30 Kasım 2006 Perşembe

başrolde istanbul

40 dakika boyunca. Eyüpteydim ve tabii pierre loti. sonra vapura bindim ben sonra taksim tünel asmalımescit sonra ohoo ben yeni camiideydim güvercinlerleydim, eminönü galata köprüsü. boğaziçine gittim sonra bebek'e indim. sonra petekler'e çıktım. ben bi tanpınar'a uğradım bi munir nurettin'e. kalamıştaydım sanki sonra ortaköy sonra sandala bindim bi ara ezan sesi bile duydum. hepsi 40 dakikada oldu, hiç durmadan ağladım, mutluydum. fonda bi müzik vardı ki sormayın -bazen koştum koştum yoruldum bazen çayım oldu incebelli sonra güvercinlerim gün batımı ve çiçek pasajı ve oltalar. ben 40 dakika boyunca gözlerimi hiç kırmadım.

çünkü başrolde istanbul vardı.




teşekkürler...

üç vakte kadar

bu hafta beni resmen yuttu. hiçbir TC evladı eğitim hayatında (oha benim 17. yılım, emekliliğim yaklaşıyo) günü gününe çalışma prensibini oturtamamıştır bence. ya da genelledim mutluyum. geliyosun buraya, "bu akademik bi şiiyy masterr buuğ eveğt" diye moda girip okuyo insanlar. E hani sabahlamak? hani kahve-kola falan? hani o çok sevgili "gençler beni ihya edin nolur... yarın 12 kuzey study" mesajı? cık. şahsen eninde sonunda hepsini okiycam biliyorum, ama şu an dağllaar dağğlaarr birikiyolar. çözüm: biriktiren arkadaşlar bulmak. zira günü gününe hatmeden kızımız 78, son anda seçerek ve can havliyle okuyan deryik 77 aldı aynı sınavdan. o 1 puan için değer mi? cık di mi? teşkürler ( ne kız aptal ne ben dahiyim).

bu hafta bi sunum, bi workshop (ki moderatör bendim, hayatımda bööle bi şi yapmadım, konu ırkçılık, onu da yaşamadım), bi "üst döneme veda partisi" ve aşçılığı ve ayak işleri, bi tane de "haftada 5 saat amelemiz olucan, şimdi şu küflenmiş yığını zımbalamaya başla" gerçeği falan yaşadım. her şey dün düze çıktı. oooh dedim size anne yemeği yapıcam gençler... domatesli pilav (hasretlik), sarımsaklı yoğurt ve şnitzel. ne basit di mi? ufku açıldı hepsinin :P yanında harika 2 şişe şarap, sarhoş latin kahkahaları, beyaz peynir- zeytinyağı-ekmek üçlüsü... allahım mutfakta kikirdemek de güzel.

bugün ve yarın sabah da normal bi şekilde bitebilirse yola çıkıcam. Özenççim miniğim exchange yapıyo belçika'da. daraldı beni aradı. "kaçalım şu homeland'lerden" dedi. hem de bissürü kez, ben geç cevap verdim, hatta bazen vermedim, kızın sinirlerini denedim... hatta buralara kadar geldi, görüşemedim, dövmedi beni, "deryik dönücem bak Türkiyeye bi ay içinde falan" dedi kibarca. Melaikedir kendisi. ama son anda oteli ayarlayabildim, işe yaradım: Liege üstünden Lille: Belçika üstünden Fransa. Haftasonu kaçamağı. Kendisi benim Barcelona partnerimdir aynı zamanda, saatsiz ve telefonsuz kalma kutlaması hallerimi bilir.

yani sessizleşiciim istemdışı; ama elim kolum dolu dönüciim. elimkolumdolu da tekerleme gibiymiş.



dünyanın en manalı kapı kolu mesajı bende.
evet evet aynen. büyütüp bakınız, yeni sayfada açınız.

bi de benim karşı komşum 6 aylık hamileymiş, yani 3 ay sonra burda, benim katımda Ganalı bi bebek olucak. büyük cesaret... master yaparken bi de bebek...
gidip konuşmam gerek, acil durumlarda haber versin.
gerçi napıcaksam ben acil durumda... "marisol yetiişşş" çığlığı? hımm...

26 Kasım 2006 Pazar

gece gece geçe geçe gece geçe

"bence sen şöyle birisin..." palavralarından nefret ediyorum.

hele bu insan beni sadece 3 aydır tanıyosa...
türkçe bile bilmiyosa...
benim sırıtkan hallerimi ben sanıyosa...
odamda yalnızken nolduğumu bilmiyosa..
beni hakkımdaki izlenimleriyle karıştırıyosa...
ve bunları söylediğimde

"yes but still..." diyosa....

söyledikleri harika şeyler olsa da,
hayatımın en poh pohlu anlarından biri olsa da...................


"'yes but' sensin 'still' sana girsin" dememek için zor duruyorum.
tövbeeeeaa.

25 Kasım 2006 Cumartesi

resmen "karma happens"

bi şi kaybetmekten korkmuyorum artık.

"biricik hırkam kayıp" diye casey's'i ayağa kaldırdım,
sarhoşun teki almış giderken bıraktı.
sonra geri gelip "bi şi unuttum ben" diye arandı
ama hırkayı üstümde görünce tanıyamadı, çekti gitti.

özetle, karma happens.
buyrun video- hug the hague. şarkı benim okulun resmi marşı gibi, dansı bile var.
başında bordo bere olan sarılgaç benim :)

MDS

4 yıl sonunda "MDS'ye uzanan eller kırılsın" diyeceğimi beklemezdim ama...
benim yerime veda edenler var- sağolun.
veda filminin gösterimini de yarıcanlı takip ettim.
keşke orda olsaydım, keşke...

ben Karakışla'ya sarılıp "ocam cuma akşamları napçaz" diyen bi 1. sınıf öğrencisi, "e ama filmler" diyen bi BÜ(S)K üyesi, "olmaz orası bizim sahnemiz" diyen bi BÜFK /BÜDANS dansçısı olsam...

bi kısmını olmuştum zamanında.

MDS.
yerine natuk birkan binası kılıklı plazabozmasıkültürkompleksi inşa edilmez umarım.

geçen sene KAK toplantılarına bomba gibi düşüşünü hatırlıyorum "yıkılacakmış" lafının.
"ii de napıcaz pekü"
"garantiyi istemeyizz bizz"
"o sadece sahne değil hem de sinema salonu bi kereee"

kuzeyin gülü, yegane balkonlu salon/sınıf.
ayna eşliğinde dans edebilme lüksü. seçmelere hazırlanma halleri.
ve perde;
hem beyaz hem kırmızı.

MDS de Hollanda'ya geliyodur belki.. hımm evet. ikna edici.
zira İB'nin sarmaşıkları çoktan ulaştı buraya.
bizbizeyiz.
bekleriz.

24 Kasım 2006 Cuma

biri deryik

okula Evo Morales geliyo. toplantı öğrencilere açık değil. ama 4 öğrenci gidebilecek- biri deryik. neden? çünkü 560 kişiye sarıldılar, bunun videosunu çektiler ve bu sabah gelen teklif sayesinde videonun kullanılmasına izin verme karşılığında davetiye aldılar.


isviçrede bi hafta boyunca 4 yıldızlı bi otelde bedava kayak dersleri eşliğinde tatil. biraz da ilkokul çocuklarına ablalık. bunu sadece 2 kişi yapabilecek-biri deryik. niye? yolda ilkokul öğretmeni bi çifte sarıldılar, çift "sarılabilen" yardımcılar arıyomuş isviçreye, mailler alındı verildi, "sizi çok sevdik bekleriz" dediler.

çok sevdiğim "shit happens" kalıbını bu hafta "karma happens"la aldatıyorum.

lay lay lom.

not: video hala youtube'a konacak. bekliyorum.

dutch gıda sektörü

bu konu çok eğlenceli. ama özet geçicem.. belirtmem gereken temel gerçekler: süpermarketlerde ürünlerin üstünde SADECE dutch yazı var, şanslıysam bazen fransızca. bütün ürünler 1 KİŞİLİK - paketlenmiş 4 tane dolmalık biber, 20 0gr kıyma falan. şööle kiloyla sebze almak zor. çorba için rendelenmiş sebze- 50 gr gibi tuhaf ürünler mevcut. hatta avuç içi kadar peynir satılıyo, yine bi kişilik.
haliyle sadece 1 kişi için olan ve ne olduğundan emin olamadığınız ürünlerle eve dönüyosunuz.

dün malum bi 170 kişiye falan sarıldım. (4 kişiyle toplamda 560-600 arası sarılma. videosu youtube yolunda, link veririm.) ve lakin, zaten hasta olmak üzereyken 2,5 saat sokakta insan avlamak iyi gelmiyo. hele bi de açsanız...

neyse, sarılgaçları topladık yemek yapıcaz..

bende coşku hat safhada zira elimde schnitzel var. makarna da kaynamakta.. allahım doyucaz..
makarna muhteşem.. et de pişti.. "hımm biraz kalın yaa bu niye ki"... sonra kesmek üzere çatal bıçak saldırıyoruz, aman allahım cordon bleu muamelesi çekilmiş, içinden bi şi akıyo!!
hiç bozuntuya vermeyip ağzımıza atıyoruz derken 4 kişi birden tükürüyo...

ne olabilir içinde?
schnitzel'in içinde?
etin içine ne koymuş olabilirler?

FISTIK EZMESİ!!!

hani tamam patatesle yiyosunuz ama et?! insaf!


öğle yemeği niyetine ekmek (bildiğin kepekli krakerimsi şey), peynir (bildiğin düz kaşar) ve süt (bildiğin yağsız süt) tüketen bir miletten bahsediyoruz. unutmuşuz bi an.

fıstık ezmesi ya.. böhü.

23 Kasım 2006 Perşembe

şık latife güzide bi şarkımızdır

lily rose ölüyo, perde açmama mevsimine girdiğim için.
yine nezle oluyorum, kuş gibi gezdiğim için.
güne bok gibi başlıyorum, internet bağlantım olduğu için.
duşta uzun kalıyorum, düşünmeden suyla oynadığım için.
her gece baş ağrısıyla boğuşuyorum, uykusuz olduğum için.
odamı toplamıyorum, burda kalmadığım için.
makyaj yapmayı seviyorum, solgun olduğum için.
her gece aniden uyuyorum, düşünmemek için.

eee..eee..ee..ee.



kimbilir belki bir gün solgun'u okuturum size.

bissürü bağımsız paragrafcık

yazmak istemediğim şeyler var. ama her gün düşündüğüm.
meleba günlük, bir sen bir ben bir de kalem.

israilliler beni rahat ettiriyo burda. meleba hadar, sen hep sakince, ablaca gülümse. huzur.
şarap niye bira değildir 101.

let's hug the Hague- free hugs campaign. büyük gün yarın. yağmur çamur işlemez, o sırık gibi hollandalıların bellerine sarılıcaz- tam 2 saat. türk olduğumu da söyliycem; kısmet.

gözyaşı bazen elektrik kaçağı gibi. şimdi izah etmek zor.
ben hiç aşk hakkında yazmadım buraya. sevgi hakkında da. ben zaten annemi yazmadım daha.

lavender
sakın saçlarının rengini değiştirme.
illa değiştirmek istersen bir gün, alx'in dediği gibi şarap rengi yap.

tuhaf di mi, lisedeki biricik canım arkadaşımla konuşmuyorum doğru düzgün. isterdim halbuki.
gelmeden önce tesadüfen konuştuk. iyi gelmişti.

Baharım, Bapım
, sen güçlü bi kızsın. okumayacaksın burayı tahminen; ama kocaman kalbi olan, fazla güzel; erkeklerin sadece çekici bulma hatasına düştüğü bi kızsın. senin kalbin onlardan büyük. olanlardan büyük. bu kızın kalbi her hafta okuduğu kitaplardan da büyük... bu kız var ya, hayatı hafife alıyomuş gibi yapma sanatına hakimdir; hafife alınmayacak kadar hem de.
bu kız, bakınca "iyyyk tikinin allahı" derken yaptığınız mimikten hele, büsbüyük.
obenimbenden2yaşküçükablam.

yine nezle oluyorum. meleba bal, meleba çay. meleba tylol hot. yine ben. ehi-hi.

arkadaşlarınız askere gitmeye başladığı an hayatı sorguluyosunuz- ve sağsalim dönsünler diye dua etmek... erkekleri de almayın askere. onlar okuyup ilim irfan sahibi oldular yaauv. çukur kazmasalar da olur. benim arkadaşlarım kimbilir nerde şimdi. bi kısmı asker. ne tuhaf. 6 ay içinde tam bi errrkek, tam bir yontulmuş vatanDAŞŞŞ olarak türk semalarına karışıcaklar, bi kısmı aralık yolcusu. içim cız.
pışt gençler... biz yine her hafta 7erkekvetekgülderyik ekibi olarak içelim olur mu?
ve cips kasesinin ortasına portakal soyan arkadaşım silah tutmak yerine gitar çalsın yine.

bi kez daha "ay sen hiç türke benzemiyosaağğnn" lafı duyarsam gerilip gerilip kafa atıcam.
izah etmekten daha çabuk sonuç verir diye düşünüyorum.bugün GS maçında gördüğüm Arda adlı oyuncudan (sanki Arda'ydı adı, bilmem ki) gelen enfes "yerdekıvranırkenanidenkalkıpkafaatabilenoyuncu" vuruşundan olucak.


buraya kadar okumakla kalmayıp alttaki postları yorumlarıyla birlikte okuyan arkadaşlara tavsiyem:
throw away your ADSL connection... iğrenç bi espri. evet.


ve evet- zıçar gibi yazıciim. doğamda var.

22 Kasım 2006 Çarşamba

şeffaf sütyen askıları sadece 7 kat kazağın altında kullanılmalı.

deryik-tania-marisol




türkiye - panama&hırvatistan - peru




bi tarafımız donarak lahmacun-ayran keyfi by noira (endonezya)


besos

-----

tuvalette gazetenin spor sayfasını ya da magazin eklerini okumam. Dergi okurum, kitap okurum. tuvalet kitaplığı procelerine bayılırım. maison française'deki eski ahşap kitaplık harikaydı. Tuvaletine şiir kitabı bırakan bi arkadaşım vardı, bi başka tanıdık da sudoku falan koyuyo. Tuvalette bi şi okumayan insanları anlamam. bi şi okumayıp üstelik bi de "aman sanki o kadar ilim irfan insanısın ki orda okumadan duramıyosun" diyeneri ise kınarım. Daimi kabız/ ishal falan değilim. Bir tek tuvalette okuyarak bitirdiğim kitaplar vardır (roald dahl- boy). bazılarını taşırım odama. bazıları önceden okunmuş, hatırlanmak istenen kitaplardır. öğrenci yurtlarına ara verip eve gidebildiğim zamanlarda küvet keyfi kitaplarım vardır. ben banyoya ses sistemi kurup banyo yaparken eğlenmek isteyen bi insanım, yapanları takdir ediyorum.
demin de söyledim, bağırsaklarım ve böbreklerimle ilgili bi sorunum yok.
tuvalette bi şi okuyosanız benim için ayrı bi yeriniz var, belirtirim.

20 Kasım 2006 Pazartesi

lüzumsuz işler müdürü

odamı toplu tutmayı, saat 3ten önce uyumayı, saat 3e kadar oturmamın tek sebebinin lüzumsuz işler olduğunu kabul etmeyi, sabah 9-10 gibi kalkabilmeyi, ders çalışmayı, öğrenci olduğumu hatırlamayı, baş ağrısından kurtulmayı, doğru düzgün beslenmeyi, giderek yükselen okumalar yığınını okumayı, lily rose'u yaşatmayı, yapılacaklar listesine el atmayı, saçlarıma şekil vermeyi, ödeme- banka vs gibi para işlerini halletmeyi, mikrofon almayı, söylenmemeyi, söylenmeyip harekete geçmeyi, şu ekran başında vakit öldürmemeyi, arkadaşlarımı ihmal etmemeyi, özenç'le irtibata geçmeyi, 24 saati 3 saat olarak değil en azından bi 10 saat olarak yaşayabilmeyi

başarıcam. bak gör. "aaa" diyceksin.
peki nerden başlıyoruz işe?

yemek tabii ki- en kolayı.


not: free hug campaign yolda. 6-7 tane manyak. Biri ben, yok ben o kadar değilim. Sokaklarda olucaz. Merak eden youtube'a sorsun. Buraya lazım bu, bakalım nolucak.

19 Kasım 2006 Pazar

bu bir suç duyurusu değil midir?

suç duyurusudur. bakalım adalet kurumlarımız ne cevap verecektir. yazıyı hızlıca geçip arka sayfa güzeline erişme acelesi baki midir. bakalımdır. emniyetin artık "kocandır, sever de döver de" dememesi için sıra dayağı mı gereklidir. belki alışmamak lazımdır.

Hayatında ilk defa 'İstemezsen kocanı çekmezsin, mecbur değilsin' cümlesini duydu.

abisi varmış en azından.

18 Kasım 2006 Cumartesi

resimli kitap



özge geliyo temizliği- ufukta masa göründü. bavul ve şilte sonradan eklendi.



Öz Scheveningen'de (bi kerede aksanlı söyleyebilene çikolata var) kumsalı inceliyo.
"bu kadar gelmişim, değmeden gitmem"

hayır rotterdam senden nefret etmedim zira akşamına alem vardı, odama attım gençleri.
zanzaraöznergizderyikkadeh
sabah 5.30: "hala bi şi olmuyo deryik sinir oldum yaa"



uyanabilip amsterdama kadar geldik tabii ki başbaşa fotoğraf çektiricez. bissürü.
nergizözderyik ve çaktırmadangüneşliamsterdam ve deryiköznergiz.




şey, ben sizi bu kadar tonton bilmezdim pablo bey. muck.




Zanzara beyi göremedik diyenler için uyarı: o hep bizim biricik kavalyemiz.



öz ve zanzara'dan nereyebakıyorbuadamlar tadında kareler... şirinler dilinde konuşmadan az sonra, kikirdeme nöbetinden az önce. hunters. supportyourlocaldealer. 45 dakika- 1 saat.
ahahaa yan masa kaydı laayn ahaha. "deryik! napıyosun sen! hımm..."






dünyanın en şeker kikirdeyen arkadaşlarına sahibim. hayır yani, 1-2 saat kadar sürdü de ordan biliyorum.
en son karede "e ama!!!" bakışım var evet, ama olsundu, insaftı.
mutlu, yorgun ve yaşlanmış haldeyiz.
dürüm üstübüyükboybigmacmenü üstüpatat...


efendim hollanda modası: parmağı kesik değil parmaksız eldiven. ama başparmaklı.
captain black ve djarum'a kuma: vanilya aromalı pink elephant.
bildiğin pembe sigara yaauv.



sonrasında uzun geceler.
oh redlight, sen bazen şaka gibisin.
oo milkweg'de balkan gecesi. yan kapıdan gönderdiler: latin gecesi.

bugün Van Gogh müzesi. fotoğraf çekmek yasaktır.

Öz giderken de fotoğraf çektik ama koymiycam onları tabii ki.
hem veda etmeyi sevmem,
hem de saçımız iyi çıkmamış.

~the end~

Özge gezmesi

efendim malumunuz özge hanımlar buraya teşrif buyurdular... den Haag'daki kısıtlı imkanlar ve rotterdam'daki "allahım daireler çizmekteyiz" depresyonundan sonra deniz seviyesinin altından yardımlarla kapsamlı bi amsterdam turu oldu. kendisi şu an uçmakta, iniş anından itibaren bloga girip döküm yapacaktır diye umuyorum. Zira haftalardan beri yazmayan öz hanım burda açıldı, kayda geçti.

Hoşaf haldeyim, detayları sonradan belirteceğimdir. Özgeciğimin hollandayı cennet yapan yan ürünlere karşı doğal bağışıklığı olduğunu keşfettik. tamam, kendisi rakıyı nerdeyse sek içer sonra gözümüze sürmeyi çeker falan ama bu nasıl iştir... "tıbben mümkün değil" itirazlarını alt etti kendisi. gerçi bi ara "deryik sen şirinlerin dilinde bi şi dedin demin, anlamadım ben.. şirinlerin dilini nerden biliyosun dersen....hani jenerikte geçer onların dilinde yazılar.. evet." demişliği var. ama kısa bi süre için. ve hatta:

-deryik! türk di mi şunlar?
-yok özgecim onlar ingiliz.
-burnu benziyo.
-.....
-( 3 dakika sonra) deryik! türk di mi şunlar?
-özgecim onlar italyan.
-burnu benziyo da..

gibi müthiş verimli diyaloglar serimiz oldu. bu esnada zanzara bey 45 dakikalık ufku delercesine bakma seansındaydı. Sonrasında, bir iki saat boyunca ikili halinde amsterdam sokaklarında kikirdemeleri ve bitmeyen bi açlıkla dürüm üstü büyük seçim bigmac menu üstü patat sindirmeleri harikaydı. Yemek konusunda

-demin yediğimiz dürüm kadarsa bi tane, yoksa..
-ee özgecim?
-ay devamı gelmedi cümlenin. neyse.
- özge patat yiyelim
- yiyelim
-yiyin buyrun
- (ikisi birden) hihihihihih

dürüst oliym tabi, input- output ilişkisi bu. inputunuz ne kadar sağlamsa output bi o kadar şenlikli, uzun süreli, hatta bazen bıktırıcı güzellikte oluyo. deryik inputsuzdu.

-deryik bu bina ne peki?
-ee.. kraliçenin o... evet.
-kraliçenin nesi?
-evidir özgecim, olmadı sarayıdır, ahırıdır.. yürüyelim sağdan.
-bilmiyosun di mi deryik :)
- kraliçenin işte yaf. valla :)

Her şey kraliçeninse ben napiym di mi ama? olmadı prensindir. karşıdaki bar bile prinse bar. ben napiym... :)

Özge ve ben burda ince belli bardakta çay içtik. Lokanta adlı güzide mekanda su böreği bile yedik. allahım allahım... fonda mustafa sandal çalıyor idi. Bu ülke insanına musakka vermek yemeğe hakaret. otopsi yapar gibi bir ciddiyetle yemek yiyolar. poh yiyin gari.

hele şu son 2 gün, en turist gezimizdi sanırım. Öz hanımın "gezdirin beni hadiiğğ" talepkarlığı iş gördü, biza kalsa oturduğumuz koltukta demlenir idik. bilinçli turistin hali başka, "aptallar için 24 saati verimli kullanma klavuzu" yazabilir kendisi.

Sertaç sendromunu özgecim anlatmış, ilerleyen günlerde haklı bi fobi oldu. Bi de kendisi diyalogu çok kibar aktarmış aslı şöyle:

-aman sanki çalıcaz, çakmağı bi hışım alıverdi önümüzden
- SALAK işte, bıraak yauuuvv..

ikinci sazan suzan benim tabii ki. sesimin halen duvarda çınladığı 5. saniyenin sonunda da "where are u from? /turkey. /me too./ !!!/ yes, i know turkish/ how much?!!?!?!" diyalogu. akabinde "beşiktaş çarşııı!!" nidası. bu ülkede "latin amerika azerbaycan meleziyim 20 dil biliyorum" gerçeği varmış. görmüş olduk.

rotterdam sen bizim smiling pope'umuz ol.

shit happens. divadcığım, biz beceriksiz 3 kişi gibi duruyoruz ( ahaha hele ben hele ben) biliyorum; ama aslen kural şu: shit happens. sen kızma diye yamasını aldım, ceket cebime dikicem. telafidir göbek adım.

Hollandada misafirin varsa güneş açtırabilirsin. denedik gördük. resmen ışıdı amsterdam ışıdı, öyle bir güneş...

Den haag'da rakı gecesi yapıldı bittabi.. Nergiz hanımlar da geldiler efendim. kendisini misafirden misafire görmekteyiz, iyi oldu.

-where r u from?
-turkey
- really? i wouldn't tell, u dont look like a turkish girl. by the way, i'm looking for employees...
- Really? i wouldn't tell. u dont look like an employer
- i see.

daha yazılır bu 4 gün. hikaye çok.

13 Kasım 2006 Pazartesi

lily rose, my darlin'

ay imdat. derhal baahhçeevaaan gelsiin.




hani çocuk sahibi olmak isteyen heveslilere "önce bi bitki büyütün.. sonra bi kuş/ balık bakın.. ondan sonra" gibi bi prosedür önerilir. bu hesapla benim değil anne, teyze / yenge/ hala falan bile olmam engellenmeli.

şimdiiii... yukarda gördüğünüz çiçeği sevmeyen kadın var mıdır bilmem, ben bayılırım. cinsi burda lily rose olarak geçiyo. her neyse. arkadaşlar sağolsun, doğumgünü hediyem.
ve lakin kendisini saksıda görmüşlüğüm yoktu, çiçekçiden alınır ve o bihaftalıkvazogüzelliği olur benim için.

oysa şimdi bi saksıda duruyo ve bana bakıyo.

yeni anneler gece vakti kalkıp nefesini dinler ya bebeklerinin.. ben habire yapraklarına dokunup "hımm" çekiyorum. tek bildiğim vazodaki halinde bile çiçekleri daha uzun dayanmıştı. bi yandan da goncaları açıyo. zavallımın yaprakları eğildi. hayır efendim, suluyorum tabii ki. hatta ben japon balığını fazla besleyerek çatlatan bi çocuktum, bu lily rose hanım çürümek üzere bile olabilir. şekerli su koydum demin. denek lily rose.

oda sıcaktır diye cam açılıyo, rüzgar olmasın diye perde çekiliyo.

"mevsimi değil" diye bi şi yok, burda 4 mevsim her çiçeği bulmak mümkün.

biri akıl versin nolur. 5. gün. imdat.

misafircilik oyniycaz yarın

öz hanım gelicekler. hatta 24 saatten az kaldı. görücü bekleyen hanım kız temizliği yaptım. zira odam ve öz bi aradayken ya öz hanım içgüdüsel bi şekilde etrafı toplamaya başlıyo ya da "salonda bekliym ben" diyo; ama burda salon yok.

kendime şaştım, içimde bi ev hanımı varmış - çoook derinlerde. dürtülünce çıkıyo, inat edince. "it's show time folkss!!" dedi bugün bana. oh mis. saksımızda devasa bir çiçek var efendim. toz bezlerimiz renklerine göre sınıflanmış durumda. masa örtüsü bile aldım. yine bissürü kutu tabii ki. kutu, kağıt ve nedense kase zaafım var benim. bi de fincan. duramıyorum. 13 ay sonra (2 si bitmiş bile!) nolcak bilmiyorum. bi diğer alışveriş sırasında "ama güzel diğğ miğğğ" başlığı altında alınan ürün de iç çamaşırıdır. zaten ya iç çamaşırı, ya ayakkabı ya da çanta di mi? ilkini seçtim ben. tüketici birey nedir 101. öğğh kendime bazen. Deffoş'un çeyizi olur artık.

nergiz hanımın (öhöm, tilburg şubemiz) efsane hareketini söylüyorum... Doğumgünüm diye 2 adet hediye paketi uzattı bana sağolsun. hevesle açıyor iken "tam senlik" dedi. şimdi arkadaşlarım bunu dediğinde ben korkarım; çünkü hep aynı şey olur, yine oldu: ben önce davranıp almışım zaten!!! Nergiz hanımın benim zevkimi adı gibi biliyo olduğunu öğrendik- çünkü seçtiği şeyler sıradan şeyler değil. biri şu hallooween'de taktığım (arayıp bulun link vermeye üşendim) tüllü tacımsı zımbırtı diğeri de mor bi tünik (mi denir neyse artık). bu efsane hareketinden dolayı tebrik ederken daha da uç noktada bi şi oldu, "siyah mı mor mu dedim ama moru aldım" dedi- bizzat benim yaptığım gibi. şimdi onlar birleşip bi pantolon oldular. evet.

öz gelicek. nergiz ve zanzara toplanıcak buraya. rakımız olucak, müzik hazır. allaahh.. özhakiki tayfasının en azından bi kısmıyla yine kadeh tokuşturucaz. boğaz olmadı kanal verelim, hem ördeğimiz bile yüzüyo... Manzara sefası simülasyonu yapıcaz. aynen.


bi de kavun olsaydı... patlıcan mı közlesem napsam..
hani bööle cumartesi sabahı sevdiği çizgifilmi bekleyen çocukların içini gıcıklatan bi heyecan vardır. ondan aynen :)

12 Kasım 2006 Pazar

her şeyi kosmosa devrettim

ece hanımı bilirsiniz efendim.. kendisiyle karar aldık, her şeyi kosmosa devrettik. devren kiraladım 99 yıllığına. oohh kafam rahat, uzanmışımkumsalaköpeği beslemek istiyorum bi adet.

simetrik tarihlerden kaçınınız. örnek vermek gerekir mi bilmem. misal, 01.10 ya da 10.01. arkana bakma yolcu, gece almaya geldi seni benden... ööle miydi o şarkı? kafamda çalıyo şu an.

AB'nin şımarık çocuğu fransa gibi davranmak kalıbını hayatımıza kim soktu? ece hanım evet. usturuplu bi şekilde. aa usturup komik bi kelime. usturtup durdum.

ve hop! msn pencerelerimize bakıyoruz aynı anda ne varmış diye:

-hadi ben gittim
-tam dayaklıksın.


-adalara karşı balon bardakta şarap içtim aklıma geldin
-bok iç. özledim oraları :)


-sanıyo ki istediği zaman mutual benefit
-di mi işte!!!


-bana ne tabii ben garanti müşterisiyim
-benim uykum geldi


gönül rahatlığıyla kosmos'a devroldum.

ben 24 aralıkta ankaraya konarken nasıl olucam acaba... kafamda binlerce arı. yok yok karasinek. hani açıkta bıraktığınız ete konan sinekler gibi. ıyy..

böcek ilaçlamak ne komik bi laf di mi? ilaç verince iyileşmesi lazım, ölmesi değil.
demek ki neymiş sayın "aslında zor değil" takipçileri...

ilaç iyi edermiş
ilaçlanmak öldürürmüş.

hadi hep birlikte unutmamak için topluca haykıralım:

ilaç iyi eder
ilaçlanmak öldürür.

evet bayanlar baylar

her "ilaç" lafına kanmıyomuşuz demek ki
zira devamında lanabilmek de bi ihtimal.

bir dünya sanatçısı olarak Tarkan

valla varmış böyle bi şi arkadaşlar. hani şahsen, üç beş radyo çaldı diye nerden "uluslararası" ve nerden "sanatçı" ünvanı almıştır ki bu şarkıcı der idim. sustum. poptur, müziktir, bi yerde evrenseldir, herkes çıstak sever, bu bi gerçektir diyerek konuya giriş... yok hala sanatçı sayamıyorum maalesef; ama uluslararasıymış gerçekten diye gelişme... buyrun sonuç:


Hintlilerden "aa tarkan var mı sendeeee" nidaları..
japon bi çocuktan ani bi "şıkıdım şıkıdım deryik" lafı (japonlar bööle bi şi yapmaz arkadaşlar. dudağım uçukladı)...
taa perulardan bolivyalardan "neydi sizin o öpücük yollayan" sorusu..
yeni zelandadan "ben bi tek o Tarkan'ı biliyorum" lafı..
hatta abartmıyorum siz diyn mozambik ben diym zimbabve, "tarkan yeni albüm yapmıyo mu" sorusu...

e şimdi yani.. öhöm.

pazarlama var tabii işin içinde ama tarkan anasının karnından bööle bambaşka dahi pazarlamacılarla doğmadı. nedir sırrı diye düşünmekteyim. sözleri de anlamıyolar. hadi "yakalarsam muck muck" anlaşılabilir ama diğer şarkıları da biliyolar. ses desen, diil ne biliym.. çözemedim. fizik desen.. bi çoğu görmemiş, görenler memnun gerçi.

özellikle dişi nüfus arasında popülerliği bayaa fazla.
korkmayın ama, "boyu kısa onun" diye baltaladım hemen. türk usulü.

Tek bi açıklamam var: müziği hareketli. biz ki zeki müren, müzeyyen senar, sezen aksu seven bi milletin evlatlarıyız. bizde müzikten ziyade sözler önemli sanki (müzik kötü anlamına gelmiyo bu). hani uluslararası çıstaklıkta popçu çıkaramayabiliriz tabii. kapı gıcırtısına kol açtığımız müzikler fazlasıyla (siz türkler nasıl diyo) lokal, yerel, ya da neyse işte.

Dünyanın bi ucundan biri Tarkan'ı sorunca sevinme hissiyatını acaba amerikalılar britney spears'la falan yaşıyo mudur diye düşünmeden edemiyo insan; ama latin amerikaya doğru "ben mercedes sosa gördüm. babamın mercedes sosa'sı var" bile deseniz, 10 puan. biz elele vericiiz bu amerikan popu salgınını yeniciiz...

punto.

dipnot: sözler çevrildiği zaman müzeyyen senarcı olan bi grup var. bi grup bülent ortaçgil takılıyo. biri ısrarla ceza'nın sözlerini istedi, yuh artık dedim. işgal ediyorum evet, farkında diiller...

11 Kasım 2006 Cumartesi

bisıklet

atilla atalay'ın hayatımdaki yeri büyüktür. kendisinin sıdıkadışıhikayeleri'yle büyüdüm resmen. orta 2 yılımı sıdıkanın malum sapığı Kenar rolünde ( yani canlandırarak) geçirdim. saçlar kısayken bi bıyık çizerseniz bendeki potansiyeli görürsünüz. ayrıca o sıdıkadışıhikayeler bööle gülümsetir, ağlatır, içinizi düğüm eder bırakır falan feşmekan. ben birine bu hikayelerden birini seçip "okur musun" dersem, o kişi benim için değerlidir. okumazsa zorlamamak gerekir gerçi.
her neyse.
kendisinin bi hikayesi vardır: bisıklet diye. "bisıklet diye bi şi yok ki.. bisiklet o".. bisiklet, bisiklet, bisiklet diye sıçramak durup dururken. n'oldu abi bi şi mi var?. her neyse.

o hikaye geliyo burda hep aklıma. bisıklet. bi de Queen- bicycle race.

benim bi bisikletim oldu koyu yeşil. bi de çilekli bisikletselesikılıfım var.
daç kokoşluğu. amsterdamdan alındı bisiklet, maksat ekşın olsun. kendisine bi isim düşünüyoruz. şu anki aday: "strawberry fields forever". yes darling, i love beatles.

kaybedicek 2 yeni anahtarım daha oldu. bu ülkede bi bisiklet senseisi var her yeni bisiklet alımında otomatikman devreye giren:

"ön tekerlek için de kilit almazsan günün sonunda ön tekerleksiz bi bisikletin olur. herhangi bi kilit yetmez en kalın zinciri seçesin". anladım sensei. buyrun siz önden geçin, elele kazıklanalım madem.

"bisikletinin her yeri ışıl ışıl olucak, yoksa polis 25 euro mu ne ceza yazar. dinamon bozuksa paltona ışık tak". anladım sensei. buyrun küfretmek için önce ışık sonra pil alalım, sonra o ışık paltomdan düşüp ufalansın, ben "bu yanmıyo" diye değiştiriym, bu esnada hollandadaservissektörü konulu söviym bi. ama çok dağıtmayalım, zira "bu lanet şey amsterdamda çalışıyodu burda niye çalışmıyo" diye bi daha küfredicem zaten den haag'da. tek elimde fenerimsi diğer lambayla bisiklet sürerken.

"tramvay ve otobüse bisiklet binemez, yuh artık. ama trene binerken bisikletine de bilet al, ruhu var -ayrıca ceza kesiyolar bittabiiğğ". o kısım daha kolay sensei, gülümseyen iri kıyım teyze yardımcı olucak.


ayrıca sabahakadardanskıyafetleriyle akşamdan kalma bi şekilde rüzgara karşı salınarak pedal çevirememe, yağmur ve rüzgardan insaf dileme, rüzgar gücünden faydalanmayan ülkeme sövme.... bisikletli bi insanın hareket kabiliyetini sıfırlayacak bir şey kesinlikle elektrik de üretecektir.

her neyse. yarın yeni ve bisikletli bi gün.
yarın burdaki en dutch gün.
yüksek sele, vitesli bi gidon, kocaman tekerlekler...
teşkürler zanzaracım. cankurtaransın.
aslında zor değil'in kardeş kalıbı "her neyse" dir. biline.




"seleyi indirsek yaf, bunun için kısayım ben biraz da..."

10 Kasım 2006 Cuma

dünyanın diğer ucunda..

..bi ülke var. dans yarışmaları yapılıyor her yıl. ortalık ayağa kalkıyor. ellerinde mendillerle flört eden bi çift izlediniz mi hiç? bizim danslarımız eşli dans değil, kitle halinde coşmaktayız. çift varsa dahi bi grup çift oluyo, tek bi çift değil. bu adamların dansı flört içeriyo. o muhteşem ayak hareketleri ve mendille flört etmeyi öğreniyolar 2 yaşında falan. çok içten, çok zarifler, süzülüyolar. hele o dansın doruk noktasında öpecek kadar yaklaşıp aniden uzaklaşmalarına bayılıyorum.

bizde bi kadın eteğini nerdeyse tamamen açıp elinde mendil, bi erkeğe doğru kalçasını sallayarak yürürse bundan halk dansı çıkmaz, olay çıkar anca. türkadetörfveananelerinde flört maddesine gelemedik hocam, elektrikler kesildi. olsun varsın, herkes kendi havasında.

Neyse, sonra işte bu ülke diyo ki "yarışmalar kazanıyoruz ama dansın ruhunu kaybettik". bi ülke bunu konuşuyor. akademiden uzaklaşalım diyolar falan filan.. bütün bunları yerlisinden dinliyorum. sonrası nedir? ben seneye şubat ayında gidip bizzat yerinde görmeye, civar ülkeleri de gezmeye bi kez daha ikna oluyorum. icabında herkes kendi motosikletini yapmalı günlüğünü tutmak için.

hani tamam bizim çok zengin kültürümüz, muhteşemiz ezer geçeriz falan filan ama...
ingilizce alt yazıyla peru'dan marinera... almaz mıydınız?
çok mutlu görünüyolar.

bu kadar gelmişken belirtmeden olmaz, bi de buyrun meşhur mumlu dansları, afro-peruvian olarak geçen alcatraz, deli bi şi.. bi kadın nasıl tutuşturulur...

not: bi de bunların Şili'yle derdi nedir, her bi detayını anlarsam tam olacak. bizim yunanistan'la olan "o kahve bizim, cacık da bizim, imambayıldı ve zeybek de" krizimiz gibi bi şi galiba.

9 Kasım 2006 Perşembe

gün içi diyalogları serisi

-o kız nereli?
-amerikalı ama rus asıllı
-bu çocuk?
-ingiliz ama kamerun asıllı
-şu?
-isveçli ama tanzanya asıllı
-ordaki?
-hollanda ama surinam asıllı
-diğer kız?
-isviçre ama güney afrika asıllı
-öbürü?
-kanada ama çin asıllı
-sen?
-türküm ben
-aslen?
-türk işte
-ay hiç eğlenceli diil ama
-biliyorum sıradan biriyim.

-biz hindistanda pilavı pişirirken...
-biz de ekvator'da eti alıp...
-ay biz endonezya'da sebzeleri...
-eee biz hollandada..
-?!?!? hollanda?
-tamam sustum.. heves ettik ne var?


-ay bize kitapları nasıl vermezler anlamooorrum, isyan edelim
-hı hı
-örgütlenip yürüyelim, pankart açalımmm
- hı hı
-ay ne demek kendiniz fotokopi çekin ay yivrannçç
-hı hı
-ay isyan hani? bu bizim bi birey olarak hakkımızz..
-amerikalı mısın?
-evet?
-hı hı
-noldu ki?
- hiiiç.. benim ülkemde insanlar açlıktan, askeri darbeden ya da sömürüden dolayı isyan ediyo, fotokopi çekmeye üşendikleri için değil de.. ilginç geldi bi an. güneyde kalıyoruz biraz, ondandır belki.
-öhöm.. tabiy.. saygılar..


-türkiyede insanlar avrupa birliğine girmek için ölüyo bitiyo..
- hı hı
-çünkü türkiye geri bi ülke ve de müslüman..
-hı hı
-şimdi bak sen bilmiyosundur, türkler hep avrupada olmak istediler ama asyalılar..
-nerelisin sen?
-tanzanya
-ben de türküm merhaba.
- biliyorum biliyorum.. şimdi bak anlatiym ben sana türkiyeyi, tarihsel olarak..
- yok canım sen çay koy, zahmet etme. hadi bakiym..
-ama bak tarih diyo ki
-tarih sus diyo hala anlamıyosun!

-ay şimdi sen türksün ya
-ee
-niye türke benzemiyosun?!
-türk neye benziyo?
- bööle koyu oluyolar, saçları tenleri falan..
-ve?
-sen türksen niye açık renklisin?
-sen hollandalıysan niye siyah saçlısın?
-anladım.
-bi şi değil.


-ay deryik bak peru pembe dizi müzikleriii
-hımm..
-ay bak bu da bolivya...
-bu brezilya
-bu kosta rika
-bu ekvator.. (hepsi hep bir ağızdan eşlik ediyo tabii)
-ben ispanyolca bilmiyorum.
-ay pardon unuttuk seni biz.
-biliyorum :)
- ay deryik yazık sanaa....."sarıl sarıl sarıl sarıl"!!!
- (diğerleri) ?!?!?
-türkçe öğrendim ben:)

-ingilizcesini bilmiyorum, gürcücesi patlıcan
-aa evet patlıcan, türkçesi de öyle.
-bi de bir renk var ingilizcesini bilmiyorum, gürcücesi bordo
-aa evet bordo.
-ay bi de baharat, gürcücesi tarçıni
-aa evet tarçın.
-bi de biz çantaya çanta çaya çay diyoruz.
-eka şaka mısın?!
-:)




valla ben seviyorum şu an bulunduğum yeri aslında.
bu kadar çeşit deliyi bi arada bulamazdım başka yerde.
yukardakiler gerçekten sıradan, günlük diyaloglardır.

8 Kasım 2006 Çarşamba

ööhhöömm..se se sess...



marilyn mikrofonu test ediyo.. sesine çok yakışan o şarkıya başlar birazdan...
sözleri az buçuk değişir canım. nolcak.

sonra bi dilim keserler benim için, mumlu olanı bana verirler tabii..



çünkü

bugün benim
doğumggüünnnüüümmmmmm!!!!!!!!!

ay hanimişim ben.. iyi ki doğmuşum.. sizin için öptüm kendimi iki yanağımdan.. :)

bu hafta sabuş'un beresini ve anahtarlarımı kaybettim. sonra bankamatik kartım bozuldu, para çekemiyorum. bütün bu lanetli olayların üstüne bu gece arkadaşlarımla birer bira ve şarap eşliğinde geri sayım sevinci yaşadım. çilekli bi bisiklet selesi kılıfı (evet illa hollandadayız), mumlar, toka, fotoğraflık ve bir "ağaç perisini bul hediyeni verecek" bilmecesi verdiler bana. cuma günü amsterdam geceleri.. oh yea beybi.

23. sene iyi geçicek sanırım. 22 güzeldi, bitti. 23 de iyi geçicek ben biliyorum. niyeyse bu yıl her şeyi yapıp her yere gidebilirmişim gibi.. bu seneye "25ten önceki en mutlu senen" dediler. bilmem ki. küçüğüm ben, buranın maskotu gibiyim. 23. seneyi gözlerim kocaman açık izliyorum. "oo ben büyüyünce var yaaaa tam 15 olucam yaaa" demişliğim vardır.

ay iyi ki doğdum ben :)

7 Kasım 2006 Salı

sizce bi daha..

Tagore çevirisi yapan bi başbakanımız olur mu?
yazdığı şiir bülent ortaçgil & fikret kızılok ikilisi tarafından bestelenen?
sizce 5 kez başbakanlık yaptığını bildiğimiz halde ensesi kalınlaşmayan başbakanımız olur mu bi daha?
çalıp çırpmadığını bildiğimiz?
güvendiğimiz?
hiç katılmadığımız durumlarda da en azından saygı duyabildiğimiz?
sizce biz bi daha "rahşan hanım ne kadar yalnızdır şimdi" diye üzülür müyüz?
nezaketi, üslubu, şiiri,edebiyatı bilen bi siyasetçimiz olur mu dersiniz?
gazetecilere insan gibi davranan, gazeteci olan bi başbakan?
bi yanıyla hepimizin sevdiği, o politik kargaşaya ait değilmiş gibi duran biri?
kibar bir politikacı?
uluslararası diplomasi dilini bilen biri?
karısını ne kadar çok sevdiğini elini tutup, başını omzuna yaslayıp gösterebilen biri?
hani bizim iyiliğimizi istediğini, olamasa da, yapamasa da, en azından denediğini bildiğimiz biri?


50 yıllık politika hayatı bana sorarsanız bi ülke için yanlış. yani 50 yıldır aynı kişi varmış demek ki hep fonda. üstelik bu tek bir kişi değil, bi 5-10 kişiden bahsediyoruz. ayrıca parti liderliğini bırakmadı bu sürede, eşi de yardımcısıydı hep, pek demokratik değil. 5 kez başbakan oldu. ayrıca olmalı mı olmamalı mı kıbrıs harekatının mimarıydı Ecevit. 2001 krizinde başbakandı. yani eleştirilebilir de. objektivite hassasları için gerekirse onu da yaparım. ama konu şu an o değil. konu bi kişilik.

bunlar bi kenara, o eski kuşaktan kala kala bi o kalsın istemez miydiniz? ben mi fesatım yoksa? eşinden "rahşan hanım" değil de "rahşan" diye bahsedecek samimiyeti vardı en azından.

benim için gerçekten bir çift cennet papağanı ya da siyam kedisi gibilerdi. her daim birlikte olması gereken. 50 yıldır politikacıydı belki ama 62 yıldır rahşan hanımı seviyordu. bu daha zor bi meziyettir. şiiri yazmak, sevdiğine yazmak, bunu insanlara göstermek, çekinmemek, aptal mesafeleri yıkmak.. budur meziyet:

yün örmen vardı akşamları koltuğa gömülü
karşında polisiye roman okumak vardı
sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz
sevinçsiz gülmek üzüntüsüz ağlamak

6 Kasım 2006 Pazartesi

bodyshop süprislerle dolusun...


reklam aldım valla. ama noldu bi bilseniz... ben gittim bodyshop'a, yaseminli parfümü bi kağıda sıkıp cebime koydum. dedim ki sonra "sabuş sever yasemin kokusunu da ne kadar ağırmış bu".

Zira sabuş hep "ay mayısta büyükada missssler gibi yasemin kokaarrr" diye bi tek yasemin aromalı parfümler kullanır. (haaalaa sabuş kim diyen varsa anneannemdir, bu blogun yardımcı kadın oyuncusudur).

sonra az önce cebimden çıkarıp kokladım o kağıdı, yemin ederim Sabuş yanımdan geçmiş gibi, bana sarılmış gibi, yeni uyanmış da gazete okuyomuş gibi oldu. yarın bodyshop'a gidilecek, ufak bi şişe Sabuş kokusu alınacak.
[gitmişken tabii ki komşuya uğranacak, "merhaba Leonidas, karamelli ve bi de krokanlı lütfen... şunlar fındık kremalı mı? iki tane evet... bi de irish cream olursa tamam" çikolata arsızlığı yapılacak.]



not : simiole, valla hafızaya çok yakın koku... test ettim onayladım.

5 Kasım 2006 Pazar

yok artık!

biri var. dün benimle aynı şarkıyı aynı saatte dinlemiş (satır arası okuyabilen okuyucular için sınav), aynı hissiyatla. hemcins dayanışması mıdır yoksa altta bahsettiğim anı kopyalama hali midir karar veremedim. şaşkınlık içindeyim. 3500 km ve en az 3 yaş arayla, aslında hiç tanışmadan ama bi şekilde tanıştığımızı bilerek. o bunun farkında değil bi ben kendi kendime görüyorum.

ve haberi yok, benim kelimelerimi bile kullanıyor. ben de onunkileri.
bütün bunların çok basit bi açıklaması var ama o kadar saçma ki.

komik ve takipteyim.

ay işte benim ara vermem 2 gün sürüyo, gördünüz.



anne bak ben janis joplin oldum kolyelendim. saçlar da yakında olucak umarım. başıma ötriş gözüme pembe gözlük. hohoyt kış janis'i. gerçi ben bugün "1930ların başındaki mali krizle işsiz kalmış yaşlı bar şarkıcısı" eteğim ve ayakkabılarımla paspal ama kokoş idim. belki hatta biraz tante rosaydım bugün. bunun bi sebebi de bordo ruj ve saçtaki bordo fulardır tabi.



bu fotoğraf nedir? deryik içkileri karıştırırsan sonra sabah cıs olur. al bak gör halini. göz altlarında mor canacarcarlar geziyo. gözlerini kırpamıyosun bile. tek isteğin kapı aralığından"deryikcim kalktın mı? hadi bak kahvaltın hazır. dün gece uzun sürmüş, belli" diyen Sim hanım. anne kahvaltısı.

1.65 boyun minicik sayıldığı bu ülkede dizlerinizi karnınıza çekip burnunuzu da dizinize dayarsanız kompakt kız muamelesi görürsünüz. minicik turşucuk olursunuz. pickle oldum ben dersiniz, anlamazlar.



melebaağ gecenin üçündeyim yine çiçekteyim. yok içki kısmı değil (valla diil.. olsa söylerim:) ay bi an içimden "sabahlar olmasıııığğnn" diye bağırmak geldi. öğretiym ben bunlara), şarkı.

bööle manasız bi neşe, yatağa çıkıp el ele tutuşup zıplayalım mı hali var bende. sonra deffoşum gelir takla atarız defalarca. ay sonra biz onunla yalıçiftlikte dalgalara yatarız.. yatar kalırız bissürü kum yutarız. ben sırf o eğlensin diye kalkamıyo gibi yaparım, o kocaman kız oldu tam 14 yaşında, hala bu numarayı yutar, sonra deniz suyu yutar gülmekten, boğulacak diye korkup kucaklarım, denizde kucağıma yatar kalır. sonra batırırım aniden, "ihihi" diye çıkar sudan. sonra dizime basıp atlar "uf abla tam itemedin işte ne güçsüzsün, bi daha" "kazık kadar oldun ben vinç miyim zaten ayakların 41 numara sen bi L harfisin" "ihihi hadi buraya gel burası daha derin bi dahaa". sonra aniden hop o beni kucağına yatırır ama batıramaz bi türlü, teknik işidir. derken bırakıverir beni "abla bak şimdi ben kelebek yüzücem bi seyret" "seyredince napıcam" "yanlış bi şi olursa söyle" "yanlışı nasıl bilicem" "of işte sen bak bi".

bi de şey ben tuition reduction'ı bööle söke söke aldım. hahayt. ank'a selam ola. yandan yandan. yüzde elli (50). hahayt işte aldım bende.
bisikletim de haftaya alınıcak. hahahayt bi daha.

zaten bu çarşamba şenlik var. aa bi de ne diye mi soruyosun? kırılırım cicim. zaten biliyosun, burç itibariyle hassasım, sonra bi de kinciyim... anladın sen. anladın sen.

tekrar baskı: "anı kopyalama"

"En güzel anılarınızın paralel bi evrende, farklı zaman-mekanda; ama yine siz hariç geri kalan bütün oyuncularla tekrar edildiğini biliyosunuz değil mi? Sizin kişisel anınız bazen kız tavlama aracı, bazen hava atma aracı, bazen ekstra bilgiyle imaj tazeleme aracı, bazen o enteresan anın başka birine pazarlanması suretiyle artı puan kazanma aracı olarak günlük kullanıma girmiş bulunmakta. Takip ederseniz sizin anı dediğiniz şeyin yarın yaşanabileceğini ve aslında anı olacak kadar geçmişte kalmadığını ve hatta aslında sizin bile olmadığını, o anda yaşanan şeyin atmosfere bırakılmış bi enteresanlık bulutu olduğunu ve elbet (vay be şiir geliyo) elbet yine yağacağını göreceksiniz. Sizin en gizli anılarınız havada deja vu hissiyle salınmaktadır. bundan çıkan tesadüfler öbeği yağmurla dolmuş bi çukurdan sıçrayan çamurdur. ve her sıçrayan çamur gibi sinir bozar. kişiselliğin ihlalidir, hatta o anın yeniden (ama sizden bağımsız) yaşandığını bilmek aldatılmaktır.

işte bu yüzden sifon çekmekle yeni bi sayfa açmak farklıdır. yeni bi sayfa eski sayfalarınızın hala masanızın üstünde durduğu gerçeğini değiştirmez. ama sağlıklı bi kanalizasyon sistemi sizi geçmişinizden arındırabilir. eski sayfaları biri bulup okuyabilir, hayata geçirebilir. ama kimse sizin bokunuzu tekrar sıçamaz. oh be. evet aradığım benzetme buydu.



not: öhöm. aniden tutamayıp yazmak da tıp oyununu bozmaz. hapşırmak gibi çünkü :)"


demiş idim ben 4 kasımda.

sınırsız hizmet

"bana kitap al" yetmediyse, devamını bekliyorsanız... ilki kadar doğal olmasa da buyrun ikinci round:


tansuyu bıyıklı sevenler kaleye mum diksin.

dik otur ve göt dışa. evet..


edit: yok sonunda o kahkahalar olmadan eksik kalıyo valla.

3 Kasım 2006 Cuma

duble rakı ve zeki müren paşa...

...tek kişilik çilingir sofrası etmez. olsun. yetiniriz madem. makarna eşliğinde içilen rakının bile ağlama hissi yaratması bize mahsustur. bu gerzekler "aa anason ay bizde de var galibaağ" seviyesinde. nasıl anlatılır o şenlikli sofra? nasıl içirilir? şaraba yazılan şarkıya rakı içmeyi nasıl anlatırsınız?

daha içince ağlamayı anlamıyolar.
seher yeli desenize bi ingilizce.
bi de dalgalanıp durulun lütfen.
yar diyin.
gönül diyin.
deneyin. o kadar zor ki.



not: fısıldamak tıp! oyununu ihlal etmeyen bi çocuk hilesidir. oyunu bozmaz.


2.not: bir yangının külünü ah bu şarkıların gözü kör olsun aşiyan yollarından (ne de olsa) dalgalandım da duruldum. sağlığınıza. içelim güzelleşelim. başka kimse bu lafı etmiyo, değerini bilelim. içelim güzelleşelim arkadaşlar. içelim sağlığınıza.
alnınızdan öptüm ıslak ıslak.

1 Kasım 2006 Çarşamba

kıyısından gündem yakalama aracı olarak tracking

mesela birisi gugıla demiş ki "nazan öncelin yeni şarkısı". neymiş demek ki deryik, nazan öncel'in yeni bi şarkısı varmış. acaba neymiş merak ettin mi? yoo pek diil. olsun bulunsun..

tabii bu durumda telefoncu tabelalarını da izah etmem gerek, edemedim.


not:
blog arası verme sırası.
bi süre tıp!! camiası.
sebep blogırın kendi postlarından sıkılması.
tek gereken bir biriktirme molası.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker