2 Nisan 2007 Pazartesi

çiğ

diş fırçası kadar kişisel bir eşyanın ortak kullanıma açılmış olması iliklerini sızlatıyordu. bu tıpkı duş yapan sevgilinin yanında işeyebilmek gibi bi şiydi -- gereksiz. acelemiz nedir yahu, bi beş dakikalık sabrımız mı yok bekleyecek? samimiyetten çatlıyor muyuz, ortak alan yaratıcaz diye klozete mi düştük? hem o ilk günlerdeki ben bi yüzümü yıkayıp gelicem paravanı ardına sığınan böbrek boşaltma hallerinden sonra, o paravan ihtiyacından sonra, ne ara olmuştu ki bu? diş fırçası yahu. küçükken de mesela, sakız değiş tokuşlarını sevmezdi. lolipop hariç, niyeyse o bi istisna.

kedi ve köpek yavrularının bi memeye ulaşmak için kardeşlerinin üstünden atlaması gözler açılmadan bile vahşileşebilmekti niyeyse. paylaşamamaktı, yetmemekti. 10 günlük bi enikken bile kardeşinin gözüne tırnaksız patini sokarsan, işte anca o zaman doyabilirdin.

kağıttan uçak yapmak yolda yürürken yaprak koparmak kadar abes bi hareketti. gerçi özellikle sakız ağaçlarının yaprağını koparıp ikiye katladıktan sonra çiğnemeye bayılır, söylemez. kaç defa zakkuma el uzatanlara "zehirli o cıss" dedi. kağıtuçaktan alınan haz uçurtmanın yerini tutmaz. zaten %80'i kamikaze hüznünü taşır, bi boka benzemez. büyük bi çalımla katlanan o A4 kağıt nihayetinde burunüstü çakılır. abestir yani. kağıt uçak katlama senseilerini seyretti. o adamlardaki ben lisenin en piçiydim hüznünü görmedi... manasız bi iddia gördü işte.

mandalinanın ince zarını soyup yemek bir törendir. bunu anlamayan insanlarla mandalina yemek kremalı bisküviyi ikiye ayırmayan insanların ortasında yalanıp durmak gibi bi şi. hem zaten mandalina zarının niye soyulduğunu anlamayan biriyle diş fırçası paylaşıyor olmak başlı başına bi bulantı sebebi olabilir.

bi an gelse, eti cin, eti puf ve halley arasında birisini seçmesi gerekse tereddüt etmeden birini seçemeyeceğini fark etmişti. bazen halley bazen eti cin, nadiren eti puf; zira eti puf pembe de olabilirdi, pembe eti puf gıda boyasıdır. ilk kez seçimlerden nefret ettiğinde ilkokuldaydı, cebinde sadece birine yeticek kadar para vardı. üstelik abur cuburdan dişleri döküldüğü için veresiye defteri kapanmıştı. sinir içinde eve gidip mandalina yemişti.

mandalina yedikten sonra diş fırçalamayı kim sever ki? mandalina zarlarını yemeye başladığında 17 yaşındaydı, artık çocukça gelen zarları tabak kenarına yığma işini bırakmıştı. haşlanmış mısır, simit veya ay çekirdeği satarken neden yanında kürdan verilmediğini yıllarca düşünmüş, çözememişti. ayrıca okul tuvaletlerinde diş fırçalayanları hiç anlamamış, nedense orda su-lavabo ikilisini görememişti. hani tamam, kimi zorunluluktandı, diş telleri ve ortaokul... ama kimi işte.. imrenmişti gerçi o kimseyi takmadan gargara yapabilenlere; ama niyeyse sanki iki gün sonra sevgilinin yanında işeyebilir gibi duruyordu o kız. saçma; ama ürkütücüydü.

balığa atlayan foklarla, ki fok asla bi balık değildir, şekere atlayan çocuklar birbirine benzer. görünüş açısından. halbuki işin özü başka. çocuklar özünde birbirinin gözünü oyabilecek; ama henüz bunu bilmeyen 10 günlük eniklerdir. öte yandan foklar, çalışıp eve ekmek getiren amcalara benzer; yorgun, hantal ve umarsızca gururlu.

hani göz oyuyorsa da, bundan o sorumlu değil artık, artık o diş fırçasını ortak kullansa da olur, kullanmasa da. yolda yürürken de gördüğü ilk bahar dalına eli gidecek, yaprağı okşayacak; ama koparmayacak. aklına gelecek de duracak son anda. kağıt uçaklar klozete çakılsa keşke. mandalina yemeyi bilmeyenlere bisküvi satışları yasaklansa. kürdan.

2 yorum:

turuncu dedi ki...

yorum şurada...

deryik dedi ki...

teşekkürler..

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker