27 Nisan 2008 Pazar

ve perde.

hayat tuhaf bi şi. benimkinin bilimkurgu üstüne romantik komedi aroması taşıdığını zaten biliyoduk. şu an istanbul sokaklarında yön duygusu sıfır bir yabancı kalıcak yer arıyor, ben parası ödenmiş iki kişilik odamda manasız bir huzur (ve karın açlığı) ile oturuyorum.
oui cherie: c'est le fin.

istanbul denen şehir doğru yolu gösteren bir güzide melektir. miş yani. öyleymiş. siz denizin rengine göre hareket ederseniz (ki Sabuş sebebiyle bende huydur, öyle yaparım) o size bir sürü şey gösterir. yani tuhaf ama valla öyleymiş. o dedi ben yaptım. kuzum istanbul. aklıma girdi filan. ne güzel.

ve iç rahatlığı öyle bir şey ki, kız kulesini hiç görmeyecek olan bir adama üzülmezsiniz bile. manasız derecede tuhaf anıları olucak, böyle istanbul denince bin kere düşünücek filan. evet sadistçe bi zevk aldığımı da itiraf ediyorum. kısmet.

öyle tuhaf öyle gri bi şi. sadece böyle biraz sinir yapıyo, eh o da geçer. kuzum istanbulun en güzel gediklerini biliyorum allahtan.

öyle yani blog. bu da böyle bir anımdır, saçmalıktır.

26 Nisan 2008 Cumartesi

yağğmmuurr yağıyooouurr sabauuaahtann berrrriii

yağmur az yağsın nolur örtmenim. yosun tuttum başım ve gözlerim üşüyo.

cengo'yı öldürmedim. barıştık. daha doğrusu 3 doğru bir yanlış götürdü ve oda çok güzel ve bi tane de tekir kedi var ve ilk geldiğimizde o kütükcük ortada yoktu, krallar gibi karşılandık. sonra kütükle konuştuk, ağzıma geleni söyleyebildim filan... geçti yani sinirim. kaldı ki, hotel arafat'ı hep çok sevdim ben.

ama yağmur dursun artık ayıp oluyo.
kampüsüm var ya... çok güzel. çok özlemişim. çok çok güzel. kedileri güzel salkımları güzel.

balık pazarının girişinde ödünü kapardığım ikinehir ve A. ikilisiyle de tanışmış olduk efendim. böyle de çaktırmadan bereketli geçiyo burası. öyle işte. keyifler yerinde. bi ses ediym istedim. bit palas'ın ingilizcesini bile buldum, daha nossun yani.

22 Nisan 2008 Salı

an bu an

1 ay. yani 30 gün. evet 30 gün önceden rezervasyon yaptırdım. yer nedir, bir hostel. otel değil, padişah köşkü değil, hostel. check-in için 12 yazmışlar, bi arayıp soriym dedim, hani 9'da bavulları bıraksam olur mu diye.

"a iptal edilmiş sizin o rezervasyon galiba mı ne ki arkadaşa soriym ben bi bi bibibi saniye".
sakinim. sakindim hayır. valla.

"buraya iptal diye not düşülmüş?"
"hayır iptal etmedim, edecek olursam kaç gün önceden ediym diye sormuştum o kadar" (fazla kibarlık = işgüzarlık)
kendi aralarında konuşuyolar:
"var mı ki 7 gece? hmmm 5 var... yatırırız bi şekil.. ama iptal etmiş yani".
ben dayanamıyorum artık:
"1 ay önceden rezervasyon yapıyorum, siz kafanıza göre iptal ediyosunuz, bana kim nasıl haber verecekti? gelip bavullarla dikilicek miydim?"

cevap... el cevap:
"yok biz SENİ yatırıcaz artık napalım da... iptal yazılmış. para da istemiyoruz yatıramazsak nedir yani".
bininci kez anlatıyorum ve özür bekliyorum. "ben aramasam nerden bilecektim, böyle iş mi olur???yok bi de para isteyecektiniz! mağdur olan benim size noluyo???" diye.
CEVAP:
"yatırıcaz diyorum işte bi yer ayarlarız sen hala dırdır ediyosun".

DIRDIR??? BANA???

şimdilik sakinim.... zira telefonda patladığımda bir etkisi olmuyor. içimdeki dırdırcı kadınla tanışmadıklarından affediyorum. "neticede ben erken gelip bavul bırakabiliyo muyum?" "evet" ÇAT! hostel işletiyoruz diye havaya girmek absürd bi şi.

bi kere, bana "SEN" demesinler rica edicem. hödüklüğüne rağmen SİZ diyorum adama. adam bana "DERYA tamam yaa yatırıcaz SENİ" diyo. "gençlerle çalışıyoruz samimiyiz" ayağına yatmak gün görmemişliklerine kılıf olur sanıyolar belli ki. gençlere profesyonellik gerekmez ya... onlar böyleleriyle kadeh tokuşturur filan sanıyolar galiba. oh relax maaannn, hepimiz bohem bohem birbirimizi geriyoruz... jamaika!! ne ya nedir yani??? "yüzüne tükürürsün yarabbi şükür der, genç o" filan mı? ah ya da "malum ingilizcede ikisi de 'you' ondan, yani siz türkler nasıl diyor" sendromudur. var bu da var, gördüm. telefonda enseye tokat olduk ne güzel. elin turisti tabii memnun kalır, adam ahır beklerken hostel bulmuş. beni memnun et de göreyim.

ama... ama... hem mağdur ettiğin (ve kimbilir nasıl bi oda ayarladığın) hem de üstüne parasını alacağın birine dırdırcı demek?
yoo dostum yoo. henüz tanışmadık ama 23 nisanda en mutsuz çocuk sen olacaksın. eve dönünce de "anneee ben bugün dırdır gördüm" diye anlatırsın, anı olur. 7 gece. sizlerleyim.

yer beyoğlu, chill out cengo, chill out'u filan geçtim, adam olsalar bana yeter.
il sınırları içine girmeden esnaf ağzıyla terbiyesizlik çok çekilmez bi şi. böyle cak cak sakızlı, yol yoldam bilmez bi adam var gözümün önünde. bi de gelmiş sanki jest yapıyo "iptal olmuş ama ayarliycaz bi şekil". cin seni. iptali yazan da kendisi kesin bu arada. 2 kişiler zaten.

biliyorum minik beyniyle beni istanbul bilmez, ellerine düşmüş biri sanıyolar. peki ben şehre girer girmez kalacak yeni bi yer bulmaz mıyım? bulurum. then, YOU chill out sir. sinir illet şey.

21 Nisan 2008 Pazartesi

adalar modalar

mayısa kadar yokum. çok eğleniyo olucam, ondan.
4 aydır beklenen gün yarın değil, öbür gün.
blogda bahsi az buçuk geçen, ismi cismi geçmeyen adam geliyor. sonunda.
uzak diyarlardan geliyor üstelik.. sonunda. öyle bi şenim ben yani. haliyle buralar askıda.

üstelik o barajlar var ya... bitti!!! hohohoyt.
yani tamam dönüşte 1 hafta daha çalışıcam evet biliyorum... ama olsun işte bitti denir ona.

hariçten gazel'in istanbul hoşbeşi için:
23 nisan günü saat 3te istiklal caddesi, ayhan ışık sokak'taki ritüel cafe'de buluşuluyor imiş. sonra da limonlu bahçe'ye gidiliyor imiş hatta. yolu düşeni bekleriz efendim. beklerler yani :)

otobüs bileti alırken "bayan yanı olması gerekmiyo, cam kenarı olması gerekiyo" demekten, bunun üzerine uzun uzun süzülmekten, otobüste benim yerime "ay kalkın gidin burdan beyfendi arkaya" paniği yaşayan muavinden, "kalsın bırakın" deyince etraftan 10 kişinin dönüp bakmasından, "ah eşiniz mi? sizinle mi? kardeşiniz mi?" vb ilişkilendirme ihtiyacı duyan (yine) muavinden, kalkmak için hamle yapan yan koltuktaki etkisiz elemandan filan... çok sıkıldım. ilkokuldan itibaren her gün 8 saat erkeklerle sırada yan yana otururken sorun yok da otobüs koltuğunda hormonları mı azıyo, nedir yani? hele kadınlar... heteronormal kaygılarının hepsini alt üst edesim var ama sonra da "aseksüel yanı" diye yer arar bunlar. hem "bayan yanı", hakikaten o otobüs teyzeleri yüzünden içimi bayan yerler. 5 saatlik yolda önce secerenizi çıkarıp sonra da hayata küstürebilirler. neyse.

20 Nisan 2008 Pazar

kutlu doğum

haftası, evet. yani zaten var böyle bi kavram tabii ki; ama takvime bakıyodum da, hayatımın nisanın son 11 gününde doğan insanların istilasına uğradığını bininci kez fark ettim. kutlu doğum 11i bi nevi. maça çıkıcaz. sıkı durun:

19 nisan x 2
20 nisan
21 nisan x 2
23 nisan
26 nisan
27 nisan
28 nisan x 2
30 nisan x 2

buna 15 nisan da ekleyebiliriz. doğumgünü manyağı olmayı geçtim, korkuyorum.
hatta daha korkutayım mı? bu insanlardan 4 tanesi sevgili olarak hayatıma girdi. sanırım erkeklerin hepsi bu günlerde doğmuş. başka bi ayda doğmuş olursa zaten heralde fazla radikal bi adım olur, yürütemeyiz. hohoho.
daha daha korkutayım (burçtan sesler kadınlar korosu): ben akrep burcuyum.

hatta madem kaptırdık gidiyoruz, madem an itibariyle tüm dikkatim zodyakta, hürriyetteki şu niobe midir nedir, burççu kadın, "bu hafta yabancı ülkelerden ziyaretler olabilir, sevdicekle coşabilir, gezebilirsiniz, ama sağlığa dikkat" gibi bi şiler dedi. geçen hafta da "işleriniz yoğunlaşıyor, baskı hissedebilirsiniz ve aile içi anlaşmazlıklar mümkün" demişti. allahım her hafta okuyorum galiba ben bu kadını bu arada. ama ama ben yazıyomuşum gibi.

kendimi akla mantığa, ilime bilime davet ediyorum bu vesileyle. ateşim var, ondandır.
sözü de divad'a veriyorum. o bilir.

çok özel not:
23 nisan için istanbul anadolu yakasının bir kısmını trafiği kapatan vali. bunu "çocuklar prova yapıcak" diye 20 nisanda da yapmışsın. 23 nisanda zaten yaparsın. peki yap. bir tek o hat da değil. bölgesel trafik zulümleri yaşatıyosun. zaten her 23 nisan çocukların tepesinden yağmur iner, yetmez. kızlar sevdiği çocuğa jimnastik mayosuyla filan görünüp rezil olur, yetmez... yürümek istemeyenleri zorla yürütürsünüz. tek bir günü var çocuğun, dinlenmek yerine onda da sizi eğlendirir. peki tamam. neticede o törenlerin içinde hafif komünist düzen bir gösteri ruhu vardır... tek sıra, omuz omuza, marşlarla. ya da mesela 19 mayıs törenleri... demek ki, 1 mayıs da kutlanabilir. caizdir. hatta bizzat vali 3 gün öncesinde "işçiler prova yapıcak" diyerek şişli-taksim hattını trafiğe kapasın. hem bak bu adamlar yürümek de istiyo. gönüllü yani.
ya nolur yollar açık olsun nolur ya olsun uf ya.

19 Nisan 2008 Cumartesi

hpş

kim ne derse desin kabaca "ifrazat" olarak adlandırılan durum insanın en mutlu olduğu an. burun akması mesela. coşkuyla tuvalete kavuşmak. terlemek. vs vs. güzel bi şi. bırakınız aksınlar.

çok gizli bi görev için istanbula geliyorum. kısa kalıp dönüyorum. görüşemeyeceğim dostlara selam eder, işsiz geçireceğim mayıs ayında buluşmak ümidiyle... işte neyse.

şimdi nerden aklıma takıldığını hiiiiç bilmediğim bir sima: 2 yıl önce barselona, hostelin resepsiyonundaki aslen fransız olan adam. belki de hayatımın aşkı filan olacaktı, ondandır. bilinçaltım onu seçmiş. tuhaf aksanlı bir sürü evlat yetiştirirdik. hostel pencereli kitli duruyodu intihara teşebbüs eden olmasın diye. olmuş da önceden. nevrotik hostel.

kardeşim bir adet "16ya çeyrek var." onu çok seviyorum ben yaa. bissürü topu var çeviriyo. bi çift de bageti var, onu çeviremiyo daha galiba. beklediğim an geldi. büyüdü kız sonunda.
gizlice ablalık buhranları filan yapıyorum.

patronuma "ya bu finans meselesi iyi hoş da pek bana göre değil ama işte tabii öğrenmek de gerek biliyorum evet ama işte naparsınız ilgim bilgim daha sosyal konularda" benzeri bi girizgah yaptım. aslında istanbulda bi iş başvurusu yapmak, tahminen kabul edilmek de mümkün. ama işte ev arkadaşı gerekir o maaşa, ona da ben yorgunum galiba. sonra eve yerleşmek. iş anadolu yakasında. ben avrupa yakasında yaşamak istiyorum monşer. sonra işte istanbul gezmek ister, vakit ister. sonra sonra sonra.... aptalsınderyikankarasın.

allahım 24 aralıkta uçaktayken bu anı düşünmüştüm. "dönücem, tembelleşicem ve hayattaki tek derdim 10 numara örgü şişi olucak" diye. örmeyi hala pek bilmiyorum ama işte anladınız. giderek atalet işgali. yakında basarsa bana, bi umut hani, belki kıpırdarım bi şi olur.

hollandadayken indis'e yolladığım kartpostalın gitmediğini artık kabullendim (bkz 4 ay önce). oysa ne güzeldi. içine ne yazıcam diye de böyle uf puf çok düşünmüştüm. ama o gün yolladığım hiçbir şey yerine ulaşmadı. zira postanedeki o çalı süpürgesi kılıklı kız "türkiyeye paketler ulaşmıyo hiç" diyerek bir laneti tetikledi. o güne kadar her paket ulaşmıştı, o günden sonra ulaşmadı. pis kız.

bir de:
tabii herkes çok hoş renkli ve farklı giyinebilir. tercihen. tabii "street fashion" blogları türkiyeden de erişilebilir şeyler. tabii ki insan "annemin hırkasıyla pazardan aldığım eteği birleştirip koluma da marka çanta taktım" diyebilir, icabında. şık bile olabilir belki. estetik kaygılarımızla varız. maksat o gün güzel kadın DA görelim.
velakin bir kısım var ki... bugün de tespit edildiği üzere banu alkan'ı hatırlatıyor.
napsalar olmoor olmoor.

"bira mı çay mı".

sütlü çay yapan bi yer olsa keşke. denesek sevsek/sevmesek. ama olsa öyle bi seçenek. yanında da 1 kez yediğim, çok basit görünen ama niyeyse tadı başka olan reçelli şey. saat 5'te gibi filan.

"bunun dövmesi ne güzel olur" diyen birine o şeyin t-shirt'ünü hediye etmek isabetli bi tercih heralde? doğumgünü hediyesi olarak dövme yapabilsem yapardım ama yok öyle bi becerim.
giysin çıksın.

ilkokulda yaka mendili diye bi şi vardı. katlar yakamıza takardık kontrol zamanı. onları özledim. böyle kenarında ilkokul çocuğuna yakışıcak kadar az ve öz danteller olurdu. kadın ceketlerinde mendil yeri olsa ondan taksak.

ay ya da şu ceketlik havalar bitse artık. mesela.

hayat bayram olsa, bu yaz hırvatistana gitsem... hatta ve hatta: hollandadan bi arkadaşım "kırsal yaşamalanları ve mikro-turizm" gibi bi proje konusunda fikir yardımı istemiş. devlete proje sunucak, kabul edilirse hayata geçicek. cevval bi insandır kendisi, illa ki yapar. ben bi şi hazırlayıp yollasam, o kabul edilse.. sonra o bahsettiği gibi beni de yanına alsa, beraber o projede çalışsak.. bir sürü şarap var, bağ var, dubrovnik yakınları...

mesela yani.

18 Nisan 2008 Cuma

şöyle ki:

madde 1: evet gün cidden 24 saatmiş ve ona bir sürü şey sığabilirmiş. hâlâ tam kapasiteyle değerlendirmesem de hani... potansiyeli gördüm diyelim.

madde 2: ofise ilk günlerde "yeni mezun ve çalışan kadın; ama aynı zamanda burası tam bi ofis de sayılmaz" şıklığında giden ben, dün bi şal ve bi hırkaya sarılmış, saçımı bi topuzun içine tıkıştırmış, sürekli esneyerek ve kurabiye yiyerek bi şiler okuyodum. 2 hafta daha sürerse oje ve törpü çekmecem de olabilir.

madde 3: sinsi öksürük diye bi şi var. uyutmuyo bütün gece. sonra bütün gün ortada yok.. derken duruyo duruyo patronumun yüzüne patlıyo. nedir yani, garezin mi var, organik bi şi misin, his dünyan mı karışık senin?

madde 4: ece eci ececece eccicicciicciciiiiii.

madde 5: quraf. karaf gibi ama diil.

madde 6: iş çıkışı bi biranın saç kökü ve tırnak diplerine faydası var diyolar.

madde 7: öğlen saat 3 gibi bastıran uyku halini anaokulunda "hepiniz uyuyacaksınıııızz" diye bizi şartlayan örtmenlerimize fatura ediyorum. ya da evde bi pavlov var.

madde 8: taksim kesinlikle olmazmış. insan inadına 1 mayısta taksime gitmek istemiyo mu? hatta böyle içimde göstericilere sevabına gaz maskesi dağıtacak bi pıtırcık var. ya da organize olalım bi dahaki yılbaşında herkes paltosunun cebinden 1 mayıs afişleri çıkarsın. bi şi bi şi bi şi yani.

madde 9: angelina jolie için "16sında da cazibeliydi" haberi yapan milliyet gazetesine aydın doğan pedofili ödülü sunuyorum.

o kaa bu kaa.

17 Nisan 2008 Perşembe

ihmal.

ediyorum arada sanki evet. 2 yıldır ilk kez blogcuğum bu kadar bana hasret.

sabah öyle akşam baraj. isveçlilerle telefonda tanıştım. adamın aksanı ve sesi muppet show'daki "swedish cook"u hatırlattı. son bikaç gün kala karşılıklı "kafamız karışık her şey çorba oldu ollleeyyy" çektik.

haftaya hava ısınıyo mu ne.

erkeklerin televizyonda hamilelik konusunda atıp tutmasına bu kadar sinir olmasam belki gülebilirdim. kadına şöyle olurmuş da, böyle hissedermiş de, anne ve çocuk şöyle bi bağlanırmış da... "gözlemledim"miş. meslek neydi sizin? benzer bir şeyi "kadınların adet döneminde baş dönmesi şikayeti olmaz. PMS bellidir. vesvese yapıyorsunuz" diyen sevgili bay fak'ın suratına suratına havlamak istediğimde hissetmiştim. doktordu kendisi. belliymişmişmiş. halbuki kadınların "tuhaf PMS anıları" erkeklerin askerlik anısına tekabül eder. ben bi gün olsun çıkıp "yaa sizin komutan da çok kafaydı sen tanımamışsın" bilmişliği yapmıyorum. sonra yanıma kapı gibi endokrinoloji uzmanı bi kadın gelince hohohoyt faka bastırdık fakı. iyi tamam okudun ettin, ama biz de hissediyoruz be kujum. bi dinle, bi kulak ver. durma öyle hadi çöz ver hatta.

bütün gün ofiste bi ben, bi patron bi de çaydanlık. günün tek atraksiyonu arada gelen açma. sohbet konumuz sağlık, enerji ya da tarım sektörü. nadiren de ergenler. şu an binlerce kişilik üniversite kampüsünde okuyan, bi yandan da süren vize sınavları sebebiyle "okul bitse de kurtulsak" diyen saf öğrencilerin hepsine selam ve küfür ederim.

Üç Çocuk Mevzusunda nimet çubukçu beni hiç şaşırtmayarak platonik aşk/ stockholm sendromu/ iktidar hırsı vb sebeplerle başbakana onay ve destek verdi. fazla tahmin edilebilir bi hareket. kürsüde çok şekerdi ama. "ona da var cevabım hıh işte ona da var!" halinde. ay keşke 8 martta 1 günlüğüne başbakan olsaydı... bi de atatürk demiş kiiiii nüfus önemli demiiiiş. zira biliyosunuz biz daha dün kurtuluş savaşından çıktık, 10 yılda 15 milyon genç yaratmamız gerekiyo. bilir nimet (mutluluk) çubukçu. evet sinirrrrr olmaktayım.


şu kaşık büken adama inanmayı çok istiyorum.

14 Nisan 2008 Pazartesi

dört gün olmuş

olmuş valla. kuş gibi geçmiş.

geleneksel "bütün gün baş dönmesiyle yatma günü"m bu sefer pazara denk geldi. hoş bi şi, insan kuş gibi hafifliyo. narkotik mamullere ihtiyaç duyanlara duyurulur. sürekli bi uçma hissi. geldikleri gibi giderler lakin. gittiler.

ah ankara 30 derece filan. günler uzun. kollarımda artık 5-6 kilo taşıyarak yürümemi sağlayacak kadar kascık oluştu. akşamüstü birası açık havada içilebiliyor. daha nossun yani. hava mis. birazcık planlı olursam sinemaya bile gidebilirim hatta.

bugün güzel bi şi oldu blog. işe geç gittim, işlerimi tam bitiremeden gittim, utanç içinde gittim filan... özgüvenim sıfır, onu geçtim; kafamı kaldırıp göz teması yapacak yüzüm yok. telafi için bütün gün motorize birlikler gibi çalıştım... ve patronum hazırladığım raporu OKUMADAN müşteriye gönderdi. "olmuştur kesin" dedi. çok utandım ve mutlu oldum. güvendi bana yahu. daha kaç gün oldu ki yani. bu da oturduğum yerden yegane başarımdır. bütün hafta esmaralda'nın su verdiği quasimodo gibi "okumadan gönderdi, okumadan gönderdi" filan diycem. gerçi yorgundu evet ama... ne ki yani 10 dakikasını almaz kısa bi şi. okumadı işte. trilaylaylim.

eveeeeet.... çalışıyo olmakla ilgili beni çok mutlu eden manasız detayı açıklamaya geldi sıra:

kırmızı plastik kapaklı defter.

bi nevi ajanda; ama değil. kapağı yumuşak, kıvrılıyo. içi çizgili. eşyaya anlam yüklemede benim için zirve. patronum "not tutarsın" diyerek verdi. ben yazı yazmayı öğrendiğim günden beri ajanda özürlüsüyüm... ama bu defter başka. içimdeki "ipek ongun kızı büyürmüş de işe de mi gidermiiiş" hissini diriltiyo. ipek hanım bu halimi içinde vanilya çubukları olan taze portakal suyu ya da içine beyaz üzüm atılmış rose şarapla kurgulardı tahminen. Olsun, ben elimdeki bira ve canım ajandacığımla adeta gözümün önündeki sahnedeyim. hop defterimi çıkarıyorum, bi şiler yazıyorum. sonra hesabın %10-15'i aralığında bahşiş bırakıyorum. 9 saatlik çalışmanın üstüne bile o defterle oynuyorum. hiçbi şi yazmasam kaş göz filan çiziyorum, kuş, küp... canım defterim. kırmızı ve kalın. ajanda fobimi yenicekmişim gibi durmuyo tam ama en azından iş olsun diye "ertesi gün acilen yapılması gerekenler"i yazıyorum. sonra 3 tane salyangoz, göz vs çiziyorum.
bu da bi şi.

ah bir de... 23 nisan'ı hariçten gazel ekibi istanbulda kutlayacak. "el ele el ele veriiin çocuklaar" mottosuyla bi trene atlayan ekip taksim'de dil, din, ırk, cinsiyet ayırmadan yaşıtlarıyla doyasıya dans edip barış semalarına kanat çırpacak. bu esnada bira filan da içilebilir. neyse yani. 23 nisan taksim. amaç kaynaşmak. detaylar kesin olmamakla birlikte, ben sizi ne zaman detaysız bıraktım ki? elbet burdan haber veririm. maalesef benim olma ihtimalim çok düşük. hani boynuma atlayıp "deryiiiikkk" diye heyecan gözyaşlarına kapılmak istediğinizi biliyorum... ama diğerleri de fena değildir yani. ahahaha.

ortada gerçekten küçük kadınlar dolaşıyo. çok ürkütücü.

anket sorusu: THY yolcusu olmuş insanlara soruyorum. hiç "aa kredi kartı sahibi siz değilsiniz, yanınızda da yok, bok uçarsınız" gibi bi şi geldi mi başınıza? yani başkasının kartıyla bilet alınca sorun yaşadınız mı? ben mi şanslıydım yoksa genelde kimse iplemiyo mu? acil bilgi gerekmekte. THY müşteri hattına da sorarım ama onlara güvenebileceğimi sanmıyorum monşer. kandırırlar adamı, panik olduğumla kalırım.

10 Nisan 2008 Perşembe

kopenhag krakerleri

eveet 12 saatlik bir çalışma gününün daha sonuna hala ve hala gelemedik. 2 saatim daha var.

şen ola düğün şen olaaa...


gündemden feci derecede koptum. ah ah gençlik günlerimde elbette bu olan bitenle ilgili bi şi yazardım. gözüme çarpan eğlenceli detaylar var gerçi; ama yazmayı geçtim, henüz daha köşemde kendi kendime gülemedim bile... sadece siyasi partilerin birer imıc meykırmış, piar şirketiymiş filan, bulup çalışmaları lazım. zamanında emine erdoğanın atinadaki akropolü platform topuklu fetiş çizmeleriyle gezişine çarşaf çarşaf yorum yapan basınımız bu işi üstlenebilirdi. gerçi her gün "ben tayyip olsam şöyle yapardım, ondan sonra savcı olsam böyle yapardım, sonra yine tayyip olur kendime cevabı yapıştırırdım" halinde tek kişilik satranç oynuyolar... biri de çıkıp "arkadaş, kilit kelimeleri cümle içinde kullanırsan işine yarıyabilir" filan dese keşke. hani ilkokulda bile yapıyoduk biz. cem yılmaz şovunu yaptı bunun filan.


takiyye yüce bi kurumdur, o bile nostaljik hale geldi. mesela dış basında net bi "AKP ve laikler" ayrımı var. hatta laik elit VS mazlum AKP. yani laiksen elitsin, mazlumsan AKP... AKP birazcık cin olsa "laik VS AKP diye bi ayrım yok, bize ve devlete hakarettir, TC'nin bir hükümeti tabii ki laiktir, ey economist, ey newsweek, kendinize gelin. hep bu diş mihrakların işi zaten bak bizim savcının da aklını bulandırmışlar" filan diyebilirdi.. hem basın haşlamadan dış basın da payını alırdı, bizimkilere de 1 haftalık mevzu çıkardı. biz chomsky'yi (sanırım türklüğe hakaretten) mahkemeye vermiş ve mübaşire "noaaam çomskiii" diye baarttırmış sonra da "noam chomsky mahkemeye gelmemiştir" diye tutanak tutmuş şen bir milletiz. noam sonra bahamalardan kart atmış diyolar savcıya.


DSP gecikmeli bir rötarla geçenlerde "ak parti lafı, ak güvercin ve ak günler söylemimizden apartmadır, davacıyııızz" diye çıkmış. zamanın göreceli olduğunu artık biliyoruz insanoğlu olarak. yani bizim için AKP kurulalı 6 yıl geçmiş olabilir ama DSP için daha dün gibi. haliyle şaşırmıyoruz.


o değil de kujum, 13 gün sonra o kadar mutlu olucam ki kendimden korkuyorum.

her gün seğmenler parkından yürüyerek eve dönüyorum. özlemişim o parkı, eski evimiz yakındı. fıskiyesi çalışmaya başlamış filan... parkta yürüyüş komandoları var. böyle hışır hışır eşofmanlı. bi türlü düzenli spor yapamadığım için de bok atıyo olabilirim tabii... ama ne bileyim yahu, insan bi bahar dallarına bakar, etrafı izler, kaydıraktan kaymaya korkan çocuğa gülümser filan. "görevimiz uzun parkur"...


şimdi sevgili odama ilgi ve şefkat göstericem. meali: minik minik şeyler yapıştırıcam duvara, sonra uzaktan bakıp "şön, bitte şön" diycem. zira almancam o kadar. sonra uyurum artık.
yani şlafgud. bu sayılmaz. çarşaf markası, ordan biliyorum.

8 Nisan 2008 Salı

motivasyon

André Gide, Saint-Exupery'nin "küçükprensolmayankitapları"ndan birine, Gece uçuşu'na önsöz yazmış. şöyle:

Ruhbilimsel değeri bence çok büyük olan şu aykırı gerçeği ışığa kavuşturduğu için, özel bir teşekkür borçluyum yazara: insanın mutluluğu özgürlükte değil, bir ödev yüklenmektedir.

bu çizgide kitaptaki karakterlerden bdem vuruyo. kitap savaş sonrası fransız edebiyatının en çok okunan kitabı. Malum, yazar bir pilot. Atlantik'i aşan ilk gece uçuşlarından bahsediyor. elimdekinin baskısı eski, 68 tarihli. yenisi vardır elbet. yeni başladım okumaya... bakalım nasılmış.

neyse, işte bu cümleyi düşünüyorum bikaç gündür. yapacağı şeye bağlanarak ve onu yerine getirerek tatmin duyan insanı... tabii, doğrudur bir yerde. insan kendine hep bi ödev buluyor. en aylak adamın işi bile aylaklığı düzgün, tam yapmak. hatta "hiçbi şi yapmamak" kendi başına becerilmesi zor bi ödev. ödevsizlik ödevi. bi de bu minvalde bi bilimsel araştırma vardı işte emekli olan insanların, çalışmayan insanların yaşadığı kişisel tatmin boşluğu vs vs. yani bu bahsedilen ödev yüklenme mutluluğu, "işe yarıyorum" hissiyle "ben becerdim baaak" hissi arası bi şi olsa gerek.

durup dururken günde 10-11 saat çalışır hale geldim de. algıda seçiciyim haliyle. motivasyon araçları... ilaçları. ne varsa.
bi de şey vardı hah: bizi çalışmak kurtarır.
bi de neydi burcu: işleyen demir ışıldar.

gerçi bi de motora abanıp yakmak, sigortayı attırmak, işleye işleye eskitmek, sürmenaj olmak, "bak çalıştın hayatına bi anlam geldi" maskesiyle emek sömürüsüne kurban gitmek... filan da gelebilir insanın aklına. ama hayır tabii kiiiii.



ama tabii bay andré'ye bi soru: ya benim ödevim özgürlükse?
şampuan artı saç kremi gibi.

7 Nisan 2008 Pazartesi

dolar üzerinden mark üzerinden

allahım bana güç ver. devlet iktisadını esnaf tabirleriyle anlatan göbekli amcayı çatallamadan burdan çıkabileyim.

evet bildiniz tam arkamda oturuyo. küçük yazıyorum o yüzden.

resmen "adeta bankaların taksit yapması gibi yanüü" diye açıkladı az önce yatırımları.

evet bana güç, karşısındaki sabır küpü avukat hanıma da ekstra sabır. bol köpüklü.

oksimoron amca kendisi. diyo ki:"devlet hırsız, yolsuz.. o yüzden özelleştiriliyo ki çalıp çırpmasın, özel sektör dürüstçe işletsin".
evet, biz özeleştirmeyi hırsıza yaptırıp kar ettiğini sana bürokratlara emanetiz. "hırsız devlet" kavramı nedense özelleştirmeye gelince pek bi dürüst.

vulevukuşeavekmua resmen. ya da "hey seni yerler yerler seni ham yapar bu zilliler".


çatalımı alın garson bey geriliyorum.
"hastane işletmedir. türkiyeden başka hiçbi ülkede hastaneyi doktor yönetmez. başhekim hasta bakar" dedi.
dedi evet bunu. az önce.

6 Nisan 2008 Pazar

haftanın günleri yedidir yedi

benim hafta içi-sonu gibi bi kavramım yok. ya her gün hafta içi, ya her gün hafta sonu. araştırma asistanı olunca genelde ilki. 3 gündür içim dışım malum şekilde barajlar. üniversitede finansla ilgilenmemiş ve hatta gördüğü yerde kaçmış biri olarak, kaderin bitmek bilmeyen oyunu mu buuu diye haykırasım var bol bol. baraj finansmanı allahımmmm. patronum pamuk şeker gibi biri allahtan. ben son dakikacı ve dağınık, o planlı ve titiz. üstelik hala beni öldürmeyi düşünmüyo ve ben "iş öğreniyorum". küçük çırak.

yarın ilk kez ben ve kaprisgül (bilgisayarım oluyo) ofise gidiciiz. evde sıkıntıdan okuduğum blog sayısının haddi hesabı yok, üstelik bi kısmının dilini bile anlamıyorum. resimli kitap gibi... ofiste çalışırım artık diye ummaktayım. haliyle okumam gereken şeyler okunmadan duruyo... ya da daha fenası, finansman kısmını okiycakken "çevreye etkilerine dair eleştiriler" kısmına takılıyorum. raporda "finansmana uygun planlanmış baraj projeleri" belirticez. itiraf ediym, çok fazla eleştiri alanları bunun dışında tutma planım var. patroncuğum fark etmezse tabii... nil havzası içün.

üff.. tez yazmanın tek iyi yanı "ilham gelmiyo, çay içiym bari" kaçmasıymış. şimdi ilhamlık bi durum da yok ki. kır dizini, yaz ne yazıcaksan. kopipeyst krallığı üstelik şimdilik iş. bariz tembellik yapıyorum ve hiç hoş değil. gerçi, bi aylık bi iş bu. ondan sonra kimbilir ne kadar işsiz kalıcam. şikayet yok.

alakasız: kuru üzüm kadar güzel bi şi az şu hayatta.
yaş üzüm? hmm olabilir.

sanırım ilk "to do list" hazırladığımda 12-13 yaşımda filandım. ipek ongun listeleri hevesi. 10 yıldır ne değişmiş- hiç. geçenlerde 14-15 yaşındayken hazırlanmış bi listeyi buldum (adeta çöp ev değil, bi kitaptan çıktı), oturup ağlasam yeri yani... ilk madde zaten.. tokat gibi:

-odanı masanı topla, azıcık düzenli ol.

ama doktor bey dağınık değil ki odam, sadece yaşanmışlık hissi veriyo.
(speşıl tenks tu: bu bahaneyi zamanında benim odam için sunan, geliştiren ve delice savunan sevgili)

liste bu şekilde tembellik yapma, adam gibi beslenip kilo al spor yap vs diye başlayıp "kullanışlı bi saç kesimi bul"a doğru gidiyo. harika yani. yeni bi tane yapsam biliyorum ki ilk 5 madde 14 yaşımdan bi ileriye gidememiş ve daha da fenası bende bi "iyi böyle" hali var. madem iyi, ne diye listeleniyosun ki? deli misin, kendine sarmak için bahanen mi yok, vaktin mi çok?yok ama sebebi biliyorum. benim kafamda dondurulmuş kareler var. 8'de kalkan, kahvaltıdan sonra güzelce çalışan (tabii ki ahşap pencere pervazının önünde çay/kahve içerek monşer), öğleden sonrası boş kalınca bi şiler yapan filan böyle tipik bi ipek ongun "genç kız"ı hayali filan. beynimi yıkamış resmen kadın. her şeyin suçlusu taktak ağacı ipek. ama çalışırken gerekiyo sanki azıcık plan program. haklı mı ne ipek... ama yok, bana illa romantik romantik "ah gök gürlüyo, 'bir fincan çayla evden yağmuru izleyen kız' karesini oynat uğurcum" halleri..

yine alakasız:
"kork abrulun beşinden, öküzü ayırır eşinden"
geçmiş bulunmakta. artık bahar gelebilir.
mesela geçen gün elime aldığım kağıt parçasına "insan gibi saatlerde yatıp bi uyku düzeni oturtmak için geç değil" filan yazdım. bi de hep böyle kağıt parçaları hali.. hani fişin arkasına filan. yazıyorum geçiyo, o kağıdı bi daha görmüyorum. başucuma yapıştırılmış, bi günümü 8:00-22:00 arası düzenleyen kağıda geçen gün defne bakıp "bu ne işe yarıyo ki" dedi. zira ben 10'dan önce iş göremeyip 2'den önce de yatmıyorum. "kalmış orda" dedim, ne diym. maksat yeni nesle kötü örnek olmamak.
neyse, burcuyla suluhan'a (ya da sulukule'ye, di mi burcu? ahahaha) gidicez elbet bi gün. senede biiirrrr güünnn... sonra işlerimiz hafiflediğinde azer'e gidicez. bi de yeni elime geçen tarçınlı-portakallı minik krep tarifi var. ben bile yaparım gibi duruyo. onu yapıcam. portakal kabuğunu rendelediğim gün. azer'e de yaparım hatta evet. bi de havalar düzeldiğine göre artık parka gidilebilir. her yer bahar ağacı, pembe beyaz. çok güzel.


listeye ekliym ben bunları.
saat 5:45 allahım. yetiştireyim nolur.
son bi "bi de": pdf'i doc'a çevirmem lazım. mucizevi bi program önerisi bekliyorum. internetten bulduğum bi kaç tanesi işe yaramadı. tersi zebille yapılırken bu niye bu kadar zor ki?
neticede, iki ters bi düz insanlarız yerine göre.

4 Nisan 2008 Cuma

az kalsın unutuyodum..

boğaziçinin kulüplerinde son durum nedir derseniz, şöyle de bir şey var-mış:

kulüplere destek için imza



çok şirin bi şi. hem detaylı bilgi veriyo hem de imza atıp yorum yazıyosunuz, adınız çıkıyo filan.

729 kişi şimdilik. yetmez. dışarıya da açık. ben kendi bölümümün mezunlarına mail attım, diğer mezunların da ellerinden öper (speşıl tenks tu: ikinehir. bilgi merkezi).

ikinehir'e gelen yorumlardan anlıyoruz ki, rektörlük cidden cin. hocalara "bişcik olduğu yok canıııım, gençlik hezeyanı işte, ne bilirler ki ne anlar ki" imajı çiziliyomuş. yok işte "study sessizliğe kavuşucak" filan. şaka gibi. aferin ayşe soysal.... rektörlük yaptı balkabağı..
emin adımlarla "öğrencisiz maarif"e doğru gidiyo.

susuz musluk gibi bi şi olsa gerek.
dipnot: yap-işlet-devret-küfret olsun rica edicem o finansman tipinin adı.
araştırmak için bu kadar sıkıcı bi konu olamaz . ensap nelsap.

3 Nisan 2008 Perşembe

ront.

tanıştığım ama tanımadığım biri var. onunla içsek, ben anlatsam, o dinlese... iyi gelicek gibi.
niyeyse. ne anlatacaksam. niye onunla içiyosam...
detaylara takılmayalım.
mojo cumhuriyetinde detaylar, ancak güzelse akılda kalan minik anlardır.

2 Nisan 2008 Çarşamba

laptop güdümü

"my laptop is a she, cos she's a bitch" demiş idi bi arkadaş. aynen katılıyorum. benimki de monşer. güdümündeyim kendisinin.

ben bu kadar narin, bu kadar nanemolla, bu kadar sürtük bi cihaz hayatımda görmedim. ilk iki yıl cicim ayları tabii, koşturuyo gülüşüyo filan. mis. ne zaman ki garanti süresi doldu, başıma kaldı, o zaman anladım. hassas kızımızın hard diski çöktü, yandı vs. bıraktı kendini. kazıkların en hasını yedim tam zamanında... yine de yılmadım, "zor zamanları, elinde değildi" dedim, destek oldum, tedavisini üstlendim.

fakat sürekli bir PMS hali var ki, geçmek bilmiyo. hafifçe elliyosunuz, "sağa dön azıcık" filan-- çat kapanıyo. bi anda "ay yorgunum, takatim yok, başım ağrıyo" filan diye viijjuut kapanıveriyo resmen. ilişkimiz sıfır. dokunmaya ürküyorum. efendim o anlatmadan anlamaya çalışıyorum kendisini, zira bi kez olsun "derdim şu deryik, yardım et nolur" demedi.. sürekli takipteyim... hep bi dertli; ama ben anliycam illa kendi kendime. güç girişinde bi hassasiyet var galiba. temas sorunu. pıt kopuveriyo hayatla bağı.

depresif sürtük bilgisayar. bi tek açıkken şarj oluyo, bataryasız kullanılmıyo filan. öyle narin, öyle kendine has bi dişi. laptop filan da değil, resmen pc. öyle kucaktan kucağa gezmeler, işveler cilveler sıfırlandı. masaya çöküyo, bütün gün bön bön... işine gelirse göz kırpıyo, bir iki sokuluyorum, yoksa ı-ıh. resmen köle etti beni. "hadi canım bak nolur, açıl susam açıl" diye yalvar yalvar.. işimden gücümden oldum saatlerce, haspam şarj bile olmamış. en az 15 dakika kablosunun hangi açıdan takılmasını ister diye kafa yoruyorum. o da arsız ve PMSli bi şekilde, bana tepki dahi vermiyo.

alıp başımı gidicem ama onunla bi aile kurduk, bütün dosyalarım onda. hem burda bi düzenim var benim, sokaklarda sürünemem anlık zevkler uğruna. hem patron evli çalışanları seviyo. sürtük filan ama, yine de tedaviye yanıt verir diye umuyorum. bu zor zamanları beraber atlatıciiz. benim gibisini de zor bulur zaten.

1 Nisan 2008 Salı

ikinci sayı


eveett... hariçten gazel 'in ikinci sayısı birkaç güne dağıtım noktalarında olacak. bu sefer 80 sayfa... gittikçe kalınlaşıyor kendisi ve mutluyuz.

kapak kızımız da kimilerine tanıdık: jazZRail.
okuyun okutun efendim.
istatistik ilmi der ki ilk sayı kapanın elinde kalmış.
ikinci sayı da ellerinizden öper :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker