik sevinir, "acaba gidebilicem mi" diye düşünmektedir lakin, hala çakırkeyiftir, açılamamıştır, gençlere söylemez. baarcımla mini bi yürüyüş yapılır sahilde, donarak açılınır. taksime gidilicektir. baarcım kucaklanır, sımsıkı sarılıp bırakmamacasına. göz pınarları nemlenmesin kimsenin diye bi şiler saçmalanır. oççakal. bi de kendisi en hoş çakaldır.
hop taksi. "sahilden gidelim mi nolluuurr" "tıkalı be abla" "ama ama özledim ben.. neyse...peki" dudak dışa çevrilip gözler dolunca şoförümüz yolu kısmen kısaltıp bebekten sahile iner, ben şen çocuklar gibi burnum cama dayalı "ekieki ehihi deniz aa vapur" diye gidiveririm sahilboyu.
hop! taksim hop! bambideyiz biz. tek tek bütün bambilere bakılır. sonda oldukları tahmin edilir. hop! emir bey. "ya ben akşamdan kalmayım bu adam beni örnek alınası abla seçti, zaten noel baba da yok, gençleri hayal kırıklığına uğratıcam" paniği. allahım tam bir centilmen, bööle bey bi bey cidden. en siz bey hatta o :) derken hop! merve hanım. merve hanımla emir beyi anlatan bi büst çalışmasını bi ara koyiym buraya. bi çift kumru (3liycez, bekleyiniz). ve diğer emir bey- ki kendisi yemek yiyodu, bi anda çenemle boğazına dizmedim umarım. sonra pıt pıt lavenderdilara hanım. kendisi pıt pıt bi insan. hani kuş olsa serçe olurdu, seker dururdu. bıcır bıcır konuş(k)an ve ah-evet-göz-makyajı-çok-güzel bi insan. sonra napalım ne edelim derken hop! pepinot ve arkadaşı hilal. blogda ses olmaması çok enteresan. pepinotkumru hanım yumuşacık, ince ve çok bi pamuk bi sesle konuşmaya başladı. tam da sesi gibi bi insan. hani bööle çatlamış kalın bi ses çıksa valla üzülürdüm :)
kasaya doğru yol alırken biz ("ben ne araklasam bambiden.. ama araklamak istemiyorum... ama" "kolonyalı mendil al" - mutteşem insan merve) bir anda günseli hanım. günseli hanımın beni tahmin ederek tanıması ve lakin benim "aa günseli" demem. ahah olur ööle. nereyegitsekbuhranı'na "pii" diyerek son noktayı koyması.
hop! pi. hop bu gençler çok eğlenceli. hop ben hala çakırkeyifsem, saçım benden bağımsız bi topuztopu olmuşsa ve üstelik hala konuşuyosam acaba bu his hiç geçmiycek mi. dilaranın "bak şimdi bi şi sorucam ben" şirinliği. emir ve merve çifti tam o büst (koyucam söz, foto hollandada kaldı napiym). günseli hanım bira bardağına şarkı söyletmekte. emir elinde kahve fincanı emire fal bakıyo, merve dilek tutsun. aa kumrunun teyzesi hollandada yaşıyomuş. neresindenmiş demeyi unutmak. ahaha. benim yine gevezeleşmem tahminen. koşma taklidi falan yapmışım, hale bak :) derken gençlerin kulak-dil-başparmak esnekliği. gözümü titretmemek için kendimi zor tutmam. feci titretirim, tuttum niyeyse. yalnız emir o parmağa dikkat etsin, o nası bi şidir yahu. aman aman.
abrakadabra ben vapura binsem mi. karaköyden gidip geliversem mi. e bittabi. hadi hop! ani kalkış. lavender hanım ve emirmerve çiftiyle. oççakal pi, oççakal pi gençleri. yaşlanıyorum yahu. derken hop bi fotofoto seansı, emir bey arşivi. hop tünel! oççakalın çiftçift :) emirin bi ara takım elbiseyle ufka bakan bi fotoğrafı olsun. merve de hep o fularımsı şeyi taksın. yanlış hatırlamıyorum di mi, vardı fular? güzel bi şiydi o. bu kadıköy gençleri baylanı bilmiyor. cıkcık. hemen duruma el konula.
hop! dilarayla tünel. hop! vapur. dilara bıcır bıcır, sohbet biraz kendinden mütevellit. hava mutteşem bööle güneşli, martılı, deniz kokulu. hop! dilara o saçlar kesilmiycek bak. hop! sen de gelsene baylana. kup griye bi şi yapmaz. peki oluur gelsin. hop! iskelenin mimarı laz mıydı. ay baylan, canım baylan. lüks pastane tarifesi. konsomasyon mecburidir. adisababa, rokoko. bilumum pastalar. çay-limonata-kup griye. hop! ben niye geri gidiym ki çağlayana manyak mıyım, ataşehirden binile. hop! ali muhiddin hacı bekir. dilara hanımın mor ve mimar koşturmacası içinde zamanını ona çaktırmadan çalmak. poici kız ilgi bekler. veda anı. ay mailimi al sen, hep yaz hatta. "hatta eve gidince çizme, bana yaz" dememek allahtan. sonrası lokum lokum lokum. ataşehir. otobüs. tabii ki üstümde uyuyan otobüs teyzesi, kucağıma yatan önkoltuk amcası ve aralıksız konuşup berbat espriler yapan yan koltuk lisesi. açlık ve uykusuzlukla ankaraya zar zor varış. ilk kez yolda helak olmak. ev. uyyyku. ah emir beyden bi teşkür mesajı, ben teşkür.
sonra sabah. bloglara bakış. seviniş. el çırpış falan. sevmişler beni yahu. o kocaman genç nüfus "erken yaşta alkole teslim olmuş apla" dememiş bana, ne güzel :) bize de bekleriz gençler. böööle hepinizi toptan. bi de merve hanımı blog camiasından uzak tutup kendine saklamak bir beyefendiye yakışmıyo :P
istanbulu da getirirseniz artı puan. kendisiyle vedalaşmayı sevmiyorum, kaçarak uzaklaştım, biraz kırgın olabilir bana.

25 Aralık 2006 Pazartesi

hom hom sviit hom

en bi klasik başlığı atarak "eve geldiiimm" dedikten sonra...

not:ben internete nadiren giricem, o da sizin yorumları yayınlamak, cevap yetiştirmek veya başkalarına yorum yapmak için olur büyük ihtimalle.

kardeşimi, annemi çok bi özlemiştim. defne hanım şimdi yılbaşı partisine gitti. makyaj yaptı ilk kez, benim sayemde /yüzümden tabii.. eflatun bi far. gitmeden fotoğraflarını çektim, bana ikiz gibi benziyo. yeniden birbirimize benzemeye başladık, ne ilginç. deffoş doktora gitmiş, omurga eğriliği çıkmış, ciddi değilmiş, yüzsün iyi gelirmiş. bu arada, sağ ve sol bel çukurunuz simetrik değilse bi doktora görünün. kadınlarda daha çok oluyomuş; ama genelde 13-14 yaşında fark ediliyo zaten.
bugün defne hanım topuzu için kuaföre gidildi, ben "gelin başı önleme timi" olarak hazır bulundum. "ay yok krape yapmayın o 14 yaşında" cümlem, "olmuşken afilli olsun cannnımm"landı, gülümsedim, "afilli değil işte sakin bi şi olsun" dedim. çay ikram ettiler tabii. şımardım. çay ikram ettiler bana yahu. kahve desem o da olurdu üstelik.

annemi ve panik oluşunu ayrı bi özlemişim. en ufak şeylerin fırtına oluşunu, sonra duruluşunu... sabuş ve teyze ziyareti yarın.

kar yağsa da şu ayaz geçse. -6 ne demektir yaf. kurusun diye asılan çamaşırlar dondu.


bi de istanbul'a kaçsam çarşamba günü... anneme daha söylemedim. yüzü asılmasın. bazen çok ifo kendisi. ama geri gelicem, iki güncük sadece canım... ben 22 yaşındayım.. kaçılabilir sanki :P hem çarşamba mojo gecesi... di mi baarım :) kar yağmasın nolur. lüffen.



anne dolması. mercimek çorbası.
evdeyim!

ps: bu aralar öyle bi huzur var ki... evdeyim diye sanki. ya da daha ziyade, sakin ve keskin kararlar alıyorum diye. her şey berraklaşıyo diye. korkumlarımı aniden küçümseyebiliyorum diye. tez konum beni heyecanlandırıyo diye. yokuşlara kavuştum diye. masalı olan insanlar var diye. bi de dantelli eldiven diye. sonra üç kere düşününce komikleşen şeyler var, üstelik bi kelimeyi 4 kez tekrar edersen anlamsızlaşıyo. ne güzel di mi? bence harika. başka? istemedikçe hiçbi açıklama yapmam gerekmiyo diye. susmak diye.

huzur işte.

24 Aralık 2006 Pazar

1993

ne berbat yılmış 1993. uğur mumcu. madımak oteli.bizim ailenin 1 aylık karantina misali hastane günleri. dedemi kaybetmek. annemin yanlış teşhis yüzünden ölümden dönmesi. iyi ki bitmiş gitmiş yaf. düşündükçe içimi burkuyo. 9 yaşında faltaşı gibi açılmış gözlerle hepsini görmek, kaydetmek, hatırlamak.
şimdi nerden geldiyse aklıma... iyi ki bitmiş. 31 aralık 1992 günü kimbilir neler dilemiştim oysa.

yılbaşı.. 2007 güzel geçmek zorunda.

23 Aralık 2006 Cumartesi

atlas ve sisyphus

yunan mitolojisiyle azıcık ilgilenen herkesin bildiği iki karakter... sysyphos/ sisyphos/ sisyphus'un türkçesi sisifos imiş.. neyse, şimdi biz burdan yola çıkarak çok derin felsefelerde boy vericez, uzun sürecek. hazırsanız başlıyorum:

Atlas: dünyayı omuzlamış taşır, yorulur eder, altında ezilir.. ama taşır (hemen bi soru: madem dünya bu heykelde "tepsi gibi düz" değil de küre, e o zaman kopernikuscuğum biraz geç mi kalmış?). ve dünyayı taşımak ulvi bi görevdir. zira atlas bu yükten kurtulmak istediği zamanlarda dahi "ben olmasam hohohoohoooo" meali övünür durur, elini bilekten sallayarak "işiniz işti valla" imajı kurar. zira onun istediği bu görevden kurtulmak değil, oh yo asla, birazcık dinlenmek, nefes almaktır. küreyi herkül'e verir, herkül cin gibi tabii, işkillenir atlastan, kandırıp teslim eder küreyi. öykü bu. çok özetle.

bu örnekte taşınan şey yerküredir. taşıyan bi devdir. yük ağırdır ama kıymetlidir de. o yüzden yerküreyi taşımak, bütün zahmetine karşın, prestijlidir. neticesinde "amaan beah" dememenizin sebebi o yüke verdiğiniz kıymetten ileri gelir. dikkat kırılacak eşya.

Sisyphus: bu arkadaş ufak çapta beladır. cin fikirli bi ahlaksızdır. hani bizim mahalleden olsa önce "mahallenin piçi" sonra "haraca bağlayan ağır abi" olurdu. ama biz bu kısımları geçtik, merak eden wikipedia'ya sorsun. neticesinde tanrılara daral gelir, kendisi cehenneme atılır. yeraltı tanrısı Hades'i bile tehdit edebilmiş bu insanoğlu biraz çatlak biraz korkutucudur. sonra Tartarus (Tartaros)'a kapatılır. Tartarus karanlık, belirsiz ve ürkütücüdür, bizim anladığımız manada cehennemdir. ölüler Hadese (hem tanrı hem mekanın adı), beterin beteri ölümlüler ya da ölümsüzler tartarus'a gider. Sisyphus gibi... ve lakin adam uç bi şekilde ordan da çıkmayı başarır ve dünyaya geri döner. sonuçta yakalanıp Hades'e kapatılır. kendisine en aşağılayıcı ceza verilir. ah ah, bu öykü benim favorimdir.

ceza şudur: sonsuz anlamsızlık.

Sisyphus devasa bi kayayı dik bir yokuştan yukarı itmek zorundadır. amaç kayayı tepeye çıkarmaktır, kayayı tepeye oturttuğunda cezası bitecektir. ve lakin, tam tepeye en yaklaştığı anda, o "ah tam da şu kadarcık kalmıştı" anında, kaya elinden kaçar, geri iner. sisyphus yeniden başlar. bu sonsuza kadar böyle sürecektir. anlamsızca.

öyküyü geçip sonuçtaki kareye dönersek: sisyphus basit bi kayayı itmektedir, sırtlayıp taşımaz yani. ve zaten taşısa dahi, o şey yerküre değil, basit bir kayadır. ve sisyphus, o çok zeki sisyphus, ah o hinoğluhin insanoğlu Sisyphus bu anlamsız işi sonsuza kadar yapacaktır. (askerlikte çukur kazdırıp doldurmayı manasız bulanlar bi kez daha düşünsün.). Atlas'ın işinde ekşın yoktur, hatta tercihen olmasın, o sırtında küresi öölece durur. sisyphus tepeye kadar iter, geri koşar, yine iter, yine koşar...
Ve daha da mühimi, Atlas'ınki bi görevdir, Sisyphus'unki ise ceza. Atlas bi devdir (sonra tanrı mı olmuştur bi şidir, ölümsüz yani), Sisyphus senin benim kadar insandır. o Atlas olacak karakter kafayı birazcık dahi kullanamamakla beraber koca dünyanın sorumluluğunu taşımakta ve lakin şu kendinden sivri zekasıyla herkesi alt etmiş Sisyphus basit bi kaya ve anlamsızlığa mahkum edilmektedir. e nedir, yozlaşmış bi insandır falan... geçiniz. hikaye bunlar. neyse.

burdaki yazıdan değil ama resimlerden çıkacak felsefe şudur:

bazen kendinizi atlas sanırsınız, ulvi bi amaç için ulvi bi yük. hatta yük bile değil aslında... ve sonra bi bakarsınız... hayır, siz sisyphus olmuşsunuz. cehennemlik bi manyak olmadığınız halde, sonsuz bi anlamsızlıkta basit bi kayayı itiyosunuz. ne amaç ulvi, ne yük... ya da bi anda yerküreniz kayalaşmış. peki niye hala itiyosunuz sizce?

a) hala boş bir umutla, belki bir gün tepeye ulaşma umudu için, aslında sırf insan olduğunuz için, pandora'nın kutusunda umut kaldığı için... ?

b) "aslında itmek zorunda olma hali"yken, "yok ama, umudu kaybetmediğim için iticiim tabii"leyerek kendinizi kandırdığınız için. her durumda kendinizi ikna edebildiğiniz için. sisyphus'un günahlarını değil cezasını taşıdığınız halde, en "sonsuz anlamsızlık" hallerine bile adapte olup kendi kendinizi ikna edebildiğiniz için... kendinizi ikna ederken hatta, "ama en azından yapıcak bi işim var" diyen sisyphus'a dönüştüğünüz, bi nevi pollyanna olup aynen o derece saçmaladığınız için?

c) ama saçmalarken aslında hiç de saçmalamayıp, acıyı reddetip, onu yenip, amaca (sonuçta bunun bi ceza olması amaçlanmıştı) ters düştüğünüz için. bu ters düşme sizin zaferiniz olduğu için. anlamsızlığı aklınızla, kendinizi ikna edebilen bilincinizle yendiğiniz için. cezayı cazalıktan çıkartıp, ceza verenleri bi kez daha sinir ettiğiniz için. Atlas'ın hödüklüğü ve sizin insanoğluna has zihninizin kıyas kabul etmez farkı için. her ne kadar basit bi kayayı manasızca taşıyor görünseniz de, sizi dünyayı taşıyan bi devden bile üstün kılan bu yegane fark için?

d) gözlemcinin "hatice değil netice, o kaya habire inip çıkıyo mu, çıkmıyo mu, ona bak sen!" basitçiliği için?


cevap bende değil
ama
it babam it.

kaptan mirk.

mirkelam illa klip çekecekse ahu gözlüm'e klip çekmeliydi. bu konuda herkes hemfikir sanırım?


uzun saçlı bi kız olmalıydı, saç rengi belirsiz olmalıydı. gözleri ahu olmalıydı; renkli olmamalıydı. beyaz elbiseli, elbisenin eteklerinde kuşlar. kız çok cilveli olmalı ve hatta kız uçuşmalıydı, kızın bi eteğini bi de gözlerini görsek yeterdi. fon da beyaz olmalıydı. arada bir tori amos'un crucify klibi tadında olmalıydı; ama abartmadan. nazan öncel kliplerinden esintiler taşısa da özenti olmamalıydı. mirkelam çok azıcık görünmeliydi. dans ederken yaptığı başını ve omzunu aksi yönde sallama hareketi makaslanmalıydı. hiçbi şi kızı bozmamalıydı. asla ve asla "sağır ve dilsizler için klip" tadında fal deyince küre, saçlarını aç deyince açılan saç gösterilmemeliydi. daha ziyade kendisiiçinyazılmışşarkıyladansedenkız olmalıydı.



belki de klipsiz kalması daha iyi. "ahu gözlüm'ü seven bloggerlar birliği" kurucam. saçını yeni kestirmiş bi lavanta seviyo mesela, biliyorum. üye olmak isteyen kaleye mum diksin.

yol- culk cılk cılık culuk

yarın gece 12-- ankara. türkiye. misssler gibi ev. anne kardeş. kucak kucak sarılma. çok özledim, çok. krismıs uçuşu. meri krismıs hostes apla. meri krismıs pilot amca.

ben noel anne oldum. bavulum sadece hediye dolu. çok kişiye değil ama kişi başına çok hediye. en çok deffoş hanım'a. hediyelik eşya alışverişi zaafım var. allahtan detayları kötü bi kısmının, kolay oluyo seçmek.

bugün işte çikolataymış, stroop waffle'mış, rötuş çekilecek hediye çuvalına. bavul aslında boş. enişteme güzel bi şarap. anneme de. aaah bi şarap eksik bavulda. neyse. dönüşte kuş gibi hafif gelicem.

bissürü kıza fal baktım, mezun oldular diye. okulun yarısı gitti hüznü. biri bana çok kokoş bi çanta verdi. tam çanta da değil, nedir onun adı.. bööle fransızca janjanlı bi adı vardır. ah işte takıldı aklıma. koltuk altında taşınır cüzdandan hallice. neyse. bilen söylesin. port bi şi.

herkes avrupa genelinde tatilde, boşaldı okul. hüzünlü oldu. ben de gidicem.
tez konum da belli oldu gibi. lay lay lom. daha bin kez değişir gerçi. lay lay.

hani mimarlık/ tasarım hocalarının bööle sinir yıpratıcı yorumları vardır projelere, sabrını dener insanın... hah işte, onu bi marksist feminist ekonomist yapınca iyice çekilmez oluyo. manasız gerginlik. supervisor seçiminde mühim detaylar.

bi de şey
taşoda konserini kaçırdım. napalım.

veda turu. yarın kuş gibi. ankarada uyumak sonra.
istanbul? elbet mümkün. yeni yıl dileği.

burda 3,5 ay geçti. şaka gibi.
ne zaman oldu, ben nerdeydim?


21 Aralık 2006 Perşembe

darbuk

şimdi aşağıda izleyeceğiniz (i umduğum) videodaki kişi onur diye biriymiş, tanışıklığımız bu video kadar. kendisi 2-3 video'yla youtube'da (evet bağımlıyım). darbuka çalıyo. 3:46 dakikalık bi süre. diğer videolarda da aynı ritmi çalıyo falan ama yani... çalıyo işte. darbukanın gövdesini de çalıyo. youtube'da yapılan yorumlar da eğlenceli aslında ama gidip kendiniz bakın. di mi yani... neyse bi örnek:

"Onur seni tanimiyor idim.Tum videolarini izledikten sonra yeteri kadar tanidim ve sarsildim.Manyakmisin abi sen? sorunun ne senin? ne kadar ve nasil bir calismayla bu sonuca, bu kivama geldin? Cok param olsaydi, yarisini sana verir,sureklide yaninda darbukani tasirdim(...)"




not: ben aslında video koymayı istemiyodum pek bloga. ve lakin 3 seferdir... neyse işte. niye istemiyosam... ööle işte ne biliyim. aay.

20 Aralık 2006 Çarşamba

şans

şanslıyım ben valla. 4,5 saatte 2,288 kelime ürettikten sonra şalteri indirdim. "yarın 9'a bi ödev bi sunum kaldı napıcam" diye yusuflanarak kütüphaneye gittim. etiyopya'dan gelen yüce insan fasil dedi ki "benimle yer değiştir, sen öğlen 2'de yap"... aman aman... resmen şanslıyım yani. sonra minik çapta bi "ilahilerle krismıs'ı karşılayalım" kutlaması vardı okulda, ama parti diye tanıtmışlardı. bira içicem diye bara kaçtım sonra dönüp çorba içtim, bedavacılık ruhuma işlemiş.

nedir, karnım tok sırtım pek. şimdi ufak ufak ödevler bitirilecek.
sonra misler gibi uyunucak.
bu gece çok huzurlu uyiycam gibi bi his var içimde... şu an çok sakin, rahat, huzurlu hissediyorum. uzun zamandır böyle değilmişim demek ki, şimdi fark ettim...

hatta bi elimde polanyi bi elimde stiglitz. oku oku uyu uyan oku. öyle bi hissiyat.

gelmişken biraz kalsa bu his benimle. dağılan bulutlar gibi oysa.

uyardılar dinlemedim

ezop istanbulu özlemiş. ezop'u uyardılar bu video hakkında, izleme demiş jelatin.. ben izledim tabii, sazanım çünkü, neymiş bakiym dedim.aptalım ben aptal... rakı, türkiye ve istanbul özleyenler... hayır, izlemeyin.

diğerleri... siz bilirsiniz.

19 Aralık 2006 Salı

youtube'landık

efendim bizim "hug the hague campaign" youtube'landı. bi tur daha izleyiniz. evet mümkün olsa sürekli her yerde yayınlansın istiyoruz, görmemişler ordusu olarak. ulusal kanala da çıktık evet. üstüme gelmeyin sarılırım :


18 Aralık 2006 Pazartesi

sabahın 9unda

gözler açılır. google scholar sen bizim her şeyimizsin. benim çatlak bölümüm tez konusunu beklemekte. 11 bölüm arasından paçası tutuşmuş gibi acele ettirilen tek zavallı biziz tabii ki. deryik'in aklında bulutçuklar var soru yok. google scholar bana soru formunda bi cümle kurdur.

"köye dönüş projeleri'nde toprak reformu eksikliği: tekrar kırsallaştırma ne kadar mümkün?"

gibi bi soru kırıntısına açgözlülükle saldırı. bu aslında iki soru. ikiye bi bölsek. ama evet evet ikisini bi arada inceleyen makale yok. makale yoksa nasıl kaynak bulucan deryik? yok ben bi kaşıniym şimdi, sonra kaşırlar nasıl olsa. evet hımm... soru en azından. öhöm.

hem sonradan değiştirme hakkım var canım.


bi de amerikalı bi kız bana üstünde "tülay german, '62-'87, burcak tarlasi" yazılı bi CD verdi. zaten omzunda ay yıldız dövmesi var. has amerikalı üstelik, içinden.
burası tuhaf, diyorum size.

16 Aralık 2006 Cumartesi

change language?

ya aslında ufak bi ameliyatla ingilizce kelimeleri söktürsem, yerine mesela... ne bileyim yaf... ispanyolca konsa. daha çok işime yariycak. dün mesela, fark ettik ki ben ispanyolca bilsem arkadaş grubumun günlük ingilizce konuşma miktarı %75 falan azalıcak (hesapladık evet muhteşemiz).

change language evet. etrafımda ingilizce istemiyorum. "hey" "hey you" şeklinde selamlaşmak istemiyorum. geçen gün "ooooooo ekaa" dedim, kız şok oldu, "oo ne?" diyo. nası diym "ooo kimler gelmiişş" dediğimi.. "deriz arada öyle" dedim. gevelemece.

al işte saat 1 buçuk. kahvaltı et, oku oku araştır, oda topla, yılbaşı partisine git. bok olur yine bi gün. çünkü bu sayılanlardan "oku oku araştır" kısmı en ulvi ve en çabuk unutulan kısım. zaten hiçbi şi yapmıyorum. bi de tez konuma karar vericekmişim ptesi. hahaahah... ehehe hohoho...

dün üst dönem mezun oldu. törenleri vardı. şeker insanlar gidiyo. yalnız kalıcaz bi anda, nüfus yarıya inicek okulda. tuhaf. bi de burda çok tuhaf aşk hikayeleri dönüyo, yani bazen birisi sırrını açıyo, hımmm diyosun, düşünüyosun. vay be diyosun. helal diyosun hatta. öyle işte.

bu arada bu buhranlı güzeli öykü akgürgen çizmiş, sevdim ben. saçı bakışı baykuşu.

arkadaşımın yaptığı boktan yağlıboya çiçek resmini satın aldım. maksat odaya renk gelsin. ağlamaklı oda. temizliym bi bari.

allahım ne insanlar var.. yarın hanımlar çay partisi varmış, muhteşem bi davetiye fiyonklanmış, posta kutuma atılmış. e gidelim hanımlar. serçe parmaklar havaya, fincanlar dudağa. şaka gibi. yemek yapıcakmış kız hepimize. ben kendimi zor besliyorum millet amme hizmeti yapıyo.

bi de şey. bi alt posttaki şarkı güzel bi kere. tek bi dinleyicisi, bi minik yorumu olamadı garibin ama.. neeyyyssee.

14 Aralık 2006 Perşembe

strawberry fields forever..

kim sevmez ki? latin versiyonu hele...

bi tanısanız çok seviceksiniz. videolu falan hem.

13 Aralık 2006 Çarşamba

murat kazanasmaz

evet arkadaşlar. hepimizin bildiği, her gün bi şekilde dinlediği, trafik haberleri vermede helikopteriyle tekel kurmuş isim: murat kazanasmaz. kendisini hiç görmedik, farkında mısınız? google'da resmi yok!! bu bloga kendisinin özel hayatını ve resmini araştıran insanlar geliyo, en az günde 2-3 kez. murat kazanasmaz'ı merak edenler grubu var. hepimiz merak ediyoruz aslında... belki bu bi komplo. belki murat yok. belki kazan asıyo. google'dan yüzünü gizleyebilmiş bi insan mümkün müdür? üstelik her sabah yayında. hepimizin bi şekilde adını bildiği ama cinsini cibiliyetini bilmediği biri. adam anonimus kalmış resmen.

bi de kırlangıç fırtınası nedir diye sormuşlar... beklemektir efendim.

günlük vecizeler

"aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor"



ağır bi laf.
metin analizi yapıp kadavraya çevirin cümleyi. yapın buyrun.
ağır bi laf işte.

11 Aralık 2006 Pazartesi

mutmut

yemin ederim yurtta bi yerlerden klarinet sesi geliyo. benim birisine yolladığım bi şarkı olabilir. yunan kız olabilir dinleyen. klarinet var içten içe. gece vakti. dımdım dırıdırıdım. çok mutlu uyumak var şimdi. dışardan, yan komşudan klarinet duymak... dındın dırırdınıdındın dın dın dırırırıdın...

kapı gıcırtısına vatan hasreti romantizmi benimki de yaf.

9 Aralık 2006 Cumartesi

vişne "sour cherry" değildir

burda en çok özlediğim şey vişne suyu. vişneye ekşi kiraz diyenler utansın. capri- sun buldum (kaprii kapri saan kapri kapri kapri saann önce hüplet sonra gümlet kaaprii kaprii saann). ben capri-sun'ın vişne suyunu sevmem. içicem ama napiym.

bi de şey var: pepinot hanım vişnesi. o iyi geliyo bak.

türk seansı

öhöm avrupa günleri yapalım dedi avrupalı gençler. türkiyeyi de nereye katalım bilemedik, doğu avrupa oldu. neyse işte, bölgesizlik başıma vurmuş, peki dedim.

yemek ve film olucak dediler. film Anlat İstanbul'du, ingilizce alt yazılı film yok bu memlekette pek, seçenek azdı. ben seviyorum bu filmi; ama bu kadar sükse yapacağını bilmiyodum. hani ne biliim "fazla istanbul filmidir, anlamazlar belki" diyo insan... geçişleri çok sevdiler, istanbulu en çok sevdiler, sonra bi daha bi daha istanbulu sevdiler, güldüler, hislendiler. güzeldi. ahaha hatta bi kendini bilmez "istanbul güzelmiş.. yani cidden bu kadar güzel mi, ihtimal vermiyodum, yoksa dekor muydu?" gibi bi iltifat zırvaladı, "şehrime laf yok, beklentilerini aşar" dedim. hıh.

ah ama yemek kısmı ahh.... kaşınanı kaşırlar. cacık yapıcaz, o kolay. bi de "zeytinyağlı biber dolması" dedim. bi kere laf ağızdan çıkınca dönüş yok. hayatımda pişirmedim. sıpeşıl tenks tu yüce guru portakal ağacı, hayat kurtardı. ama tabii ortaya çıkan sonuç bambaşka oldu:

- bi kere elma büyüklüğünde, hatta kafam kadar kırmızı biberlerle yapıldı. başka şansım yoktu.

- "dolmalık fıstık" ve "kuş üzümü" aramalarımın ümitsizce "apla gel fındık fıstık reyonuna bakalım" ve "üzümün mevsimi değil" cümleleriyle ve boş bakışlarla bittiğini tahmin edersiniz.

- pilavı becerdim, misler gibi oldu. 4 adet işçimle (marisol, tania, noira ve mercedes) bi çırpıda doldurduk dolmaları... ve lakin dolmanın o minik zerafeti nerde, bu elimdekilerin etli butlu direnişi nerde... allahım biberler milim yumuşamadı! haşla haşla nereye kadar... yarı pişmiş biberlerle servis edildi, zaten adam gibi soğumadı da... ama maydonoz ve limon dilimleri tamamdı.

öhöm, ellerimden öpüldü, namım yürüdü, türk mutfağı merak edildi. bi grup da turşu, pide ve baklava getirmiş, heyyoo... derken hırvat içkileri geldi, nam nam... sonra filmi çaktık üstüne işte.

düşünün yani, şu an binadaki tek türk öğrenci benim.
iki tane daha olsa nolurdu, düşünmek bile istemiyorum :)

7 Aralık 2006 Perşembe

aaa-aaaa-aaaaaa-aaaaa-aaaaaa-aaa-aa

yokuş aşağı bağırarak koşmak - koşarak kendimden kaçmak.



yok işte yok. tek bir eğim yok bu ülkede. bıktım artık. yokuş aşağı çığlık atmak istiyorum ben.

ağlarım bile belki, rahatlarım kesin.

derin nefes alıp ""AYYYYY!!!" çekmek harika bi his. anneannemin annesinin dediği gibi, "yaşadığımı duyuyorum". aynen. AAAAAAYYYGGHHHHHHHHHH!

çok fena daraldım.
bi de özel istekle yanıma getirteceğim 2 hanfendi var. ben koşarken benimle koşacak. hiç olmadı benimle ağlarlar. çünkü onlar bana hiç "koşma" ya da "ağlama" demediler.

anladı onlar. içim şişti çünkü. gözüm kabardı.

4 Aralık 2006 Pazartesi

tuhaf tesadüfler

doğumgünü kutlaması için bara gidilir. yolda bi sallanan koltuk (yoksa sandalye mi denir) görülür, sokağın ortasında yağmurda. doğumgünü sahibesi gösterir size. bardan çıkılır, çöplerin yanında olduğu fark edilir dönüş yolunda. ah dersiniz ne kadar solak bi sandalye... üstelik sallanıyor. derken doğumgünü sahibesi "hadi alalım bunu; baksana kırık diye atmışlar, senin olsun" der. ah dersiniz, doğumgünü sahibesi sensin ama, o kadar sevdin, ilk sen gördün, o senin... "yok bu senin, görüyorum bakışını" der. odanıza taşırsınız beraber. kurular seversiniz sallanan solak sandalyenizi. La hey'in sokağında bulduğunuz tesadüf sandalyesi. kalorifere yaslarsınız. ısınır. o ısınırken siz ona krallara (yok yok kraliçelere) layık bi köşe ararsınız. bulursunuz. gece vakti giysi dolabınızı itersiniz, sonra komşuları düşünüp durursunuz...

resmen odamda sağ kolu kırık, ruhen solak, yere yakın, kocaman sırtlı, cilası sağlam ve usulca sallanan ahşap bi koltuk var.
hani benim o küçüklük hayalimde "tekir kedili madam'dan kiraladığım çatıkatı"nda olandan.

tuhaf tesadüfler yağmur altında. çöpte. sokakta.
hiç beklemiyoken bi anda hop! karşınızda.
müthiş mutluyum.

kümülüs kümülonimbüs

düşündüklerimin binde biri cümle oluyor anca.
onun dışında bulutumsu, kümülüs kümülüs durumlar.

birine defter ya da kalem vermeye karar vermek çok zor benim için. "yaz" demek çünkü; "anlat" demek. birine "sen buraya yaz, anlat ama ben ilgilenmiyorum" diyemezsiniz. "yaz ki, anlat ki bileyim" demek bunlar. di mi? benim için öyle.

Bir de yazmaya niyetleri olduğunu bilmeliyim mesela. onların kümülüsleri cümle olacaksa bu aracılarla, ne mutlu. kalemi defteri eline yakıştırmadığıma da almam ayrıca, hani yazı yazarken görmek hoşuma gitmeli... tuhaf, bi de sanki sigara içmeli o kişi illa. hoş zaten kalem/defter vermeyi düşündüğüm 2, verdiğim 1 kişi var. kıymetlimmm kategorisi. seçici kurul. breh breh.

ha tabii bi de, ben kalem defter vermediysem sizi dinlemeye tenezzül etmiyorum ya da hiç ilgilenmiyorum demek değil, tersten okuyup cümlelerimi delik deşik etmeyiniz, hazzetmem.

yok bu post "biri bana kalem defter alsın" postu da değil, var onlar. ben kullanamıyorum bu ara.

işte gördünüz!! yine kümülüs haldeyim. hatta stratüs hatta cirrus.

gelmiş gitmiş

ben kaçırdım okuyamadım, papa geldi malum. demin oturdum çoğu haberi okudum. favori cümlemi de buldum (radikal'den alıntıdır):

16. Benediktus'un Meryemana Evi'nde bulunduğu sırada bir taş ocağında dinamit patlatılması tedirginlik yarattı.

Siz de seviyosunuz di mi bütün o güvenlik önlemleri manyaklığının ortasında, onlara rağmen böyle şeylerin olmasını? nanik yapmışlar resmen.

3 Aralık 2006 Pazar

dönüş

ayağımın tozuyla doğumgünü kutlamaya gidicem. geleli 15 dakika oldu o hızla çıkıyorum. anlatıcam sonra. liege + lille.

ne zaman kağıt kalem gerekse çantamda kaybolur, bulunmaz. aklıma filmler gelir, burda bulunmaz. kitap okurum, altını çizecekken unuturum, o sayfa bi daha bulunmaz.

bissürü tuhaf detay, nesne ve nesne detayı var. mesela paket lastiğinin ne kadar elzem bi şi olduğunu defalarca anladığınız günler olur bazen. ya da almayı unuttuğunuz abidik gubidik şeyler vardır, misal selobant, misal rende, misal tırnak makası... yokluğu hayatı dar eder. yok dar etmez de zora sokar. 3lü priz mesela. devam ediym mesela saklama kabı. mesela raptiye. mesela iplik ve iğne. garip di mi. mesela tel toka, ah tel toka gibisi yok. mesela ayakkabı tabanı. mesela şişe mantarı. gider böyle bu.

bi de burda mevcut manasız ürünler: mesela muz kabı. mesela sandöviç ekmeği şeklinde beslenme kutusu. mesela tencere kulbuna takılan plastik tutacak. mesela banyo aynasına gerili ipe takmak için ataç. mesela yumurta kesici. mesela sandöviç yapma makinası. genelde mutfak ürünü evet.


döndüm özetle, yazarım elbet...

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker