31 Ekim 2006 Salı

bilet uçak paella malthus

-zanzaracım ben de artık bilet bakmaya başlasam iyi olur di mi kasım geliyo..
- ne dedin? artık mı? artık mııı? deryik yok bilet yokk.. corendon falan bitmiş yokk..
- e işte tamam artık ben de bakmaya başlayabilirim.


planlarıma göre 24 aralık günü doğu avrupa semalarından yeşilköye süzülüyorum ve lakin...

amsterdam'dan ankaraya direkt uçuş niye kıt, olanlar niye pahalı? ben illa yeşilköy üstünden mi çankayaya gidicem? istanbul'a gitmişken bikaç gün kalsam annem beni yer mi? acaba dönüşte mi öyle yapsam? dönüş uçağına yetişir miyim? bileti daha almadım gerçi. yani olmayan bileti dert etmiym ben. di mi. normalde edilmez.

yeni sinir harbi konumuz bu: uçak bileti.

bu arada mutfakta paella girişimim olacak birazdan. dualarınızı eksik etmeyin. hani en azından ona yakın bi şi olsa yeter. deniz ürünlü pilav olsun tamam.

mutfak benim için sınavdan kaçış cennetiymiş, yeni keşfettim.
üstelik karın da doyuyo.. oh mis... malthus okiycam bi yandan. bööle yazılacak bi şi yok pek.

aaaa vizyona tam altı (6) türk filmi girmiş oralarda, özellikle 5 vakit'i görmek istiyodum ben...bi de efes blues festival başlıyo... gidip görün gençler. bu kadar yetişebiliyorum oralara buralardan.


dip not: şu an karşımda duran "paella pişirmek için paellera gerekir" cümlesi beni benden aldı. türk usulü saldırıcam demek ki.

30 Ekim 2006 Pazartesi

vat is politiks. partiis end parti sistıms. lecitımıt gavırmınt.

allahım sen aklımı koru. pols 101 kitabımdan (heywoodd heyyooo) sınava giricem, deja vu hissinin dibine vurdum.

buhran (uzun bi yazıdır. ona göre)

Hiç mi hiç anlamadığım bi durumu tartışmaya açıyorum okuyucu. İnşallah düzgün ifade edebilirim zira kelimelerden çok renkler geliyo gözümün önüne, yazması zor. kimse de üstüne alınmasın, genel bi yazıdır. rica edicem yani.

Genç yaşta daimi bunalım. konumuz bu. genç yaşı da belirledim: 16-21. Yani evet lisedeki ergenimsi bunalımlar da kapsama alanında. 21 kimine göre 22 de olur, üniversite son sınıfın başlarına kadar olan dönem yani. öncelikle gerçekler:

-üniv son sınıfta buhrana girmeyene ben pollyanna derim. ben pollyanna'yı sevmem. şurda boğulsa dönüp bakmam.
- bu yazıyı siyah bi fon üzerinde okuyosunuz, pembe değil.
-sürekli sırıtan aptaldır. e bi yerde doğru ama şimdi..
-bu blog boyunca biçok kez "bi yazı okudum ağladım", "içim sıkılıyo", "daraldım" lafları geçer.
-bu bir "şükürcüler tarikatı" yazısı değildir.

şimdiii konuya dönelim. bu konu tabii ki hayatın sillesini yemiş gençleri değil, bir şehirde belli bi gelir seviyesinde ve online yaşayan insanları kapsamaktadır. bana hindistandan örneklerle gelmeyiniz.

18 yaşında bi insanın ölmek istemek için geçerli sebepleri olabilir. kendince bana uzuun uzuun anlatabilir. bunların bi yerinde "bugün bekliyorum ölmeyi" diyebilir... Benim tepkim her zaman aynı monotonlukta kalacaktır maalesef: "DAHA 18 yaşındasın!!" yani bi dur bi bekle. 18 yaşındasın. öğrencisin. para kazanma derdin yok. hayatının baharında, hata yapma lüksünün doruğundasın. sorumluluklar nerdeyse sıfır. ne ara sıkıldın bu kadar pardon? daha dün 13'tün!

nedir peki? dünyaya hoş geldin. biz buna tanışma seremonisi diyoruz. cat stevens der ki:

I was once like you are now
and I know
that it's not easy
to be calm
when you find
something goin on

Benim tanışma seremonim bu şarkı eşliğinde olmuştur. "hassiktir dünyanın haline bak çivisi çıkmış laannn"/ "anne ama hani o güzel kız dünya barışı dilemişti noldu onaaa" / "niye kimse bi şi yapmıyo niye kimse dur demiyo bu gezegende ne kadar çok acı varrrr" / "kimse beni anlamıyo herkes çok banall"..

Bi diğer gerçek: insan olduğu yaşı en büyük yaş sanar hep. 7 yaş 5ten çok daha olgun, 10dan çok daha genç ruhludur, idealdir. ha keza 16... artık 12 değilsiniz, 20 yaşın kartlığı da yok. bööle gider bu. Haliyle bu en ideal yaşın buhranları en ideal şekilde tezahür eder.

Ve lakin 70'ini geçmiş tonton bi entellektüel size "enseyi karartmayın" diyosa, bi bildiği vardır.

Bomba gibi iddialarımla karşınızdayım. acımasızım. kendimi dışında tutmuyorum:

1) Mütemadiyen buhran kolaycılıktır : sıkıyosa mutlu ol. mutlu olmayı bilmek gerek. kaçmayınız, mutlu olmak kolay bir iş değil. Daha önce yaptığım bi benzetmeyle ( gerçi orda durum farklıydı ama) izah ediym : sürekli mutsuz olup mutluluk istediğini söylemek bi tür DENİZ BAYKAL'cılıktır. kendisi hep muhalefette olup hükümet olması teklifi gelince kaçar. Memnuniyet dışardan değil içerden gelir. bakalım memnun olmayı becerebilecek misiniz? "entertain us" kuşağı sizi.

2) Buhran karizmatiktir: Ve karizma imaj değil, doğal olduğu sanılan bi ışıktır. Kadınlar pişmiş kelleleri sevmez, erkek dediğin derin düşünücek. Erkekler bardaki sessiz hatunu şuh kahkahalı gevezeden daha ilginç bulacaktır. kopya: derin düşünmek ve sessizlik, intihar eşiğinde olmanız gerektiği anlamına gelmiyo. Entellektüellik neşesiz değildir. Entellektüeller karizmatik olacak diye bi kural yok.

3) Mütemadiyen buhran bir lükstür: en kuvvetli iddiam bu. ottan boktan sebeplere kafayı takıp odanızda saatler öldürebilme lüksünüz varsa, tabii ki kullanın. ama biçok insan o sırada hayat koşturmacası içinde, ekmek derdinde, ne bileyim mesela gökdelenin camlarını siliyo (ay içim çekildi). Sürekli buhran karnı tok sırtı pek ve hatta genç adamın işidir. tabii yine yaş, gelir vs kısıtları altında konuşuyorum, dellenmeyin. hatta biraz basitleşiym.. "sıkılıyorum" diyen kıza "evlendirelim geçer" derler. o misal.


Evveeaatt... bu daha gider ama yeterince uzun oldu.

ben derim ki gençler, gülümseyerek konuşun. çünkü karşınızdakinin buhranları o kadar derin olabilir ki boy verseniz boğulursunuz... Dünyanın merkezinden uzaklaşın azıcık. "bennnn" dilinin yerine beden dili koyun, bi sevişin gelin mesela. Benim mutlu olmak için basit sebeplerim var: henüz paketi açılmamış ali muhiddin hacı bekir lokumu gibi. yeni aldığım pofuduk domuz yastık gibi. ben sıradan biriyim belki... ya da hiçbi fikriniz yoktur. di mi ama? neşeli olmaya çalışmak da bi şi. mış gibi yapmak değil, denemek.

bi de okuyun gençler. okuyun adam olun. valla adam lazım bu gezegene. umudu olmayan adam kime umut verebilir ki?

elele intahar etsek hiç fena olmazdı ama yapacak çok iş var.

29 Ekim 2006 Pazar

şilte saadeti

şilte atmak dünyanın en zekice düşünülmüş şeyidir. şilte atarsın, bu tek kişilik oda bayram yeri olur. şimdi ben bi şilte kaldırıcam. bıyıklı kavalye koşarak uzaklaştı, uçağı yakalamak için. ama bayrak teslim; zira sonra 6-11 kasım arası öz hanım gelicekler, teşrif edicekler, kaç zamandır yeni yazı yazmıyolar, ilk ağızdan anlatıcaklar. yine şiltemiz olucak.

kafamdaki mutteşem tüllü şey tam görünmüyo olsa da foto koyucam dedim diye:

black widow ya da french secretary of the 19th century british entrepreneur




-sen şimdi bunu kesin bloga koyarsın
-yok valla. koymam.
-koyarsııın
...
-(ya valla aklıma soktun napiym ki şimdi ben..) hadi çek.


kızma.

yaa çok afedersin böldüm ama sırf meraktan...

- ay ne demek, tabii sor. anlatiym öyküsünü... çok kalbim kırıktı. türkiye'ye tatile çıkmak üzereyken kırıldı. ilk kez tek başıma yurtdışına çıkacaktım, çok korktum. istemedim. sonra gittim türkiye'ye, 8 hafta kaldım. harika vakit geçirdim. çok centilmen bi çocukla tanıştım; tabii ben amerikaya döndüm, o askere gitti falan, devamı gelmedi; ama olsun. çok güzel bi tecrübeydi, güzel bi tatildi. sonra dedim ki, korkup az kalsın vazgeçecekken üstüne gittim bu fikrin ve güzel sonuç verdi. bu tecrübeyi bi şekilde üstümde taşımak istedim. onun için türk bayrağı şeklinde dövme var omzumda; istedim ki korkup vazgeçmek yerine üstüne gitmenin iyi sonuç vereceğini hep hatırlayayım. adım jessica bu arada, senin isim neydi? deryik, mer-ha-ba... aralıkta dönüyorum amerikaya ama bi kahve içelim gitmeden.. bi de eve gidince Ahmet'e bi mail atiym, aklıma geldi.

27 Ekim 2006 Cuma

halloween gülleri

cumartesi halloween partisi var. cadılar bayramıııı... okulumuzun mutfak kuşu, en anne karakteri Grace parti veriyo. Evinde. Tabii ki illa "it's awesomeee/ greattt/ coolll/ wooww" diyen, Türkiye aşığı, kocasıyla istanbul'da tanışmış, fast food seven, çok bi şeker bir amerikalı. çok severiz kendisini. hele en son hasta yatağında 20 tane çikolatalı cupcake yapıp, üstlerini çeşitli hayvanlarla süsleyip bize gönderdikten sonra. kendi yiyemedi, yattı dinlendi. bunun dışında müşteriye "türkiyeden ev almayın çürük oluyo" dendi diye emlak sektöründeki işini bırakmışlığı var.

neyse mesele o diil... ne giycez?! nırnınıınnımm.. hayır yani ben bu soruyu bakkala giderken bile soruyorum, davetiyeyi gördüğümde kalbim sıkıştı.

olasılıkları söylüyorum, hepsi ekstra alışveriş ya da mümkünse kiralama gerektiriyo:

1) audrey hepburn: ama o uzuun sigara zımbırtısı yok. siyah elbise yok. eldiven yok. gözlük yok. tayt var. babet var. elbisemsi bi şi bulunur da zor yani. ayrıca ladylike bir sarhoş diilim ben, olamam. heves var sadece.

2) janis joplin: kendisinin her daim saçında olan ötriş (deniyo di mi ona) yurtta birinde varmış bi efsaneye göre. o zaman geriye sadece pembe yuvarlak camlı gözlük ve bissürü kolye kalıyo. bi de yelek. o da var. kolay gibi yani- ötriş varsa tabii.

3) sekreter: en kolayı/ hesaplısı bu. sadece şu arkasından ince bi çizgi geçen mus çorap bulmak gerek. yoksa benim eskiiii avatar fotomdaki elbise işe yarar. öhöm.

4) pippi uzunçorap: ah ah çok isterdim ama ne kızıl örgülerim var ne çizgili çorabım. sadece o pırtık elbiseyi upuzun bi erkeğin t-shirt'ünü ödünç alarak yapabilirim. ayrıca ööle büyük ayakkabılarım da yok.

dip not: benim yanımda "golften dönen ingiliz enteli" olucak. papyon, şapka, pantolon falan. hazır gelmiş resmen- bi pipo eksik.
ikinci dip not: ben kostüm mağazasına gidip "bunu sarın alıyorum" demem, doğama ters.

buyrun ödeviniz. yarına kadar süreniz var, kısmet :) bunların dışında pratik çözümünüz varsa hazırım bekliyorum. "duştan yeni çıkmış adam" karakteri yapılıyo, onun dışında bi şi lütfen :)

25 Ekim 2006 Çarşamba

kimimiz kopenhag'da kimimiz paris

kimimiz ikisinin ortasında... deryik mesela... tam den haag'da. şarkıyı İCK hatırlatır, uzun uzun ağlanır kavun rakı için. vapur için hele... o hoo... anlayamazsınız. Suavi söylesin, emel değil. sonra vapurun yan tarafında... püfür püfür... bi an için ordasınız işte.

yayılmışız dünyanın dört bir yanına
kimisi ta kopenhag'da, kimisi paris
bedenimiz orda burda dolanır amma
çok hem de çok uzak yerde kalbimiz

bir allı turna olsam, karlı dağları aşsam
varsam bizim ellere, kendi göğümde uçsam
ahh şimdi istanbul'da olmak vardı anasını satayım
püfür püfür bir vapurun yan tarafında
şu anda istanbul'da olmak vardı anasını satayım
yeni camide mısır atmak kuşlara

köprüde balık ekmek yemek
dolmuşa hadi gidelim demek
ver elini yenikapi ver elini bebek, tarabya
şu anda oralarda olmak vardı ya

şimdi istanbul'da olmak vardı anasını satayım
boğazda köhne bir iskelenin yamacında
tabakta kavun, peynir kadehte buz gibi rakı
dilinde yarı acı yarı tatlı bir şarkı
şu anda istanbul'da olmak vardı!

benim derdimi dermanımı bilen yok

yayılmışız dünyanin dört köşesine
kiminin adresi sidney kiminin hamburg
yaşamaya dört elle sarılmışım da
yine de gözlerim dolu, yüreğim buruk
başımı hiç bir zaman eğmedim amma
yine de bir yanım yara, içimde boşluk
Ah bir boşluk
koskocaman bir boşluk

minnacık tohum olsam savrulsam dönümlerce
kış biter bahar gelir, açılsam yüzbinlerce
açılsam milyonlarca
şimdi istanbul'da olmak vardı anasını satayım.....

şimdi istanbul'da, şu anda istanbul'da
ah ! istanbul'da...!!!

sabret gönül bir gün olur
bu hasret biter
çekilen acılar canım
gün olur geçer...

BU ŞARKI BURDA BİTMEZ!!!




not: şanar yurdatapan sürgündeydi bu sözleri yazdığında. çenemi kapasam iyi olur.

24 Ekim 2006 Salı

hollanda ve bisiklet...

"bisiklet için puset, bisiklet için çocuk arabası, bisiklet çocuğu, çocuk bisikleti"


"pedal çevirerek uyuyan bebek"
"sele üstünde uyumak"
"oscar'ın tekerlekten küçük bisikleti"

"bisikletliler bu ülkenin egemen sınıfıdır"
"bisiklet kutsal sayıldığından yenmiyo"






"bisiklet geliyo ezilme"
"bisiklet yolu orda yürüme"
"bisikletlere yeşil yandı koş"
"bisikletsiz hayat zor"
"bisikletimin tekerleği patladı napçam?!"


" bisiklet vitesli olmaz"
"yeni bisiklet alan hıyardır"
"çalınıtı bisiklet alan bisikletini çaldırır"
"bisikletinin tekerleği büyüdükçe daçlık oranın artar"
"bisiklette öne eğilmek günahtır, gidonu yükseltip geze geze gidiniz"

"burda bi bar var tavanından bisiklet sarkıyo"





" bisikleti boyama, yeni görünürse çalarlar"
"bisikletini boyamadın mı imzanı atmadın demektir"
" bisikleti çok süsleme, göze çarpar"
"bisikletin olduğu gibi mi duruyo? ay ne banaall"
"ben arkada oturmam kıçım acıyo"
"erkekler de kadın bisikleti sürer"
"bu bisiklet diil ferrarriii"
"bisiklet kilidi sökülmek içindir"
"çiçekli bi sele kılıfı gördüm ve bisiklet almaya karar verdim"









evet benim hala bi bisikletim yok. çok feci.

fotoğraf bulanık olsun ki tanınmayalım


mekan: amsterdam-den haag treninin avuçlanmış camı
zaman: daç vaftizi yağmurları inmeden az önce

kişiler:

nezle buhranı yüzünden başında topuz- örgü-bere, burnunda sümükle 1952 yüz güzeli pozuyla ufka dalmış gibi ama boş bakan deryik
VS
makinasını alengirli bi şekilde tutup ardına saklanan, "hazır ufka dalmışken çekiveriym" kaygısından fotoğrafının çekildiğini bile fark etmeyen, fotoğrafları tab ettikten sonra ufka dalacak olan sapık fotoğrafçı İCK





işte buyrun: fotoğrafçı fotolandığında.


- aa bu eksik kalmış bi film karesi gibi oldu valla...

19 Ekim 2006 Perşembe

tatil öncesi özet

Yine boğazım batıyor. derhal duruma el koydum bu sefer.

10 günlük tatilimde bıyıklı bi misafirim var. kendisi çok kibardır. hatta bazen bu konuda tartışırız. O "hayır sen çok kibarsın asıl" der. ilginç geliyo kulağa di mi? ama diil.

topuklu her türlü ayakkabıyı çorapsız giyebilen kadınlara sesleniyorum: ayağınızı neyle kaplıyosunuz? genetik bir mucize mi? benim parmaklarım niye unufak oluyo her seferinde? o saçma yaralarla ayak şiştikçe "allaahım sokağa bank koymamak nasıl bir kadın düşmanlığıdırrr" çığlıklarıyla eve geri koşup spor ayakkabı giyen tek amatör ben miyim?

neyse, esas konu :




sol baştan say: Sierra Tequila, YENİ RAKI, kurukahveci mehmet efendi Türk kahvesi,
ALİ MUHİDDİN HACI BEKİR ÇİFTE KAVRULMUŞ FISTIKLI LOKUM, KOSKA KOZ HELVASI, PENGUEN 4. YAŞ ÖZEL SAYISI, Captain Black, Djarum, Sakızlı muhallebi, KUŞ LOKUMU, 250 gr ŞAM FISTIĞI


insanın hayatında halden anlayan bir İCK bir de anne olunca böyle şenlikli bi hal oluyo. El birliğiyle "deryik'i ihya kolisi" oluşturdular. şimdi bütün bunlar benim! hele o lokum var ya, bi tane de annem yollamış, iki kutu etti. ben açıp yiyemedim henüz, kokluyorum. İCK da seyredip gülüyo. Dedim ya, bıyıkları olan kibar bi insandır. burda bunun yazılmasından da hazzetmez; ama bi şi demez.

annemse 14 ekim tarihli radikal'i yollayarak bir kez daha kendisini aştı. orhan pamuk VS fransa'yı elimdeki hışırtıdan okumak harika olucak. zor günlere saklıyorum. kuru nane bile yollamış.

tri lay lay lim. evet yine.. tri lay lay lom.. hadi hep beraber...

17 Ekim 2006 Salı

bu hikayedeki mal benim lafı var ya.. doğru. benim o.

Biri vardır, sizi salak yerine koyuyodur. "salak değilim ben" diye çırpınırsınız. Çabalarsınız. Salak değilsiniz siz, alnınızda enayi yazmıyo... ispatlamak istersiniz. pişman etmek, pişman olmamak. "baak işte salak falan diilim ben gördün müüüü" demek. o salak yerine koyan kişinin "yanlışımı hoşgör apla" demesini istersiniz.

bi bakmışsınız aslında o kişi sizsiniz. bağırıp çağırdığınız kişi hiçbi şi yapmıyo ki.

siz gönüllü bir enayisiniz. boşakürekçekensiniz.

aramıza hoşgeldiniz.

ilahi!

Ece hanım (erkekler için içindekiler etiketi dehası)
benim gönlümün bıyığı, biriciğimdir.
liseden beri öyle bi sevdirmiştir kendisini.
hele şimdi böyle bilmemkaç km arayla nasıl iyi gelmektedir,
anlatılmaz yaşanır.





öptüm canım gece vakti kahkahalarla :)

15 Ekim 2006 Pazar

bana kitap al

yaratıcı çalışmalar, zeki ürünler... devamını bekliyoruz. parizyenlere hediyem olsun.

akşam akşam çok eğlendim, sonunda kendileri kahkahayı koyveriyolar, ona gülüyorum :)))

bir irish pub'da yaşlanma hayali

valla sizin var mı bilmem. belki homer simpson yüzüden gelişen bir "her akşam gidilesi ev haline getirilesi biraz da uyuz bir barmeni olsun ki didişilesi" irish pub hayalim vardır. orda yaşlaniym ben. şu an okulun dibinde iki seçenek var:

prince's bar- oldest pub in town. sloganı bu. çok alengirli bi mimarisi var, alt katçığa iniyosunuz yan tarafa bağlanıyo falan. ama müzik sorun. ayrıca "uf şu uluslararası öğrencilerden gına geldi" diyen hariç barmenleri şeker insanlar. genelde palm satıyo. okulun dibi.

o'casey's pub- içinde irlandalı olmayan bir irish pub. kapısının önündeki kara tahtada haftanın maçları ve yayın saati yazılı. yemek pahalı, içki ucuz. maç olduğu günler tıklım tıklım irlandalı kaynıyo. türklere çok benzettiğim için irlandalıları seviyorum. grolsch -guiness ikilisi satılıyo. okuldan 2 dakika yürünüyo.

ben casey's'i seçtim, mutluyum. maç bile izliyorum. çoğu akşam gidiyorum, taburem belli. brit pop- 80ler arası güzide playlisti beni mutlu ediyor, hatta beni görünce beatles çalmayı öğrendiler bile diyebilirim. ama bu tercihin yegane sebebi prince's barda uyuz barmen olmayışı. oysa casey's öyle değil. hacivat-karagöz tadında didiştiğim ilia (heralde bööle yazılıyo adı) isimli israilli bi barmen var. incileri:

- sen veledin tekisin benden fazla beatles şarkısı bilemezsin, iddiaya giricez. (sonuç: büyük boy guiness kazandım. Beatles'ın Girl isimli bi şarkısı var çünkü. inkar saçma)

- ("google'da baktın mı ilia, var mıymış ööle bi şarkı" sorusu üzerine) arkadaşlarıma sordum, hatalısın. (google'a sor, haklıyım!!) sormiycam google'a. arkadaşlarım var benim. olsa ööle bi şarkı bilirlerdi. (getiriym çalalım?) google'a bakarım ben. gerek yok.

- tabii kendin ödediğinde küçük boy grolsch, iddiaya girerken büyük boy guiness. uyanıklık bu. cimrilik bu. (hayır ilia, canım istemiyo) hayır işte, yahudilik ediyosun! (ne diym ilia, sen daha ii bilirsin)

-saatin iğrenç, saat bile değil, çok çirkin (bütün arkadaşlarım: üstünde tavuskuşu var ne şirriinn çok tattllıı)

- votka ve elma suyu mu? midesizsin. terbiyesizsin. canisin. (bütün arkadaşlarım& diğer barmenler: votka ve elma suyu muuu evet harika bi fikirrr)

- (ben aslında bira sevmiyorum dememin üstüne) öldürsen sana votka ısmarlamam iddia bira üstüne. (nerden çıktı onu demedim) olsun, ben baştan söyliym.

-adının ne olduğu biliyorum; ama delia diycem, çünkü daha kolay. ama sen benim adımı doğru söylemek zorundasın.

- türkiye avrupanın bi parçası niye kalkınma çalışıyosun? siz geri kalmışsanız biz ölelim. (ilia siz israil olarak fazlasıyla zengin bi ülkesiniz, biz dış borç alıp duruyoruz, deli misin?). hayır hiç de bile türkiye daha gelişmiş, daha zengin bizden. (peki ilia öyle olsun ne diym). öyle tabii sen bilmezsin.

- (haftalık vardiyanız mı var nasıl çalışıyosunuz) istediğim zaman çalışıyorum. (geçen gece yoktun da) çalışmayabilirim tabii, özel hayatım var benim, evet var hala var! her dakika burda değilim!! (meraktan soruyorum ilia ne baarıyosun?!) bilmezsin sen, bu bar insanların özel hayatını emmekle meşhurdur.

- son bi içki? (yok yeter bu) içmen gerekir. (para kazanıcan diye mi) benim cebime mi giriyo sanıyosun? oof hiçbi şi bilmiyosun. son içki ikram edilince içilir. (iyi peki bi şarap) niye bira değil? (şarap istiyorum?!) iyi al bakalım (-ve ilia ilk kez para almayı unutur!!-) hızlı iç yalnız (ii de içmek istemiyodum ki zaten, bekle bari) müşteri sayısı azsa sizi kapı dışarı edip erken kapama hakkım var. hızlı hızlı!!
.
.
.
daha gider bu :)) "hate me ilia" - "im too busy right now" gibi kalıplaşmış selamlarımız dahi var. işin komiği casey's'e gitmediğim de, fiddler's olsun, pater olsun, ilia orda. "yine mi sen yaa yeterr" diyerek selamlaşıyoruz. R'leri söyleyemiyo sanırım, bi de aksanlı ingilizce ve nemrut bi surat olunca evlere şenlik bi sohbet.

özünde iyi bi insan. casey's rengi. barımı seçtim, mutluyum. güzel bir kış olacak.

delileri seviniz

Mikrokredi nedir ne değildir'i çok sessizce konuşuyor Türkiye; halbuki o kadar iyi işler yapıldı ki mikrokrediyle. Hani göz oyacak yer arıyoruz ya güya, öyle değilmiş meğer, kefil gösteremeyen binlerce insanın borçlarını %100 geri ödediğini gördük mesela ülkece.

işte bu yüzden, deli gözüyle bakılan birinin yüzünde yaptığı işe olan inanç parlıyosa, onu çok seviniz. bu yazıyı da lütfen okuyunuz. aceleniz yok, vaktiniz çok. bi blog eksik okuyun ama bu yazıyı atlamayın.

genetik ilmine giriş

bizim ailede genler kuşaklar arası sekiyo. benzeşmeler şöyle: defne teyzeme, teyzem amcasına, annem halasına, ben en çok babamın teyzesine, babam alakasız bi uzak akrabaya. bu genetik sekme işini anca kısmen gösterebilirim. En tuhafı, annem anneanneme benzemediği gibi, bizim de anneme hiç benzemiyo oluşumuz. anneannemi andırıyoruz arada belki; ama o da bazen. bu vesileyle buyrunuz efendim Sabuş- kızı Sim- kızı Deryik:








şimdi bu benzememe halinin iyi yanlarını düşündüm, bulamadım. kötü yanı da yok pek galiba. işte teyzemi annem sanmaları ve "ay yok olamaz hiç benzemiyosunuz" gafları dışında. annem de kendi anneannesine benzermiş biraz. renkler yani. lisede hesaplamış idim, defneyle ikimizin de aynı renklerde doğma ihtimalimiz %6,25 falandı.

bu da bööle sırf sabuş'un fotosunu koyma amaçlı bi posttur.

not: şuraya koyacak ağız-burun-göz, her şeyin yerli yerinde olduğu bi tanecik fotoğraf bulucam diye çatladım. o yüzden somurtuyorum efendim. başka türlü fotojeni cidden teğet bile geçmiyo bana.

kişisel

tarihim tekerrürden ibaret. bana teğet geçen her tarihi de tekerrüre sürüklüyorum sanki.




-benmerkezcilik merkezi, buyrun?

14 Ekim 2006 Cumartesi

apolitik edebiyat arzusu

Nobel'i pamuk aldı. "edebiyatla değil politikayla" deniyor. politik olmayan şey edebiyat olabilir mi peki? yani kaç tane polisiye roman yazarı aday olacaktır ki? 32 kısım tekmili birden aşk fotoromanı mı alsaydı? apolitik edebiyat(çı) mı istiyoruz? yıllardır darbe sonrası buhranıyla kalem fobisi edinmiş bi millet olarak aslında her çizginin (burun altı çizgisi bıyık bile dahil buna) politik olduğunu niye hala inkar ediyoruz ki?

tabii ki politik, tercihen politik. komik geliyo bu tartışma bana. Edebiyat politiktir; çünkü kalem politiktir. yaşar kemal de politik olduğu için adaydı. Pamuk'a karşısınız, değilsiniz, o kısma girmiyorum, giremiyorum. burda adımbaşı "ermeni meselesi hakkında ne düşünüyosun" sorusunu cevaplamaktan gına geldi, o yüzden bi şi demiycem. bu da politiktir bi yerde.

pal sokağı çocukları kutuplaşmasını sevmiyorum, bu bir. orhan pamuk'un sanırım bi tek "yeni hayat"ını okudum, küçüktüm bi şi anlamadım, sonra da denemedim. haliyle ağız açmıyorum, bu iki. yaşar kemal'i okuduğumda ağlamıştım, bu üç. pamuk 32 yıldır, odasındaki 8 saatlik mesaisinde araştırıyor, okuyor, sadece roman yazıyor, bütün her şeyin dışında bu azim bana ilginç geliyor. hititoloji gibi (bkz. bikaç alt post). bi tek o değil belki bunu yapan, ama bu emektir.

demeç vermeye bayılan bi milletiz, tek bildiğim bu. hatta demeçlerde 15 dakikalık şöhret arıyoruz. herkes konuşuyo yarabbim, herkes. Vatan haini... Edebiyat dehası... Sanki herkes diğer adayları okudu, onların politik duruşunu biliyor, Pamuk'u zaten yalayıp yutmuş, Aziz Nesin ve Yaşar Kemal'i de, birbiriyle kıyaslayabiliyor falan... ya da hepimiz devlet arşivine indik, osmanlıca metin analizi yaptık, bi baktık soykırımmış ya da değilmiş, falan filan...

hepbir ağızdan konuşuyoruz, ama asla dinlemiyoruz. ya siyah ya beyaz. Onu da geçin, nobel barış ödülünü alan Yunus'u niye konuşmuyo bu entel ülkem? o adam benim kahramanımdır, gülüşü en aydınlık insandır. biz bazen kendi küçük kuyumuzu çok derin sanıyoruz. Sanıyoruz ki bütün dünya bizi konuşuyor, oysa biz dünyayı bilmiyoruz bile. Biz gazetenin dış haberler kısmında sadece "türkiye hakkında yorumlar"ı okuyan bi milletiz. Haftalık gündem tüketimi alışkanlığımız var. Orhan Pamuk şu an bu ülkenin Semra Hanım'ıdır. her bir yerde konuşulması açısından diyorum, yoksa insaf, o kadar da basit değil bu adamın yaptıkları ve daha uzun süre kalacaktır- ama nobeli nasıl aldı'yla değil.

Bir sürü ülkede yeniden basımı yapılacak kitabı Kar, sanki başka kitabı yok gibi. bu da politik bir tercih, yayınevlerinin tercihi. hayat politik arkadaşlar. korkmayınız bundan. politik olmak kötü bir şey değil, bilginiz olduğu sürece. birikimi olmadan politikleşme girişimleri, demeç veren pal sokağı veledi seviyesinde kalıyor; basit kutuplaşmalar, klişe kalıplar... korkmayınız, siz de politik olunuz, isterseniz tavır alınız. Bu arada, "kana kan dişe diş" bir tavır değil, pal sokağı veletliğidir.

onun dışında ben şahsen ağzını açtığı zaman apolitik bulutumsular savuran bi insandansa ermeni soykırımı var diyeni dinlemeyi tercih ederim. neticesinde bu ağız tartışmak, bu beyin düşünmek için. ve tartışmak illa ikna etmeyi, baş ezmeyi, "hööytt ne dediynn seyynn" lemeyi gerektirmiyo. çünkü o zaman fransa'nın sevgili kanuncuğuyla aynı şey işte: "ne dediynn seynn".

politik olun arkadaşlar, okuyun, yazın, izleyin, düşünün. karşı olun ya da tamamen katılın; ama politik olabilecek kadar birikimden sonra. klişeleri aşalım aşkıyla yanıyorum.

boş konuşmayalım yani. her şeyi basitleştirdikten sonra kestirip atmayı afilli bi şi sanmayalım.
esenlikler dilerim.

13 Ekim 2006 Cuma

mütemadiyen mecburen

atlı karıncada gidip bi yere varamamak. koşu bandı gibi monoton değil. bi kere daire çiziyosunuz, o da yetmiyo yukarı aşağı hareket de var, sonra bi de müzik var. koşmuyosunuz, etrafta sizi seyredip yerinizde olmak isteyen veletler var, el sallıyosunuz falan, eğlenceli. üstelik atınız o kadar süslü ki... isteğe göre deve, eşek, hatta tavşan bile olur. ama işte biri çalıştırıyo o zımbırtıyı, elbet durdurur. devridaim esası işliyo. paşa paşa ineceksiniz. siz el sallarken gıptayla bakan pamuk şekerli, sümüklü çocuk yerinize geçicek. siz annenizin elini tutup uzaklaşırken gözünüz atlı karıncada, boynunuz tutuk, yürümeye çalışıcaksınız.


derken ilerde dönme dolap olduğunu göreceksiniz. koccaaamaannn. rengaareenkkk.. yusyuvarlaakk.. o sümüklü çocuk atlı karıncayı bi bok sansın, bu müthiş bi şiiiyy... vaaoov hattaa.. anne biniym mi nolur nolur valla bi şi olmass nolur biniym mi biniym mi bak biniyo çocuklar nolur anne biniymm...




anneler de bi tuhaf.
"yavrucum, o da gitmiyo bi yere, o da daireler çiziyo" demiyolar.

12 Ekim 2006 Perşembe

eşik

eveeaaattt an itibariyle eşiği aştım.
Google earth üzerinden boğaz sefası yaptığımı duyurmuştum ve hatta beyoğlu. Ayrıca youtube sağolsun, bütün istanbul videolarını izledim. merak ediyosanız, evet gözlerim doldu. sonra ilgilenen ilgilenmeyen bir sürü insana türkçe şarkı yolladım, bi kısmının sözlerini bile çevirdim. hatta üşenmedim, çakkıdı'nın klibi yolladım bi arkadaşıma. bi şiir manyağını nazım hikmete yönlendirdim, cem karaca'dan ceviz ağacı eşliğinde. ataklarım sürecek.
sadece zeki müren dinliyorum bikaç gündür. hani soran olur da cevap veremezsem manyaklığıyla habire istanbulla ilgili bi şi okuyorum, bi de şarkılar hakkında. hatta ada sahillerinin aslında gayet arapça bi şarkının üzerine türkçe sözler olduğunu (tek ben mi cahil kalmıştım?) öğrendim. kosta rika'dan mersedes şu an türkçe kalıplar çalışıyo, grameri soruyo falan. müzeyyen senar fan club kurma girişimleri olan kolombiyalı insanlar yarattım. reggae manyağı insanlar zeki müren şarkıları indirmeye başladı. yaklaşık 11 branş var burda, bir branşın öğrencileri study visit kapsamında istanbula gitmeye kararlı, bahane arıyolar. hemen bizim okulu söyledim, araştırmalar var falan, koşun gidin bakın...
özledim, napiym. çok feci özledim hem de, çok. daha 5. haftam, biliyorum. ama bu etrafımda istanbul yaratma çabası.
perdeyi açıp dışarda ne olduğunu görmek istemiyorum. bırakın istanbul sanayım biraz.

10 Ekim 2006 Salı

yuh .

hititoloji

böyle hayatlar var. sessizce ilklere imza atıp, sessizce giden. Ord. Prof. Sedat Alp , Türkiye'nin ilk hititologuydu, 93 yaşında öldü. 10 kitabı var, 1'ini okumuştum, su gibi akan bir kitaptı, lise 1 mi neydim, çok zevk almıştım. Sedat Amca'ydı uzaktan da olsa, aile dostu.

Bir insan hayatını hititolojiye adayabiliyor, bir ilk oluyor. ne güzel bi hayattır bu. mürekkep balığı ya da meşe ağacına adayan insanlar da var, onlar da bu gruba dahil. Bense işte master diye burdayım, hayatımı en fazla biraya ya da kırmızı şaraba yaslıyorum, bi şeye adadığım yok. insan durup düşünüyo bi an ister istemez, "bu nasıl bi kararlılıktır" diye. nasıl bir merak, nasıl bir aşk, nasıl bir azim...

fotoğraf çekmeyenler utansın

Dün kara'dan mail geldi: "yarın kanada için şükran günü, pot luck yapıciiz". pot luck eğlenceli bi şi. adından da tahmin edileceği üzere, herkes birbirinden habersiz, tamamen şansına bi kap yemek getiriyo, hem böylece ev sahibi sürünmüyo, hem de bir sürü çeşit yemek oluyo. lisede yapar idik, özlemişim.
Bugünkü TBC işi bittikten sonra hayvani boyutlarda bir kebap yedik ve "vakit mutfak vakti" dedik. üstelik benim gibi mutfağa ilgisizlikle fobi sınırında dans eden biri için inanılmaz bi şiydi, mutfak beni çağırdı resmen. tabii marisol'ün mutfakta yaşaması da önemli bi faktör.
Efendim, cacık yapmakla başladım. sarımsaklı tabii ki. kuru nane yoktu, az buçuk kekikle mızıkçılık yaptım. biraz zeytin yağı. cacık yoğun içilir kanaatindeyim, kıvamı tutturucam diye uğraştım. Neyse, peruluların HER ŞEYE sarımsak koyduğunu düşünürseniz, cacıkın nasıl bi sükse yaptığı tahmin edebilirsiniz. vejeteryanlar ayrı bi sevindi. tam 8 kişi tarif istedi.
sonra hazır yanımda gürcistan ve peru desteği de varken dedim ki "vakit tamamdır". evden özenle getirilen hazır sakızlı muhallebi tozları dolaptan çıktı (bu da bi şi ama di mi... tabii ki bi şi!). tariftekinden az süt koyma riskini aldım ve tam kıvamı tutturdum, çok mutluyum. deniz seviyesinin altı diye mi nedir bilmiyorum, süt müt kaynamıyor kardeşim. 25 dakikaya yakın tencere başı nöbeti tuttuk dönüşümlü. bolca türk kahvesi ve fal. sonra annemin en bi pratik tatlısı sahneyi aldı:
tarçınlı bisküviler iri parçalar halinde kırılır, üstüne sakızlı muhallebi dökülür ve son olarak az buçuk tarçınla buzdolabına yollanır. donmaya yakın servis edilir.
yaklaşık 4 karış boyunda, 2 karış enindeki kabı bisküvi ve muhallebiyle kapladıktan ve tarçınla süsledikten sonra yegane acemilik anım geldi: kap buzdolabına sığmıyo!!! ilkel yöntemlerle soğuttum.
herkes yemeğini bitirmiş sindirirken öyle bi giriş yaptım ki elimdeki tepsiyle, görseniz ağlardınız. "bunun içinde ne var kuzum, naman nallahım nası bi lezzettir bi tabak daha" nidaları eşliğinde servis yaptım. yaklaşık 16-17 iri porsiyon bitti, artanı parti sahiplerine verdim. fotoğrafı varsa eğer göstericiim ama galiba yok :(
cacık ve sakızlı muhallebi. günün kahramanları.
mutfakla da aramız daha iyi.

8 Ekim 2006 Pazar

olmalı mı olmamalı mı

bu şarkı beni müthiş rahatlatıyo, iyi ki var. sözlerinden ziyade müziği.
link falan da vermiyorum, bilmeyen utansın.

7 Ekim 2006 Cumartesi

TBC

ti bi si. Pazartesi günü akciğer filmi çektiricez okulca, veremlilere oturma izni vermiyolar malum. Hepatit B'liye veriyolar ama. ya da AIDS. onlar mühim değil, mesele verem. mühim hastalık. dünya üzerinde neredeyse hiç kalmamış olması bi şi ifade etmiyo tabii... Nihayetinde biz de üniversiteye girişte, yurt başvurusunda falan akciğer filmi teslim eden bi milletin evladıyız, nolucak elimize yapışmaz, çektiririz icabında.
ama şu komik: mesela AB ülkeleri muaf. mikropgeçirmez onlar. sonra amerika, kanada, japonya da muaf. onlarınki döviz kuruna endeksli bi bağışıklık. böyle bi ayrımcılık, bi kıyakçılık... akciğer filmine kadar.
valla biz hindistan, peru, türkiye, tanzanya olarak hazırız pazartesiye, topluca gidicez. psikolojik galiba, herkes şu iki-üç gündür öksürüyo, ben yeni toparlıyorum. bakalım...
bahtsız bedevilik diye bi kurum var ya, onur üyesiyim. "başıboktançıkmazgiller"den olduğum için beni layık gördüler, sağolsunlar.

4 Ekim 2006 Çarşamba

istemiyorum

bu ara kendi kendime bunu diyorum: "istemiyorum". Den Haag'ı değil, burası iyi ya da uzakta olmak da değil mesele. günlük detaylar. bazı insanları görmek istemiyorum mesela. bazılarını da duymak. bazılarının arkamdan abuk subuk konuşup sonra "melabaa deryik ihihi" yapmasını istemiyorum. çocuk çocuk davrananları istemiyorum. hırs hırs tırıs tipleri istemiyorum. ukalaları istemiyorum. 25 yaşına gelmiş master yaparken en temel kavramları bile bilmediği halde carcar edenleri de istemiyorum. en bi refah ülkelerinden gelip "ay hadi isyan edelim"cilik oynayan kendini bilmezleri de istemiyorum.

yalnızlık depresyonu değil bu, geldi içimdennn... allahtan iyi, normal insanlar da var ama yani.. ne biliym.


istemiyorum işte. daral geliyo. müdahale edicem. ay öf. sıkıldım. bi gidin yani. evet bunu demem gerek. kibar bi şekilde. nasıl yapılır ki bu?

3 Ekim 2006 Salı

bak sana bi abi tavsiyesi..

"kışın bi şişe viski alıp odana kapanmak, bikaç hafta karaciğersiz kalana dek içmek ve bütün bu zaman hayata küfretmek istersen eğer - o an için ne kadar anlamlı gelirse gelsin-

yapma."



bi de şey: "bazı insanlar akrep ve yelkovanı bile rahatça göremedikleri tavuskuşlu saatle estetik kaygılar taşırken bazı insanlar da ekranı aydınlatmalı dijital saatle fonksiyonun dibine vurur. doğal."

2 Ekim 2006 Pazartesi

ve ececim döktürdü

amannnınnn.... bayanlar baylar işte fikir:

hani giysilerin yüzde bilmemkaç hangi kumaştan olduğunu gösteren etiketleri vardır... bir tanecik arkadaşım ececim harika bir fikirle çığır açtı az önce:



erkekler için içindekiler etiketi



duruma el koyduk, çalışmalarımız sürmekte.

ay tamam çok isterseniz kadınlar için de yaparız; ama biraz uzun olur :)

deryik iftiharla susar

"öksürerek öldü" diye bi manşet mümkün mü? ya da "öksürürken karın kası yapan türk kızı rakip tanımıyo" falan. beyler, göbek eritmek isterseniz, öksürün.

bitap düştüm artık. uyku bile bölük pörçük. ilaç bal çay tarçın vs... sıkıldım yaaauu! her iki kelimede bir ööhkkhhhheeğğğggghkk çekmek çok sinir. bi de yani dışarı çıkıyosun, sigara dumanı ööğeehk ööyyk.. insanların da burnundan geliyo. daha nereye kadar, nedir yani.. tünelin ucunda ışık var mı bilmek istiyorum. yoksa kimseye etmem şikayet, ağlarım kendi halime..

1 Ekim 2006 Pazar

böyle haberler insanı mutlu ediyor. hafifletiyor. umut veriyor. iyi geliyor.

ne güzel dostumuzdun google earth

güney kampüsü buldum. dorm'u. taksim meydanını. ankaradaki evi falan da buldum. kuş bakışı istanbulu turluyorum, demin ortaköyde çay içtim. çalışmalarım sürecek. mutlu mu ediyo efkar mı yapıyo karar veremedim.

burdaki yurdu ve okulu da buldum. peh.


bi de gugıllayanlara:

"başbakanın msn si" diye aratarak gelen arkadaşı tüm kalbimle destekliyorum, bulursan bana da haber ver rica edicem. yorum olarak yolla, yayınlamam, söz. bikaç lafım var kendisine. bugünkü tek gülümsememin sebebi oldun, sağol.

bi de "oryantal starda kim birinci oldu" diye sormayın bana artık, rica edicem. zaten bu cümleyle istediğiniz şeyi bulamazsınız. zira google bir arama motoru, cevap verme motoru değil. oryantal star + birinci+ tarih falan yazın. soruyu değil cevabı aratın ki bulsun. yoksa soruyu soran insanları gösterir size.

"kendimi nasıl sevdiririm" diye sorup gelen izmirli arkadaş uzun süredir yok. onun için sevindim.

bi diğer favorim de "pilavlık pirinç kolye". pilavlık olmasa da olur yani. şartlamayınız kendinizi. pişirip yiycem illa deseniz bile sonuçta tek bi pirinç tanesi. yutarsınız gider.

kız arkadaşa alınacak en iyi hediye, hediyesini gugıla sormadan alabilmektir. kıza hediye almadan önce biraz çabalıycak kadar ciddiye alın. ay bi de kalpli oyuncak ayı /tweety falan almayın. yani 13 yaşın altında değilse.






evet, gugıllamaları yazıcak kadar bunalç bi gün bugün.

5te uyanıverince dışarıyı seyre dalarsan eğer

içimde de dışımda da yağmur yağıyor şu an.
zaman, yemek ve ilaç kavramlarını yitirdim.
ben buraya okumaya geldim yaf.
küçükken bi abim olsun isterdim. sonra bi kız kardeşim oldu. iyi ki dedim hep.
herhangi bir yüksekliğin olmadığı bu şehirde güneşin batışını da, ayın doğuşunu da görmek için bayaa uzun boylu olmak lazım. bugün 3 hafta aradan sonra ayı gördüm. unutmuşum.
yalnızlığın kadarsın/ yalnızlığın mis kokmalı. en mis kokulu yalnızlık benimki olsun diye vazo almaya karar verdim. aslında saksı çiçeği almak uzun vadede daha mis kokulu. ne de olsa vazodaki çiçeğin bir haftalık ömrü yalnızlığı mis kokutmak için yetmeyecek.
başım ucumda deri kaplı bi defter var. kullanamadığım o defter. zamanı geldi. her gün mü bi şiler yazılır, illa mı yazılır. günlük değil. farkındalık listesi. tuhaf ama, bu lazım bana. fark ettiklerimi kaydetmek. hatırlamak. ama dönüp okumaya korkmak. yastığımın yanında kalemle uyanmak.
ekranınızın üstüne "göz kırp" yazın. yoksa gözünüz kurur. refleks sandığınız şeyleri dahi unutabilen bi bünyeniz var. o müthiş bilmemkaç inçlik ekranın ışığı yüzünden hem de... arada göz kırpmayı bile hatırlamak lazım yani. bundan felsefi çıkarım olmaz. biyolojik bi gerçek.
şimdi uykum geldi, sonunda. uyumayı deniycem. 1,5 saattir ayaktayım. yatınca öksürük nöbeti başliycak.
pollyanna: ama bu sayede karın kası yaptın, fena mı?

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker