31 Aralık 2006 Pazar

bi de ankaradan

biz sessiz sedasız jelatin hanımla buluştuk efendim. en bi capon halimle gidip fotoğraf çekmeden döndüm gerçi. sağlık olsun. neyse, laf lafı açtı, hatta daha çok benim laflarımı açtı galiba, sanki fazla bi konuştum. olur ööle, di mi?
yolda bi düşündüm, kelimeyi buldum: ayarında, kararında bi insan kendisi. valla tam ööle. şimdi bu ne demek açıklamakla uğraşmiycam. iyi bi şi ama:) hani soğuk nevale biri değil, mutluluk çıbığı değil. ayarında. ondan bundan, ama kıvamında.
hatta tahmin ediyim, kesin "ilk tanıştığımda/gördüğümde sinir olmuştum sana" lafını çok duyuyodur kesin, benim gibi. öyle diil ama. mıcır mıcır sevgi pıtırı değil kendisi, olmasın tercihen. ama "ne iyi oldu yaa bu, iyi ki buluştuk" dediğinde yapmacık bi sırıtış yok yüzünde, valla iyi olmuş onun için yani, samimi. evet yaf bi de bu kelime: samimi. sanıldığından daha az manyak, göründüğünden daha çatlak. iyi ki buluştuk hakikaten, meraklardaydım.
çok sevdim ben bi kez daha yeni birini. blogger birini. ankaradan birini. akdeniz bölgesinden sıcakkanlı birini. jelatin hanımı.
o biraz yılbaşı koketi olarak gelmiş idi, bense kafasındakuşolankız'dım. natura. karşılıklı ufak hediyeleştik. sonra karşılıklı "allahtan eli boş gelmemişim, mahçup olurdum"laştık. şeker bi insan kendisi. dinlerken gözlerini kocaman açıp gözünüzün içine bakma gibi harika bi huyu var, dinlediğini hissediyosunuz. dedikodu da yaptık efendim, merak etmeyiniz. güldük sonra. yemedik ama içtik, şaraplandık. o sordu ben anlattım. galiba arada ona da söz hakkı verdim ben ya da belki cevap hakkı falan doğmuştur, o da anlattı. tunalı-abaza köprüsü-ipek ongun-ankara gençliği diliyle.
ben teknolojik tebrik işini sevmem; ama olsun bu yıl bi tuhaf; bayram yılbaşına, yılbaşı haftabaşına denk geldi. kutlayalım madem:
hepbiri kutlu olsun okuyucu, hatta 2007 kez kahkahalarla gülün bu yıl.
dönüş yolunda taksiciden alıntı:
"abla bu gece yılbaşı, bayramı boşverip içsinler ki ben bayramı kutlayabileyim."

30 Aralık 2006 Cumartesi

döküm

e tabii yılbaşı dökümü almadan olmas di mi. yazmadan önce bi düşündüm de, 2006'nın benimle bi zoru varmış yaf. deliymiş.
geçen sene bu zamanlar çok uzak zamanlar. ne tuhaf.
istanbuldaydım ben. proje asistanıydım, son sınıf öğrencisiydim. manyak hallerdeydim. yılbaşından nefret etmekteydim, hatta o derece ki kendimi de aradan çıkartıyodum, kendimden de nefret etmekteydim. üstelik "istanbulun ilk kot pantolon giyen adamı"yla yeni tanışmış olmama rağmen.
ah ah son anda hollanda'ya bi başvuru kolisi yollanmıştı, fikret hoca resmen alnıma silah dayıyarak SoP yazdırmıştı. hatta hatırlıyorum, bana after eight gibi bi çikolata vermişti rüşvet olarak. "yazılacak o yazı; ama önce git bi gez" demişti. düzeltmişti.
sonra ben geçen yıl ağlamıştım.
sonra ben geçen yıl çok bi gülüşüp kahkahalanmıştım.
minacım vardı, komşuculuk oynardık. biz en çok çikolata kaplı kayısı ve bitki çayı tükettik.
bi komşumuz amerikaya gitti, bi diğeri amerikadan geldi.
bissürü fasıl, bissürü manzara, bissürü sarhoşluk. bissürü anı bissürü foto.
mojomojomojo.
kulüp kulüp.
okul mokul proce. ce-ee. çeviri. tırı vırı.
sonra nisan. en zor an. sonra o en zor anın anılar rafına kalkışı. baarcıımın dediği gibi, o bi kapı, istemedikçe açıp bakmana gerek yok. sonra rahatlamak. yanında muhteşem 2 insan olduğunu bilmek.
yazmak, sıçar gibi yazmak. ah ah. kendime "aslında zor değil" demek.
arada sizin de duymanız.
sonra kapkaç. sonra sarıyer emniyeti falan. "gülüşün güller açsın"dan sonraydı.
aa barcelona bi de. gezmek gezmek.
istanbul şarjı. mezuniyet buhranı. ah ah evet sürmüştü bayaa. çok gezmek durmamak.
bafra mı hollanda mı ay yoksa burdur mu. kitlenip kalma halleri. burs krizleri, istanbulu bırakmam krizleri. mutlu gezmeler. çok eğlenmeler. içten gülümsemek.
mezuniyet sonra. sonra yıllık. "biz hep öğrenci kalsak ya burda" temalı "kendimi İB'ye zincirliycem" tehditleri. istanbuldan ayrılırken ağlamak. sonra sakinleşmek. önümdeki 34...99 plakalı taksinin fotoğrafını çekmek. üstünde mecidiyeköy-şişli tabelası..
sonra 1 ay kadar hollandadan posta bekleme. anılar biriktirmek .
bu arada duygu asena, lübnan. dünya gündemini burda özetlemiycem, ntv yapar yarın.
biraz bodrum. sonra hop aniden! vize.
sonra biri "kimbilir belki ilerde, sonralarda yani" dedi. sonra vazgeçti. bu söz inanmak içindi zaten. sonra "zor olsa gerek/ sana yazılmış bir şiiri/ okuyamamak". zoramagüzel.
den haag ve okul. o'casey's irish pub. de pater jazz bar. 55 ülkeden adam. kahkaha. bisiklet. özlemek. özlem. istanbul'u özlemek, her şeyi değil. misafirler. hollanda.tanışmak. alışmak.
bütün bunlar olurken bi yılda...
askere gidenler oldu mesela.
saçım uzadı hiç uzamadığı kadar.
3. bi şehrim oldu ve ben kendi şehrimle 2. kez vedalaştım.
2-3 cenaze oldu ve bi o kadar doğum.
en az tatilimi bu yıl yaptım.
en çok bu yıl gezdim.
hiç sarılmadığım kadar sımsıkı sarıldım insanlara, en bol vedalaşmalı, "tekrar görüşürüz"lü; ama bi yandan da "eskisi gibi olmiycak di mi"li vedalar. sarıldım videosu bile oldu.
ve bi de tabii bissürü yeni insanla tanışmalar. dünyanın dört bi yanından abi ve ablalar edinmek.
kardeşim genç kız oldu benden uzakta. 5 yılda. ben onun yanında olmak istedikçe daha bi uzaklaştım.
Sabuş beni çok korkuttu, sonra geçti iyi oldu.
üzdüm, üzüldüm, sevindirdim, sevindim. eşitlikçi bi yıl. deli bi yıl. tam istediğim gibi, muallakta, biraz sis biraz buzlu cam ardında bi yıl. güzeldi yaf.

çünkü şey... ben ilk kez büyüdüm.

29 Aralık 2006 Cuma

deja vu

"arthur ve minimoylar" diye bi film varmış gösterimde. üstelik luc besson imzalı. bakınız bi minimoy:

bazen tarih gazetenin minik bi köşesinden fırlıyo. ne komik.
minimoy. deja vu. vardı öyle bi şi evet. kitaptı. film olmuş.
eski çamlar bardak.
gibi mesela.

kaç(a)mak

yaptım kaçtım. istanbuluma. fotoğraflarla bezeli ikinci bi post inşallah gelicek... teknolojinin yarısı hollandada kaldı. ay güzel geçti güzeeell :)
çarşamba öğlen-perşembe öğlen. kaynaşlıdaki kaza yüzünden 2 saat kaybetmek. iner inmez baarcımla buluşma- hanimiş benim canım arkadaşım, en deli arkadaşım, en ben arkadaşım!
GS, tünel, hop! hamdi. hamdilerce yemek yemek. galata köprüsü. sonra evde nefes alıp hop! nişantaşı üzerinden mojo. ah çarşamba mojosu ve dantel eldivenler. dantel eldivenli mojo.
tam bu esnada hop! "şey merhaba sen deryiksin di mi?" hop! kim bu?! "ben question marx :)" aa şaka gibi tanıdı beni valla :) pek şeker bi insan, gülümseyen bi insan, arkadaşlarına ayıp olma pahasına sohbet etmiş, sohbeti güzel bi insan kendisi... link sitemini de duydum, el atıcam :) de amerikada olması lazım?! tatile gelmiş efendim. ben hollanda o amerika, istanbul mojoda. tesadüflere bayılıyorum :)
çok uzun bi gecesabah. deryik ufak bi battaniye gibi yatağa kıvrılıp kalır, "sabah 7.30 vapuruna bincez evet" hayali hop! suya düşer. gün geç başlar. bu esnada deryik'in beyin kıvrımları uyarı verir: arkadaşlarına haber ver. can havliyle bikaç kişiye mesaj atılır, biçok kişi unutulur veya ulaşılamaz. hop! sinir olunur deryik'e. illa bi vefasızlık yapacaktır. özür dilemeye bile yüzü yoktur. ceza olarak okuluna uğramaz. yetmez, otobüs boyu uyuyamaz. sinir olur kendine.
ve lakin saat 10dur, kırmızı dondur, baar hanımla kale'ye gidilir. of hava mutteşem mutteşem, güneşli, utanmasa ılık yahu... hop! bal kaymak. hop! omlet ve domates-salatalık. hop çayçayçay hop peynirrr.... hop! burda uyanamamış bi biz varız ama boğaz ne harika di miii...
derken emir bey aranır. akşam 3546 balon şişirmişim de boğazım kurumuş gibi bas bariton bi sesle "emirrr böööö buluşuyo muyuz son durum neeğğ" denir. çocuk erken yaşta korkutulur. ve lakin müthiş organize bi insandır, ayarlamıştır. deryik sevinir, "acaba gidebilicem mi" diye düşünmektedir lakin, hala çakırkeyiftir, açılamamıştır, gençlere söylemez. baarcımla mini bi yürüyüş yapılır sahilde, donarak açılınır. taksime gidilicektir. baarcım kucaklanır, sımsıkı sarılıp bırakmamacasına. göz pınarları nemlenmesin kimsenin diye bi şiler saçmalanır. oççakal. bi de kendisi en hoş çakaldır.
hop taksi. "sahilden gidelim mi nolluuurr" "tıkalı be abla" "ama ama özledim ben.. neyse...peki" dudak dışa çevrilip gözler dolunca şoförümüz yolu kısmen kısaltıp bebekten sahile iner, ben şen çocuklar gibi burnum cama dayalı "ekieki ehihi deniz aa vapur" diye gidiveririm sahilboyu.
hop! taksim hop! bambideyiz biz. tek tek bütün bambilere bakılır. sonda oldukları tahmin edilir. hop! emir bey. "ya ben akşamdan kalmayım bu adam beni örnek alınası abla seçti, zaten noel baba da yok, gençleri hayal kırıklığına uğratıcam" paniği. allahım tam bir centilmen, bööle bey bi bey cidden. en siz bey hatta o :) derken hop! merve hanım. merve hanımla emir beyi anlatan bi büst çalışmasını bi ara koyiym buraya. bi çift kumru (3liycez, bekleyiniz). ve diğer emir bey- ki kendisi yemek yiyodu, bi anda çenemle boğazına dizmedim umarım. sonra pıt pıt lavenderdilara hanım. kendisi pıt pıt bi insan. hani kuş olsa serçe olurdu, seker dururdu. bıcır bıcır konuş(k)an ve ah-evet-göz-makyajı-çok-güzel bi insan. sonra napalım ne edelim derken hop! pepinot ve arkadaşı hilal. blogda ses olmaması çok enteresan. pepinotkumru hanım yumuşacık, ince ve çok bi pamuk bi sesle konuşmaya başladı. tam da sesi gibi bi insan. hani bööle çatlamış kalın bi ses çıksa valla üzülürdüm :)
kasaya doğru yol alırken biz ("ben ne araklasam bambiden.. ama araklamak istemiyorum... ama" "kolonyalı mendil al" - mutteşem insan merve) bir anda günseli hanım. günseli hanımın beni tahmin ederek tanıması ve lakin benim "aa günseli" demem. ahah olur ööle. nereyegitsekbuhranı'na "pii" diyerek son noktayı koyması.
hop! pi. hop bu gençler çok eğlenceli. hop ben hala çakırkeyifsem, saçım benden bağımsız bi topuztopu olmuşsa ve üstelik hala konuşuyosam acaba bu his hiç geçmiycek mi. dilaranın "bak şimdi bi şi sorucam ben" şirinliği. emir ve merve çifti tam o büst (koyucam söz, foto hollandada kaldı napiym). günseli hanım bira bardağına şarkı söyletmekte. emir elinde kahve fincanı emire fal bakıyo, merve dilek tutsun. aa kumrunun teyzesi hollandada yaşıyomuş. neresindenmiş demeyi unutmak. ahaha. benim yine gevezeleşmem tahminen. koşma taklidi falan yapmışım, hale bak :) derken gençlerin kulak-dil-başparmak esnekliği. gözümü titretmemek için kendimi zor tutmam. feci titretirim, tuttum niyeyse. yalnız emir o parmağa dikkat etsin, o nası bi şidir yahu. aman aman.
abrakadabra ben vapura binsem mi. karaköyden gidip geliversem mi. e bittabi. hadi hop! ani kalkış. lavender hanım ve emirmerve çiftiyle. oççakal pi, oççakal pi gençleri. yaşlanıyorum yahu. derken hop bi fotofoto seansı, emir bey arşivi. hop tünel! oççakalın çiftçift :) emirin bi ara takım elbiseyle ufka bakan bi fotoğrafı olsun. merve de hep o fularımsı şeyi taksın. yanlış hatırlamıyorum di mi, vardı fular? güzel bi şiydi o. bu kadıköy gençleri baylanı bilmiyor. cıkcık. hemen duruma el konula.
hop! dilarayla tünel. hop! vapur. dilara bıcır bıcır, sohbet biraz kendinden mütevellit. hava mutteşem bööle güneşli, martılı, deniz kokulu. hop! dilara o saçlar kesilmiycek bak. hop! sen de gelsene baylana. kup griye bi şi yapmaz. peki oluur gelsin. hop! iskelenin mimarı laz mıydı. ay baylan, canım baylan. lüks pastane tarifesi. konsomasyon mecburidir. adisababa, rokoko. bilumum pastalar. çay-limonata-kup griye. hop! ben niye geri gidiym ki çağlayana manyak mıyım, ataşehirden binile. hop! ali muhiddin hacı bekir. dilara hanımın mor ve mimar koşturmacası içinde zamanını ona çaktırmadan çalmak. poici kız ilgi bekler. veda anı. ay mailimi al sen, hep yaz hatta. "hatta eve gidince çizme, bana yaz" dememek allahtan. sonrası lokum lokum lokum. ataşehir. otobüs. tabii ki üstümde uyuyan otobüs teyzesi, kucağıma yatan önkoltuk amcası ve aralıksız konuşup berbat espriler yapan yan koltuk lisesi. açlık ve uykusuzlukla ankaraya zar zor varış. ilk kez yolda helak olmak. ev. uyyyku. ah emir beyden bi teşkür mesajı, ben teşkür.
sonra sabah. bloglara bakış. seviniş. el çırpış falan. sevmişler beni yahu. o kocaman genç nüfus "erken yaşta alkole teslim olmuş apla" dememiş bana, ne güzel :) bize de bekleriz gençler. böööle hepinizi toptan. bi de merve hanımı blog camiasından uzak tutup kendine saklamak bir beyefendiye yakışmıyo :P
istanbulu da getirirseniz artı puan. kendisiyle vedalaşmayı sevmiyorum, kaçarak uzaklaştım, biraz kırgın olabilir bana.

25 Aralık 2006 Pazartesi

hom hom sviit hom

en bi klasik başlığı atarak "eve geldiiimm" dedikten sonra...

not:ben internete nadiren giricem, o da sizin yorumları yayınlamak, cevap yetiştirmek veya başkalarına yorum yapmak için olur büyük ihtimalle.

kardeşimi, annemi çok bi özlemiştim. defne hanım şimdi yılbaşı partisine gitti. makyaj yaptı ilk kez, benim sayemde /yüzümden tabii.. eflatun bi far. gitmeden fotoğraflarını çektim, bana ikiz gibi benziyo. yeniden birbirimize benzemeye başladık, ne ilginç. deffoş doktora gitmiş, omurga eğriliği çıkmış, ciddi değilmiş, yüzsün iyi gelirmiş. bu arada, sağ ve sol bel çukurunuz simetrik değilse bi doktora görünün. kadınlarda daha çok oluyomuş; ama genelde 13-14 yaşında fark ediliyo zaten.
bugün defne hanım topuzu için kuaföre gidildi, ben "gelin başı önleme timi" olarak hazır bulundum. "ay yok krape yapmayın o 14 yaşında" cümlem, "olmuşken afilli olsun cannnımm"landı, gülümsedim, "afilli değil işte sakin bi şi olsun" dedim. çay ikram ettiler tabii. şımardım. çay ikram ettiler bana yahu. kahve desem o da olurdu üstelik.

annemi ve panik oluşunu ayrı bi özlemişim. en ufak şeylerin fırtına oluşunu, sonra duruluşunu... sabuş ve teyze ziyareti yarın.

kar yağsa da şu ayaz geçse. -6 ne demektir yaf. kurusun diye asılan çamaşırlar dondu.


bi de istanbul'a kaçsam çarşamba günü... anneme daha söylemedim. yüzü asılmasın. bazen çok ifo kendisi. ama geri gelicem, iki güncük sadece canım... ben 22 yaşındayım.. kaçılabilir sanki :P hem çarşamba mojo gecesi... di mi baarım :) kar yağmasın nolur. lüffen.



anne dolması. mercimek çorbası.
evdeyim!

ps: bu aralar öyle bi huzur var ki... evdeyim diye sanki. ya da daha ziyade, sakin ve keskin kararlar alıyorum diye. her şey berraklaşıyo diye. korkumlarımı aniden küçümseyebiliyorum diye. tez konum beni heyecanlandırıyo diye. yokuşlara kavuştum diye. masalı olan insanlar var diye. bi de dantelli eldiven diye. sonra üç kere düşününce komikleşen şeyler var, üstelik bi kelimeyi 4 kez tekrar edersen anlamsızlaşıyo. ne güzel di mi? bence harika. başka? istemedikçe hiçbi açıklama yapmam gerekmiyo diye. susmak diye.

huzur işte.

24 Aralık 2006 Pazar

1993

ne berbat yılmış 1993. uğur mumcu. madımak oteli.bizim ailenin 1 aylık karantina misali hastane günleri. dedemi kaybetmek. annemin yanlış teşhis yüzünden ölümden dönmesi. iyi ki bitmiş gitmiş yaf. düşündükçe içimi burkuyo. 9 yaşında faltaşı gibi açılmış gözlerle hepsini görmek, kaydetmek, hatırlamak.
şimdi nerden geldiyse aklıma... iyi ki bitmiş. 31 aralık 1992 günü kimbilir neler dilemiştim oysa.

yılbaşı.. 2007 güzel geçmek zorunda.

23 Aralık 2006 Cumartesi

atlas ve sisyphus

yunan mitolojisiyle azıcık ilgilenen herkesin bildiği iki karakter... sysyphos/ sisyphos/ sisyphus'un türkçesi sisifos imiş.. neyse, şimdi biz burdan yola çıkarak çok derin felsefelerde boy vericez, uzun sürecek. hazırsanız başlıyorum:

Atlas: dünyayı omuzlamış taşır, yorulur eder, altında ezilir.. ama taşır (hemen bi soru: madem dünya bu heykelde "tepsi gibi düz" değil de küre, e o zaman kopernikuscuğum biraz geç mi kalmış?). ve dünyayı taşımak ulvi bi görevdir. zira atlas bu yükten kurtulmak istediği zamanlarda dahi "ben olmasam hohohoohoooo" meali övünür durur, elini bilekten sallayarak "işiniz işti valla" imajı kurar. zira onun istediği bu görevden kurtulmak değil, oh yo asla, birazcık dinlenmek, nefes almaktır. küreyi herkül'e verir, herkül cin gibi tabii, işkillenir atlastan, kandırıp teslim eder küreyi. öykü bu. çok özetle.

bu örnekte taşınan şey yerküredir. taşıyan bi devdir. yük ağırdır ama kıymetlidir de. o yüzden yerküreyi taşımak, bütün zahmetine karşın, prestijlidir. neticesinde "amaan beah" dememenizin sebebi o yüke verdiğiniz kıymetten ileri gelir. dikkat kırılacak eşya.

Sisyphus: bu arkadaş ufak çapta beladır. cin fikirli bi ahlaksızdır. hani bizim mahalleden olsa önce "mahallenin piçi" sonra "haraca bağlayan ağır abi" olurdu. ama biz bu kısımları geçtik, merak eden wikipedia'ya sorsun. neticesinde tanrılara daral gelir, kendisi cehenneme atılır. yeraltı tanrısı Hades'i bile tehdit edebilmiş bu insanoğlu biraz çatlak biraz korkutucudur. sonra Tartarus (Tartaros)'a kapatılır. Tartarus karanlık, belirsiz ve ürkütücüdür, bizim anladığımız manada cehennemdir. ölüler Hadese (hem tanrı hem mekanın adı), beterin beteri ölümlüler ya da ölümsüzler tartarus'a gider. Sisyphus gibi... ve lakin adam uç bi şekilde ordan da çıkmayı başarır ve dünyaya geri döner. sonuçta yakalanıp Hades'e kapatılır. kendisine en aşağılayıcı ceza verilir. ah ah, bu öykü benim favorimdir.

ceza şudur: sonsuz anlamsızlık.

Sisyphus devasa bi kayayı dik bir yokuştan yukarı itmek zorundadır. amaç kayayı tepeye çıkarmaktır, kayayı tepeye oturttuğunda cezası bitecektir. ve lakin, tam tepeye en yaklaştığı anda, o "ah tam da şu kadarcık kalmıştı" anında, kaya elinden kaçar, geri iner. sisyphus yeniden başlar. bu sonsuza kadar böyle sürecektir. anlamsızca.

öyküyü geçip sonuçtaki kareye dönersek: sisyphus basit bi kayayı itmektedir, sırtlayıp taşımaz yani. ve zaten taşısa dahi, o şey yerküre değil, basit bir kayadır. ve sisyphus, o çok zeki sisyphus, ah o hinoğluhin insanoğlu Sisyphus bu anlamsız işi sonsuza kadar yapacaktır. (askerlikte çukur kazdırıp doldurmayı manasız bulanlar bi kez daha düşünsün.). Atlas'ın işinde ekşın yoktur, hatta tercihen olmasın, o sırtında küresi öölece durur. sisyphus tepeye kadar iter, geri koşar, yine iter, yine koşar...
Ve daha da mühimi, Atlas'ınki bi görevdir, Sisyphus'unki ise ceza. Atlas bi devdir (sonra tanrı mı olmuştur bi şidir, ölümsüz yani), Sisyphus senin benim kadar insandır. o Atlas olacak karakter kafayı birazcık dahi kullanamamakla beraber koca dünyanın sorumluluğunu taşımakta ve lakin şu kendinden sivri zekasıyla herkesi alt etmiş Sisyphus basit bi kaya ve anlamsızlığa mahkum edilmektedir. e nedir, yozlaşmış bi insandır falan... geçiniz. hikaye bunlar. neyse.

burdaki yazıdan değil ama resimlerden çıkacak felsefe şudur:

bazen kendinizi atlas sanırsınız, ulvi bi amaç için ulvi bi yük. hatta yük bile değil aslında... ve sonra bi bakarsınız... hayır, siz sisyphus olmuşsunuz. cehennemlik bi manyak olmadığınız halde, sonsuz bi anlamsızlıkta basit bi kayayı itiyosunuz. ne amaç ulvi, ne yük... ya da bi anda yerküreniz kayalaşmış. peki niye hala itiyosunuz sizce?

a) hala boş bir umutla, belki bir gün tepeye ulaşma umudu için, aslında sırf insan olduğunuz için, pandora'nın kutusunda umut kaldığı için... ?

b) "aslında itmek zorunda olma hali"yken, "yok ama, umudu kaybetmediğim için iticiim tabii"leyerek kendinizi kandırdığınız için. her durumda kendinizi ikna edebildiğiniz için. sisyphus'un günahlarını değil cezasını taşıdığınız halde, en "sonsuz anlamsızlık" hallerine bile adapte olup kendi kendinizi ikna edebildiğiniz için... kendinizi ikna ederken hatta, "ama en azından yapıcak bi işim var" diyen sisyphus'a dönüştüğünüz, bi nevi pollyanna olup aynen o derece saçmaladığınız için?

c) ama saçmalarken aslında hiç de saçmalamayıp, acıyı reddetip, onu yenip, amaca (sonuçta bunun bi ceza olması amaçlanmıştı) ters düştüğünüz için. bu ters düşme sizin zaferiniz olduğu için. anlamsızlığı aklınızla, kendinizi ikna edebilen bilincinizle yendiğiniz için. cezayı cazalıktan çıkartıp, ceza verenleri bi kez daha sinir ettiğiniz için. Atlas'ın hödüklüğü ve sizin insanoğluna has zihninizin kıyas kabul etmez farkı için. her ne kadar basit bi kayayı manasızca taşıyor görünseniz de, sizi dünyayı taşıyan bi devden bile üstün kılan bu yegane fark için?

d) gözlemcinin "hatice değil netice, o kaya habire inip çıkıyo mu, çıkmıyo mu, ona bak sen!" basitçiliği için?


cevap bende değil
ama
it babam it.

kaptan mirk.

mirkelam illa klip çekecekse ahu gözlüm'e klip çekmeliydi. bu konuda herkes hemfikir sanırım?


uzun saçlı bi kız olmalıydı, saç rengi belirsiz olmalıydı. gözleri ahu olmalıydı; renkli olmamalıydı. beyaz elbiseli, elbisenin eteklerinde kuşlar. kız çok cilveli olmalı ve hatta kız uçuşmalıydı, kızın bi eteğini bi de gözlerini görsek yeterdi. fon da beyaz olmalıydı. arada bir tori amos'un crucify klibi tadında olmalıydı; ama abartmadan. nazan öncel kliplerinden esintiler taşısa da özenti olmamalıydı. mirkelam çok azıcık görünmeliydi. dans ederken yaptığı başını ve omzunu aksi yönde sallama hareketi makaslanmalıydı. hiçbi şi kızı bozmamalıydı. asla ve asla "sağır ve dilsizler için klip" tadında fal deyince küre, saçlarını aç deyince açılan saç gösterilmemeliydi. daha ziyade kendisiiçinyazılmışşarkıyladansedenkız olmalıydı.



belki de klipsiz kalması daha iyi. "ahu gözlüm'ü seven bloggerlar birliği" kurucam. saçını yeni kestirmiş bi lavanta seviyo mesela, biliyorum. üye olmak isteyen kaleye mum diksin.

yol- culk cılk cılık culuk

yarın gece 12-- ankara. türkiye. misssler gibi ev. anne kardeş. kucak kucak sarılma. çok özledim, çok. krismıs uçuşu. meri krismıs hostes apla. meri krismıs pilot amca.

ben noel anne oldum. bavulum sadece hediye dolu. çok kişiye değil ama kişi başına çok hediye. en çok deffoş hanım'a. hediyelik eşya alışverişi zaafım var. allahtan detayları kötü bi kısmının, kolay oluyo seçmek.

bugün işte çikolataymış, stroop waffle'mış, rötuş çekilecek hediye çuvalına. bavul aslında boş. enişteme güzel bi şarap. anneme de. aaah bi şarap eksik bavulda. neyse. dönüşte kuş gibi hafif gelicem.

bissürü kıza fal baktım, mezun oldular diye. okulun yarısı gitti hüznü. biri bana çok kokoş bi çanta verdi. tam çanta da değil, nedir onun adı.. bööle fransızca janjanlı bi adı vardır. ah işte takıldı aklıma. koltuk altında taşınır cüzdandan hallice. neyse. bilen söylesin. port bi şi.

herkes avrupa genelinde tatilde, boşaldı okul. hüzünlü oldu. ben de gidicem.
tez konum da belli oldu gibi. lay lay lom. daha bin kez değişir gerçi. lay lay.

hani mimarlık/ tasarım hocalarının bööle sinir yıpratıcı yorumları vardır projelere, sabrını dener insanın... hah işte, onu bi marksist feminist ekonomist yapınca iyice çekilmez oluyo. manasız gerginlik. supervisor seçiminde mühim detaylar.

bi de şey
taşoda konserini kaçırdım. napalım.

veda turu. yarın kuş gibi. ankarada uyumak sonra.
istanbul? elbet mümkün. yeni yıl dileği.

burda 3,5 ay geçti. şaka gibi.
ne zaman oldu, ben nerdeydim?


21 Aralık 2006 Perşembe

darbuk

şimdi aşağıda izleyeceğiniz (i umduğum) videodaki kişi onur diye biriymiş, tanışıklığımız bu video kadar. kendisi 2-3 video'yla youtube'da (evet bağımlıyım). darbuka çalıyo. 3:46 dakikalık bi süre. diğer videolarda da aynı ritmi çalıyo falan ama yani... çalıyo işte. darbukanın gövdesini de çalıyo. youtube'da yapılan yorumlar da eğlenceli aslında ama gidip kendiniz bakın. di mi yani... neyse bi örnek:

"Onur seni tanimiyor idim.Tum videolarini izledikten sonra yeteri kadar tanidim ve sarsildim.Manyakmisin abi sen? sorunun ne senin? ne kadar ve nasil bir calismayla bu sonuca, bu kivama geldin? Cok param olsaydi, yarisini sana verir,sureklide yaninda darbukani tasirdim(...)"




not: ben aslında video koymayı istemiyodum pek bloga. ve lakin 3 seferdir... neyse işte. niye istemiyosam... ööle işte ne biliyim. aay.

20 Aralık 2006 Çarşamba

şans

şanslıyım ben valla. 4,5 saatte 2,288 kelime ürettikten sonra şalteri indirdim. "yarın 9'a bi ödev bi sunum kaldı napıcam" diye yusuflanarak kütüphaneye gittim. etiyopya'dan gelen yüce insan fasil dedi ki "benimle yer değiştir, sen öğlen 2'de yap"... aman aman... resmen şanslıyım yani. sonra minik çapta bi "ilahilerle krismıs'ı karşılayalım" kutlaması vardı okulda, ama parti diye tanıtmışlardı. bira içicem diye bara kaçtım sonra dönüp çorba içtim, bedavacılık ruhuma işlemiş.

nedir, karnım tok sırtım pek. şimdi ufak ufak ödevler bitirilecek.
sonra misler gibi uyunucak.
bu gece çok huzurlu uyiycam gibi bi his var içimde... şu an çok sakin, rahat, huzurlu hissediyorum. uzun zamandır böyle değilmişim demek ki, şimdi fark ettim...

hatta bi elimde polanyi bi elimde stiglitz. oku oku uyu uyan oku. öyle bi hissiyat.

gelmişken biraz kalsa bu his benimle. dağılan bulutlar gibi oysa.

uyardılar dinlemedim

ezop istanbulu özlemiş. ezop'u uyardılar bu video hakkında, izleme demiş jelatin.. ben izledim tabii, sazanım çünkü, neymiş bakiym dedim.aptalım ben aptal... rakı, türkiye ve istanbul özleyenler... hayır, izlemeyin.

diğerleri... siz bilirsiniz.

19 Aralık 2006 Salı

youtube'landık

efendim bizim "hug the hague campaign" youtube'landı. bi tur daha izleyiniz. evet mümkün olsa sürekli her yerde yayınlansın istiyoruz, görmemişler ordusu olarak. ulusal kanala da çıktık evet. üstüme gelmeyin sarılırım :


18 Aralık 2006 Pazartesi

sabahın 9unda

gözler açılır. google scholar sen bizim her şeyimizsin. benim çatlak bölümüm tez konusunu beklemekte. 11 bölüm arasından paçası tutuşmuş gibi acele ettirilen tek zavallı biziz tabii ki. deryik'in aklında bulutçuklar var soru yok. google scholar bana soru formunda bi cümle kurdur.

"köye dönüş projeleri'nde toprak reformu eksikliği: tekrar kırsallaştırma ne kadar mümkün?"

gibi bi soru kırıntısına açgözlülükle saldırı. bu aslında iki soru. ikiye bi bölsek. ama evet evet ikisini bi arada inceleyen makale yok. makale yoksa nasıl kaynak bulucan deryik? yok ben bi kaşıniym şimdi, sonra kaşırlar nasıl olsa. evet hımm... soru en azından. öhöm.

hem sonradan değiştirme hakkım var canım.


bi de amerikalı bi kız bana üstünde "tülay german, '62-'87, burcak tarlasi" yazılı bi CD verdi. zaten omzunda ay yıldız dövmesi var. has amerikalı üstelik, içinden.
burası tuhaf, diyorum size.

16 Aralık 2006 Cumartesi

change language?

ya aslında ufak bi ameliyatla ingilizce kelimeleri söktürsem, yerine mesela... ne bileyim yaf... ispanyolca konsa. daha çok işime yariycak. dün mesela, fark ettik ki ben ispanyolca bilsem arkadaş grubumun günlük ingilizce konuşma miktarı %75 falan azalıcak (hesapladık evet muhteşemiz).

change language evet. etrafımda ingilizce istemiyorum. "hey" "hey you" şeklinde selamlaşmak istemiyorum. geçen gün "ooooooo ekaa" dedim, kız şok oldu, "oo ne?" diyo. nası diym "ooo kimler gelmiişş" dediğimi.. "deriz arada öyle" dedim. gevelemece.

al işte saat 1 buçuk. kahvaltı et, oku oku araştır, oda topla, yılbaşı partisine git. bok olur yine bi gün. çünkü bu sayılanlardan "oku oku araştır" kısmı en ulvi ve en çabuk unutulan kısım. zaten hiçbi şi yapmıyorum. bi de tez konuma karar vericekmişim ptesi. hahaahah... ehehe hohoho...

dün üst dönem mezun oldu. törenleri vardı. şeker insanlar gidiyo. yalnız kalıcaz bi anda, nüfus yarıya inicek okulda. tuhaf. bi de burda çok tuhaf aşk hikayeleri dönüyo, yani bazen birisi sırrını açıyo, hımmm diyosun, düşünüyosun. vay be diyosun. helal diyosun hatta. öyle işte.

bu arada bu buhranlı güzeli öykü akgürgen çizmiş, sevdim ben. saçı bakışı baykuşu.

arkadaşımın yaptığı boktan yağlıboya çiçek resmini satın aldım. maksat odaya renk gelsin. ağlamaklı oda. temizliym bi bari.

allahım ne insanlar var.. yarın hanımlar çay partisi varmış, muhteşem bi davetiye fiyonklanmış, posta kutuma atılmış. e gidelim hanımlar. serçe parmaklar havaya, fincanlar dudağa. şaka gibi. yemek yapıcakmış kız hepimize. ben kendimi zor besliyorum millet amme hizmeti yapıyo.

bi de şey. bi alt posttaki şarkı güzel bi kere. tek bi dinleyicisi, bi minik yorumu olamadı garibin ama.. neeyyyssee.

14 Aralık 2006 Perşembe

strawberry fields forever..

kim sevmez ki? latin versiyonu hele...

bi tanısanız çok seviceksiniz. videolu falan hem.

13 Aralık 2006 Çarşamba

murat kazanasmaz

evet arkadaşlar. hepimizin bildiği, her gün bi şekilde dinlediği, trafik haberleri vermede helikopteriyle tekel kurmuş isim: murat kazanasmaz. kendisini hiç görmedik, farkında mısınız? google'da resmi yok!! bu bloga kendisinin özel hayatını ve resmini araştıran insanlar geliyo, en az günde 2-3 kez. murat kazanasmaz'ı merak edenler grubu var. hepimiz merak ediyoruz aslında... belki bu bi komplo. belki murat yok. belki kazan asıyo. google'dan yüzünü gizleyebilmiş bi insan mümkün müdür? üstelik her sabah yayında. hepimizin bi şekilde adını bildiği ama cinsini cibiliyetini bilmediği biri. adam anonimus kalmış resmen.

bi de kırlangıç fırtınası nedir diye sormuşlar... beklemektir efendim.

günlük vecizeler

"aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor"



ağır bi laf.
metin analizi yapıp kadavraya çevirin cümleyi. yapın buyrun.
ağır bi laf işte.

11 Aralık 2006 Pazartesi

mutmut

yemin ederim yurtta bi yerlerden klarinet sesi geliyo. benim birisine yolladığım bi şarkı olabilir. yunan kız olabilir dinleyen. klarinet var içten içe. gece vakti. dımdım dırıdırıdım. çok mutlu uyumak var şimdi. dışardan, yan komşudan klarinet duymak... dındın dırırdınıdındın dın dın dırırırıdın...

kapı gıcırtısına vatan hasreti romantizmi benimki de yaf.

9 Aralık 2006 Cumartesi

vişne "sour cherry" değildir

burda en çok özlediğim şey vişne suyu. vişneye ekşi kiraz diyenler utansın. capri- sun buldum (kaprii kapri saan kapri kapri kapri saann önce hüplet sonra gümlet kaaprii kaprii saann). ben capri-sun'ın vişne suyunu sevmem. içicem ama napiym.

bi de şey var: pepinot hanım vişnesi. o iyi geliyo bak.

türk seansı

öhöm avrupa günleri yapalım dedi avrupalı gençler. türkiyeyi de nereye katalım bilemedik, doğu avrupa oldu. neyse işte, bölgesizlik başıma vurmuş, peki dedim.

yemek ve film olucak dediler. film Anlat İstanbul'du, ingilizce alt yazılı film yok bu memlekette pek, seçenek azdı. ben seviyorum bu filmi; ama bu kadar sükse yapacağını bilmiyodum. hani ne biliim "fazla istanbul filmidir, anlamazlar belki" diyo insan... geçişleri çok sevdiler, istanbulu en çok sevdiler, sonra bi daha bi daha istanbulu sevdiler, güldüler, hislendiler. güzeldi. ahaha hatta bi kendini bilmez "istanbul güzelmiş.. yani cidden bu kadar güzel mi, ihtimal vermiyodum, yoksa dekor muydu?" gibi bi iltifat zırvaladı, "şehrime laf yok, beklentilerini aşar" dedim. hıh.

ah ama yemek kısmı ahh.... kaşınanı kaşırlar. cacık yapıcaz, o kolay. bi de "zeytinyağlı biber dolması" dedim. bi kere laf ağızdan çıkınca dönüş yok. hayatımda pişirmedim. sıpeşıl tenks tu yüce guru portakal ağacı, hayat kurtardı. ama tabii ortaya çıkan sonuç bambaşka oldu:

- bi kere elma büyüklüğünde, hatta kafam kadar kırmızı biberlerle yapıldı. başka şansım yoktu.

- "dolmalık fıstık" ve "kuş üzümü" aramalarımın ümitsizce "apla gel fındık fıstık reyonuna bakalım" ve "üzümün mevsimi değil" cümleleriyle ve boş bakışlarla bittiğini tahmin edersiniz.

- pilavı becerdim, misler gibi oldu. 4 adet işçimle (marisol, tania, noira ve mercedes) bi çırpıda doldurduk dolmaları... ve lakin dolmanın o minik zerafeti nerde, bu elimdekilerin etli butlu direnişi nerde... allahım biberler milim yumuşamadı! haşla haşla nereye kadar... yarı pişmiş biberlerle servis edildi, zaten adam gibi soğumadı da... ama maydonoz ve limon dilimleri tamamdı.

öhöm, ellerimden öpüldü, namım yürüdü, türk mutfağı merak edildi. bi grup da turşu, pide ve baklava getirmiş, heyyoo... derken hırvat içkileri geldi, nam nam... sonra filmi çaktık üstüne işte.

düşünün yani, şu an binadaki tek türk öğrenci benim.
iki tane daha olsa nolurdu, düşünmek bile istemiyorum :)

7 Aralık 2006 Perşembe

aaa-aaaa-aaaaaa-aaaaa-aaaaaa-aaa-aa

yokuş aşağı bağırarak koşmak - koşarak kendimden kaçmak.



yok işte yok. tek bir eğim yok bu ülkede. bıktım artık. yokuş aşağı çığlık atmak istiyorum ben.

ağlarım bile belki, rahatlarım kesin.

derin nefes alıp ""AYYYYY!!!" çekmek harika bi his. anneannemin annesinin dediği gibi, "yaşadığımı duyuyorum". aynen. AAAAAAYYYGGHHHHHHHHHH!

çok fena daraldım.
bi de özel istekle yanıma getirteceğim 2 hanfendi var. ben koşarken benimle koşacak. hiç olmadı benimle ağlarlar. çünkü onlar bana hiç "koşma" ya da "ağlama" demediler.

anladı onlar. içim şişti çünkü. gözüm kabardı.

4 Aralık 2006 Pazartesi

tuhaf tesadüfler

doğumgünü kutlaması için bara gidilir. yolda bi sallanan koltuk (yoksa sandalye mi denir) görülür, sokağın ortasında yağmurda. doğumgünü sahibesi gösterir size. bardan çıkılır, çöplerin yanında olduğu fark edilir dönüş yolunda. ah dersiniz ne kadar solak bi sandalye... üstelik sallanıyor. derken doğumgünü sahibesi "hadi alalım bunu; baksana kırık diye atmışlar, senin olsun" der. ah dersiniz, doğumgünü sahibesi sensin ama, o kadar sevdin, ilk sen gördün, o senin... "yok bu senin, görüyorum bakışını" der. odanıza taşırsınız beraber. kurular seversiniz sallanan solak sandalyenizi. La hey'in sokağında bulduğunuz tesadüf sandalyesi. kalorifere yaslarsınız. ısınır. o ısınırken siz ona krallara (yok yok kraliçelere) layık bi köşe ararsınız. bulursunuz. gece vakti giysi dolabınızı itersiniz, sonra komşuları düşünüp durursunuz...

resmen odamda sağ kolu kırık, ruhen solak, yere yakın, kocaman sırtlı, cilası sağlam ve usulca sallanan ahşap bi koltuk var.
hani benim o küçüklük hayalimde "tekir kedili madam'dan kiraladığım çatıkatı"nda olandan.

tuhaf tesadüfler yağmur altında. çöpte. sokakta.
hiç beklemiyoken bi anda hop! karşınızda.
müthiş mutluyum.

kümülüs kümülonimbüs

düşündüklerimin binde biri cümle oluyor anca.
onun dışında bulutumsu, kümülüs kümülüs durumlar.

birine defter ya da kalem vermeye karar vermek çok zor benim için. "yaz" demek çünkü; "anlat" demek. birine "sen buraya yaz, anlat ama ben ilgilenmiyorum" diyemezsiniz. "yaz ki, anlat ki bileyim" demek bunlar. di mi? benim için öyle.

Bir de yazmaya niyetleri olduğunu bilmeliyim mesela. onların kümülüsleri cümle olacaksa bu aracılarla, ne mutlu. kalemi defteri eline yakıştırmadığıma da almam ayrıca, hani yazı yazarken görmek hoşuma gitmeli... tuhaf, bi de sanki sigara içmeli o kişi illa. hoş zaten kalem/defter vermeyi düşündüğüm 2, verdiğim 1 kişi var. kıymetlimmm kategorisi. seçici kurul. breh breh.

ha tabii bi de, ben kalem defter vermediysem sizi dinlemeye tenezzül etmiyorum ya da hiç ilgilenmiyorum demek değil, tersten okuyup cümlelerimi delik deşik etmeyiniz, hazzetmem.

yok bu post "biri bana kalem defter alsın" postu da değil, var onlar. ben kullanamıyorum bu ara.

işte gördünüz!! yine kümülüs haldeyim. hatta stratüs hatta cirrus.

gelmiş gitmiş

ben kaçırdım okuyamadım, papa geldi malum. demin oturdum çoğu haberi okudum. favori cümlemi de buldum (radikal'den alıntıdır):

16. Benediktus'un Meryemana Evi'nde bulunduğu sırada bir taş ocağında dinamit patlatılması tedirginlik yarattı.

Siz de seviyosunuz di mi bütün o güvenlik önlemleri manyaklığının ortasında, onlara rağmen böyle şeylerin olmasını? nanik yapmışlar resmen.

3 Aralık 2006 Pazar

dönüş

ayağımın tozuyla doğumgünü kutlamaya gidicem. geleli 15 dakika oldu o hızla çıkıyorum. anlatıcam sonra. liege + lille.

ne zaman kağıt kalem gerekse çantamda kaybolur, bulunmaz. aklıma filmler gelir, burda bulunmaz. kitap okurum, altını çizecekken unuturum, o sayfa bi daha bulunmaz.

bissürü tuhaf detay, nesne ve nesne detayı var. mesela paket lastiğinin ne kadar elzem bi şi olduğunu defalarca anladığınız günler olur bazen. ya da almayı unuttuğunuz abidik gubidik şeyler vardır, misal selobant, misal rende, misal tırnak makası... yokluğu hayatı dar eder. yok dar etmez de zora sokar. 3lü priz mesela. devam ediym mesela saklama kabı. mesela raptiye. mesela iplik ve iğne. garip di mi. mesela tel toka, ah tel toka gibisi yok. mesela ayakkabı tabanı. mesela şişe mantarı. gider böyle bu.

bi de burda mevcut manasız ürünler: mesela muz kabı. mesela sandöviç ekmeği şeklinde beslenme kutusu. mesela tencere kulbuna takılan plastik tutacak. mesela banyo aynasına gerili ipe takmak için ataç. mesela yumurta kesici. mesela sandöviç yapma makinası. genelde mutfak ürünü evet.


döndüm özetle, yazarım elbet...

30 Kasım 2006 Perşembe

başrolde istanbul

40 dakika boyunca. Eyüpteydim ve tabii pierre loti. sonra vapura bindim ben sonra taksim tünel asmalımescit sonra ohoo ben yeni camiideydim güvercinlerleydim, eminönü galata köprüsü. boğaziçine gittim sonra bebek'e indim. sonra petekler'e çıktım. ben bi tanpınar'a uğradım bi munir nurettin'e. kalamıştaydım sanki sonra ortaköy sonra sandala bindim bi ara ezan sesi bile duydum. hepsi 40 dakikada oldu, hiç durmadan ağladım, mutluydum. fonda bi müzik vardı ki sormayın -bazen koştum koştum yoruldum bazen çayım oldu incebelli sonra güvercinlerim gün batımı ve çiçek pasajı ve oltalar. ben 40 dakika boyunca gözlerimi hiç kırmadım.

çünkü başrolde istanbul vardı.




teşekkürler...

üç vakte kadar

bu hafta beni resmen yuttu. hiçbir TC evladı eğitim hayatında (oha benim 17. yılım, emekliliğim yaklaşıyo) günü gününe çalışma prensibini oturtamamıştır bence. ya da genelledim mutluyum. geliyosun buraya, "bu akademik bi şiiyy masterr buuğ eveğt" diye moda girip okuyo insanlar. E hani sabahlamak? hani kahve-kola falan? hani o çok sevgili "gençler beni ihya edin nolur... yarın 12 kuzey study" mesajı? cık. şahsen eninde sonunda hepsini okiycam biliyorum, ama şu an dağllaar dağğlaarr birikiyolar. çözüm: biriktiren arkadaşlar bulmak. zira günü gününe hatmeden kızımız 78, son anda seçerek ve can havliyle okuyan deryik 77 aldı aynı sınavdan. o 1 puan için değer mi? cık di mi? teşkürler ( ne kız aptal ne ben dahiyim).

bu hafta bi sunum, bi workshop (ki moderatör bendim, hayatımda bööle bi şi yapmadım, konu ırkçılık, onu da yaşamadım), bi "üst döneme veda partisi" ve aşçılığı ve ayak işleri, bi tane de "haftada 5 saat amelemiz olucan, şimdi şu küflenmiş yığını zımbalamaya başla" gerçeği falan yaşadım. her şey dün düze çıktı. oooh dedim size anne yemeği yapıcam gençler... domatesli pilav (hasretlik), sarımsaklı yoğurt ve şnitzel. ne basit di mi? ufku açıldı hepsinin :P yanında harika 2 şişe şarap, sarhoş latin kahkahaları, beyaz peynir- zeytinyağı-ekmek üçlüsü... allahım mutfakta kikirdemek de güzel.

bugün ve yarın sabah da normal bi şekilde bitebilirse yola çıkıcam. Özenççim miniğim exchange yapıyo belçika'da. daraldı beni aradı. "kaçalım şu homeland'lerden" dedi. hem de bissürü kez, ben geç cevap verdim, hatta bazen vermedim, kızın sinirlerini denedim... hatta buralara kadar geldi, görüşemedim, dövmedi beni, "deryik dönücem bak Türkiyeye bi ay içinde falan" dedi kibarca. Melaikedir kendisi. ama son anda oteli ayarlayabildim, işe yaradım: Liege üstünden Lille: Belçika üstünden Fransa. Haftasonu kaçamağı. Kendisi benim Barcelona partnerimdir aynı zamanda, saatsiz ve telefonsuz kalma kutlaması hallerimi bilir.

yani sessizleşiciim istemdışı; ama elim kolum dolu dönüciim. elimkolumdolu da tekerleme gibiymiş.



dünyanın en manalı kapı kolu mesajı bende.
evet evet aynen. büyütüp bakınız, yeni sayfada açınız.

bi de benim karşı komşum 6 aylık hamileymiş, yani 3 ay sonra burda, benim katımda Ganalı bi bebek olucak. büyük cesaret... master yaparken bi de bebek...
gidip konuşmam gerek, acil durumlarda haber versin.
gerçi napıcaksam ben acil durumda... "marisol yetiişşş" çığlığı? hımm...

26 Kasım 2006 Pazar

gece gece geçe geçe gece geçe

"bence sen şöyle birisin..." palavralarından nefret ediyorum.

hele bu insan beni sadece 3 aydır tanıyosa...
türkçe bile bilmiyosa...
benim sırıtkan hallerimi ben sanıyosa...
odamda yalnızken nolduğumu bilmiyosa..
beni hakkımdaki izlenimleriyle karıştırıyosa...
ve bunları söylediğimde

"yes but still..." diyosa....

söyledikleri harika şeyler olsa da,
hayatımın en poh pohlu anlarından biri olsa da...................


"'yes but' sensin 'still' sana girsin" dememek için zor duruyorum.
tövbeeeeaa.

25 Kasım 2006 Cumartesi

resmen "karma happens"

bi şi kaybetmekten korkmuyorum artık.

"biricik hırkam kayıp" diye casey's'i ayağa kaldırdım,
sarhoşun teki almış giderken bıraktı.
sonra geri gelip "bi şi unuttum ben" diye arandı
ama hırkayı üstümde görünce tanıyamadı, çekti gitti.

özetle, karma happens.
buyrun video- hug the hague. şarkı benim okulun resmi marşı gibi, dansı bile var.
başında bordo bere olan sarılgaç benim :)

MDS

4 yıl sonunda "MDS'ye uzanan eller kırılsın" diyeceğimi beklemezdim ama...
benim yerime veda edenler var- sağolun.
veda filminin gösterimini de yarıcanlı takip ettim.
keşke orda olsaydım, keşke...

ben Karakışla'ya sarılıp "ocam cuma akşamları napçaz" diyen bi 1. sınıf öğrencisi, "e ama filmler" diyen bi BÜ(S)K üyesi, "olmaz orası bizim sahnemiz" diyen bi BÜFK /BÜDANS dansçısı olsam...

bi kısmını olmuştum zamanında.

MDS.
yerine natuk birkan binası kılıklı plazabozmasıkültürkompleksi inşa edilmez umarım.

geçen sene KAK toplantılarına bomba gibi düşüşünü hatırlıyorum "yıkılacakmış" lafının.
"ii de napıcaz pekü"
"garantiyi istemeyizz bizz"
"o sadece sahne değil hem de sinema salonu bi kereee"

kuzeyin gülü, yegane balkonlu salon/sınıf.
ayna eşliğinde dans edebilme lüksü. seçmelere hazırlanma halleri.
ve perde;
hem beyaz hem kırmızı.

MDS de Hollanda'ya geliyodur belki.. hımm evet. ikna edici.
zira İB'nin sarmaşıkları çoktan ulaştı buraya.
bizbizeyiz.
bekleriz.

24 Kasım 2006 Cuma

biri deryik

okula Evo Morales geliyo. toplantı öğrencilere açık değil. ama 4 öğrenci gidebilecek- biri deryik. neden? çünkü 560 kişiye sarıldılar, bunun videosunu çektiler ve bu sabah gelen teklif sayesinde videonun kullanılmasına izin verme karşılığında davetiye aldılar.


isviçrede bi hafta boyunca 4 yıldızlı bi otelde bedava kayak dersleri eşliğinde tatil. biraz da ilkokul çocuklarına ablalık. bunu sadece 2 kişi yapabilecek-biri deryik. niye? yolda ilkokul öğretmeni bi çifte sarıldılar, çift "sarılabilen" yardımcılar arıyomuş isviçreye, mailler alındı verildi, "sizi çok sevdik bekleriz" dediler.

çok sevdiğim "shit happens" kalıbını bu hafta "karma happens"la aldatıyorum.

lay lay lom.

not: video hala youtube'a konacak. bekliyorum.

dutch gıda sektörü

bu konu çok eğlenceli. ama özet geçicem.. belirtmem gereken temel gerçekler: süpermarketlerde ürünlerin üstünde SADECE dutch yazı var, şanslıysam bazen fransızca. bütün ürünler 1 KİŞİLİK - paketlenmiş 4 tane dolmalık biber, 20 0gr kıyma falan. şööle kiloyla sebze almak zor. çorba için rendelenmiş sebze- 50 gr gibi tuhaf ürünler mevcut. hatta avuç içi kadar peynir satılıyo, yine bi kişilik.
haliyle sadece 1 kişi için olan ve ne olduğundan emin olamadığınız ürünlerle eve dönüyosunuz.

dün malum bi 170 kişiye falan sarıldım. (4 kişiyle toplamda 560-600 arası sarılma. videosu youtube yolunda, link veririm.) ve lakin, zaten hasta olmak üzereyken 2,5 saat sokakta insan avlamak iyi gelmiyo. hele bi de açsanız...

neyse, sarılgaçları topladık yemek yapıcaz..

bende coşku hat safhada zira elimde schnitzel var. makarna da kaynamakta.. allahım doyucaz..
makarna muhteşem.. et de pişti.. "hımm biraz kalın yaa bu niye ki"... sonra kesmek üzere çatal bıçak saldırıyoruz, aman allahım cordon bleu muamelesi çekilmiş, içinden bi şi akıyo!!
hiç bozuntuya vermeyip ağzımıza atıyoruz derken 4 kişi birden tükürüyo...

ne olabilir içinde?
schnitzel'in içinde?
etin içine ne koymuş olabilirler?

FISTIK EZMESİ!!!

hani tamam patatesle yiyosunuz ama et?! insaf!


öğle yemeği niyetine ekmek (bildiğin kepekli krakerimsi şey), peynir (bildiğin düz kaşar) ve süt (bildiğin yağsız süt) tüketen bir miletten bahsediyoruz. unutmuşuz bi an.

fıstık ezmesi ya.. böhü.

23 Kasım 2006 Perşembe

şık latife güzide bi şarkımızdır

lily rose ölüyo, perde açmama mevsimine girdiğim için.
yine nezle oluyorum, kuş gibi gezdiğim için.
güne bok gibi başlıyorum, internet bağlantım olduğu için.
duşta uzun kalıyorum, düşünmeden suyla oynadığım için.
her gece baş ağrısıyla boğuşuyorum, uykusuz olduğum için.
odamı toplamıyorum, burda kalmadığım için.
makyaj yapmayı seviyorum, solgun olduğum için.
her gece aniden uyuyorum, düşünmemek için.

eee..eee..ee..ee.



kimbilir belki bir gün solgun'u okuturum size.

bissürü bağımsız paragrafcık

yazmak istemediğim şeyler var. ama her gün düşündüğüm.
meleba günlük, bir sen bir ben bir de kalem.

israilliler beni rahat ettiriyo burda. meleba hadar, sen hep sakince, ablaca gülümse. huzur.
şarap niye bira değildir 101.

let's hug the Hague- free hugs campaign. büyük gün yarın. yağmur çamur işlemez, o sırık gibi hollandalıların bellerine sarılıcaz- tam 2 saat. türk olduğumu da söyliycem; kısmet.

gözyaşı bazen elektrik kaçağı gibi. şimdi izah etmek zor.
ben hiç aşk hakkında yazmadım buraya. sevgi hakkında da. ben zaten annemi yazmadım daha.

lavender
sakın saçlarının rengini değiştirme.
illa değiştirmek istersen bir gün, alx'in dediği gibi şarap rengi yap.

tuhaf di mi, lisedeki biricik canım arkadaşımla konuşmuyorum doğru düzgün. isterdim halbuki.
gelmeden önce tesadüfen konuştuk. iyi gelmişti.

Baharım, Bapım
, sen güçlü bi kızsın. okumayacaksın burayı tahminen; ama kocaman kalbi olan, fazla güzel; erkeklerin sadece çekici bulma hatasına düştüğü bi kızsın. senin kalbin onlardan büyük. olanlardan büyük. bu kızın kalbi her hafta okuduğu kitaplardan da büyük... bu kız var ya, hayatı hafife alıyomuş gibi yapma sanatına hakimdir; hafife alınmayacak kadar hem de.
bu kız, bakınca "iyyyk tikinin allahı" derken yaptığınız mimikten hele, büsbüyük.
obenimbenden2yaşküçükablam.

yine nezle oluyorum. meleba bal, meleba çay. meleba tylol hot. yine ben. ehi-hi.

arkadaşlarınız askere gitmeye başladığı an hayatı sorguluyosunuz- ve sağsalim dönsünler diye dua etmek... erkekleri de almayın askere. onlar okuyup ilim irfan sahibi oldular yaauv. çukur kazmasalar da olur. benim arkadaşlarım kimbilir nerde şimdi. bi kısmı asker. ne tuhaf. 6 ay içinde tam bi errrkek, tam bir yontulmuş vatanDAŞŞŞ olarak türk semalarına karışıcaklar, bi kısmı aralık yolcusu. içim cız.
pışt gençler... biz yine her hafta 7erkekvetekgülderyik ekibi olarak içelim olur mu?
ve cips kasesinin ortasına portakal soyan arkadaşım silah tutmak yerine gitar çalsın yine.

bi kez daha "ay sen hiç türke benzemiyosaağğnn" lafı duyarsam gerilip gerilip kafa atıcam.
izah etmekten daha çabuk sonuç verir diye düşünüyorum.bugün GS maçında gördüğüm Arda adlı oyuncudan (sanki Arda'ydı adı, bilmem ki) gelen enfes "yerdekıvranırkenanidenkalkıpkafaatabilenoyuncu" vuruşundan olucak.


buraya kadar okumakla kalmayıp alttaki postları yorumlarıyla birlikte okuyan arkadaşlara tavsiyem:
throw away your ADSL connection... iğrenç bi espri. evet.


ve evet- zıçar gibi yazıciim. doğamda var.

22 Kasım 2006 Çarşamba

şeffaf sütyen askıları sadece 7 kat kazağın altında kullanılmalı.

deryik-tania-marisol




türkiye - panama&hırvatistan - peru




bi tarafımız donarak lahmacun-ayran keyfi by noira (endonezya)


besos

-----

tuvalette gazetenin spor sayfasını ya da magazin eklerini okumam. Dergi okurum, kitap okurum. tuvalet kitaplığı procelerine bayılırım. maison française'deki eski ahşap kitaplık harikaydı. Tuvaletine şiir kitabı bırakan bi arkadaşım vardı, bi başka tanıdık da sudoku falan koyuyo. Tuvalette bi şi okumayan insanları anlamam. bi şi okumayıp üstelik bi de "aman sanki o kadar ilim irfan insanısın ki orda okumadan duramıyosun" diyeneri ise kınarım. Daimi kabız/ ishal falan değilim. Bir tek tuvalette okuyarak bitirdiğim kitaplar vardır (roald dahl- boy). bazılarını taşırım odama. bazıları önceden okunmuş, hatırlanmak istenen kitaplardır. öğrenci yurtlarına ara verip eve gidebildiğim zamanlarda küvet keyfi kitaplarım vardır. ben banyoya ses sistemi kurup banyo yaparken eğlenmek isteyen bi insanım, yapanları takdir ediyorum.
demin de söyledim, bağırsaklarım ve böbreklerimle ilgili bi sorunum yok.
tuvalette bi şi okuyosanız benim için ayrı bi yeriniz var, belirtirim.

20 Kasım 2006 Pazartesi

lüzumsuz işler müdürü

odamı toplu tutmayı, saat 3ten önce uyumayı, saat 3e kadar oturmamın tek sebebinin lüzumsuz işler olduğunu kabul etmeyi, sabah 9-10 gibi kalkabilmeyi, ders çalışmayı, öğrenci olduğumu hatırlamayı, baş ağrısından kurtulmayı, doğru düzgün beslenmeyi, giderek yükselen okumalar yığınını okumayı, lily rose'u yaşatmayı, yapılacaklar listesine el atmayı, saçlarıma şekil vermeyi, ödeme- banka vs gibi para işlerini halletmeyi, mikrofon almayı, söylenmemeyi, söylenmeyip harekete geçmeyi, şu ekran başında vakit öldürmemeyi, arkadaşlarımı ihmal etmemeyi, özenç'le irtibata geçmeyi, 24 saati 3 saat olarak değil en azından bi 10 saat olarak yaşayabilmeyi

başarıcam. bak gör. "aaa" diyceksin.
peki nerden başlıyoruz işe?

yemek tabii ki- en kolayı.


not: free hug campaign yolda. 6-7 tane manyak. Biri ben, yok ben o kadar değilim. Sokaklarda olucaz. Merak eden youtube'a sorsun. Buraya lazım bu, bakalım nolucak.

19 Kasım 2006 Pazar

bu bir suç duyurusu değil midir?

suç duyurusudur. bakalım adalet kurumlarımız ne cevap verecektir. yazıyı hızlıca geçip arka sayfa güzeline erişme acelesi baki midir. bakalımdır. emniyetin artık "kocandır, sever de döver de" dememesi için sıra dayağı mı gereklidir. belki alışmamak lazımdır.

Hayatında ilk defa 'İstemezsen kocanı çekmezsin, mecbur değilsin' cümlesini duydu.

abisi varmış en azından.

18 Kasım 2006 Cumartesi

resimli kitap



özge geliyo temizliği- ufukta masa göründü. bavul ve şilte sonradan eklendi.



Öz Scheveningen'de (bi kerede aksanlı söyleyebilene çikolata var) kumsalı inceliyo.
"bu kadar gelmişim, değmeden gitmem"

hayır rotterdam senden nefret etmedim zira akşamına alem vardı, odama attım gençleri.
zanzaraöznergizderyikkadeh
sabah 5.30: "hala bi şi olmuyo deryik sinir oldum yaa"



uyanabilip amsterdama kadar geldik tabii ki başbaşa fotoğraf çektiricez. bissürü.
nergizözderyik ve çaktırmadangüneşliamsterdam ve deryiköznergiz.




şey, ben sizi bu kadar tonton bilmezdim pablo bey. muck.




Zanzara beyi göremedik diyenler için uyarı: o hep bizim biricik kavalyemiz.



öz ve zanzara'dan nereyebakıyorbuadamlar tadında kareler... şirinler dilinde konuşmadan az sonra, kikirdeme nöbetinden az önce. hunters. supportyourlocaldealer. 45 dakika- 1 saat.
ahahaa yan masa kaydı laayn ahaha. "deryik! napıyosun sen! hımm..."






dünyanın en şeker kikirdeyen arkadaşlarına sahibim. hayır yani, 1-2 saat kadar sürdü de ordan biliyorum.
en son karede "e ama!!!" bakışım var evet, ama olsundu, insaftı.
mutlu, yorgun ve yaşlanmış haldeyiz.
dürüm üstübüyükboybigmacmenü üstüpatat...


efendim hollanda modası: parmağı kesik değil parmaksız eldiven. ama başparmaklı.
captain black ve djarum'a kuma: vanilya aromalı pink elephant.
bildiğin pembe sigara yaauv.



sonrasında uzun geceler.
oh redlight, sen bazen şaka gibisin.
oo milkweg'de balkan gecesi. yan kapıdan gönderdiler: latin gecesi.

bugün Van Gogh müzesi. fotoğraf çekmek yasaktır.

Öz giderken de fotoğraf çektik ama koymiycam onları tabii ki.
hem veda etmeyi sevmem,
hem de saçımız iyi çıkmamış.

~the end~

Özge gezmesi

efendim malumunuz özge hanımlar buraya teşrif buyurdular... den Haag'daki kısıtlı imkanlar ve rotterdam'daki "allahım daireler çizmekteyiz" depresyonundan sonra deniz seviyesinin altından yardımlarla kapsamlı bi amsterdam turu oldu. kendisi şu an uçmakta, iniş anından itibaren bloga girip döküm yapacaktır diye umuyorum. Zira haftalardan beri yazmayan öz hanım burda açıldı, kayda geçti.

Hoşaf haldeyim, detayları sonradan belirteceğimdir. Özgeciğimin hollandayı cennet yapan yan ürünlere karşı doğal bağışıklığı olduğunu keşfettik. tamam, kendisi rakıyı nerdeyse sek içer sonra gözümüze sürmeyi çeker falan ama bu nasıl iştir... "tıbben mümkün değil" itirazlarını alt etti kendisi. gerçi bi ara "deryik sen şirinlerin dilinde bi şi dedin demin, anlamadım ben.. şirinlerin dilini nerden biliyosun dersen....hani jenerikte geçer onların dilinde yazılar.. evet." demişliği var. ama kısa bi süre için. ve hatta:

-deryik! türk di mi şunlar?
-yok özgecim onlar ingiliz.
-burnu benziyo.
-.....
-( 3 dakika sonra) deryik! türk di mi şunlar?
-özgecim onlar italyan.
-burnu benziyo da..

gibi müthiş verimli diyaloglar serimiz oldu. bu esnada zanzara bey 45 dakikalık ufku delercesine bakma seansındaydı. Sonrasında, bir iki saat boyunca ikili halinde amsterdam sokaklarında kikirdemeleri ve bitmeyen bi açlıkla dürüm üstü büyük seçim bigmac menu üstü patat sindirmeleri harikaydı. Yemek konusunda

-demin yediğimiz dürüm kadarsa bi tane, yoksa..
-ee özgecim?
-ay devamı gelmedi cümlenin. neyse.
- özge patat yiyelim
- yiyelim
-yiyin buyrun
- (ikisi birden) hihihihihih

dürüst oliym tabi, input- output ilişkisi bu. inputunuz ne kadar sağlamsa output bi o kadar şenlikli, uzun süreli, hatta bazen bıktırıcı güzellikte oluyo. deryik inputsuzdu.

-deryik bu bina ne peki?
-ee.. kraliçenin o... evet.
-kraliçenin nesi?
-evidir özgecim, olmadı sarayıdır, ahırıdır.. yürüyelim sağdan.
-bilmiyosun di mi deryik :)
- kraliçenin işte yaf. valla :)

Her şey kraliçeninse ben napiym di mi ama? olmadı prensindir. karşıdaki bar bile prinse bar. ben napiym... :)

Özge ve ben burda ince belli bardakta çay içtik. Lokanta adlı güzide mekanda su böreği bile yedik. allahım allahım... fonda mustafa sandal çalıyor idi. Bu ülke insanına musakka vermek yemeğe hakaret. otopsi yapar gibi bir ciddiyetle yemek yiyolar. poh yiyin gari.

hele şu son 2 gün, en turist gezimizdi sanırım. Öz hanımın "gezdirin beni hadiiğğ" talepkarlığı iş gördü, biza kalsa oturduğumuz koltukta demlenir idik. bilinçli turistin hali başka, "aptallar için 24 saati verimli kullanma klavuzu" yazabilir kendisi.

Sertaç sendromunu özgecim anlatmış, ilerleyen günlerde haklı bi fobi oldu. Bi de kendisi diyalogu çok kibar aktarmış aslı şöyle:

-aman sanki çalıcaz, çakmağı bi hışım alıverdi önümüzden
- SALAK işte, bıraak yauuuvv..

ikinci sazan suzan benim tabii ki. sesimin halen duvarda çınladığı 5. saniyenin sonunda da "where are u from? /turkey. /me too./ !!!/ yes, i know turkish/ how much?!!?!?!" diyalogu. akabinde "beşiktaş çarşııı!!" nidası. bu ülkede "latin amerika azerbaycan meleziyim 20 dil biliyorum" gerçeği varmış. görmüş olduk.

rotterdam sen bizim smiling pope'umuz ol.

shit happens. divadcığım, biz beceriksiz 3 kişi gibi duruyoruz ( ahaha hele ben hele ben) biliyorum; ama aslen kural şu: shit happens. sen kızma diye yamasını aldım, ceket cebime dikicem. telafidir göbek adım.

Hollandada misafirin varsa güneş açtırabilirsin. denedik gördük. resmen ışıdı amsterdam ışıdı, öyle bir güneş...

Den haag'da rakı gecesi yapıldı bittabi.. Nergiz hanımlar da geldiler efendim. kendisini misafirden misafire görmekteyiz, iyi oldu.

-where r u from?
-turkey
- really? i wouldn't tell, u dont look like a turkish girl. by the way, i'm looking for employees...
- Really? i wouldn't tell. u dont look like an employer
- i see.

daha yazılır bu 4 gün. hikaye çok.

13 Kasım 2006 Pazartesi

lily rose, my darlin'

ay imdat. derhal baahhçeevaaan gelsiin.




hani çocuk sahibi olmak isteyen heveslilere "önce bi bitki büyütün.. sonra bi kuş/ balık bakın.. ondan sonra" gibi bi prosedür önerilir. bu hesapla benim değil anne, teyze / yenge/ hala falan bile olmam engellenmeli.

şimdiiii... yukarda gördüğünüz çiçeği sevmeyen kadın var mıdır bilmem, ben bayılırım. cinsi burda lily rose olarak geçiyo. her neyse. arkadaşlar sağolsun, doğumgünü hediyem.
ve lakin kendisini saksıda görmüşlüğüm yoktu, çiçekçiden alınır ve o bihaftalıkvazogüzelliği olur benim için.

oysa şimdi bi saksıda duruyo ve bana bakıyo.

yeni anneler gece vakti kalkıp nefesini dinler ya bebeklerinin.. ben habire yapraklarına dokunup "hımm" çekiyorum. tek bildiğim vazodaki halinde bile çiçekleri daha uzun dayanmıştı. bi yandan da goncaları açıyo. zavallımın yaprakları eğildi. hayır efendim, suluyorum tabii ki. hatta ben japon balığını fazla besleyerek çatlatan bi çocuktum, bu lily rose hanım çürümek üzere bile olabilir. şekerli su koydum demin. denek lily rose.

oda sıcaktır diye cam açılıyo, rüzgar olmasın diye perde çekiliyo.

"mevsimi değil" diye bi şi yok, burda 4 mevsim her çiçeği bulmak mümkün.

biri akıl versin nolur. 5. gün. imdat.

misafircilik oyniycaz yarın

öz hanım gelicekler. hatta 24 saatten az kaldı. görücü bekleyen hanım kız temizliği yaptım. zira odam ve öz bi aradayken ya öz hanım içgüdüsel bi şekilde etrafı toplamaya başlıyo ya da "salonda bekliym ben" diyo; ama burda salon yok.

kendime şaştım, içimde bi ev hanımı varmış - çoook derinlerde. dürtülünce çıkıyo, inat edince. "it's show time folkss!!" dedi bugün bana. oh mis. saksımızda devasa bir çiçek var efendim. toz bezlerimiz renklerine göre sınıflanmış durumda. masa örtüsü bile aldım. yine bissürü kutu tabii ki. kutu, kağıt ve nedense kase zaafım var benim. bi de fincan. duramıyorum. 13 ay sonra (2 si bitmiş bile!) nolcak bilmiyorum. bi diğer alışveriş sırasında "ama güzel diğğ miğğğ" başlığı altında alınan ürün de iç çamaşırıdır. zaten ya iç çamaşırı, ya ayakkabı ya da çanta di mi? ilkini seçtim ben. tüketici birey nedir 101. öğğh kendime bazen. Deffoş'un çeyizi olur artık.

nergiz hanımın (öhöm, tilburg şubemiz) efsane hareketini söylüyorum... Doğumgünüm diye 2 adet hediye paketi uzattı bana sağolsun. hevesle açıyor iken "tam senlik" dedi. şimdi arkadaşlarım bunu dediğinde ben korkarım; çünkü hep aynı şey olur, yine oldu: ben önce davranıp almışım zaten!!! Nergiz hanımın benim zevkimi adı gibi biliyo olduğunu öğrendik- çünkü seçtiği şeyler sıradan şeyler değil. biri şu hallooween'de taktığım (arayıp bulun link vermeye üşendim) tüllü tacımsı zımbırtı diğeri de mor bi tünik (mi denir neyse artık). bu efsane hareketinden dolayı tebrik ederken daha da uç noktada bi şi oldu, "siyah mı mor mu dedim ama moru aldım" dedi- bizzat benim yaptığım gibi. şimdi onlar birleşip bi pantolon oldular. evet.

öz gelicek. nergiz ve zanzara toplanıcak buraya. rakımız olucak, müzik hazır. allaahh.. özhakiki tayfasının en azından bi kısmıyla yine kadeh tokuşturucaz. boğaz olmadı kanal verelim, hem ördeğimiz bile yüzüyo... Manzara sefası simülasyonu yapıcaz. aynen.


bi de kavun olsaydı... patlıcan mı közlesem napsam..
hani bööle cumartesi sabahı sevdiği çizgifilmi bekleyen çocukların içini gıcıklatan bi heyecan vardır. ondan aynen :)

12 Kasım 2006 Pazar

her şeyi kosmosa devrettim

ece hanımı bilirsiniz efendim.. kendisiyle karar aldık, her şeyi kosmosa devrettik. devren kiraladım 99 yıllığına. oohh kafam rahat, uzanmışımkumsalaköpeği beslemek istiyorum bi adet.

simetrik tarihlerden kaçınınız. örnek vermek gerekir mi bilmem. misal, 01.10 ya da 10.01. arkana bakma yolcu, gece almaya geldi seni benden... ööle miydi o şarkı? kafamda çalıyo şu an.

AB'nin şımarık çocuğu fransa gibi davranmak kalıbını hayatımıza kim soktu? ece hanım evet. usturuplu bi şekilde. aa usturup komik bi kelime. usturtup durdum.

ve hop! msn pencerelerimize bakıyoruz aynı anda ne varmış diye:

-hadi ben gittim
-tam dayaklıksın.


-adalara karşı balon bardakta şarap içtim aklıma geldin
-bok iç. özledim oraları :)


-sanıyo ki istediği zaman mutual benefit
-di mi işte!!!


-bana ne tabii ben garanti müşterisiyim
-benim uykum geldi


gönül rahatlığıyla kosmos'a devroldum.

ben 24 aralıkta ankaraya konarken nasıl olucam acaba... kafamda binlerce arı. yok yok karasinek. hani açıkta bıraktığınız ete konan sinekler gibi. ıyy..

böcek ilaçlamak ne komik bi laf di mi? ilaç verince iyileşmesi lazım, ölmesi değil.
demek ki neymiş sayın "aslında zor değil" takipçileri...

ilaç iyi edermiş
ilaçlanmak öldürürmüş.

hadi hep birlikte unutmamak için topluca haykıralım:

ilaç iyi eder
ilaçlanmak öldürür.

evet bayanlar baylar

her "ilaç" lafına kanmıyomuşuz demek ki
zira devamında lanabilmek de bi ihtimal.

bir dünya sanatçısı olarak Tarkan

valla varmış böyle bi şi arkadaşlar. hani şahsen, üç beş radyo çaldı diye nerden "uluslararası" ve nerden "sanatçı" ünvanı almıştır ki bu şarkıcı der idim. sustum. poptur, müziktir, bi yerde evrenseldir, herkes çıstak sever, bu bi gerçektir diyerek konuya giriş... yok hala sanatçı sayamıyorum maalesef; ama uluslararasıymış gerçekten diye gelişme... buyrun sonuç:


Hintlilerden "aa tarkan var mı sendeeee" nidaları..
japon bi çocuktan ani bi "şıkıdım şıkıdım deryik" lafı (japonlar bööle bi şi yapmaz arkadaşlar. dudağım uçukladı)...
taa perulardan bolivyalardan "neydi sizin o öpücük yollayan" sorusu..
yeni zelandadan "ben bi tek o Tarkan'ı biliyorum" lafı..
hatta abartmıyorum siz diyn mozambik ben diym zimbabve, "tarkan yeni albüm yapmıyo mu" sorusu...

e şimdi yani.. öhöm.

pazarlama var tabii işin içinde ama tarkan anasının karnından bööle bambaşka dahi pazarlamacılarla doğmadı. nedir sırrı diye düşünmekteyim. sözleri de anlamıyolar. hadi "yakalarsam muck muck" anlaşılabilir ama diğer şarkıları da biliyolar. ses desen, diil ne biliym.. çözemedim. fizik desen.. bi çoğu görmemiş, görenler memnun gerçi.

özellikle dişi nüfus arasında popülerliği bayaa fazla.
korkmayın ama, "boyu kısa onun" diye baltaladım hemen. türk usulü.

Tek bi açıklamam var: müziği hareketli. biz ki zeki müren, müzeyyen senar, sezen aksu seven bi milletin evlatlarıyız. bizde müzikten ziyade sözler önemli sanki (müzik kötü anlamına gelmiyo bu). hani uluslararası çıstaklıkta popçu çıkaramayabiliriz tabii. kapı gıcırtısına kol açtığımız müzikler fazlasıyla (siz türkler nasıl diyo) lokal, yerel, ya da neyse işte.

Dünyanın bi ucundan biri Tarkan'ı sorunca sevinme hissiyatını acaba amerikalılar britney spears'la falan yaşıyo mudur diye düşünmeden edemiyo insan; ama latin amerikaya doğru "ben mercedes sosa gördüm. babamın mercedes sosa'sı var" bile deseniz, 10 puan. biz elele vericiiz bu amerikan popu salgınını yeniciiz...

punto.

dipnot: sözler çevrildiği zaman müzeyyen senarcı olan bi grup var. bi grup bülent ortaçgil takılıyo. biri ısrarla ceza'nın sözlerini istedi, yuh artık dedim. işgal ediyorum evet, farkında diiller...

11 Kasım 2006 Cumartesi

bisıklet

atilla atalay'ın hayatımdaki yeri büyüktür. kendisinin sıdıkadışıhikayeleri'yle büyüdüm resmen. orta 2 yılımı sıdıkanın malum sapığı Kenar rolünde ( yani canlandırarak) geçirdim. saçlar kısayken bi bıyık çizerseniz bendeki potansiyeli görürsünüz. ayrıca o sıdıkadışıhikayeler bööle gülümsetir, ağlatır, içinizi düğüm eder bırakır falan feşmekan. ben birine bu hikayelerden birini seçip "okur musun" dersem, o kişi benim için değerlidir. okumazsa zorlamamak gerekir gerçi.
her neyse.
kendisinin bi hikayesi vardır: bisıklet diye. "bisıklet diye bi şi yok ki.. bisiklet o".. bisiklet, bisiklet, bisiklet diye sıçramak durup dururken. n'oldu abi bi şi mi var?. her neyse.

o hikaye geliyo burda hep aklıma. bisıklet. bi de Queen- bicycle race.

benim bi bisikletim oldu koyu yeşil. bi de çilekli bisikletselesikılıfım var.
daç kokoşluğu. amsterdamdan alındı bisiklet, maksat ekşın olsun. kendisine bi isim düşünüyoruz. şu anki aday: "strawberry fields forever". yes darling, i love beatles.

kaybedicek 2 yeni anahtarım daha oldu. bu ülkede bi bisiklet senseisi var her yeni bisiklet alımında otomatikman devreye giren:

"ön tekerlek için de kilit almazsan günün sonunda ön tekerleksiz bi bisikletin olur. herhangi bi kilit yetmez en kalın zinciri seçesin". anladım sensei. buyrun siz önden geçin, elele kazıklanalım madem.

"bisikletinin her yeri ışıl ışıl olucak, yoksa polis 25 euro mu ne ceza yazar. dinamon bozuksa paltona ışık tak". anladım sensei. buyrun küfretmek için önce ışık sonra pil alalım, sonra o ışık paltomdan düşüp ufalansın, ben "bu yanmıyo" diye değiştiriym, bu esnada hollandadaservissektörü konulu söviym bi. ama çok dağıtmayalım, zira "bu lanet şey amsterdamda çalışıyodu burda niye çalışmıyo" diye bi daha küfredicem zaten den haag'da. tek elimde fenerimsi diğer lambayla bisiklet sürerken.

"tramvay ve otobüse bisiklet binemez, yuh artık. ama trene binerken bisikletine de bilet al, ruhu var -ayrıca ceza kesiyolar bittabiiğğ". o kısım daha kolay sensei, gülümseyen iri kıyım teyze yardımcı olucak.


ayrıca sabahakadardanskıyafetleriyle akşamdan kalma bi şekilde rüzgara karşı salınarak pedal çevirememe, yağmur ve rüzgardan insaf dileme, rüzgar gücünden faydalanmayan ülkeme sövme.... bisikletli bi insanın hareket kabiliyetini sıfırlayacak bir şey kesinlikle elektrik de üretecektir.

her neyse. yarın yeni ve bisikletli bi gün.
yarın burdaki en dutch gün.
yüksek sele, vitesli bi gidon, kocaman tekerlekler...
teşkürler zanzaracım. cankurtaransın.
aslında zor değil'in kardeş kalıbı "her neyse" dir. biline.




"seleyi indirsek yaf, bunun için kısayım ben biraz da..."

10 Kasım 2006 Cuma

dünyanın diğer ucunda..

..bi ülke var. dans yarışmaları yapılıyor her yıl. ortalık ayağa kalkıyor. ellerinde mendillerle flört eden bi çift izlediniz mi hiç? bizim danslarımız eşli dans değil, kitle halinde coşmaktayız. çift varsa dahi bi grup çift oluyo, tek bi çift değil. bu adamların dansı flört içeriyo. o muhteşem ayak hareketleri ve mendille flört etmeyi öğreniyolar 2 yaşında falan. çok içten, çok zarifler, süzülüyolar. hele o dansın doruk noktasında öpecek kadar yaklaşıp aniden uzaklaşmalarına bayılıyorum.

bizde bi kadın eteğini nerdeyse tamamen açıp elinde mendil, bi erkeğe doğru kalçasını sallayarak yürürse bundan halk dansı çıkmaz, olay çıkar anca. türkadetörfveananelerinde flört maddesine gelemedik hocam, elektrikler kesildi. olsun varsın, herkes kendi havasında.

Neyse, sonra işte bu ülke diyo ki "yarışmalar kazanıyoruz ama dansın ruhunu kaybettik". bi ülke bunu konuşuyor. akademiden uzaklaşalım diyolar falan filan.. bütün bunları yerlisinden dinliyorum. sonrası nedir? ben seneye şubat ayında gidip bizzat yerinde görmeye, civar ülkeleri de gezmeye bi kez daha ikna oluyorum. icabında herkes kendi motosikletini yapmalı günlüğünü tutmak için.

hani tamam bizim çok zengin kültürümüz, muhteşemiz ezer geçeriz falan filan ama...
ingilizce alt yazıyla peru'dan marinera... almaz mıydınız?
çok mutlu görünüyolar.

bu kadar gelmişken belirtmeden olmaz, bi de buyrun meşhur mumlu dansları, afro-peruvian olarak geçen alcatraz, deli bi şi.. bi kadın nasıl tutuşturulur...

not: bi de bunların Şili'yle derdi nedir, her bi detayını anlarsam tam olacak. bizim yunanistan'la olan "o kahve bizim, cacık da bizim, imambayıldı ve zeybek de" krizimiz gibi bi şi galiba.

9 Kasım 2006 Perşembe

gün içi diyalogları serisi

-o kız nereli?
-amerikalı ama rus asıllı
-bu çocuk?
-ingiliz ama kamerun asıllı
-şu?
-isveçli ama tanzanya asıllı
-ordaki?
-hollanda ama surinam asıllı
-diğer kız?
-isviçre ama güney afrika asıllı
-öbürü?
-kanada ama çin asıllı
-sen?
-türküm ben
-aslen?
-türk işte
-ay hiç eğlenceli diil ama
-biliyorum sıradan biriyim.

-biz hindistanda pilavı pişirirken...
-biz de ekvator'da eti alıp...
-ay biz endonezya'da sebzeleri...
-eee biz hollandada..
-?!?!? hollanda?
-tamam sustum.. heves ettik ne var?


-ay bize kitapları nasıl vermezler anlamooorrum, isyan edelim
-hı hı
-örgütlenip yürüyelim, pankart açalımmm
- hı hı
-ay ne demek kendiniz fotokopi çekin ay yivrannçç
-hı hı
-ay isyan hani? bu bizim bi birey olarak hakkımızz..
-amerikalı mısın?
-evet?
-hı hı
-noldu ki?
- hiiiç.. benim ülkemde insanlar açlıktan, askeri darbeden ya da sömürüden dolayı isyan ediyo, fotokopi çekmeye üşendikleri için değil de.. ilginç geldi bi an. güneyde kalıyoruz biraz, ondandır belki.
-öhöm.. tabiy.. saygılar..


-türkiyede insanlar avrupa birliğine girmek için ölüyo bitiyo..
- hı hı
-çünkü türkiye geri bi ülke ve de müslüman..
-hı hı
-şimdi bak sen bilmiyosundur, türkler hep avrupada olmak istediler ama asyalılar..
-nerelisin sen?
-tanzanya
-ben de türküm merhaba.
- biliyorum biliyorum.. şimdi bak anlatiym ben sana türkiyeyi, tarihsel olarak..
- yok canım sen çay koy, zahmet etme. hadi bakiym..
-ama bak tarih diyo ki
-tarih sus diyo hala anlamıyosun!

-ay şimdi sen türksün ya
-ee
-niye türke benzemiyosun?!
-türk neye benziyo?
- bööle koyu oluyolar, saçları tenleri falan..
-ve?
-sen türksen niye açık renklisin?
-sen hollandalıysan niye siyah saçlısın?
-anladım.
-bi şi değil.


-ay deryik bak peru pembe dizi müzikleriii
-hımm..
-ay bak bu da bolivya...
-bu brezilya
-bu kosta rika
-bu ekvator.. (hepsi hep bir ağızdan eşlik ediyo tabii)
-ben ispanyolca bilmiyorum.
-ay pardon unuttuk seni biz.
-biliyorum :)
- ay deryik yazık sanaa....."sarıl sarıl sarıl sarıl"!!!
- (diğerleri) ?!?!?
-türkçe öğrendim ben:)

-ingilizcesini bilmiyorum, gürcücesi patlıcan
-aa evet patlıcan, türkçesi de öyle.
-bi de bir renk var ingilizcesini bilmiyorum, gürcücesi bordo
-aa evet bordo.
-ay bi de baharat, gürcücesi tarçıni
-aa evet tarçın.
-bi de biz çantaya çanta çaya çay diyoruz.
-eka şaka mısın?!
-:)




valla ben seviyorum şu an bulunduğum yeri aslında.
bu kadar çeşit deliyi bi arada bulamazdım başka yerde.
yukardakiler gerçekten sıradan, günlük diyaloglardır.

8 Kasım 2006 Çarşamba

ööhhöömm..se se sess...



marilyn mikrofonu test ediyo.. sesine çok yakışan o şarkıya başlar birazdan...
sözleri az buçuk değişir canım. nolcak.

sonra bi dilim keserler benim için, mumlu olanı bana verirler tabii..



çünkü

bugün benim
doğumggüünnnüüümmmmmm!!!!!!!!!

ay hanimişim ben.. iyi ki doğmuşum.. sizin için öptüm kendimi iki yanağımdan.. :)

bu hafta sabuş'un beresini ve anahtarlarımı kaybettim. sonra bankamatik kartım bozuldu, para çekemiyorum. bütün bu lanetli olayların üstüne bu gece arkadaşlarımla birer bira ve şarap eşliğinde geri sayım sevinci yaşadım. çilekli bi bisiklet selesi kılıfı (evet illa hollandadayız), mumlar, toka, fotoğraflık ve bir "ağaç perisini bul hediyeni verecek" bilmecesi verdiler bana. cuma günü amsterdam geceleri.. oh yea beybi.

23. sene iyi geçicek sanırım. 22 güzeldi, bitti. 23 de iyi geçicek ben biliyorum. niyeyse bu yıl her şeyi yapıp her yere gidebilirmişim gibi.. bu seneye "25ten önceki en mutlu senen" dediler. bilmem ki. küçüğüm ben, buranın maskotu gibiyim. 23. seneyi gözlerim kocaman açık izliyorum. "oo ben büyüyünce var yaaaa tam 15 olucam yaaa" demişliğim vardır.

ay iyi ki doğdum ben :)

7 Kasım 2006 Salı

sizce bi daha..

Tagore çevirisi yapan bi başbakanımız olur mu?
yazdığı şiir bülent ortaçgil & fikret kızılok ikilisi tarafından bestelenen?
sizce 5 kez başbakanlık yaptığını bildiğimiz halde ensesi kalınlaşmayan başbakanımız olur mu bi daha?
çalıp çırpmadığını bildiğimiz?
güvendiğimiz?
hiç katılmadığımız durumlarda da en azından saygı duyabildiğimiz?
sizce biz bi daha "rahşan hanım ne kadar yalnızdır şimdi" diye üzülür müyüz?
nezaketi, üslubu, şiiri,edebiyatı bilen bi siyasetçimiz olur mu dersiniz?
gazetecilere insan gibi davranan, gazeteci olan bi başbakan?
bi yanıyla hepimizin sevdiği, o politik kargaşaya ait değilmiş gibi duran biri?
kibar bir politikacı?
uluslararası diplomasi dilini bilen biri?
karısını ne kadar çok sevdiğini elini tutup, başını omzuna yaslayıp gösterebilen biri?
hani bizim iyiliğimizi istediğini, olamasa da, yapamasa da, en azından denediğini bildiğimiz biri?


50 yıllık politika hayatı bana sorarsanız bi ülke için yanlış. yani 50 yıldır aynı kişi varmış demek ki hep fonda. üstelik bu tek bir kişi değil, bi 5-10 kişiden bahsediyoruz. ayrıca parti liderliğini bırakmadı bu sürede, eşi de yardımcısıydı hep, pek demokratik değil. 5 kez başbakan oldu. ayrıca olmalı mı olmamalı mı kıbrıs harekatının mimarıydı Ecevit. 2001 krizinde başbakandı. yani eleştirilebilir de. objektivite hassasları için gerekirse onu da yaparım. ama konu şu an o değil. konu bi kişilik.

bunlar bi kenara, o eski kuşaktan kala kala bi o kalsın istemez miydiniz? ben mi fesatım yoksa? eşinden "rahşan hanım" değil de "rahşan" diye bahsedecek samimiyeti vardı en azından.

benim için gerçekten bir çift cennet papağanı ya da siyam kedisi gibilerdi. her daim birlikte olması gereken. 50 yıldır politikacıydı belki ama 62 yıldır rahşan hanımı seviyordu. bu daha zor bi meziyettir. şiiri yazmak, sevdiğine yazmak, bunu insanlara göstermek, çekinmemek, aptal mesafeleri yıkmak.. budur meziyet:

yün örmen vardı akşamları koltuğa gömülü
karşında polisiye roman okumak vardı
sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz
sevinçsiz gülmek üzüntüsüz ağlamak

6 Kasım 2006 Pazartesi

bodyshop süprislerle dolusun...


reklam aldım valla. ama noldu bi bilseniz... ben gittim bodyshop'a, yaseminli parfümü bi kağıda sıkıp cebime koydum. dedim ki sonra "sabuş sever yasemin kokusunu da ne kadar ağırmış bu".

Zira sabuş hep "ay mayısta büyükada missssler gibi yasemin kokaarrr" diye bi tek yasemin aromalı parfümler kullanır. (haaalaa sabuş kim diyen varsa anneannemdir, bu blogun yardımcı kadın oyuncusudur).

sonra az önce cebimden çıkarıp kokladım o kağıdı, yemin ederim Sabuş yanımdan geçmiş gibi, bana sarılmış gibi, yeni uyanmış da gazete okuyomuş gibi oldu. yarın bodyshop'a gidilecek, ufak bi şişe Sabuş kokusu alınacak.
[gitmişken tabii ki komşuya uğranacak, "merhaba Leonidas, karamelli ve bi de krokanlı lütfen... şunlar fındık kremalı mı? iki tane evet... bi de irish cream olursa tamam" çikolata arsızlığı yapılacak.]



not : simiole, valla hafızaya çok yakın koku... test ettim onayladım.

5 Kasım 2006 Pazar

yok artık!

biri var. dün benimle aynı şarkıyı aynı saatte dinlemiş (satır arası okuyabilen okuyucular için sınav), aynı hissiyatla. hemcins dayanışması mıdır yoksa altta bahsettiğim anı kopyalama hali midir karar veremedim. şaşkınlık içindeyim. 3500 km ve en az 3 yaş arayla, aslında hiç tanışmadan ama bi şekilde tanıştığımızı bilerek. o bunun farkında değil bi ben kendi kendime görüyorum.

ve haberi yok, benim kelimelerimi bile kullanıyor. ben de onunkileri.
bütün bunların çok basit bi açıklaması var ama o kadar saçma ki.

komik ve takipteyim.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker