28 Şubat 2007 Çarşamba

untalkative bunny friendly friend

efendim bizim free hugs (beleşe sarılgaç) ekibinin kendi kendini görüp çok eğlendiği
hatta manasızca gülüp gülüp.. öyle işte... neşelendiği..

ah tabii ki sizlerle paylaşmazsam ortadan çatliyciim video...

untalkative bunny karakterine de saygı duyduk ekipçe.
ve hayır, tanımlanamayan pembe bi şi diilim ben.



uuu umbrella... hug umbrella... hi hi...

the hunger site

efendim bi zamanlar her gün tıkladığım sayfa bi mail aracılığıyla tekrar hatırlatıldı...

the hunger site


bir adet BM destekli girişim... ortadaki minnak sarı şeye tıklıyosunuz, sponsorların logosunu gördünüz diye adamlar o gün birine 1.1 kaplık yemek bağışlıyo. yalnız, günde sadece bi kez tıklayabiliyosunuz (öhöm, sponsorları yemek için sömürmek mi... ne fenaa...).

ist
erseniz bunun yağmur ormanları, göğüs kanseriyle savaş, hayvanları kurtaralım, okur-yazarlık ve çocuk sağlığı versiyonları da var. sıradan tık tık mümkün...

şimdi deryik aslında sinir olmaktadır bu sisteme, sebebi kendinden bellidir...

1) günde 1.1 kap yemek nedir, şaka mısınız? ayrıca içeriği nedir? pirinç lapası mı bonfile mi?
2) madem bu parayı verecek sponsor buldunuz, reklamı yapılmadan bunu kabul edecek kadar insan bi sponsor da bulabilirdiniz.
3) özellikle batı'nın "ama elimden geleni yapoorum, tıkladım bugün sıradaaan" rahatlığına ermemesi, bi zahmet daha az tüketip daha az sömürmeyi öğrenmesi gerek. 1.1 kap bağışlayıp 20 kap tüketen izbandutçuklar var zira.
4) boynu bükük afrikalı çocuk ve akabinde istatistikler romantizmi beni hasta ediyor. her somalili çocuk resmi kramp demek. nice türk'ün aklındaki "afrika= kaburgası sayılan bebek" denkleminden nefret ediyorum. bütün bi kıtaya yapılan hakaret bu.
5) sayfadaki "barışın sağlanması için doymaları gerek" lafı ayrıca bi kramp. ah ah sayfalarca yazı yazılası, sorsanız "başka türlü yardım etmiycek ki batı; en azından işe yarıyolar, detaylara takılma izleyici bunu istiyo" edebiyatı yapılacak detaylar.
6) sanki mesele 1.1 kap tıklayacak adam bulmak... bugünü geçirdiler, yarın kimse tıklamazsa açlar mı yani? balık verme azizim balık tutmayı öğret.. hatta sen çekil, onlar balığın alasını tutuyodu zamanında... afrikada, hindistanda tarım gayet yapılıyo, ürünler halka görünmeden ihraç ediliyo çoğu zaman... 1.1 kapmış.

falan feşmekan. diğer tıklara da uygulanabilir bu.

ve lakin, açılış sayfası yapıp bi şans vermek de mümkün. ben 2-3 yıl yapmıştım. ne oldu derseniz, bilmiyorum. takip mekanizması yok.

hani yani, tıkladık elimize mi yapıştı...
sponsor sayfası da belirir belirmez kaparsanız intikamınızı da alırsınız..
"reklamını
yapamadı kii yapamadı kii.."

alemlerin yegane donna'sına teşekkür

tattataaaammm... bakınız bizzat kendim ben ve winamp'cığım gururla sunuyoruz:



bütün albüm efendim.. hepbiri saraylı'nın....
tango istanbul'un da sözlerini yanlış hatırlıyomuşum, ah mazi....

"aşkın bataklığında kayboldum
ardımda kalan yalnızlıklardı...
bu sence geç kalmış bir şarkı mı
bizler gibi
bu sırrı hep saklar mı
tango istanbul"


donna quijote
olmak zormuş vesselam...
ve lakin bööle bin sürpriz bi hal imiş, yaşadık gördük :)

bin teşkür yüz bin.



dudaklarımda sen
sevişmiyorduk aslında
tutkularımızla tükeniyorduk
tutsak bedenlerimiz boşlukta
bu sence hiç olmamış bir aşk mı
başlanmamış
sonu daha ilk adımda
tango istanbul


27 Şubat 2007 Salı

Srebrenica

o 11 temmuz gecesindeki olaylara sebep olan bir ülkedeyim şimdi.
hollanda askerlerinin denetimleri altındaki, korudukları mülteci kampında kalan boşnakları sırplara teslim ettiği.

hollandalılar sırplardan korktu diye..
sırplar "bak NATO gelir haa" blöfünü gördü diye..
NATO'nun gelişi ancak blöf olabilir diye.
8,000 kişinin bi gecede öldürüldüğü.. bir tek gece.

hollanda hükümetinin ah vah vah istifa ettiği.

10 yıl sonra, geçen aylarda, "bosnada görev yapan yiğit askerler"ine onur şeref şan şöhret madalyası takabilen bir hollanda. utanmadan "çok acılar çektiniiiğğz" diyebilen.
sokakta "biz yapmadık sırp yaptı" rahatlığına ermiş bi hollanda.

BM kararı açıklanmış.
Benim olduğum şehirde açıklanmış.
benden aa resmen iki sokak ötede açıklanmış.

Srebrenica katliammış, diğerleri değil. duyurulur.
Akrepler Sırp hükümetine bağlı değilmiş. Sırplar nerden bilsinmiş. olurmuş öyle. uf olmuş, öpmüşler geçmiş. bi deklarasyon yayınlanacakmış, para cezası yokmuş sırbistan'a, engellemeyi denememiş evet; ama denese de olur muymuş, kimbilirmiş... ah sahi, sırbistan AB üyeliğine adaymış bu arada, bu mevzuuyu aradan çıkarmış iyi kiymiş.

hollanda'dayım.
hani herkesin ilk fırsatta amsterdamda bi coffeeshop üstü redlight'la özgürlüklere boğulma turizmi istediği,
bi bok sandığı,
ah BM canım insan hakları
ülke.
bu da yalan ülke.

hoşgeldiniz.

oya bora

evet efendim iki aşağıdaki link mink derken bi an hatırladım. oya bora çocuuydum ben. hatta evet o iki albümü istemekteyim. aynı bluzun içinde kavga eden bi klipleri vardı, onu aramaktayım. VHS / BETA teknolojisine hasret.

bi tango istanbul şarkıları vardı... çok güzeldi çok. saraylı kasedi (kaset tabii ne sandın, peh) b yüzü son şarkı:

yineee sonn.. baa...har geldi
yıl geçti mi üstündenn...
cesaretim mi yoksa kaybolaann...
yüzümde yıkılırken mevsimmleer..
son dans mı bu beklenen...
hesaplanmış adımlarııı... (ha ha ha diye güler bora)
şansımı en başından kaybettimm
dansa ayak uydurmam imm...kaaann.. sız!

bu sence geç kalmış bir şarkı mı
bizler gibiii (dırınım nım dırırırım)
sonu daha ilk adımda
tango istanbul!!

tango istanbuldan bir- iki önce bi şarkı vardı, oya tek başına usul usul söyler idi. sokak çocuğu oya olurdu. kirazlı şapkası hiç olmamış oya. ne de bisikleti. sokaklar ve kediler, dostumdur, ve sahipsiz köpekler...

sevmek zamanını herkes sever, ben tango istanbul'u özledim. aceba o kaset nerdeeeğ... kapağını kaybetmiştim. belki kendi duruyodur. belki sahaflarda vardır... belki CD'si vardır saraylının?

ya yoksa?

oya bora müzik marketlerden kazınıp muhtelif bireylerin ilkokul anısı olmuşsa?
o bıcırkomikbirazgarip çift büyümüşse falan? artık oya'nın elbisesinden bi renk seçip ona uygun gömlek giymiyosa bora? anca dizi jeneriği ve joey seslendirmesi (evet jelatin hatırlattı, oya küçümendi o) yapıyolarsa artık?
oya iyice dövmelendiyse ve bora şapkasını çıkardıysa? hii... fecii..

kimsenin minderi kendinden yaylı diilse?

adaletin bu mu dünya... heç işte.

üzülmediniz mi yahu?

26 Şubat 2007 Pazartesi

tıkla, resmi farklı kaydet

buuuu bant'ın yüce çizeri, defalarca farklı kaydettiğimiz, 62'den tavşan sadi güran'a teşkür içüünnnn...



buuuu gecenin bi körü patlak patlak gülmemi sağlayan öykü akgürgen'e teşkür içiüüünnn...




bunların hepsi "bilmesenn dee göremeseenn de bu teşküür sana teşkürdüüür" içiüünn....

"bu ikisi de tavşan delisi, niye ki? tavşanlarda benim görmediğim bi şi mi var?" diye sormak içiüüünn..
anında "tavşmayan" esprisiyle kendi kendini imha içiüüüünn....

bi de şey biri sevabına penguen yollasın bana.
iki-üç haftayı biriktirip yollayın nolur.
hiştt...

bu siteeemm tanıdıklar içüüünnn...

25 Şubat 2007 Pazar

sürpriz.

çocukluğunu hatırlayanlar kaleye mum diksin.

koreografiyi hatırlayanlara tipitip vericem.

neşe

valla mut mut oldum ben yine niyeyse...



güneşli dağları bırakıp yağışlı düzlüklere indim oysa.
salı sabahı 9da sınav var oysa.
her bir kasım ağrıyo oysa...


ama ben dolu dolu okudum bugün.

sonra hop alemlerin en kocaman camlı, en "öğrenciler bi köşede demlene demlene bi şiler okusun" mekanına (ki bizim okul mezunu bi çift işletmekte, öyle bi halden anlamak yani) gittim, daha bi daha okudum. saatler çalana dek okudum.

demlikte çay nasıl bi sefadır 101.

dışarda yağmur pıtırdadı pıtırdadı, ben çıktığımda durdu.

sonra Mikros'a gittim (evet efendim K ile, zaten kendisi minicik bi bakkal). mentollü sigara günüymüş bugün meğer. sahibi "sen istanbuldan gelmiştin di mi okumaya?" dedi, evetledim. "hoşgelmişsin" dedi bi diğeri. pıt pıt ne güzel oldu o an. "sigara ne kadardı" dedim, "4 lira" dedi amca. lira dedi yahu. yuro demedi. 4 lira dedi. ben de ona 4 lira verdim, yuro değil. ne güzeldi. iyi akşamlaarrr... 1 tane içtim istemedim sigara falan. o da güzeldi.

sonra yağmur yağmadı, çiseledi. ooh bi sefa... ibrişim ibrişim sırmalı gümüşüm (birisi sormuş bi yorumda, orda cevabı var) söyleye söyleye, sek sek sekerek mahmure.. hohoyt sokaklar boşbom..

bi neşe bi neşe... daim ola.

yani ben resmen erguvanlarla çimlerle uzandım yahu... elimde manasız bi makale olmasında hiçbi beis yoktu... resmen bööle bakınız aşağıdaki fotolar kıvamı.. ohh... icabında saatli binanın enn tepesinden istanbul'u izlemişliğimiz vardır yani, gizlice tırmanıp akşamdan kalma bi veda. öle çimlere yayılmak yetmoor, çatıkatlarında gezinin :P




20 cent ödeyip espressochoco içmemi sağlayan makineye selam.

şey bi de özhakiki tayfası... hepinizi özledim yahu. van bay van.







baharlarda buluşalım.. fasıllarda buluşalım...

lay lay
lom hatta..

lay la lalalalala layy...


neş e. neş'e. neş. eneşeneşeneşeneş...

bir sezen aksu& özdemir erdoğan düeti gelsin burdan:

yak bir sigara..
kül olsun dertler ucunda
bir an oh diyemezsek çekilir mi ah bu dünya...


bararap bararap bara rarapp...

aa peşinden ali desdero başladı.. resmen mutluyum :)

24 Şubat 2007 Cumartesi

genetik bi nedir-101

-aloo??? kızım vardın mı merak ettim!!!
-anne dün dedim ya, sabah 9da varıcam diye.
-ay ama konuşamadık ki dün doğru düzgün.. hem saat 12!!!
-e anne sabah aradım haber vermek için, kapalıydı telefonun.
-aa evet doğru.... biz otobüsteydik de.. istanbul'a geldik çünkü.
-nası yaa?!?!!!
-söylemeyi unutmuşum.
- e bi de merak ettim diyp kızıyosun ama? ne zaman gittiniz, nerden çıktı?!
- ay işte geldik sabah otobüsüyle.. merak edicek bi şi yok, kardeşinin tatili var. hadi konuşuruz sonra tekrar, herkesin selamı vaar çok öptüükkk...
-peki ben de öptüm madem.



armut mu dibine düşmüş nolmuş bi anlasam...

irtifa

evet efendim, döndüm geldim.

avrupanın en alçak noktasından
en yüksek noktasına çıkmıştım da.

efendim alpler'deydim üzerinize afiyet. yok ööle yarıyıl tatilinde kürk yakalı kar montu sefası değil, çocuk baktık icabında. ödemesi kayak kursu ve konaklama oldu. emek ve sermaye ilişkisi. yes.

1) isviçre enteresan bi yer. gerçi otel ve kayak pisti dışında bi yerini görmedim, zaten minicik bi kasabadaydık (antalyada her şey dahil tatil yapan ve otelden çıkmayan avrupalı turist ağzı). ama arayı kapamak için radyo dinledim- haberleri. fransa, almanya ve italya'nın bahsinin geçmediği bi haber yoktu. ya da ben sadece bu 3 kelimeyi anladım.

2) italyanlar, almanlar, fransızlar ve "romansh" dedikleri 4 nüfus bi arada. romansh'ler ayrı bi vaka, "esas isviçreli biziz, diğerleri sadece sınırın içinde kaldıkları için isviçreli" diyecek kadar bi milli gurur hakim. portekizce-katalanca arası latin temelli enteresan bi dil konuşuyolar. şeker insanlar. hatta sonradan edit: wikipedia adamları haklı çıkarıyo, kökü eskiye dayanan, minicik bir azınlık. benim gittiğim kantondalar sadece. vay be nüfusun %1'inden azı konuşuyomuş bu dili. şansa bak.

3) isviçre ve saat... penceremin karşısındaki kilise kulesi ve onun saati. her 15 dakikada bir çan çaldı desem inanmazsınız şimdi siz... halbuki çeyrek geçe 1 çın, buçuk 2 çın, çeyrek kala 3 çın... saat başında ise o an saat kaçsa o kadar uzun çın. yani saat 5 mi, 5 uzun çın. günün her saati böyle. sabahın 6sında 6 çın hiç çekilmiyo. bi de sabah 6:05'in önemi nedir bilmiyorum, ama 100 çın çaldılar.

4) 22-25 tane velet. 6-11 yaş arası. çok eğlendim çook... hepsi ayrı bi tip. anında alt dudak kıvırıp isyan modunda ağlayarak istediğini yaptırmaya çalışan mı istersiniz, "deryik yarın erken kalkıp şu çocuklara bi sürpriz hazırlayalım, uslu dursunlar" diyen bi 6 yaş hanfendisi mi... hiperaktifler. ama çok komiklerdi. hele her gece film izlemek için pijamalar ve yastıklarla odaya doluşup "şey uykum geldi saçımla oynar mısın?" miniklerine bayıldım ben.

5) kayak denen şey milyonlarca çürük, en ince kasların keşfi, yükseklik korkusunun yenilmesi ve lakin hız korkusunun keşfi demekmiş. ah bi de tabii ki "efem ben amatörüm, bu da yüzümdeki yanık izi... evet kırmızı-beyaz isviçre bayrağı hı hı". 25 faktör korumadı. o dağların tepesi güneşli, sıcacık ve harikaydı. karlar eriyo, bu hafta kalmiycak. nıhohahaha.

6) telesiyejdim, aniden durdu. kayaklarım sallandı, altımda dağlar dağlar... ölmedim.

7) günlük tempo: 7.30 kalk. 8 kahvaltı. 8.45'e kadar çocukların kayak hocasını bekle, teslimat sonrası kendi kayak dersine koş. 9.15-2.30 kay, düş, kay kay. 3 hop!otel koş, havuza gir. 3-5 havuz gözetimi. 5-6 bi saat izin. 6-6.30 cünyırlara yemek yedir, teşvik et, yorul. 6.30-7.30 manasız grup oyunları serisi: çikolata lezzet testi, tuvalet kağıdıyla mumyalama. 7.30-9 film. minikler kucağında uyusun. allahım tv'yi icat eden kişiyi binlerce kez rahmetle andık. ne müthiş bi icat... 9.30 sızış.

8) perşembe günü sınandım...........
dağlar dağlar çıktık. 1 teleferik ve 2 telesiyej boyunca. 2000 m gördüm. sonra tam bööle en manyak tepeden aşağıya doğru inerken huşu içinde "inanmooruumm kaydım, dümdüz gidiyoruum" rahatlığına ermiştim ki kayaklar ayağımdan fırladı, ufak çapta takla attım. kiraladığım yer yeni başlıyorum diye 40 kiloya ayarlamış, gerçek pistte durmak için kar sapanı yapınca kayaklar fırladı. satıcıyı saygı ve sevgiyle anıyorum. başımı çarptım, boynum ağrıyo. yetmedi, 2 kez daha oldu bu manyaklık... sonra dağın tepesinde mini bi sinir krizi geçirip helikopter diye tutturdum. baş dönmesi, kayakların yeniden fırlama ihtimali, hız korkusu ve dik bayırlar.... neyse ki sabır küpü, müthiş hanfendi bi hoca eşliğinde aşağıya indirildim -- kayarak. ölmedim; ama sövdüm. türkçe sövünce gülüyolar. Gigi sen bizim her şeyimizsin.

9) açık havuzu kaynar suyla doldurup dev bi küvet elde etmek süper bi fikir. müthiş eğlenceliydi.

10) 10-11 yaş arası erkek çocuklarının "ben de ergenim, ben de gencim, liselilerle takılıcam" krizlerinden bunaldım. liseliler durumu özet geçti allahtan. liseliler çok düzgündü bu arada. bi tanesi boya dökülen halıyı temizledi, inanamadım.

11) 8-10 yaş kızlarının arkadaşlık sorunlarından da bunaldım. X Y'nin arkadaşıydı niye şimdi Z'yle takılıyo? kayak dersinde güya çocuklar yanımızda deil, ama veliler var... "ay kızım ağladı dün arkadaşları bi şi mi dedi acebaağ"...

12) isviçre euro'ya geçmez. bu böyle biline. 10 euro 15 frank. ve çikolata ucuz.

13) patates kızartması görmek istemiyorum. yetişkin yemeklerini özledim. bi ara isyan edip yetişkinlerin yemek salonunda ananaslı fondü denedik. güzel bi şi ve lakin o peynir nasıl tuzlu.... oy oy. bütün haftanın tek lüksüydü. bi de mokalı çilekli dondurma.

14) perşembe son gecemiz diye bi kadeh şarap içtik, çarptı. hem o gece çok geç yattık, 12de.... ahahaha şaka gibi.

15) ben o veletleri çok özliycem. tuhaf di mi.. ama her fırsatta "eldivenleri tak, gözlüğün nerde bakiym"cilik oynadık biz. onlar ki kayağa giderken kayaklarını yanına almayı unutanlar.... hem bikaçı boynuma sarılıp "ama ben seni çok özleriiimm" dedi. okulları burda, uğrarız belki.


durum budur. foto gelicektir. uyumak lazımdır.
tez konumu teslim etmek, sınava çalışmak gereklidir.

yandım yandımdır.

ve lakin, döndümdür!!!

15 Şubat 2007 Perşembe

baş baş

yazarınız yıllık izninin bir kısmını kullanacağından yazılarına ara verecektir. bu bi "gidiyoruumm bütün aşklar yüreğimdeeeğğğ" yazısıdır.

madem buraya kadar geldiniz, taze bi yazı olsun. bari arşivini karıştırın, linklerde gezinin... oturun origami yapın kuzum, bizde hizmette sınır yok. icabında origami yusufçuk, origami piyano falan bile mümkün.

bu den haag komik bi şehir. köşe başında rus bakkalı, balkan çakkalı, endonezya marketi, çin maketi falan var ama toplu iğne bulmak için imanım gevredi dün. sonra aklıma buralarda hiç saat tamircisi, kunduracı ve terzi görmediğim geldi. korktum. gözünü seveyim "meraba usta, şunun şurasına makina çekmek lazım, ben bi 1 saat dolaşıcam, yetişir di mi" lüksünün.

bi de şey, çok tuhaf abur cubur alışkanlıklarım gelişti, hayretle izlemekteyim. mango ya da guava suyu içmek bi nedir. üzümlü yoğurt bulamayınca kızmak falan... mesela peynirli pilav güzel bi şi. aji acı ve güzel bi sos... ki acı yani, sevmem ben. sambal mıydı, o çok acı mesela. o kadar da diilim henüz.

parti güzeldi bu arada, bkz aşağıdaki laleleeerrr resmi. tebrikler geldi, mutlu oldum.
50 lale 10 ytl... deli bi şi.. o kadar güzeldi ki, 250 lale bi arada... gecenin sonunda "isteyen lale alabilir" anonsumla ufak bi yağma yaşandı.. oh adamım, kadınları çiçeksiz bırakmiycaksın :P



ben de işte 50 veletle kardan adam yapıcam, burnuna havuç takıcam.
boş vakitte sınava çalışıcam.

iyi geçse gari.
besos gençlik!!!!!! esen kalın.

13 Şubat 2007 Salı

sefkililer günü

geloor efenim evet yarın.


benim için manası ne mi?

300 tane origami kalp (link yanda). odada, derste, yemekte.
dışardan destek.

300 tane kırmızı-pembe-beyaz lale.
arızalı bi ses sistemi.
200 mum. 10 vazo.

yapış yapış çiftleri ve hayattan tiksinen bekarları aynı anda eğleme kaygısı. tek mekanı paravanla ayırıp iki parti düzenleme manyaklığı. haliyle iki ayrı dekorasyon. "ay ben gelmiycaam tiksiniyorooom" diyenleri de ikna. niyeyse.

içki kuponu, bilek damgası.
kalpli kurabiye/ çikolata avı (gülmeyin, burda dükkanlar çoktan 14 şubatı bitirip paskalya moduna geçti, etrafta tavşan ve yumurta var sadece).

fiyonklar (ööğ yani ööğh).
anti-parti için dünya barışı ot yeşili genellemesi.
istek parça listesi.
muhelif eşleşme oyunları.

nerdeyse 24 saat kala, her şey tam rayına oturmuşken "ay derya geçici öğrencilere (bööle bi şi var evet) veda partisi de olsun mu buuğ" diyen bi cini boğmamak.

sürekli sürekli ve sürekli bütçe hesabı tutmak. bunu iki ayrı komite için yapmak.. masraf kısmak istemek ama bazal bi parti istememek. "herkese 2 bira bedava olsun" diyenlere sabırla "bu 600 euro demek, farkında mısın" izahatı vermek. aptal olmak.

keman çalacak kişinin nota kağıdını koyacağı zımbırtıya kadar düşünmek. sürmenaj.
ve hala hala şikayet geleceğini bilmek.

anneyle tartışmak, sinir olmak.
yemek pişerken arkadaşların yanından aniden fırlayıp gitmek, yatağa yığılmak. sonra kapımın ısrarla çalınması, "derya bunu ye" diye bi tabak uzatan melaike insanlar.

budur. evet nefret etmek için bissürü maddem daha oldu.
sonuncu hariç.

ay bi de mika- grace kelly. kıçinngg...
eğlendirici şarkı bu ara.

falan feşmekan. yarına inan çiftlere mutluluklar, iyi eğlenin efendim... sevdicek yanınızdaysa hele... inanmayan çiftler de bu bahaneyle sevişsin madem. işleri ne.

kalbi kırklara uyarı, atilla atalaycığımın da dediği gibi, 13 şubat sevgililer dünüdür.

11 Şubat 2007 Pazar

soldakine


ne sinir bi şi, büyüyünce çok güzel olucak hatun. hep belliydi zaten. kızın koyu yeşil gözleri var, ama bööle koyu koyu. sonra çilleri var.

ben de "o daa çok küçük amaağ" diyen, etraftaki kart kurtları kovalayan, "bi bira yeter sana portakal suyu iç"leyen abla olucam. hatta oldum bile, kendisi liseli olucak eylülde ben hala "büyüyünce" diyorum. hem bi kere kendisi daha cool olucak benden. afet-i devran olucak. sessiz ve derinden olucak. oldu bile, ordan biliyorum. zaten tanıyanlardan "deryik üzgünüm boynuz kulağı geçmiş" lafını duymak alışılmış bi şi. gümbür gümbür gelen bi yeni nesil... o nası bi 14 (buçuuukk!!) olmaksa, ikimiz de 18 duruyoruz. hanfendi bateri çalmaya karar vermiş. zaten karar verince yapıyo. ne sinir, hiç atalet hissi yok bu kızın. zaten omuzları da benden geniş. odası da benden toplu.


yok yau. kıskanıyo gibi yapamadım. süper benim kardeşim, mutteşem. gurur duyuyorum valla. şimdi nerden çıktı? hiç işte. iyi ki var. feci şanslı bi ablayım. detay isteyenler arasın bulsun deffoşu blogun derinliklerinde; dönem dönem aşkım kabarınca yazıyorum zira. keşke daha çok vakit geçirebilseydik şu son 4-5 yılda. o da olucak elbet. gezicez biz... onun ergen ukalalıklarına sinir olucam, o da benim blöflerime "gördüm" diycek, bööle yollarda olucaz. şimdi o buraya gelicek olsa heyecandan ölürdüm ben. kardeşimi gezdiricek olmanın heyecanı bi tuhaf. elim ayağım düğüm olur. oy oy. önceden haber versin bari. ama ne biçim gezeriz. fransaya da gideriz. belki yani.

pıst duydun mu bücür?
gel.

9 Şubat 2007 Cuma

mürettebat I

ne komik mesela, hindistan'ın bilmemne bölgesinin bi şi birimi üst düzey temsilcisi bi sınıf arkadaşım var. hatta okul içinde "hintli bürokrat" esprisi dönüyo. bissürüler. çok şeker insanlar. hepsinin ayhan ışık gibi bi bıyığı var, biraz daha kalın; ama abdullah gül kadar diil, tam bi dikdörtgen. sonra bi de bissürü afrikalı bürokrat var. mesela aylardır aynı sınıftayım, çocuğun bilmemne doğal parkında gorilleri korumakla görevli hebedöbö'de idare müdürü gibi bi şi olduğunu yeni öğrendim. bi diğeri "elimin altınd 5 bin kişilik data var istediğim anketi yaptırırım" diyo. öööeeh yani. sonra pakistan ordusunun "master doktora bitmeden gelmek yok!" diye zorla akademik kariyer yaptırdığı askerler var. ne biliym işte, mesela galapagos adasında ekolojik iletişim üzerine çalışmış bi arkadaşım var. fotoğraf, grafik ve heykel bölümü bitirmiş kalkınmacılar var, mimar var. sonra işte endonezya dışişleri bakanlığından diplomat bi kızla yemek yiyorum her gün. bööle insanlarla konuşurken bi temkin hali, hani sanki herkes bi dünyalar kurtarmış da gelmiş.

varoğluvar yani. en sıradan benim.

ama bunların içinde bi tanesi var ki... ülkesinde herkesin tanıdığı bi manken olarak defile, reklam vs derken, paranın dibine vurmuş zamanında, balkan-latin melezi. sonra "hööeeyt" demiş daralmış, bırakmış. sonra 3-4 kez bölüm değiştirip sonunda bilgi yönetimi diyebileceğim bi branşa yönelmiş. sonra kilo almış, hiiç takmamış. şimdi BM'de, UNDP'de çalışıyo, hafif çatlak bi kız. "başbakan olucam" diyo, olur o. korkutucu derecede her dediğini yapan bi kız. arada saçlarını kısacık kestirip kadınlar tuvaletinde "burası bağyaan sıçmığı için, lütfaan yan tarafa yanee" demelerine bile gülmüş, "kadınım" demiş, zamanında dişilik sembolü olan arkadaşım. trampet çalmış. 4 kez evlenme teklifi almış. dün köpeği ölmüş. knowledge is power, power is mine. bööle bi insan. bu çatlak insan çığlık atar, zılgıt çeker, arada hırvat damarı tutar ederlezi söyler, balkanlığını hatırlattım diye hop beni kucağına alır, fır fır çevirip bırakır. ondan sonra aniden latin olur reggaeton söyler. illa bi şapkası vardır. ben türkçe şarkıları tercüme ederim, güler güler güler. bana deli der, aynaya bakmaz. hep dans eder, hep güler. ağladığında gizlice ağlar, odasında ağlar ya da yanımda, biralıyken ağlar. sonra geçer. çapkındır, kaçan kurtulmaz, arkadaşlarıyla bile flörtleşir, bizle de flörtleşir. her yerde flört görür, güldürür. bööle bi muzip bakar sonra kristal kahkahalar atar. anahtarlarını ve telefonunu hep boynuna asar, arada bi gizlice makyaj yapar. en çok "fucked up shit" der, bu lafı çok sever. manyak mavi gözleri vardır, sanki bööle yeni buz tutmuş gökyüzü gibi, ama donuk diil, saydam parlar. bakışlarıyla adam öldürebileceğini bilir, gözlerini saklar. azmetse bu yazıyı da okur anlar. delidir.

sonra onu çok iyi anlarsınız, "nerden bildin yaa.. nası bildin yaa.. canımsın sen yaa" der, sarılır, bırakmaz, "bizden kaçmazzz" bakışı atarsınız, "delisiniz hepiniz" der güler, hiç aynaya bakmaz. günde üç kez onu görmeden olmaz. gecenin üçünde "yeni bi komplo teorim var" diye aramazsa olmaz. moraliniz biraz bozulsa ara gaz vermede ondan iyisi bulunmaz. yüzü biraz dökülse, peşini toplamadan olmaz. sayfalarca "yaşadığımızı anladık mı" soru-cevabından sonra "que idiota!" ünlemiyla alna vurmadan film izlemeye oturulmaz. mutfakta çırak, bilgisayarda guru bi star trek hastasına piyano çaldırmadan olmaz.

bu da bööle bi arkadaşımdır.

den haag'a kar yağdı az buçuk.



zincirsiz araçlar trafiğe çıkmasın.

7 Şubat 2007 Çarşamba

hollandalı 3 kez öper

-so proud of us, it's the end of the night and we didn't kiss.
-well, not exactly... you know, dutch kiss triple when they say goodbye.
-but on the cheek.
-yeah... or... on the way to the cheek, right?

-yeah... well, good night.

- you too... and goodbye.




bu geceki potansiyel bar çiftinin anısına potansiyel diyalog.
aferin size gençler. irade heykelleri.
çok komiktiniz; ama mühim değil...
en azından hiç öpüşmediniz.
ne diyordu şair? ......yahut vakit olmadı.

5 Şubat 2007 Pazartesi

2. tur ebesob

böyle bi saklanamamaç hissiyatıyla ikinci kez ebelenmekteyim. yoksa sobelenmekte miyim? öhöm emir bey bana hanım abla diyerek pas vermiş, hemen karşı ataktayım...

profilime bakıyoruz, ordan takıntılarıma geçiyoruz. oyun bu.

22, female, scorpio... kısaca bela gibi geliyo kulağa ama diil. nıhahaha.

meslek bizzati "mezun şakası". aynen. mezuniyeti inkar ettiğim aşağıda belli olucak zaten. inkar etmekteyim, sebep kampüs. o kampüsü çok özledim. yalnız değilim, pişman değilim, evet inkarlardayım.

location: "istanbul sonrası ankara üzerinden den haag". e ööle evet.

about me:
I)"her şeyi bilmek isteyen kadın"/ Aytaç, Ortaköy, gece 2.

II)"ya mesela gastelerde olur ya, böyle perihan mağden, ayça şen, ece temelkuran arası bişi, her gastede böyle bi yazar olur. sende blog camiasında onları temsilediyon bence"/ eshek, msn kritiği, bi cuma gecesi

efendim bu alıntılar benim egomun ara gazlarla gelebileceği son mertebe hakkında ipucu niteliğinde... uyarı da denebilir. üçleyelim beşleyelim felsefesindeyim. ayrıca çok konuştuğumu, manasız sorularla insan bunalttığımı da görüyoruz.

interests: evet, mezuniyeti inkar. demiştik. blogun bi yerlerinde alx bende erken baş gösteren orta yaş sendromu sezmişti, o da olabilir.

" -efkar dağıt...
- oooof of!" ah lise, hatta ortaokul.. bööle birisi "efkar daaat!!" der, biraz "haaazzzır ool!" vurgusuyla.. sonra bütün sınıf bi of çeker, karşıki dağlar yıkılır. oy oy çok eğlencelidir. alt metinde benim fırk fırk içlenen, mütemadiyen dertlenip sonra efkar dağıtan 22, female, scorpio olduğum okunabilir bittabiy.

tante rosa en bi okuduğum, ilk okuttuğum kitaptır.
pippi uzunçorap seveni ayrıca bi severim. takıntımdır kendisi. mesela bi blogda göreyim, ki indis'te görüldü kendisi en son, indis en güzel duyguların insanı olur, ki öyledir zaten; ama anladınız siz. pippi sevmek başkadır. pollyanna ve pippi, garfield ve kötü kedi şerafettin gibidir. anladınız sanki.

bunun dışında takıntı potansiyelimi sezen emir bey'i candan tebrik ediyorum. tam adamını buldunuz, listem uzun:

favori kelimelerim vardır. bu ara "zannımca"yı cümle içinde kullanmaktayım. mütemadiyen'in yeri ayrı ama... töhmet, tumturak gibi şeker kelimelerim de oldu zaman içinde biliyosunuz. ayrıca "palas pandıras" da bi güzeldir.

ingilizce konuşurken bolca "like" dediğimi fark ettim, hiç sevmem, bırakıyorum bu ara.

ocak ayı "gidelim burdan depresyonu" ayıdır. illa ki daralırım.

yükseklerden ve kapalı alanlardan hazzetmem. kapalı alanların devamı olan, iğne atsan yere düşmez sıkışıklıktaki kalabalıkları da sevmem. henüz fobik olamadım galiba; ama eşikteyim. mesela şehirlerarası otobüslerde muavin mi ikinci şoför mü kimse artık, birinin uyuduğu tabut bozması bi yer var arka kapının orda. ooy oy.

can sıkıntısını atilla atalay geçirir. bu bi takıntıdır. her kitabı vardır, ay yok son 2si hariç sanırım. okuduğum kitapları defalarca okurum sonradan. hatta "sonradan bi daa bi daa okunan kitaplar rafı".

bazı türkçe kelimelerin telaffuzuna karşı takıntım var. hatta insanları yanlış telaffuz ettikleri kelimelerle eşleştirebilirim, o kelimeyi hiç söylemesinler diye beklerim. bunun temelinde bana küçük deyra diyen insanlar yatıyo. misal: hörmet diye bi şi yoktur efendim, ona hürmet denir. vs vs... en kalıcısı vaaaaaroş diyen hocam oldu. ha derseniz, "konuş seni duyalım", vardır elbet kusurumuz, buyrun takılınız. bilgiçlik değil bu geldi içimden.

şimdi bu söyleyeceğim şey biraz karışık.... bazen harfler, kişiler ya da duygular renk sahibi oluyo. yani mesela benim için K harfi kesinlikle koyu lacivertimsi bi siyah, keskin hatlı bi şi, oysa B yavruağzı tombikliğinde... yine aynı şekilde, sezen aksu bordo-beyaz tonlarda ve arada siyah çizgili; ama "bıkkınlık" bok sarısı renktedir. bu niye böyle bilmiyorum; ama yalnız değilim, bikaç arkadaş daha bunu yapıyodu. hatta C harfi ne renk konulu bi tartışmamızı "e tabii ki petrol yeşili" falan diyerek ayrı boyutlara çekmiştik.

çok güzel kendi kendimi korkuturum. mesela bi anda kapıyı kitlerim falan. feci cinayet senaryolarım var, "şimdi hede olsa mesela... olur laan" gibi. ama çok eğlenirim. annesiyle beraber her eve girişinde "meleba bay hırsıız biz geldiik" oyunu oynayan mini bi psikopattım zira. gerçi hayatta bi kez olsun "izleniyosun len deryik" oyunum gerçek oldu, onda da idrak sıkıntısı yaşadım. komikti.

takı takmak. evet takıntılı insanlar takısı.

biriktirme takıntım var. kartlar, biletler, kağıtlar, jelatinler, falım falları, peçeteler, ıcık bıcık ne varsa... o an "bu şey ilerde bi anı olabilir" hissi veren her şey. sonra annem tarafından törenle ayıklanır bunlar. ben kıyamam. hepsini kucağıma döker yeniden bakarım. orta ikiden kalma minik bi kağıt parçasındaki "pis bok" lafına güler güler güler, algida kamyonu fotoğrafına güler güler güler.... eğlenirim işte.

solgun olduğuma dair ciddi bi takıntım var. beyaz tenli değil bariz solgun biriyim. ya da sarı-beyaz, bilmiyorum. makyajı da bundan severim, her sabah yüzümü çizerim yeniden. bazen gözden çok dudağım olur, bazen sırf göz olurum. eğlenirim. insanların "hayırdır ii misin, solgunsun" lafı çok dokunur, bilirim solgunumdur, bööle kendinden mum ışıklı fotoğrafları alır profilime koyarım, boynu bükük ölürüm.

profilden olmayan; ama düzgün olan bi fotoğraf istiyorum. yok. fotojenik değilim. illa ki yüzümde en az 30 derecelik bi açıyla sağa/ sola dönme var ki bi şiye benzesin. fotoğraflarda en manasız suratlı çıkan benimdir. toplu fotoğraflarda kendimi inceleme takıntım var.

fil hafızalı biriyim. unutmam, unutturmam. tiksinç bi hal alabilir. ama bazen de en temel şeyler uçar gider aklımdan. anlamam.

vagatonik bünyeli biriyim. bunu kısaca "hassas" da diyebiliriz, ama sesler dişlerinizin arasında tısliycak. özetle: üstüme gelmeyin tansiyonum düşer. zaten hep düşer kendisi. bunun getirdiği takıntılarım vardır, doktor tavsiyesiyle gelişen: aç karnına turunçgiller ( ya da suyu) tüketme, asitli, şekerin düşer. ayakta bekliyceksen olduğun yerde yürür gibi yap, kıpırda, kan dolaşımın hızlansın vs vs. sonra tabii etrafa da bulaştırdığım, "onu bundan sonra ye ki hebelö olsun" kuralları. şimdi hatırlamıyorum.

dans etmeyi severim; hele sarhoşlaşırken bi anda yalnızmışım gibi olmasını. o gece dans edilicekse oturanlara takarım, herkesi ayakta izlerim (arkadaşları tabii). yaşlanınca düğünlerde halaybaşı olucam. dans ederken yer işgal edenlere takarım. en mutlu takıntım da yavaş yavaş, kendini ispat derdi olmadan dans eden yaşlı çiftler, burda bissürü var. oturur izlerim. her gece bunlar olur. hep güzel dans eden bi çift, işgalci bi uyuz vardır.

garsonlar ve deryik konulu kitap yazabilirim. 9 kişilik masadan beni seçerler, ikimiz de iğrenç bi gece geçiririz.

ayrıca her mekanda kesişenleri, yan masa hakkında dedikodu yapanları, ortamın sinirlisini, menapozlu teyzesini, andropozlu amcasını falan saptarım. dinlerim. yanımdaki insan da benimle aynı kafadaysa susar, etrafı dinleriz. eğlenceli oluyo.

deja vu hissi takıntısı. bu en güzeli. "yaau bu olmuş muydu acaba" gibi, dejavu'ya dışardan bakış.

ben küçükken bi çizgi film vardı. HBB adlı nasıl okunması gerektiğini milletçe çözemediğimiz kanalda gösterilirdi. aynen şöyle: 4 arkadaş, tabii ki iki kız iki erkek, bi gün roller coaster'a binerler. o sırada açılan hebelöbö kapısından geçip boyut değiştirirler. oz kıvamı, hafif çölümsü, bela bi yere düşerler. geri dönüş kapısı tekrar açılacaktır, her bölüm onu ararlar, bi de ortamın psikopatı bi büyücüden mi ne kaçarlar neyse işte.. her bölümde de son anda bulurlar ve o kapı açılır, o roller coaster'ı görürler... tam boyut değiştirip kurtulacakken bi aksilik olur, "can mı canan mı" gibi ikilemler yüzünden geçemezler, ozumsu yerde kalırlar... arkası yarın. hah işte, "bu çizgifilmi bi ben izliyodum galiba" takıntım var. kimse bilmiyo. adını söylesin biri.

yazı masama hep bi şiler yapıştırırım. etiketler, kullanılmış selobantlar. sonra onlarla oynarım. elimin altında oyuncak olur, sıkılmam.

habire e-mail kontrol ediyorum galiba. evet yapıyorum bunu.

diş fırçası alırken hep seyahat için taşıma kabı olan modellerden seçerim.

solaklara özgü "en sola oturayım ya da yanımda solak olsun" takıntısı var bi de.

bardak- kase alışverişi beni mutlu ediyo. yeni fark ettim. kocaman çikolata rengi bi kupam var, çikolatalı süt içip sağlıklı kahvaltı etme umudu kendisi. bööle işte. takıntı değil gerçi.

kesin unuttuğum bissürü şey var.

ebeleyip sobeleyelim... hımmm.. kimler ebelenmiştir ki acep.. bunun da bu yanı var yahu...
neyse... bu sefer üçlümüz şööle olsun:

jelatin, ikinehir, fakeplasticgirl

buyrun efenim.

coştum yine dalga .... lanıyorum ben.

24 saat yetmeyişi ne kadar insani bi şi. herkese oluyo.

ben dün bi an için zaman kavramımı yitirdim. kirli tabaklar yüzünden oldu. sanki hep ordalarmış gibi geldi. çok korkutucuydu. kirli tabak üzerinden zaman tayini kendi başına korkutucuydu zaten. hala aynı şekildeler, elbet marisol yardıma koşar yıkarız. şimdi bi sandviç yiyip yeni bi tabak ekleyip kaç gündür 10 adım ötedeki mutfağa gitmediğimi düşünücem. oysa bu oda bi zaman önce çok topluydu.

atalet bülkün temelidir. bülk benim bu odadaki hakimiyetimdir. cülk sokaklar oluyo. gülk banka, fülk bar, pülk ise okul. bööle bülk-pülk-cülk-gülk dörtlüsü.

aa bi de tülk var. telefon kontörü satan paki bakkal.

oysa ben size içinde bissürü bissürü oyuncak dolu, kinder sürpriz oyuncakları boyutundaki zımbırtılarla kompozisyonlar sergilenen, oyuncak denizanası bile olan, çatıkatına elektrikli mini teleferik seti kurulmuş bi ev anlatıcaktım. içinde şişko bi garfield; en manasız bakışlı ama en aşık kediyi barındıran. bi tane burun kırıştıran ev sahibesi ve japon tasarımı kontrol panelli tuvalet anlatıcaktım. her köşeden bi süpermen bi betty boop bi küçük prens bi hulk çıktığını anlatıcaktım. bu manyaklarla (ve evet tabii ki kediyle de) tatile gidicem ben... onun için anlatıcaktım. anlatmış kadar oldum. nıhahaha.

saat şu an nasıl 12 olabilir? yarına ödevler var. birikmiş 9 saatlik araştırma var. okumam lazım. dün bi 2 saat için beynimi kullanıp grup ödevine zamanında müdahale ettim. ii geldi.

bu arada, "kötüyü düşünme başına gelir" prensibi, "40 kere söylersen olur" değişmez kuralı falan niye iyi şeylere işlemiyo derseniz.. şundan: siz mesela "nolur bakkalda halley kalmış olsun" dediğinizde aslında "aman tanrııımm ya halley yoksaaa" diyomuşsunuz. doğrusu "bakkalda halley var ve ben gidip alıcam, hatta şimdi yolda yürürken onu raftan alışımı, bakkal joe amca'ya parayı uzattığımda bana gülümseyerek "iyi günler mary" deyişini, paketi açıp ilk ısırığı tadışımı gözümde canlandırdım, simülasyonun verdiği lezzetle uçtum, süpper oldu" falan demeniz gerekiyomuş. pollyanna'nın başrolde olduğu ağır bi küfürün eşiğinden döndüm. hayır bu paragrafta sanal reklam uygulaması yok.

bu dünya bir pencere. her dinleyişimde gözüm pencere arıyo odada, perde görüyorum. şarkının anafikri bu değil sanki. bu arada burda "kar öncesi güneşi" açtı. inanmıyolar. bu şarkının bitmeyişini seviyorum. dıdımdımdım..... dı dım dım dım....inatla.

bütün gün uyuyup gece msn'de (allahtan manasız geyik yapmadan) sabaha bağlanan biri oldum. ve lakin ben gündüz insanıyım. galiba. gece çalışamıyorum. ya da gece kalmıyo. bööle işler birikince sabah "yapmaktan artık kaçamazsın işleri listesi" beynimde dönerken aniden kalkıyorum. ama uyanmıyorum dikkat ederseniz, kalkıyorum sadece.

şu an dışardan ööle bi ses geliyo ki zannımca mini bi uzay gemisi ön bahçeye indi. yangın tatbikatı ya da ambulans sireni de olabilir. aa sustu.

biri bana dedi ki
"türkçe ne kadar sarmaşık bi dil. mır mır bi dil. en azından siz konuşunca öyle oluyodu, dinlemesi çok güzel geliyodu. tartışsanız bile mır mırdı, huzur veriyodu".
sonra bunu başka birine daha söyledi.
"bunların bi dili var, mır mır, çok güzel, tam sokulmalık, cilveleşmelik".
tabii ben bööle çeviriyorum yoksa bu kelimeye 3 dil üzerinden vardık.
ben gülümsedim. özledim. sustum.

karanfil oymak oymak.
minnoş... minouche. ordan geliyomuş isim.

3 Şubat 2007 Cumartesi

istiyorum!



kilolarca. arsızca. her çeşidinden...
ama hindistancevizi koyan olmasın rica edicem.
narı bol olsun.

2 Şubat 2007 Cuma

ah şimdi orda televizyonlarda neler var bilmiyorum. napıyorum, gazeteyi açıyorum.
"bakalım bugün nolmuş" -- a jandarma Samast'la poz vermiş, bayrakla fotoğrafını çekmiş.

hani samast'ı yakalayan jandarma.
hani "hrant dink'in cenazesini türk bayrağına saralım"daki bayrak.
hani "hepimiz hrant'ız" hrant.

hala şaşırabilmeme şaşırıyorum. midemin bulanmasına şaşırıyorum. ağzım açık, gazeteyi anlamaya çalışarak bakmama şaşırıyorum. saf salak halime şaşırıyorum. pıt halıya bi şi düştü.

toplu histeri bu, hissizleşmek, kemikleşmek, katilleşmek. insani ne varsa ekmek arası yemek. bu dönüşmek: "türk milleti bir sabah uyandığında kendini seri katile dönüşmüş bulur".

"e ne bekliyodun güzelim?"
şşşş.... sessizlik.
beklemiyorum ki. ummuyorum bile. şşşş.... 3 maymun okeye dördüncü arıyo.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker