30 Aralık 2007 Pazar

fırt.

blogumla aşk tazelemek istiyorum. sağ taraftaki kırlangıçlara katılmayı da istiyorum ayrıca. sürü sürü üstüme uçsunlar istiyorum mesela. bi de denizin üstünde güneş parlasın, hava ayaz olmasın, tadına varayım. ben en çok ışınlanabilmeyi istiyorum; ama sanırım o bekliycek biraz. sevdiğim kokuları yakınımda istiyorum.

bunu yeni yıl listesi sanana gülerim. yeni yıl dileğim bir tane:
yapmak.

hamle yapmak.
gönlümdekini yapmak.
gönlümdekini yapmak için hamle yapmak.
gönlümdekini ve hamleyi bilmek kalıyor geriye. 3 nalla bir at yani.

28 Aralık 2007 Cuma

3 saat ileriye dönmek istiyorum.

bugün az kalsın burcu bööyyyük bi top kıl yutacaktı ki durdu.
belgeleriyle kanıtlayabilirim.
iyi ki durdu yani. ıyy çok iğrenç olurdu yoksa.

ankara tribecaya benden 5 yaş ve daha genç olanlar alınmasın. yaşımın kaç olduğu mühim değil. benimle değişsin bu sınır her yıl. mekan fönlü perçemli kızlar ve fönsüz perçemli erkekler öbeği dolmuş. öbek öbek perçem etraf, hepsi sağdan sola, soldan sağa savuruyo. ben yoruldum izlerken. ayrıca o köşedeki masaya da azerin adı verilsin. resmen emeği var orda. minderlere de benim ve burcunun. noktaları birleştirme heveslisi okuyucu var ise: hayır tribeca içinden kıl çıkan yemekler getirmiyo, telaş yok.

yan masadaki kız, arkadaşlarına "çok eğlenirseniz beni arayın, geri gelirim" dedi giderken. tuhaftır ki sadece biz bunu "şu an sıkıcısınız, onun için gidiyorum" diye anladık. onlar "hıı hıı" dedi.

aman, eğlenmediler zaten. bi biz eğlendik. hıh.

bi de rica edicem filistin kurtuluş ordusu'ndan arak fularla çok bi emo, çok bi bohem, çok bi bi şi olduk sanmasın taze ergenler. bildiğin poşu güzelim o. H&M renklilerini yaptı da yeni bi şi diil ki bu. kamerunda var yeşil-beyazı misal. avrupadaki yaşıtların cehaletten kaz ayağı etnik desen diye takıyo, sen o kadar gerzek olma bari. kendine yabancı haller. peh. bi şi değil, her şeye bayrak şu günlerde "hiiii poşuuuu" diye milli bir hezeyanla linç edilirsin valla. gülmekten yardım da edemem.

ankaraya bi şi yağsın nolur. dolu bile olur. çatlasın gök artık, içim şişti.

26 Aralık 2007 Çarşamba

picamalarla geçen ikinci gün.


ben sıkılınca boncuklara sarıyorum.

bazen cidden çok sıkılıyorum.
böyle bi günde yüzük yapmayı keşfettim blog. çok heyecanlıydı.

boncuklarım henüz ankara'ya gelmedi, kolilerin içindeler, haliyle saramadım.
soğuktan atıl haldeyim blog. aatıl. uzun a.

25 Aralık 2007 Salı

06

ben evime döndüm. ve lakin bu oda ve bu ev tamamen ev hissi veremiyor bana. 5 yıldır yurtta yaşayan biri olarak bu odayla bağım toplamda 4 aylık. eski evle olan duygusal bağım taşınmamızın üstünden 3 yıl geçmesine rağmen sürüyo. neyse, neticede geldim ben. burayı da oda yapıcam artık bi şekilde.

ama ev gibi oda da ufak. ufaklığının farkında olmadan kocaman bi masaya sahip mesela. annesinin ayakkabısını giyen kız çocuğu gibi. kocaman bi masa. 2 bavul. ben. bavulları boşalttım, sığdılar bi yerlere. koliler yolda. sığacaklar bir yerlere. ama ben öncelikle 5 yıldır kaçtığım atma/arınma işlemini gerçekleştiricem. temizlik. ertelenemez halde. nezleyim, o da ertelenmiyo maalesef. kuru öksürük çok çirkin bi şi.

neyse... bayram coşkusu falan yaşamadım bu yıl, hollanda'daydım. sonra tam hollanda christmas için coşacakken de buraya geldim. böyle işte, kutlamaları kutlamıyorum ve bu tuhaf bi şekilde huzurlu. annemlere de hediyelerini erken verdim, 31 aralıktan da yırtıcam bu gidişle.

bi evde yaşamak zor. ben tatilde evine gidip "canım ailem canım annem ne güzel bi aradayız" neşesini yaşayamam pek. yani, pek bi sevişiriz de... ne bileyim işte. uzun sürmez. kavga etmek de değil. uf tarifi zor. tempo çakışması diyelim. herkesin kendi temposu var ve kimse uzlaşmıyo. tempolar çakışmakta, ankara soğuk ve biz eve kapandık, haliyle tempolar iyice çakışacak.. şimdilik iyiyiz gerçi; ama sanırım ben kendi evimsi yerimde daha rahat ediyorum. yalnız olunca o evimsi yerde... alışmışım. neyse işte. ev reçeli gibisi yok diye bağlayalım bu paragrafı ben ve ben.

eve döndüm de, odama dönemedim hala. bir yığın iş yapmak istiyorum odada.

***

bi de bakanlık (öhöm hangisi? eveet kültür için olaan) darbe dönemi el koyup yasakladığı bütün Yılmaz Güney film arşivini çürütmüş. gitmiş filmler. 28 film. depoda çürümüş. sonra bana yetmemiş bu haber, aptalım çünkü, gidip okuyucu yorumlarını okumuşum... odam iyice ufalmış. ben de ufalmışım.

her bir şeye kutuplaşmayı o kadar çok seviyoruz ki... keçi inadımız sayesinde uzlaşmamız gerekmediği gibi, tartışmamıza bile gerek kalmıyor. tartışmayı bilmeyen bir millet için akıllıca bi çözüm. kıçıikikanatlılar olarak evrimleşiriz artık.

23 Aralık 2007 Pazar

hcg okumalari

evet tutamıyorum.. bir pazar sabahı hcg okumaları. hafif ateş, yarı boş bavul.. olsun.

yazısını yazış nedenini anlıyorum, tamam. niye sinirlendiğini de anlıyorum, tamam. ve lakin bir uçtan bir uca savrulurken arada kırıp döktükleri nedir, aldırdığı yok. bilimsel geçerliliği olmayan bir araştırmayı yine bilimsel bir alan olmayan gazeteden okumuş, sinirlenmiş. hcg'yı tutmayın. ben kelime seçimleri konusunda, cümle kuruş konusunda hassasım. özellikle biri bunu "yorum" adı altında bir gazete köşesinde yapıyorsa. elden ne gelir, herkesin bir takıntısı var. cümlelere paragraflara gelelim:

Sevgili okuyucular, Allah aşkına siz kimsiniz? (...) Elbette önce insansınız ama daha sonra da Türksünüz, Müslümansınız . Kiminize Kürt, Arap, Laz filan diye alt kimliğinizle de hitap edilebilir, az bir kısmınız Müslüman olmayabilir; lâkin hepiniz Türk Milleti'nin mensuplarısınız. : yani bu eşittir türksünüz müslümansınız. kısaca. uzatmayınız. türk milletinin mensupları olarak, otomatikman. yazımın tamamı "etnik" türklerle ilgili; ama açılışı vatandaşlık üzerinden yapıyorum. laz kürt filan. falan filan. teferruat. az bi kısmınız müslüman olmayabilir. az ama.

Türkiye'de aslâ bir 'kimlik sorunu' yoktur. Sadece, belirli maksatlarla ortalığı karıştırıp huzurumuzu bozmak isteyenler vardır.: zira kadın, eşcinsel, genç, çocuk, köylü, göçmen vs olmayı ve buna bağlı kimlik sorunlarını görmezden geliyorum. benim için kimlik etnisitedir, kafa kağıdıdır (deryik notu: ne komik, ben olsam türkiyede kimlikler sorunu vardır derdim. neyse).. orda da türk müslüman yazıyo. tıp. bu söylemi de devletten ödünç aldım ben, 1980den beri bi gıdım ilerlemedim. sorunları inkarı çözüm sanıyorum.

Hristiyan Batı, tâ Haçlı Seferlerinden beri, Anadolu coğrafyasının Müslüman Türklerin yurdu olmasını bir türlü kabullenememiştir. Bu güzel vatanın sahibi olan Türklere daima müstevlî ve barbar gözüyle bakılmıştır. Onlara ve kompleksli bazı aydın tâifesine göre, 11. yüzyılda gelen bir avuç aşiret, Anadolu 'nun 'gerçek' (!) sahiplerini kılıç zoruyla Türkleştirmiştir: (deryik notu: e tabii ki sindirememiş batı kısmına katılıyorum kısmen. dedim ya mesele ne dediği değil nasıl dediği.. neyse, yazalım..) yani gelen her müslüman türktü ve her türk müslümandı. 11. yy anadolusundaki zerdüşt türkler, pagan türkmenler falan filan- ters bana. mehmet karakalemin çizimleri falan. fasa fiso. gök tengri kısa bi süreydi, unutmaya çalışıyoruz. türklerin islama geçişi topluca, bi gecede oldu ya zaten... bi avuç aşiretten ziyade, misal, osmanlı isyan eden köylerin nüfuslarını topluca balkanlarla değiştirmişti. bunu ders kitapları diyo ama ben lisede bile tarih okumadım.aynı hıristiyan batı gayet hıristiyan bizans'a da saldırmıştı ama teferruat. ayrıca "bu güzel vatanın sahibi müslüman türklerdir" derken ırkçı olmadığımdan çok eminim zira geriye kalanları az önce "filan" ve "az bi kısmınız" diyerek konuya dahil ettim.

Böylece, genlerimizin Yunanlılarla daha yakın olduğu iddia edilmiş; ayrıca Mezopotamya vurgusuyla Kürtler, Urartu vurgusuyla da Ermeniler kastedilmiştir. : ee yani? kürt, ermeni olsak nolur be kuzum? bu kadar mı kanını donduruyor? yunandan azıcık kan geçmiş olsa damarından mı akmayacak? "o da var, biz hepsiyiz, neden seçelim ki" demek bu kadar mı zor? dehşete düşmenin sebebi nedir? ermeniler urartulu mu? daha demin türkler urartulu değil demedin mi? ne diyosun sen?? şu an mezopotamyada kürtten çok arap yaşamıyor mu? noluyoruz? asurlular kürt mü? sen geldiğinde o adamlar bi anda tası tarağı toplayıp yok olmadı ya. ya da senden önce bizans, helen geldiğinde? asimile olmak nedir 101.

Gülünç iddialara cevabımız... Bu saçma iddiaları bir sohbet yazısı çerçevesinde cevaplandırmak zordur. Ancak, çok özet şekilde bazı hususlara temas edeceğiz: tabii ki bir hcg klasiği olarak, çoğul konuşuyorlar ki ağırlığı artsın. buradaki maddeler görece akla mantığa uygun. hasan ve celal güzel güzel anlatıyor. ilk 2 maddede kendisiyle, son maddede de 2. maddeyle çelişiyorlar. olsun varsın. her ikisinin de etnik olarak türk ve din olarak müslüman olduğunu beynimize kazıdık, hiç unutmiycaz.

Benim Çorum'lum Hattuşaş'lı değildir; adı da Şappililulium değil Mehmet'tir. Benim Polatlı'lım Gordion'lu değildir; adı da Midas değil Oğuz'dur. Benim İzmir'lim Efes'li, Milet'li değildir; adı da Hasan Tahsin'dir. Benim Van'lım Tuşba'lı Haldi değil, halis muhlis Halit'tir: haliyle ben Çorumluma hattuşaş'ı anlatmam, Polatlım gordion'u bilmez. binlerce km öteden taş izlemeye gelen sarı pipililere acıyarak bakarız. benim Çorumlum Gordionlu değildir ama ne fayda, Çorum Çorum olmadan önce Gordion'dur aslında. hayır hayır, direneceğim bu fikre. bi gün olsun "izmir efes'i de kapsıyor, bu toprağın tarihi ordan başlıyor, ben yaratmadım belki o tarihi ama ben koruyorum ve ben bununla gurur duyuyorum" demesinler aman. ayrıca hala -li yapım ekinin birleşik yazıldığını bilmiyorum. has türküm ama ben-- türkçe türkçe.

****

neyse dediğim gibi... bir hcg okuması daha burda sona eriyor. ben "hepimiz hititiz" demiyorum elbet, e değiliz çünkü. bugün bir yunana (ki yunan kelimesi iyon kelimesinden gelir) iyonyayı hatırlattığınızda bunu aşağılama sayıyor zira o kendine hellas demiş, helenleri hatırlamak istiyor. ve lakin canımın içi, helenden önce iyondun işte. az buçuğun. hani belki biz de.. bi ihtimal.. şanlı türkiye cumhuriyetiiii ve yüce osmanlı imparatorluğuuu olmadan önce ufak tefek şeyler olmuşuzdur, birileriyle karışmışızdır... nolur yani? genetik ilmi der ki karıştıkça kuvvetlenir genler. ari ırklar en zayıflarıdır yani aslında. kafatasçı olacaksak bari mantığımız doğru olsun.

özetle yine bir hcg duygusallığı yaşadık ben ve ben. tamam, duyurduğu araştırmaya biz de karşı çıkıyoruz ama kendisine katılamıyoruz maalesef. hasan ve celal, ben ve ben yine yeniden hayalkırıklığına uğradık. bi dahakine... tercihen içlenmeden yazınız. kimse sizin türk-islam kimliğinize göz dikmedi. benim gibiler için konuşuyolar, hani değil 5 bin yıl, 3 kuşak ötesinin izini yitirmiş bi kısım var bu ülkede, savaşlarla. gen haritasını bilmeyen ve aslında bilmek de istemeyen birileri var. karışmakta beis görmeyen. gizlice bundan huzur duyan. var işte bi grup kimliksiz piç, neylersin.

sakin. derin nefes hcg. geçti.

21 Aralık 2007 Cuma

hayir, kufretmiycem.

ne zamandir kampuste kurban kesiyoruz?

marmara universitesi- ilahiyat fakultesi. 2008 yilina 10 gun kala universite nedir, kurban nedir, din nedir, kesim alani nedir hala bilmeyenlerin, bilemeyenlerin ve bildirmeyenlerin memleketinde kanli bir kampus. once kurban pazari kuruluyor kampuste sonra kesimhane -- dogal olarak. belediye yer gostermis ne fayda, universite bahcesi kapilarini acmis, din adami yetistirdigi kampusun ortasinda adami dinden cikaracak kadar fevri ve ici bos isler yapiyor.

luzumsuz isler muduru der annem bana bazen.
ben ne ki, sapka cikartiyorum bu insanlara.


saf miyim salak miyim secemiyorum. hani bi gun ilahiyat fakulteleri cidden teoloji calissa mesela, islam ilminden oteye... bi an ayni kampusun suluboya fircalari ve paskalya yumurtalariyla doldugunu hayal eder gibi... laf benimki. beklentinizi yukseltin ki altinda kalinca caniniz ciksin. elinde bicak teror sacan bu ayni insanlar sonra domuz yemiyo helal degil diye ya da tirim tirim halal damgasi araniyo yurtdisinda. bicakladigin hayvan kanlar icinde otobanda kosunca eti helal oluyor ama. . ya da bacagindan cengele gecirip bogurte bogurte katledince mesela- hem de allah adina. sevaplarin bir dag boyu. nasil bir azim... bana "guuc bende artiiik" kilicini hatirlatiyor.sonra mancinikla, lav silahiyla falan isini bitiriyosun, istanbullu buyukbas hayvana karsi. kurban kesemiyorsan kesmeyeceksin beyim. "kesmeyi deneyeyim elbet cani cikar bi noktada" diye hayvana girismek bir nedir? sirat koprusunde sirtindan atar o hayvan seni insallah.

yemisim ikiyuzlu dinciligi. birak yahu. "oh bu bayram da kestik" mi diyo yani evine gidince? ben anlamoor. git kesim yerine, orda kes. ya da kestir, neyse. o kadar lazimsa. hayvan kurban edicem diye insanliktan cikmayi din adina yapmak nasil bir hezeyandir bilmiyorum. bi yandan da... insanliktan cikarken bunu din adina yapmak da ilk kez yasanmiyor be deryik. di mi yani. bir seylerin adina insanliktan cikiyoruz surekli... bu seferki de din adina.

***
demistim, saf miyim salak miyim secemiyorum.
sinirliyim, o kesin.
sinirden sessizligimi bozdum.
oysa tam bilmemkac gundur ne guzel susuyodum. ilk kez.
nezleyim ben, yolcuyum ben. iki hal de gecene kadar susuyorum. guzel bi si.

cizgilerle nazim hikmet

savas dincel de gitti iste.


not: araya devam ama dayanamadim.

12 Aralık 2007 Çarşamba

57


bir sonraki emrime kadar bu blogda gri bir bulut ve uzun bir suskunluk hakim.

fonda "ben nerde yanlis yaptim" caliyo.isteyen bi ufak raki gonderebilir.


aciklama yapmiyorum, hih iste. takat meselesi.

koli yapicam gidicem burdan.peh.

10 Aralık 2007 Pazartesi

keç

dini kısmını bilmem. Adana büyükşehir belediye başkanı "bayramda keçi kesin" demiş. açıklaması şu:

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, Kurban Bayramı'nda ormanların korunması için keçi kesilmesini önerdi. Türkiye'de 5-7 milyon hayvanın kurban edildiğini belirten Durak, "Türkiye'de 6 milyon keçi var. Vatandaşlarımız keçi keserlerse, bu işi bir kalemde bitiririz" dedi.

güleyim mi ağlayayım mı bilemiyorum ama Aytaç Bey'in bir kalemde bitirmek istediği şey resmen TÜM türkiyedeki keçi popülasyonu. ve bunu yaparken bir de sevaba girerek bir taşla iki kuş vurmak istiyor- adana belediyesinden pazarlama taktikleri. ekolojik denge nedir, o hayvan ormanda dağda ne işe yarar bilip bilmeden cin fikirlerle ortaya çıkmak çok acı. bir benzerini tavuk itlafını takiben keneler bastığında görmüştük. ya da çekirge istilaları. yine bir adet insanoğlunun ağzı açık doğaya hayran olma seremonisi: "vaaaon tavuk haa, kene haaa"...

keçi deyip geçmeyin aytaç bey. yarın öbür gün kılına hasret kalırsınız. zira otlayan hayvanların hepsi öyle dümdüz çim yemiyo. inekler mesela (sıkılacaksanız bırakın burda, uyariym), otun üst kısımlarını yerken, koyunlar diplerini kemiriyo. safi koyununuz olursa örneğin, otlağınızda ot kalmaz, yenisi büyüyemeden yer koyunlar. sonra o bölgeye kuş gelmez zira kuşlar otların arasına yuvalıyor. nedir, yabani otlar sarar etrafı. dikenli. küçük memeliler bölgeyi terk etmeye başlar. ortalığı bolca sürüngen basar. keçi bokunda yararlı böcekler bile büyüyo olabilir. falan filan. özetle kıvırcık koyununuzun güzel gözü için doğadaki dengeden olursunuz. mümkün.

hem keçi inatçı hayvan. allahtan. onun yerine hafif bir zooloji bilgisiyle keçinin hasarını azaltacak bir şeyler bulunabilir. maksat toplu kıyımdan önce niyet.

sessiz sedasız

Koku. koku her zaman güzel bir şey değil- bakınız istanbul ve kurbağalıdere, ankara ve mamak. Belirli kokulara tahammülümüz yok. mesela bayat yumurta. o yüzdendir ki gaz kaçağı erken fark edilsin diye bozuk yumurta aromalı bi uyarı sistemi yerleştirmiş doğalgaz yetkilileri. bizim apartmanın tamamı koktuğunda öğrenmiş olduk birkaç yıl önce. yani bir uyarı sistemi olarak koku. koku algısı da tuhaf bi şi, diğer duyu organlarıyla takılmıyo, ayrı bi yeri var beyinde. kitabı var filmi var; ama o değil konumuz.

konumuz şu: siz uykunuzdan berbat bir kokuyla uyandınız mı hiç? gürültünün aksine kokudan pek kaçışınız yoktur. ya burundan girer, ya ağızdan; ki koku değil aroma olarak algılamak istemeyeceğiniz bir sürü şey var. nefesinizdir koku. çam ağacıdır, çöp kamyonudur; ama nefesinizdir. kaçınılmaz bir algı koku yani- tabii herhangi bir sağlık problemi yoksa (önceki örneğe ithafen: bütün apartman çıldırmış vaziyette bozuk yumurtayı ararken apartman görevlimiz hiiiiç koku almıyordu). ya da mesela balık kokusu. sevmeyen için haşlanmış karnıbahar. yani koku illa güzel bir şey olmadığı gibi, üstelik bir de kaçınılmaz.

şimdi bi de bu kokunun genzinizi yakarak sizi uykunuzdan uyandıran kimyasal bir bir kimbilir ne olduğu düşünün. her sabah. rüyanızın ortasında, 2 saatlik uykunuzda, çocuğunuzun hasta halinde...1 yıl boyunca. sanayii bölgesi. her gün her gün her gün. mesela deri fabrikası. mesela zeytinyağı fabrikası. ilaç fabrikası. her gün. ve bu kokuyu aldığınızda beyninizden tek bir cümle geçsin: "bu kadar kötü kokuyosa, kimbilir ciğerlerime noluyo?"... zira bunca evrim sürecinde koku algımız bizi bissürü bissürü kötülükten korumuş süper bi şi aslında (misal bozuk yemek. zehirlenmemek). haliyle her sabah böyle uyanan burnunuz çıldırmış vaziyette, milenyumlardır süren görev bilinciyle sizi uyarıyor. hüstın, sıçtın. böyle yani. bi tuhaflık var, farkına var.

şikayet ettiniz, belgeler imzalar, tutanaklar. koku tutanağı var mı acaba? on yüz bin bakanlık "bu sanayii işi/ ama sağlık şikayeti/ ama çevre sorunu/ ama belediye sınırı" şeklinde paslaşa paslaşa sizi kudurttu ve hala fonda tabaklanan deri kokusu var. ceza kesiliyor, ceza kesmek süper bir aletidir devletin; kirleten öder-- ve ödeyebilen kirletir. böylece kokuyorsunuz, koku koku. bilmediğiniz kokular üstelik, genzinizdeki acı size burnunuzu ciddiye almanız gerektiğini söylüyor. koku sınır, bölge tanımayan bir şey, rüzgar göre savruluyor, insan algısının "kim yaptı, hanginiz?" takıntısıyla alay edercesine her yere her yere yayılıyor. bir koca ilçe kokuyor ve kokluyor. her gün. ciğerlerine. sessiz sedasız. kimse bilmez kimse görmez.

tuzla'ya hoşgeldiniz.

8 Aralık 2007 Cumartesi

pırtık

bazen acaba felaket haberleri blogu muyum neyim ben diye endişeleniyorum. ya da şöyle diyeyim: iç açacak haber vermişliğim yok resmen. arada tek tük sergi konser, böyle bir TRT2 tadında, akşama doğru. fena yani. hani ben bile kendi bloguma bakınca daralıyorum bazen. hani kuşlar falan tamamen yalan, mkazanasmaz yazım da olmasa burda eğlencelik bi şi yok.


ben bu bu ben. neyse bir ilki başardım, postaneye gidip koli fiyatlarını öğrendim. kıpırdadım yani. üstelik bu ayazda. kazıkçı firmanın üçte biri fiyat verdikleri için mutlu oldum. sonra işler saçmalaştı. mezuniyetim var, eh el yüz biraz düzgün olsun tabii... gerçi seyirci kısmında benim için gelen bir insan bile yok (hulusi, velim olur musun?) ama olsun. neyse... indirim vardı. ben ayakkabı aldım. 30 öro. rugan. topuklu. rugan ayakkabı bayram demek, düğün demek değil mi kent şekerlemeleri? sonra "bi daha nerde giyerim ki" diye hayıflanırken öğrencilik yıllarımı bir sonraki emre kadar rafa kaldırdığımı hatırladım, içim rahatladı. ayakkabısınıgiymekiçinişbaşvurusuyapankız. sonra bi de korse aldım ben. kemer gibi. çok fena. fetişe yetişe nerdeyse. deryik'i hiç böyle görmediniz karesi tam. ankaraya gelişim şenliklerle, partilerle kutlansın diye yapıyorum bütün bunları.




saat farkı hesaplıyorum. hatta emir bey ve jelatine de zorla hesaplattım galiba, bunalıp bıraktılar. ben de pes ettim. ilkokul ne güzelmiş. bi kere hepimiz dehaydık kendi çapımızda. notu iyi olmayan mesela, müthiş taso oynardı falan... yani herkesin kendi klasmanını bulduğu yaşlar. sonra hayat hep bi 4 işlem, sürekli havuzlar boşalıp doluyo, manyak bi çocuk var parasını hep 22/7 gibi kesirlerle harcıyo biz üşenmeyip hesaplıyoruz, torbadan top çekiliyo, kare çembere teğet, pi üç falan filan... bakınız cem yılmaz. neyse işte... hepimiz adeta birer 10 haneli hesap makinası, ver bölme işlemini, ver çıkartma işlemini... oysa şimdi, seri bi şekilde cevap verilecek bi tomar saat hesabını resmen el parmaklarımla, düşünerek, yazarak ve onay arayarak yaptım. beyin hücrelerinin apansız ölümü. integral alabiliyorum ama 3x2=5 yazdığım için hoca notumu kırdı.

rusya var ya... topol füzesi denemiş. birini daha. yani füzeyi fırlatmış, nereye düşer, havada mı imha olur, nolur ben bilmem. güneyden fırlatmış yalnız; bize yakın. topol füzesi de Hiroşima'yı yok eden bombadan 52.5 kat daha güçlü bir nükleercik imiş. bu sayıları kim nasıl hesaplar, o ayrı. bir felaket ölçüsü birimi olarak Hiroşima. neyse... yani demem odur ki, nükleerimizin bayram sonrası hayırlı bir açılışla daha da büyük hayırlara vesile olacağı şu günlerde, komşuda pişer bize de düşer.
Fransa zamanında atmosferde nükleercilik oynamıştı da Japonya'da volkanlar aktive olmuştu. biz buna kısaca doğanın çiftesi diyoruz. bir garip insanoğlu olarak "vaaaooov nası yani fransadan tee japonyaya vaaaaaooovv" demekle meşgulüz bu tip olaylara. anti kunti çok bi bok bilen insanevladı 3 yaşındaki çocuk gibi "annee buna dokunursam noluuurr... bunu itersem noluuur... bu düğmeye basiym miiii" misali arsızca oynaşmakta gezegen üstünde. deniyo. deniye yanıla tabii. zira bu insanevladının yer çekiminin varlığına ikna olması bile benim gözlemlerime göre 6 ay alıyo. 1,5-2 yaş arası mütemadiyen "at.. att... attiii...naaa... att..aaaatt... atttiii" diye elindeki her şeyi fırlatan ve yoo yoo hayır, yerin çektiğini hala içine sindiremeyen bir hevesli ex-fetus. nedir, 20 sene sonra deha oldun sanki. atalarımızın dediği gibi, dünkü boktun bugün koktun aslında. hiç. top ol top ol top ol yuvarlan rusya.

resmen durduramıyorum, felaket haberleri vermekteyim. yine yaptım işte.
günlerim okulun bilgisayar labında geçiyo. oldum olası 5x4lük matris şeklinde 20 bilgisayarın bir araya gelmesinden oluşan (vb) bu toplu internet yuvalarını sevmem. BİM'i (non-boğaziçi izah: bilgi işlem merkezi) de sevmezdim pek. böyle komünist düzen bir hal, her yer beyaz, hata sonucu göz teması kuranlar hemen ekranına dönüyo, tıkı tıkı dünyayı kurtarıyoruz, yan karede berlin duvarı, hepimiz gri giymişiz. sürekli ışık açık, zamansız, hissiz. hastaneden bozma bi hal. allahtan zaman sınır yok burda. yanniii... sonsuza dek burda kalabilirim ve fark etmem. süpermarketteki kasiyer, metroda bekleyen adam ve ben. üçümüz de böyle zamansızız. hiç yaşlanmiycaz. nıhahaha.

balık tutalım. kavanoza koyalım besleyelim. ankaraya gidince japon balığı alıcam ben. azer sırf sana destek için. elimden gelen budur.

çeçe sineği bi tane, adı dej.

dejavu dej dej.

sabahları yapılacaklar listesiyle uyanmak gibi eziyetli bir şey yok. üniversite yurdumu taşırken veya buraya ilk gelişimde de olmuştu bu his ama bu sefer daha ağır.

postaneyefiyatsor*kolibul* dolduryolla* bilgisayartamiri* bisiklettamirivesatışı* bavulyap* fazlaeşyalarıver/sat* stajbaşvurusu* "beni hatırladınız mığ"maili* mailöncesiCVyazımı* referansmektubudilenmesi* odatemizleboşalt

bık bık bık. böyle sinek vızıldaması gibi, insanın beynini yiyo zira ben bugün de bunlardan hiçbirini hayata geçirmiyciim. vicdan sinekleri.

şu ilk üç kısım mesela. koli bulmak. büyük karton kutu işte, dolduruyosun koli oluyo. yok yok yok. olanlar çok ufak. sonra bilgisayar... windows yüklemek ne kadar sürebilir ki? bunalç. bahanem tabii ki çok, zira mütemadiyen erteleyebilmek için kişinin kendini ikna edebilmesi de bir sanat ama karın doyurmuyor atam. hava çok sevimsiz. burda (den haag, okul kütüphanesi) olmak istemiyorum aslında; ama bu havada yürüyecek kadar da bunalmadım yani. ay hep aynı şeyleri yazıyorum. tezim bitti boşluktayım. ankara ataletine kavuşup bir adet minder mantarı oluciim. sonra işte belki belki puf.

staj başvurularına baktım.. çevre başlığı yok. hala kırsal kalkınma içinda kendime yer açmaca çabası. puf. gazetelerden de bunaldım. ingilizce konuşmaktan da. katerina var, yunanlı, onunla konuşuyorum nerdeyse bi tek. tavla oynadık hatta. ay puf. puf böree. rakı-bal-tarçın karışımlı bi şi yapıyolarmış onlar, ben bilmem valla, ondan deniycez belki. maksat iş. kokteyl gecesi hohoyt. rakıyla bal çarpar sanki. ısıtıcakmışız bi de. bana ters aslında ama nedir yani, daha iyi bi seçenek mi var?

burada bolca yaşadığım "nerelisin acebağ" sorusu ve tahminlerine muhteşem bir ekleme perşembe gecesi geldi. öncelikle beni hollandalı sandılar ki, ebatlarımla ancak 8 yaşında bir hollandalı olabilirim. ondan sonra "Aruba'dansın o zaman kesin" dediler. 2 kişi, gayet kendilerinden emin. Aruba evet, karayipler. Hatta Beach boys, Kokomo... ve işin komiği, onlar Arubalı. hayat. daha önce Güney Afrika, Yeni Zelanda, Portekiz, Mısır falan duymuştum da bu enteresan oldu.

Ama şu an Aruba'da olmak ister miydim? eh bittabi.

5 Aralık 2007 Çarşamba

bağ

ben küçükken de bilmişmişim. hatta benim çocukluk doktorum, annemin lise arkadaşı sevgili namdar'a (bilmişlikte ikinci boyut: amca d(iy)ememe) elim belimde, yaş 3, "onu öyle yaparsan gününü görürsüünn" demişim. hani 2,5 yaşında konuşmuş bir çocuk için ayrıca bi bilmişlik. çok utandım yıllar sonra. zira namdar uzundur. ben yaş 3, birkaç karış kadarken... eller belde falan. feci feci. bi de anaokulunda başparmağımı sallayarak masal anlattığım bi fotoğraf var, artık yaşıtlarıma ne tembih ediyosam... sonra yaş 5, dedem "atakule atatürk'ün ilk çıktığı kuledir" diyerek istanbul'da yaşayan beni kitlemiş ve ben işin doğrusunu ancak 3 yıl sonra öğrenmişimdir. bilmiş saf.

ilk kopyamı hatırlamıyorum. ilkokulda matematik için olabilir. zira ben üçerli sayma kuralını ikişerli sayma kuralından (0.2.4.6.8 tekrarı) apartarak " 0,3,6,9" haline getirmiş(3,6,9,13,16,19...) ve bayaa iri bi sıfır almıştım ilkokulda... ilk kopya anım şu: bi arkadaşım, ki adı hakandır, ilkokul 4'te tarih sınavında sınav sonunda kitabını açmış, cevaplarına bakarak "ah vah tüh" falan diyodu. aysel örtmen "yavrum bu ne kör göze parmak kopyadır" diye yanına gittiğinde "ben cevaplarımı kontrol ediyorum ama" cevabını aldı. ve hakan cidden cevaplarını kontrol ediyodu zira elinde kalem yoktu. saf mıymış masum muymuş bilmiyorum ama işte... çocukluk.

aslında ben ne istediğimi bilmem. cidden. ne istemediğimi bilirim, geriye bir sürü seçenek kalır. o yüzden son anda karar veririm ve panikle istediğim şeyin en çok istediğim şey olduğuna inanırım... bu sırada sabit kalan şeyler istanbul ve gezmektir. yani aslında ben ne istediğimi bilirim de onlara giden yol karmaşıktır.

en saçma huyum kendi dalgınlıklarımı bile en yakınımdakilere yıkabilmem sanırım."senin yüzünden anahtarımı unuttum"/ "odam dağınık çünkü sen yemek yapıyosun" gibi saçma ve insanları kitleyen laflar etmişliğim vardır, gülüp geçmek, icabında "hadi len" demek gerekir. kendime geliyorum kısa sürede. büyüdüm heheyt. defom çoktur ona göre.

cep telefonum pek kullanışlı olmasa da çok dekoratiftir. beyaz ve çiçekli. burda pek çalmıyo. alarmı da azıcık uyuzdur. eski telefonumu çok severdim minikti ve radyosu vardı sonra bi gün öldü. türkiyedeyken melodisi bi 4 yıl boyunca muppet show idi, şimdi içinde ne varsa o. yolda yürürken anneyle konuşma aracı. modelini cidden bilmiyorum, beyaz ve çiçekli işte.

aşk dediğin, sarhoş olunca aşk eksperi kesilen arkadaşım Nik'in sorularından ve beğenmediği cevaplarımdan daha karmaşıktır. ekseriyetle (ne alengirli bir kelime bu yahu) kendisi de "amaaan yemişim aşkı" der, konuyu bağlayamaz falan. o benden 9-10 yaş büyük. soru sorar ben cevap veririm, böyle bi "peh.. hahaha...breh breh" bakışları atar, beğenmez. "yani sen şimdi diyosun ki..." der, yine sorar. sonra basar gider. aşk bence iki kişilik olunca tadından yenmeyen ve lakin genelde tek kişilik bir şeydir; hatta "aşk tek kişilik yatağınıza iki kişi sığabilmeye şaşırıp mutlu olmaktır" tadında bir ciklet cümlesiyle kapıyorum. bi de sabırdır sabır. çok da sık olmaz, oldu sanma ihtimaliniz daha yüksektir. Ay bu cümleden sonra Nik'i görür gibi oldum.

en sevdiğim blog valla ne desem yalan, bir tane yok... ama illa bir dene seçiceksem PBBC'nin VIP statüsündeki yeri ayrıdır tabii; 10 yıllık okuyucusuyum kendisinin, ondan. hatta görüntülü blog teknolojisi olursa ilk kendisi geçsin, mimikleriyle okuyalım tam olsun evet.

evveeekk... böyle bir zincirleme reaksiyon almış başını emir beyden, gelmiş beni bulmuş. ben de kimi kimi diyerek... hmmm.... sütlü madem. evet evet. pişt sütlü. sen evet.
zincirin yeni halkası.ta daaaa...

grrrii grrriii

bir kedi şiiri vardı. kedinin ağzından yazılmış. işte buldum: yağmur ve kedi. dışarı çıkmak için ağlayan bir kedi. yazan barış pirhasan. ggrrriii grrriii. hatta ben bunu lisede mi ne okumuştum sınıfta sanki. grrıı birr gökyüzü grriiii griii...

barış pirhasan-vedat türkali- deniz türkali de yeni bir cevdet paşa ailesi üçlemesi bu arada.

neyse, öyle hissediyorum. dışarı çıkmak istiyorum ama hava grrii grrri. gri havalar severim aslında, istanbul grisi diye bi renk vardır mesela, zorla sevdirir kendini. böyle hollanda merkez'de tutsak kaldığınız günlerde aklınıza kobalt mavisi deniz-gri gökyüzü- beyaz martılar falan gibi pek bi renk uyumu içeren istanbul görüntüleri gelir.. geliyo bana yani. ayrıca bir boğaziçili manzara'da donarak çay içerken etrafında kedilerle denizi seyretmenin zevkini bilir. icabında her arsız kedi yağmur altında bir kucak kedisi olur. ayrıca boğaziçi herkesin kendine bank tuttuğu, bir nevi gizli bankseverler kulübüdür. diil midir şimdi, sorarım. öyledir. ve bu den haag şehrinde bank da yok. bank özürlüsü bir şehir. gerçekten yok. çok acı bir şey ve ben istanbul banklarını özledim. okulda ya da şehirde manasız yerlere kondurulmuş banklara bakıp "ehlikeyiften mesaj var" uyarısı görmüş gibi olmayı da. burda gördüğüm yegane bank, civarındaki yegane manzara kırıntısına ters konmuş bir ahşap parçasıydı.

neyse işte, hava sadece gri olsa sorun olmazdı ve lakin ayrıca feci rüzgarlı. yağmur romantik bir şey olabilir ama henüz adam tokatlayan rüzgara karşı yürümede romantik veya sonbahar hüznü tadında ruh halleri yakalayamadım. saçımı kuşlar gagalamış, yüzümü perdeayaklılar tokatlamış gibi bir halde yürüme çabası. sevmiyorum hayır.

ilim çin'de bile olsa gidiniz evet. ve lakin rica edicem dönüş biletinizi onaylatın zira sonra 2 gün rötarınız olabilir mesela. hoş diil.

bir sneak preview gecesi daha dün yapıldı. sneak preview efendim, süplis film coşkusu. gelecek programdan bi filmi gösteriyolar her salı saat 9'da ama hangisi bilmiyoruz. film kartı olana dandik bir film çıksa bile koymadığı için öğrenci cenneti bi durum. bu haftaki ekibimizin ortalama yaşı benimle 27'ye iniyordu ve filmimiz the bee movie idi. eğlendik mi? eğlendik evet. altın pusula'nın gösterime girmesine 1, benim gidip görmeme 5 gün kaldı. elimde dondurmam çocuklar gibi şen olucam.

ah bi de bugün 5 kasım (edit: ee...aralik. evet), sinterklas. yaşasın ırkçı şenlikler günü yani. etraf zwarte piet dolu, böyle maymunumsu bir vücut dili uygun görülmüş, zıplıyolar. yarına geçicek.

bugün okulda bilgisayarı açtım ve karşımda "welcome to doomsday!" uyarısını gördüm. bu arada, israfil'in borusuna dair espri yaptığımda kimse gülmüyordu bi ara, sonradan kendime hatırlattığım üzere israfil islam dışında bir dinde yok. tuhaf aslında, enteresan bi karakter. ben israfilin borusunu online duydum misal bugün. e-muhtıra gibi. ahaha iğrencim.

kocaman bir film arşivim olsaydı eğer, bugün barış pirhasan filmleri izlerdim kurulup. grii grrii izlerdim işte. şu anda odamı topluyor olmam lazım zira yarın sabah 8'de böcek kontrolü için odaya gelicekler. yıllık böcek kontrolü diye bi şi var. böcek orda mı hala diye bakıyolar. hahahah. neyse işte sabahın köründe odaya daldıklarında çöp ev ilan edilmemek ve özsaygı sebebiyle bi el atsam iyi olur.

habire kolye yapıyorum. sıkıntısal üretim. en son bi öğrenci "affedersin, bu ne?" dedi kolyemi işaret ederek. " ee... kolye?" dedim. hmm dedi. sonra nereli olduğumu sordu. bu hafta içinde aslında tam 4 kez asansörde nereli olduğumu sordular ve soranların hepsi pakistanlıydı. hafıf meraklı bir millet olduklarına dair bir genellemeyi-- durduramıyoruz geliyor evet, yaptım bile. üstelik günde 50 kez karşılaşırken neden illa asansör diye de sor sor sor sor dur.

ay çok grrri. üzgünüm. bu hafta böyle geçicek.

3 Aralık 2007 Pazartesi

dünden devam

yıldırım türkerin kalemi olayım. ceza mercii hakim ve savcılara dair bir araştırma.
bir de okumaya teşvik için bir alıntı:
ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem.

2 Aralık 2007 Pazar

hcg

hasan celal güzel polis üzerine yazmış. her yazısına yazılarlarlarla cevap vermek istediğim adam. bu yazıda bir türlü anlamadığım şey kullandığı "biz" dili. yani "doğru bulmuyoruz" hali. "çözüm önerilerimiz" demesi mesela... siz hasan ve celal olmak üzere iki kişi misiniz kuzum? ben demek bu kadar mı zor, yoksa bu bir polis teşkilatı el kitabından kopi-peyst midir? yoksa hafif şizofrenik bir otorite kurma diskuru mudur, hani "bunları bir ben söylemiyorum, biz söylüyoruz" hali? yapmalıyız etmeliyiz dili.

ha bi de bahsettiği polisler hakkında gerekli işlem adli mercilerce yıllardır yapılmadığından... hani belki ondandır eleştiri kısmı. didaktik yazılarla basite indirgemecilik sanatı üstadı: hasan celal güzel. evet polis insan hakları ve hukuk devletinin teminatıdır, şahsen beni de korkutan bu zaten. yüksek okul mezunu oldu da psikolojik testten geçti mi, düzenli psikolojik destek aldı mı? kendi dediğiyle çelişen adamlar: hasan ve celal.

ama en güzel cümle: "son günlerde polis halk bütünleşmesi sağlanmış" kısmı. hmmm hatırladım, tarihlerden 1 mayıstı değil mi? büsbütünleşmişti halk ve polis. yoksa nijeryalı göçmenin ölümünden mi bahsediyor?

hizaya gel cümlesi: polisin morale ihtiyacı olduğunu unutmayalım, evlatlarımız onlar.

yani tamam, saydığı 6 maddeyi anlamamak için gerzek olmak lazım... tabii ki çalışma şartları, maaş vs mühim. ama işkence için, sınırsız güç kullanımı için bahane/ açıklama olabilir mi? maden ocağındaki işçi napsın o zaman? evlatlarımız onlar ama arkalarında koskoca bir kurum ve gerekli yasal düzenlemeler olan evlatlar. yolda cop salladığı öğrenci/memur/işçinin aksine, belinde cop olan evlatlar.

evlatlarımız onlar demişken, kayıp annelerinin gözünün içine bakarak da yukardaki cümleyi söyleyebilirler mi acaba hasan ve celal beyler, beraber?

kendilerinin en sevdiği kelimeyi tahmin edelim mi? benim içgüdüsel cevabım: münferit. hasan ve celal beylerin her ikisi de sanırım sorunları münferit görmekte, ayrıca zaman zaman kulaklarını tıkayıp laaallaaallalalalalala diyor da olabilirler. sorun yok acı yok canım türkiyem. aa bakınız kendilerinden alıntı, tesadüfün böylesi:

Ancak, münferit olayları örnek göstererek polisin yıpratıcı şekilde eleştirilmesini de doğru bulmuyoruz.

münferit adamlar kalemi. her şey, her sorun münferit. yazının sonuna kocaman bir "yani, eee?" deme isteği duyuyorum: hasan ve celal bize ne söylemeye çalıştı, neyin izahını verdi, belli değil. "ay ama öyle demeyiiin polisinki de caaan" mı demiş oldu yani? aksini söyleyen mi var? analizini yapmak istediğim metinlerin yaratıcısı bu iki adamdan alıntı: "gençliğinde polisle karşı karşıya gelmiş bazı medya mensupları". aah ah, o çok sevgili bir kısım medyağ. münferitlemeler.

allahtan kendisinin yazıları da pek bir münferit, insanın sinirini bozamadan bitiveriyor, rahatlıyoruz. ben ve ben, ikimiz birden.

vassaf

bunca zamandır aşağı yukarı şöyle söylemek istediğim şey bu.

üstünde düşünmek lazım. ilgi alanlarımızı az buçuk açmak lazım. köşe yazarı ya da akademisyen olmasak da. new york olmasın, cape town olsun, fark etmez. farkında olmadan dar kuyularda kalmamak, dünya vatandaşı olmak için.

1 Aralık 2007 Cumartesi

stabil.

bugun efendim, miskin bir gun. okunmamis gunlerin gazetelerine bakip daralma gunu. ucak dusmus, suryani rahip kacirilmis, bir kepceyle coken borsa, yeni sosyal guvenlik yasasi, izmirde uyari atesi falan... derin nefes alip, "sag bastan say" haliyle yavasca okuma.

haberleri gec, yazarlar da basli basina bi haber. namik kemal zeybek demis ki, kimse ateist olamaz, onlar oyle saniyormus, namik beyden kacmamis. Gercekten mi? olamaz! diyor.. ve lakin ben sordugu sorulara gayet net "yoo hayir" diyecek insanlar taniyorum. o zaman sistem cokuyor sanirim. yazisinda "niye kimse ateist olamaz"dan ziyade (zira bu cumle "kimsenin ateist olabilecegini dusunmuyorum" degil, bir yargi cumlesi ve izahat gerek, bir tek ornek degil) Islam'da Allah kavramina giris-101 tadinda aciklamalar var. Enteresan sekilde %99'u Musluman olan bir ulkeye bir kez daha aciklamak istemis kendisi. "Hayır siz tanrı tanımaz değilsiniz... Sadece Tanrı'nın adını değiştiriyorsunuz. Madde, tabiat, tesadüf, evrim diyorsunuz" demis misal. Hmmm... bayaa, boylesine genis bi kavram yani Tanri? Tabiat diyen de, tesaduf diyen de aslinda tanriyi taniyor zira Namik bey tanri tanimamayi tanimiyor! bir nevi "sogan acidir, hayat acidir, demek ki hayat bir sogandir" mantigi. Ya da Namik bey deizmi ateizme tercih ediyor. daha katlanilir buldugu belli.

Saygilar benden, yalniz bir dahakine alakali baslik atarsa sevinirim. Hatta bence bir dahakine nasil bir alakayla kosekomsusunun dini tercihine dair yazi dosendigini de aciklayabilir belki. neyse.

Radikal'e daha cok kadin yazar gelsin feybuk grubu kuralim mi seker?

Manisali gencleri radikal yazi dizisi olarak yazdi/mis. Lise ogrencisiydi onlar. biri 14 yasindan ufakti. ben 11dim o zaman. iskence gorenler. roman olup cikiyor imis. okunur umarim. Turkiye'de ilk kez iskenceden hukum giydi polis. ilk kez "evet var" dendi. polisin polisi bulup da mahkemeye getirememesi gibi trajikomik haller yasandi. yokmus gibi yaptigimiz olaylarin en kocaman harflerle hayatlarina kazindigini bize bagiran insanlar onlar... duymak gerek. bu ulkede hala sosyalistim demenin, kahrolsun fasizm demenin (dememis olmak bir yana) deme ihtimalinin iskencelik oldugunu gosteren haller. o yazilari yazmadilar; ama yazsalar ne olurdu? "parali egitime hayir" dedi diye...

bugun 72 milletten okul arkadaslarim yemek pisiricek. okuldaki tek turk olarak bir basima turkiye masasi acip yemek servisi yapamayacagimdan sizler icin "dunya mutfaklari ve turk damak tadi kiyasi" testini yuruticiim. napalim artik, gorev bekler.

ilim cinde bile olsa gidiniz tabii. sangay guzel bir sehir ve lakin ucus 13 saat suruyo, aklinizda olsun. uzak yani. uf.

oda topla koli bul icini doldur. yollar bekler deryik, ufaktan.
hayat basvuru formlarina sigacak kadar olmamali yahu. ne bileyim... olmasin.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker