31 Ocak 2007 Çarşamba

misal masal

ben mesela ruj süriym istiyorum ama "aa ruj gelmiş!" olsun sonrasında. mor mu bordo mu. fark etmez sen bilirsin. ii.. bak, sürdüm. aa ruj gelmiş.

Ben mesela kendi kendime "yahu okul da çok youn, iki sokak aşağıda oturuyo, bi İCK'yi göremedim" masalı kurduğumda... hani arada bilmemkaç bin km yokmuş gibi yaptığımda, inanayım istiyorum. kandırabileyim kendimi.

ben mesela aptal saptal geyikler çevirirken söylemek istediklerimi ıskalamiym istiyorum. ya da söylediklerim eskimiş kelimeler olmasın. hoş, herkesin dileği bu zannımca.

ben mesela karşılıklı oturup defalarca zannımca diyip gülmek istiyorum. bissürü A5 boyundaki "bu haftaki MDS filmi" elilanının arkasına bissürü bi şiler yazıp karalamak ve çok gülmek istiyorum.

gıdıklayan bıyık istiyorum.

ben mesela:
-peki. -neli? -çilekli. -tamam geliyo hemen bi tane.
istiyorum. bu esprimsiyi hala inatla yapabilmek istiyorum.

soonna... daa bissürü şey var. siyah üstüne beyaz çizgili, banadahaçokyakışan t-shirt'ü istiyorum. bluz yakalarını çekiştirip bollaştıran eller mesela, o da olabilir. mesela bi kot tulum. bi tane de bööle püskülü bi şi.



ay ben esas... melebaaa... ikisi farklı çorap istiyoruum.
diğer bissürü bi şeyi nasıl özlediğimi haykıracak tek bi tepebaşı, tek bi yokuş, tek bi manzara istiyorum... yok yavrucum, yok işte.

mesela biri beni kucaklasın manzaraya götürsün.
bi anda geç kalmış bi kar yağsın mesela.

falan filan. cümbüşümcümbüş cümbüşaslındabibülbülmüş.
sigara sarması.yaprak sarma gibi.
bi de o boyundaki çukurun adı neydi. ondan.


mesela ben google'da İCK'nın adını aratıp bu bloga gelen tipleri görmekten de sıkıldım. bunu buraya yazmayı da sevmiyorum. ama olsun yazıcam işte. insanlar istanbul demiyor bursa demiyor, İCK diyor, ben napiym. deli gibi bi şi. "pıst! dokanmayın hemşerim yassah" diyemiyorum. sonra çok gülüyorum. allahtan gülüyorum yani. nıhohahahohaoha.

30 Ocak 2007 Salı

zorla

zorla new blogger oldum. hayırlı uurlu olsun. bu şekilde fark ettim ki gerekirse bayaa tutucu, "cık ben eskiyi istiyorum yeni de neymiş ben korktum" bi insan olabiliyorum, kanımda var.

canlı müzik harika bi şi. caz da öyle. zaten caz canlı olsun. canlı müzik dinlemek (ama dinlemek yani; maruz kalmamak) güzel.... böyle birileri çalsın, dinliym ben, yer değiştirsinler, konuk sanatçılar olsun... caz onun için güzel işte. blues değil efendim efkar yapmadık.
bi de bu istanbul zillerini her yerde görmek nasıl mutlu bi şi anlatamam. istanbul agop teşkür. el yapımı. bi de istanbul mehmet var. ikiye bölünmesin böyle şirketler yahu. neyse...

bi bira, bi şarap değildir. asla... ve saat 12den sonra bütün içkiler şaraptır. hadi olmadı rakı olsun. bira ne... su. gürcülerin biraya kadeh kaldırmadığı kadar var hani.

dün karnıyarık yaptım. ilk posta fırın tam ısınmadığı için ılıktı; ama kıvamında. ben bile şaştım. ikinci posta harika olucaktı ki.... son 2 dakika kala, fırına sığmayan tabak benim "yahu bu tam sığmadı bi düzelteyim" diye döndüğüm anda yere uçtu, akabinde fırın (ki fırın derken mikrodalga ebatlarını düşünün) da uçtu,son anda kenara zıplayıp yırttım.... sonuç: "marisol nolur camları ayıklayıp yiyelim şunu".. "çöpe şekerim". iki gündür içim buruk. harika olucaktı yahu. suyuna pilav yaptık, o harika oldu en azından.

yarın umarım kazandibi günü. nıhohhhahaha. türkiye sınırları içinde kazulet derecede beceriksiz olan ben burda aydınlanma yaşıyorum.

bu ara sadece müzik ve yemek üzerine post yazasım var. okul ve tez stres öbeği. arkadaşlarım tuhaf dertler çekiyo, anormal sorunların ortasında güzin ablalık yapıyorum, beynim uyuştu. ayrıca, gazete okumiycam bikaç gün.
odamdaki mor-kırmızı hakimiyetini büyük bi zevk ve tatminle izliyorum, iyi geliyo. hele bi yerde "bu yazın ikilisi mor-kırmızı kombinasyonu" falan gibi bi yazı görürsem bütün günüm harika geçiyo. böyle basit zevkler işte.



bugün inanılmaz derecede şükrettim her şeye. neden bugün? bilmem. sanırım durup dururken "çok şükür" diyen ekiptenim ben. iyi geliyo. arada demek lazım sanki. hatta bazen neolursaolsunyaşamayamecbursun tadında bi şükür. şimdi uzun uzun anlatmiycam, anladınız siz.

küs kız şükürcüler tarikatına katıldı özetle.
biraz zorla biraz nezaketen biraz canı çektiği için.

new blogger bile oldum yahu. heheyt.

28 Ocak 2007 Pazar

sebastiao salgado!

sebastiao salgado geliyor Türkiye'ye- ilk kez bir kişisel sergiyle...

sizin oralara hindistan fotoğraflarıyla geliyormuş bu brezilyalı. eskiden ekonomi okur imiş şimdi belgesel fotoğrafları çeken amcamız (kendi öyle diyo). ikinci kez bi sevdiysem bundan değil :)

kaçıranın aklına şaşayım. yemeyin içmeyin gidin görün.


nereye mi geliyor?

İstanbul Fotoğraf Merkezi'ne.... ki kendisi artık bir Leica Galeri. daa bissürü sergi yolda.

ne zaman geliyor?
1 Şubat- 24 mart.


not alınız gidiniz, 1,5 ayınız var. bu da böyle bi amme hizmetimdir.

27 Ocak 2007 Cumartesi

kendimi gördüm, güldüm




piyale madra'yı sevmeyen olabilir mi? bi kargo şirketinin (ptt de olabilir hatırlayamadım şimdi) yutdışına giden kargolarının üstünde, piyale madra karikatürleriyle türkiye tanıtımı yapılıyor. ben çok dahiyane bulmuştum kargo kutularını kullanmayı, tanıtım için karikatür kullanmayı, hepsinden öte bu karikatürü madra'ya çizdirmeyi... o tek tip kutuların üstünde dağıtıcıyı da alıcıyı da biraz olsun gülümseten karikatürler. prafo yahu.

ve dün: okulun organizasyon komitesine dahil oluşun ertesi günü. düzenlenen ilk parti. bi parti ertesi amsterdam'dan den haag'a dönüş koşturmasını takiben manasız boyutlarda alışveriş... ve 2 saatte hepsini tüketen bi çekirge sürüsü. mumlu dekorasyona bakıp "ay kadın eli değmiş bi hoş olmuş" iltifatlarına sırıtış. bira içmeyi hala öğrenememiş bi güruhun DJ masasının etrafını göle çevirmesi, prizdeki kısa devre sonucu bütün ses sisteminin yanması. hatta "bilgisayarlar da gitti galiba" telaşı. sonra kriz üstadı iki kızın yeni ses sistemi yaratması. 6-7 tane uzatma kablosunu birbirine ekleyip kaf dağının ardından elektrik getirme. bu işler sürerken millet sıkılıp gitmesin diye gitar ve keman çalıp bize bayaa yardım eden iki kişi. sonra bi klasik olmuş okul şarkısı ve dansıyla stres atma. ilk kez müthiş eğlenerek o 80ler disko dansı adımlarını yapmak.

ses sistemini düzelten halk kahramanlarını çıldırtmaya çalışanları öldürmemek. rüşvet olarak kahramanlara amsterdam'da bi gece teklif etmek. iki kızın "bak hatırlatıcaz" tehdidine "bizde yalan yok bacım" diye türkçe cevap verip manyak gibi gülmek.

arada "deryik ben sarhoş oldum" diye gelenlerin kızsa yüzünü yıkama, erkekse tuvalet kapısına kadar götürüp yüzünü yıkamasını bekleme. daha önce hiçbir partide 300 teneke bira, 3 ayrı çeşit toplamda 22 şişe şarap, 11 ayrı çeşit toplamda 19 şişe alkolsüz içki, 12 çeşit sınırsız çerez bolluğu görmemiş insanların hala arsızca bıdırdaması. yoo hayır benim sinirlenmemem. peygamber sabrıyla "hı hı evet" demem. ses sistemini yeniden yaratmak için yardım ettiğimi göre göre oturduğu yerden el sallayıp "meyve suyum bitti şeker" diyebilen arsızlar. tek patlama anım olan "su iç o zaman, bak o da muslukta" cevabıyla dahi susmayı bilmeyenler. sürekli çerez tabağı yenile- soğuk bira taşı- çöpleri kaldır- dökülen içkileri temizle kısır döngüsünde bi ben, bi de içki içmeyen bi paki çocuk, bi de sürekli dans eden bi mozambikli. bunların ortasında, mütemadiyen beni dışarı çıkarıp "derin nefes al, hayatı sev, yeşili koru, bak hepsi geçti" terapisi yapan pamuk insanlar. hatta bi ara tuvalete kaçmış kafamı dinlerken "yahu daha sık görüşelim konuşalım, gerekiyo bize" diye sarılmalar. bunların ortasında "ben DJim size yardım ederim" diyen nerden geldiğini bilmediğim bi melek edinmek, bundan sonra müziği ona emanet etmek.

sonra sabah 4.30'a kadar temizlemek ortalığı... süpürmek. bi yandan çakırkeyif bi yandan ayık olmak. sürekli küfretmek. bütün bu parti boyunca tam 5 kere anahtar kaybedip bulmak. sabah kalkınca 3 ayrı "elinize sağlık" mesajı almak, çok sevinmek çok.

baş ağrısı, açlık..."deryik bugün tam da patatesli biberli omlet günü, di mi?" mesajıyla havalara uçmak.

yes it iz. dis iz e patatesli biberli omlet günü.

23 Ocak 2007 Salı

küs

şimdi ben biraz küsüm.
kime olduğu belirsiz bi küslük. ama küsüm işte, havada asılı.
bugün kortejde olamadım mesela. çünkü türkiye'de değilim bi 15 ay. benim sebebim bu.
sizinki nedir?

çok çok güzel bi yazı okudum, korteje katılmış bi kızın ağzından. benden 2-3 yaş falan küçük bi kızdan. kortejden biraz dışarı taşsa nasıl hemen de "vatan haini/ bölücü " bakışlarına maruz kaldığını anlatan. Agos önüne karanfil bırakanlar ve onlara dişlerinin arasından sövenler arasındaki ince çizgiyi anlatan. elindeki dövizi almaya çalışanları, dövecekmiş gibi bakanları anlatan. haberi yok, onu çok sevdim. haberi yok, benim yerime de yürüdü. benim beklediğim şeyler oldu, o belki şaşırmıştır maruz kalınca... oysa ben "e peki o dövizlerle nasıl dönecekler evlerine?" diye düşünüyodum. teşekkürler ona. bugün bi ona küsmedim sanırım. hatta haberi yok, onu pandoranın kutusunda saklıyorum, sarı saçlarıyla. (şimdi link versem, ne der bilmiyorum. vermiyorum onun için. o kendi için yazıyo zira. ben ki sıçar gibi yorum bırakırım, ona dokunmuyorum misal. neyse)

mesela blogu olanlara gelelim. birçoğundan SIRF bu konuya ayrılmış yazı bekledim, bi fotoğraf, ayrı bi post; parantez içi belirtmeler değil. biraz hüzün bekledim bazılarından, ne bileyim bazılarındansa hiç ses çıkmadı. günleri olduğu gibi devam edemesin diye bekledim. diyeceksiniz belki, "niye bi şi bekliyosun ki" diye... beklemek demeyelim, umdum. bilmem, belki kimi özellikle yazmadı, yani acısını kendine sakladı. olabilir. dedim ya ama, umdum. neyse.

küstüm ben. youtube'da bugünün videosunu ararken karşıma çıkan yorumlardan yoruldum. bi "hrant dink" yazıp aratın nolur yahu. gazetede, youtube'da, biliyorum istanbul'da olsam yolda, sokakta, havada karada, her zaman üstüme üstüme gelecek olan bu yorumlardan yoruldum. içim is kaplandı, karardım. anlatamam. bi bana mı tuhaf geliyo bu yorumlar? kimse gerilmiyo mu? sınıf arkadaşınız, not istediğiniz kişi de olabilir bu. o kadar uzak değil. kulakları tıkayıp "laa la laaa" mı diyoruz?

bugün ben "üzüldük tabiiy ama..." diyen herkese küstüm. üzülmemişler. yani "adam düşündüğünü söyledi enseden 2 tane yedi" basitliğindeki bi olaya bile üzülemeyenler var. ne düşündüğünden bize ne.

ben "naber napıyosun" diyip bu konuda iki laf etmeyen arkadaşlarıma küstüm.

elbet ben de başlarım yine "çekirdeklerini çıkardık, reçel yaptık" yazılarıma. ama biraz küs başlarım o tempoya. saf yanımın %50'sini ufak bi operasyonla aldırırım belki. bi şiler beklemem insanlardan. bu arada.... bana yorum bırakanlara, yazıya teşekkür edenlere, "böyle devam et" diyenlere, bi ses edenlere çok içten teşekkür ederim, müthiş gaz veriyosunuz. evet bu arada, blog yorumundan dahi gaza gelicek kıvamdayım, idareli kullanın :)

neyse işte...

bilmem ki anlatabildim mi küslüğümü... küslük de değil, kırgınlık böyle bi.
hani "bu insanlar da ciddiye alıp iki kelam etmeyecekse kim edecek" kırgınlığı.
hani içinizden bi parçanın pıt diye halıya düşmesi, ses çıkarmaması gibi.
bööle pıt pıt kayıplarım çoktur benim. hep aynı sahne gelir: pıt yere bi şi düştü.

benim de günlük hayatım devam ediyor, ağzım yırtılırcasına gülüyorum, belimi kırarcasına dans ediyorum; ağır depresyona girmiş değilim... ama bi yanım yaslı. cenazeyi canlı izlemek için okula gitmiyorum. Hollanda'dayım üstelik ve haberler çok geç güncelleniyor.

hadi ben abartıyorum diyelim, peki siz istanbulda olup da nasıl hiçbi şi yapmadan geçirdiniz 4-5 günü? nasıl içinize sindi? bugün "ben niye cenazeye gitmedim?" dediniz mi, yoksa "zaten gitmiycektim ki" mi dediniz?

sahi............... ben en çok tepki göstermekten korkanlara,
o kortejde olmak isteyip de olmaktan çekinenlere,
vatan haini diye diş bilenmesinden ürkenlere,
"olay çıkar"cılara küstüm en çok.
hatta gitmemeye yeminli olanlardan çok onlara küstüm.

herkesin bi açıklaması vardır tabii. hepsinden ötesi: BANA NE? yani sorgu amiri miyim, millet niye bana cevap versin? akıl var mantık var. onun için sormuyorum.

hem zaten ben size mantıklı bi bireyim demedim ki hiç.

duygu yumağıyım ve küstüm. buyrun.
içime çekiliyorum.
çünkü mozilla firefox şu an bana sadece kırgınlık sağlıyor.

okuyucu yorumları

internet güzel bi şi. mesela hollanda'dan naşi ben sanki TV başındayım, gazete elimde, üstelik anında yenileniyo falan. misal, Rakel Dink'i dinledim, izledim. onu duydum. daha güzeli, normalde bi gazete satın aldığınızda yanında verilmeyen gizli hazine: okuyucu yorumları.

inanın ben milliyet'in, radikal'in websitesine sadece okuyucu yorumu okumak için giriyorum bazen. bi süre sonra isimlere aşina olmak bile mümkün. ve aslında asıl haberin o yorumlarda yattığını düşünüyorum. ne bileyim ben haberi yapan kişi olsam, "bu nasıl böyle anlaşılır insaf" diye karşı yorum bırakırdım. bkz. blogun iyi yanları.

ogün yakalanmış. medyadaki fotoğrafları itinayla "psikopat bakışlı". tek kaş havada bakıyo kameraya, bi zamanlar mehmet ali ağca'nın attığı gözünü çekmeyen, başını eğmeyen, hafif Hannibal Lector esansı sıkılmak istenmiş bakışlardan. ben bunu böyle görüyorum. insanlar "gözü dönmüş zaten bak yüzünden belli" diyo. bu öyle bi laf ki, sonra "ay ne fenaaa... değiştir kızım şu kanalı allasenn" geliyo sanki. öyle bi his veriyo.

sonra "ogün niye katil oldu" analizleri var, şaka gibi...
1) "ey aileler çocuğunuza sahip çıkın yoksa cıs olur" analizi.
2) "trabzonda neler oluyorrrr" analizi
3)"trabzonda hiçbi şi olmuyor, CIA bu çocuğu özellikle seçti, yaşasın trabzon, süperiz" analizi
4)"bu işin altından cemaatçiler çıkar" analizi
5)"ne cemaati, bu çocuk boş bakıyo, cemaatin işine gelmez.. bunun altından Mossad ya da ermeniler çıkar" analizi
6)" internet kontrol edilemez bi teknoloji oldu, katil yaratıyo" analizi
7) "bunun soyadı bi cins, ermeni olmasın" analizi
8) "saf oğlum kandırdılar seni bak naptın" analizi

bir allahın kulu da, "yahu ogün olmasa öbürgün, kim olduğunun ne önemi var" demedi henüz. itinayla takipteyim. Dink cinayeti yorumları da ayrı bi lezzetti. böyle büyük puntoyla "amerika biz kardeşlik barış içinde yaşiycaz elini çek" diyenler falan...

ha tabii bu arada, en güzeli, "bunu yapan türk olamaz, bu kesin ermenilerin kendi içinde, bize bok atmak için" kıvamı yorumlar olduğunda, ilk telef edilen şey Türkçe. düzgün türkçe yorum bırakan yoktu arkadaşlar. bu insanlar internetten gazete okuyup, yorum bırakmak için üye olmuş insanlar. TÜRKÇE BİLMİYORLAR. bu kadar basit. bir iki kişi değil, nerdeyse hiç kimse türkçe bilmiyor. çok vahim. "deyerli" yazan mı isterseniz, neler neler... -de ve ki hassaslığım zaten geçti gitti. mesela "bunları yapıp ta rahat uyuyorlar" gibi cümleler var. ilkokulun neresinde "ta" bağlacı duydun kuzum?

nedir, ana dilini bilmeyen insanlara "diyalog çağrısı"nda bulunmak, bana abes gelmektedir. biz henüz ne yazılı ne sözlü bi fikir beyan edemiyoruz zannımca. konuşmuyoruz, bi şiler geveliyoruz. buna mı takıldın derseniz... evet, ziyadesiyle. orası şahsi kahvehaneleri değil bi gazetenin yorum köşesi. adamların maksimum itinayla kullandığı türkçe bu. ya da mesela hiç noktalama işareti yok: "bence bunun arkasından abd çıkar neden mi söyliym çünkü bizi bölmek istiyolar bence elini çek abd bize dokunma yetmedi mi artık ben böyle düşünüyorum evet" gibi. müthiş di mi.

bi de bööle komplo teorisyenleri var beni benden alan.. her şeye "mi acaba? hımmm" şüpheciliğiyle yaklaşan saf paranoyaklar. öyleler, napiym. iki kelimesinden biri atatürk olanlar. boşaltın anacım kelimelerin kavramların içini... rakıya meze bile değil, çayınıza katık yapın.

sonra bi kadın çıksın, "bebekten katil yaratılması"ndan bahsetsin, en sade kelimelerle. ve o "yabancı" olsun bu kadar "türk"ün içinde, öyle mi? ben bunu seviyorum işte.

"olayın siyasi yanı yok" diyebilen istanbul emniyet müdürü'nü takip ediniz.
Bolu tüneli'ni takip ediniz.
"okuduğu haberden etkilenmiş" gibi saf, köksüz, sapsız yorumları takip ediniz.
bugün yapılan "ırak gizli oturumu"nu takip ediniz.
zamanında "Apo Ermeni dölüdür" diyenleri takip ediniz.
sahi bu ülkede bi deprem olmuştu, 30 bin insan ölmüştü. takip ediniz.
saat 9'daki "sürekli aydınlık için bir dakika karanlık"a nolmuş, takip ediniz.
vicdani red ve "mehmet barışı seviyo" haberlerini takip ediniz.
ölüm oruçlarını takip ediniz.
kızgın demirle rahmi dağlanan kadın haberini takip ediniz.
daha devam edeyim mi?


bütün bunları ama, okuyucu yorumlarından takip ediniz. aslında nerde durduğumuzu görünüz efendim. benim içim acısa da bazen güzel bi tokat oluyor.

Başbakanımızın güzide "her şey kopenhag kriterlerine uygun yasalarca düzenlenmiştir" yağlaması yerine........
"bu millet talep ve hak ettiği için bu yasalar var ve bu yasalar uygulanıyor" diyeceğimiz günler şerefine...




ve dünkü "gremlin ovuvirdik" için bi gülücük.
günün şakaları için.
iyi geliyosun.

22 Ocak 2007 Pazartesi

henüz buralardan değiliz biz

sanırım henüz "hepimiz hrant" değiliz. buyrun:
kadıköy - surp takavor kilisesi duvarı. can dündar'ın yazısından.
net okunmuyor mu?
"nice hrantlara... bir hrant öldü. geber ermeni".



dün bir bugün iki, MHP "hepimiz türküz hepimiz müslümanız, abartmayalım, avrupa'nin işi bu sloganlar, kimliğimize göz dikiyo" kıvamı bikbiklendi. ne diyosun kuzum yahu? deli misin?

kadıköydeki en dürüst saatçi kimdir biliyo musunuz? bu kilisenin sokağını dik kesen sokaktaki ermeni saatçi. "saat kaç" bile deseniz o an çay ikram eden. altıyol pasajlarındaki en dürüst kuyumcular kimdir biliyo musunuz? evet, ermeniler. kilise duvarlarında bu yazıyı okuyanlar. cumartesi günü bir sürü güvercinimiz daha oldu sanırım bu yazıdan sonra.

esnaf şikayet etmiş, polis tutanak tutmuş falan filan. yazı silinmişmiş.

kadıköylü gençler de vardır, di mi? bu yazının önünde oturma eylemi yapacak mesela. ne bileyim, yürüyecek... yazının üstüne çiçek resimleriyle kaplayacak. fark edip tepki verecek. "kadıköylüyüm" demek için o kiliseyi gezmiş görmüş olmanın gerekliliğini bilen gençler... moda'daki kiliselerin birinde paskalya zamanı bi kez olsun mum yakmış gençler... kiliseler arasındaki farkları merak eden. kadıköyün cafeleri kadar çıkmaz sokaklarını da gezenler vardır di mi? moda'da 50 yıldır komşu olan insanların huzurunu fark edebilen... şu listeyi tek tek merak eden.

var... di mi?

şişli'de sinagog bombalandığı zamanlarda, şu an yerinde yeller esen, katlı otopark mı alışveriş merkezi mi ne olsun diye yıkılan bi küçük musevi okuluna komşuydum, yurdumun yanıydı. iç avlusunda daha bi küçücük sinagogu vardı, dışardan görünmezdi. 2. dünya savaşı'nda terk edilmiş gibi kimsesiz duran o binayı her cumartesi ziyaret eden insanlar olurdu. öyle bir vefa. ve geçen yıl o okulun yıkılacağını duyduğumuzda, kime ne itiraz edeceğimizi bilemedik. "kaç tane sinagog kaldı ki" demiştik, kalmamıştı. tarihi binaydı orası, dokunmazlardı canım, azınlık mülküne dokunmak sıkardı, olmazdı, her cumartesi gelen janti beyler, onlar bi şi yapardı... hem o eski okul soğuk günlerde evsizlere sığınak olurdu, anahtarı çiçekçide dururdu, izin alıp girerlerdi, onlar nerde yatacaktı ki? biz 25 kız içini hiç görmediğimiz o okulu koruduk içten içe. ah ne komplo teorilerimiz oldu bi zaman. sonra bi gün özden dedi ki bana "sinagog gitti. bilmem ne inşaat geldi". zaten ne yurdu bilen vardı (hayır, takunyalı değildik) ne de sinagogu. görünmezleriydik sanki şişli'nin.

nedir? şu an bir şantiye. o iki sokak civarda içi acıyan bir sürü komşumuz oldu, bilirdim mesela, o amca eski öğrencisiydi okulun. o sokaktan bir tarih geçti, duyan olmadı. oysa o sokak, pencereden ayrılmayan tutucu teyzeleri, illa ki camdan cama yemek tarifi veren arnavut göçmenleri, köşedeki modaevinden giyinen en şık yahudi hanımları, sokak tabelalarnı söküp bahçesinde sergileyen amcaları, şehirden uzak bir bahçedeki apartmanlararası tavla seansları ve gece güvenliğinizden sorumlu travesti komşularıyla çok canım bi sokaktır. siz hastane yolunda ortasından geçer, o sokağı görmezsiniz. bense erkek arkadaşıyla sokak başında vedalaşmak zorunda kalan, "mahalleli laf eder" uyarısına sinir olan, "11'den sonra gelmek tehlikeli" lafıyla koşturan; ama gece 10'da o kırmızı elbiseli, erkek tacizinden usanmış yorgun gözler tarafından selamlanan bir üniversite öğrencisi olarak çok mutluydum orda aslında.

herkes ruhi bey'ken biz raif bey'dik. o evyemekleriamca ne zaman beğendi yapsa bi tabak bana da ayırırdı, öğle vakti koştura koştura alırdım. mezgit gününü önceden söylerdi. çok sakar bi çırağı müthiş havalı bi karısı vardı. ve lakin o sokağa rağmen yurt koşulları kötüydü. evyemekleriamca'ya "ben gidiyorum yurttan, seneye yokum" dediğimde, "yurttan git yeğenim de, buralardan gitme, olur mu? özleriz" demişti.

o zamanlar hepimiz buralardandık, ondan.

21 Ocak 2007 Pazar

"saldırı türkiye'ye"?!

yahu kusura bakmayın da, bu saldırının neresi türkiye'ye? ben mi anlamıyorum? klişelere gerek yok...
hangi türkiye diyeyim ya da...
ermenistanla hiçbir diplomatik ilişkisi olmayan türkiye mi?
en ufak çatlak sesi hem fiziken hem ruhen linç eden türkiye mi?
mahkeme/üniversite kapılarında domates atan ya da atılmasına seyirci kalan türkiye mi?
"sen kime domates atıyosun, hepimiz Hrant'ız, hepimiz ermeniyiz" yürüyüşünü o zaman akıl edemeyen, bu yürüyüş için bi cinayeti bekleyen Türkiye mi?
sanmayın ki bütün bu ekstrem işler bi azınlığın işidir. itiraz etmemek onay vermektir, göz yummaktır. sükut ikrardan gelir.

şu ana kadar ölen gazeteciler, türkiye yüzünden öldü. "dış mihrakların ağır tahrik"i iğne olsun, çuvaldızı kendimize batıralım. normal değiliz. galeyan ve linç iyice kanımıza işledi. giderek vahşileşiyoruz, fark eden yok mu? yolda sevgilisini öpemeyen çiftler, istediğini giyemeyen kadınlar, küpeli kulağı yırtılan erkekler var. bu da mı dış mihrak işi? mahalle namusu adına sürekli taciz edilen dul kadınlar, zehirli etle öldürülen hayvanlar, kendini vadide kurt sanan yeniyetmeler var. eşcinsellere ve engellilere "çürük" diyen bir ordu var. göktürkçe bilen ama türkçe konuşamayan, kana aç kurtlar var. biziz bu yeğenim. gündüz vakti neredeyse bileğime gelen eteğe bakıp "cehennemde yanacaksın" diye bağırabilen mollacıklar var. "sen de yanımda hala bacaklarımı seyrediyor olacaksın" dediğimde üstüme atlama cesareti bulan mollacıklar. onu durdurmayan insanlar... normal değil bu.

hala "cenazeye devlet erkanı DA katılsın" dememiz gerekiyor, görmüyor musunuz?
çok mümin politikacılar bi taziye ziyaretine gitmiyor, "toprağı bol olsun" demiyor. bolu tünelinin prodi'li açılışı sebebiyle tayyipcim cenazeye katılamıyomuş.

en fenası şu: milliyetçilikle dincilik birbirine giriyor. dindarlık yok oluyor, yerini hoşgörüsüz bi muhafazakarlık alıyor, milliyetçilik niyeyse aynı anda hem de sunni islam oluyor. fikrini beğenmediği adama "misyoner" diyor ve bu hakaret sayılıyor. noluyor yahu? nedir bu, noluyoruz?

saldırı türkiyeye değil. çünkü türkiye hrant olmamak için çok direndi. bizde bırak müslüman olmayana, aleviye bile kolay kolay kız vermezler canısı. ha tabii enseyi karartmayalım; ama boş hayale de gerek yok.
oturup konuşmak lazım, tabii o karartmadığımız ensemizden mıhlanmazsak.



"Hrant bize emanetti, koruyamadık"mış. ne enameti kuzum?
askerlikte rütbesini yükseltmediğin ermeni kökenli hrant o, soyadı dink hani...
vatandaşın o. emanet edilen cam vazo değil.
adamın ölüsüne bakıp "türkiyenin geleceği vuruldu" demek,
"tüh laaan şimdi avrupa sıççak ağzımıza" korkusudur ikiyüzlüce.

ağlayamamaktır.

20 Ocak 2007 Cumartesi

"cenazesini türk bayrağına saralım!!"

ha yok bi de sarmayacak mıydınız ki? anlamadım?

kardeşime açık mektup

Deffu,

Hatırlıyo musun, 12-13 yaşında falandın, "Uğur Mumcu kim Defne" demiştim. "şu caddenin adı ama bilmem" demiştin, anlamamıştın. ben ki 3-4 yıldır evden uzak abla, kahvaltı üstüne ne idüğü belirsiz sınavvari sorularımdan seçmiştim. "iyi de, kim?" demiştim. bilmiyodun.

"gezeteciydi, sen 1 yaşındayken öldürüldü" dedim. nedenini anlamadın. doğruları söyleyen niye öldürülsündü ki? hayır yani, amaç doğruları söylemek değil miydi? gazetecinin işi araştırıp bulmak, yazmak değil miydi? o kadar basit sorularla yıktın ki her açıklamamı... öldürüleceğini bilen bi insanın ölmesine niye izin verilsindi ki? annem mutfaktan "deryik çok karışık anlatıyosun, hem küçük o, anlamiycak" dedi, "anlar" dedim. sen o zaman ilgilendin işte, neydi ki bu anlamayacağın şey? yetişkinler dünyasının karanlık yüzünü duyar gibi olduğun anlardandı. hani barda içki içmek, kendi banka hesabına sahip olmak, üniversite vs gibi sihirli lafların uzağından bi ince karanlık sızısı. Sonra kitabını gösterdim, sakıncalı piyade. "okuyamam ki ben bu kitabı" dedin. "şimdi değil zaten, ilerde okuyacaksın". anlamadın. hı hı dedin. sonra sıkıldın bu karanlık konudan, anlayamadığın ağırlıktan, eve çöken sessizlikten, benim ıslanan gözlerimden. sen "niye ağladın ki abla şimdi"yi önce hep gözlerinle sorarsın. ben de "amaan yok bi şi" der gülerim sana. olmadı o zaman.
"abdi ipekçi kim biliyo musun" dedim. "yazlıktaki sitenin adı" dedin. böyle devam etti. şaşırdın biraz, ama 12 yaş kadar sürdü, odana çekildin. yüzünde bir sürü bulutlu soru işareti vardı, dağıldılar. annem bi şi demeden dinledi benim "acı gerçeklere giriş 101" dersimi, kimbilir, belki de "yahu hakikaten ben niye anlatmadım?" demiştir. oysa anne, abdi ipekçi'yi anlatmamıştın, ben sormuştum ilk. sen televizyona dalmış, yeni bir ölüm yıldönümü haberinde lanetler yağdırırken "o kim ki" demiştim.

kimbilir ne düşündün dün Defne? "ablam anlatmıştı böyle bi şi" mi dedin? annem evi haber merkezine çevirmiştir eminim. "anne kıs biraz sesiniiii" demiş misindir? sahi, güvercinlere dokunmazlar mı bu ülkede? tavuk eti niyetine martı mı avlanır sadece, güvercinlere dokunulmaz mı? ne komik, "ben 14 yaşımdayken kim öldürülmüştü" diye hafızamı yokladım bi an... 1998... ahmet taner kışlalı cinayeti en yakın tarih sanırım. 15 yaş. hiçbir yazısını okumadığım bir adamdı o zaman. annemden mini bir açıklama. anlar gibi olma. gazeteci cinayetleri duyarak büyüyen bi gençlik. sivas yangınlarından faili meçhul dosyalarına alışan bir gençlik.

ah Defne keşke sana "o kadar bilinmez, karanlık değil her şey" diyebilsem. geçicek desem. "sen büyüdüğünde olmayacak bunlar ve her yıldönümünde daha da iyi olacak her şey" diyebilsem.... ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun desem. "bugün duyduğun haberler sana utanç veriyor, olabilir. bugün din ve ırk uğruna bir cinayet işleniyor, olabilir" diyebilsem. bağırsam o şarkıyı. Bana bir gün "çok uçlara gitme, kanadını kırarlar" demişti mine kırıkkanat. 16'ydım ya da 17. bi yazımı yollamıştım, uzun bi cevap ummuştum; cevap bu kadardı. yazıda Mumcu vardı sanırım. "korkuyorum doğruları görüp söyleyebiliyo olma ihtimalinden" demiştim. keşke sana "korkma, istediğin uca git Deffoş, çünkü uçsuz bucaksızsın" diyebilsem.

ah bu mektubun sonuna geldiğinde için şişmiş olacak. yine ablan efkarlandı, sen anlamıyosun. resmin belli belirsiz netleştiği yerler vardır belki. o güzelim "niye ki" sorun daha bi katlanıyodur belki. belki bugün ilk kez karikatürleri değil baş yazıyı okursun gazetede. senin yaşıtların da bu ülkenin ne menem bi açlıkla insanları tükettiğini öğrenir belki. ve biz, ne olup bittiğini anlayan yetişkincikler, bi kez daha yerin dibine batarız sizin sorularınıza cevap vermeye çalışırken. sinirden yumruk olur göz pınarlarımız, anlatamayız belki. "küçüksün anlamazsın" deriz, kendi cevaplarımızdan korkup.

"bir gider bin geliriz"i anlatamayız zaten.
telefonda susarız karşılıklı. suskunluğumuz ağlar taşar. siz küçükler anlamazsınız.
sen bunları yaşamayacaksın diyebilsem keşke. sen 22 olduğunda, 8 bin kişi ağlayarak yürürken kıçına kına yakan hasta ruhlar olmayacak, diyebilsem. "bak deffoş ben korkmuyorum sen de korkma" diyebilsem. sen "hımm bi bakalım ben 14'ken kim öldürülmüştü" diye düşünmeyeceksin, desem.

ah ama deffoşum, ben yine sana izahat vermek için orda olucam. birlikte ağlarız en azından. ne de olsa gözyaşları çoğaldıkça güçleniyor, zayıflıkmış gibi duran çelik damlalar. bak ben sana hiç "görüşlerine katıldığım birini öldürdüler" demedim, fark etmedin mi? "gazeteci öldürdüler" dedim. insan öldürdüler yavrum, gündüz vakti ensesinden kurban ettiler.

ve sen de ancak buna ağladığında birlikte ağlıyor olacağız. gözyaşların o kişiye değil, onun ötesine aktığında. ve ben bunu nasıl yapacağını göstericem sana. öğreticem ağlamayı, anlamayı. durup dururken ağlamayı öğreneceksin, soğuk kanlı olmamayı. reel politik lafından tiksinmeyi öğreneceksin. gerekirse iflah olmaz bi romantik olacaksın, ama ölüye ağlamayı öğreneceksin. sadece ölüye değil, mesela löseminin bulaşıcı olmadığını bilmeyen aileler yüzünden tamamı maske taktırılan bir ilkokul sınıfındaki arkadaşsız lösemili kız için de ağlayacaksın. canın acımayı öğrenecek. acın gözlerinden akacak. gözünün önünde biri taciz edilirken müdahale eden sen olacaksın. arkadaşlarının "hişş sus karışma napıyosun" dediği kişi olacaksın, bu lafı eden değil. sokakta ağlayan amcaya "noldu" diyeceksin, sen kendi insanlarından korkmayacaksın. bileceksin, işine gelmeyenleri de okuyacaksın, tarihini ve coğrafyanı tanıyacaksın.

adı niko olan arkadaşına "ay ne hoş, rum musun" ya da "adın niye niko" demeyen tek kişi olacaksın, kimseye dinini sülalesini sormayacaksın; ama anlatanı dinleyeceksin. merak edeceksin ama sorguya çekmeyeceksin. kimlerdensin diyenlere "buralardanım" diyeceksin. birisine haksızlık yapıldığında ordaysan, susmayacaksın; sorumluluk alacaksın. "başkası yapsın" nemelazım'cılığı olmayacak beyninde. salak gibi öne atlayan ilk sen olacaksın. ilk seni şahit yazacaklar ve bununla gurur duyacaksın. hayattaki kahramanın dünkü katile "yapma yavrum" diyecek cesareti bulan Esma Hanım olacak, arkasından "adam öldürdüler, tutun"diye bağıran tek kişi... insanlarda din, ırk, renk,cinsiyet olduğunu bileceksin; ama bakınca gördüğün şey insan olacak. ve bunlardan biri yüzünden acı çeken olursa, sen destek olacaksın. köyün delisi yapıcam seni, insanların en güvendiği deli.

senin tepkisiz olmana dayanamam çünkü.
biliyosun, ben heyecanlı bi tipim, gülersin bazen. olsun varsın.
hem sana da çok haksızlık yapacaklar, sen minyon bi kadın olduğunu unutacaksın çünkü. haddini bildirecek insanlar olacak, "ablandan binbetersin" diyecekler sana.
umarım.

zira o zaman, en azından geceleri rahat uyuyacaksın.

çok mucuk kardeş,

Ablan

19 Ocak 2007 Cuma

münferit

"deryik hrant dink öldürüldü".
böyle bi sms.

sonra gazetelere bakmak. ben bi şi yazmiycam, nasıl olsa günlerce bombardımana tutulacaksınız. samimi gözyaşları da olacak, biliyorsunuz. üzüleceğiz içten, onu sorgulamıyorum. ama bikısımmedyacım bi yandan vah vahlanırken (ah tabanı delik ayakkabı romantizmi) bi yandan da "ee kaşınanı kaşırlar" temalı satır arası imalar yapıcak. uzun uzun AB ilişkileri analizleri dökülecek, komplo teorileri uçuşacak. her zamanki uzmanlar her zamanki beylik cümleler. ah biz yine ahkamlar keseceğiz bir sürü. "Dink şöyleydi böyleydi" diyen faşocuklar doluşacak, sanki "müstehak" der gibi... ekmek arası hırant dink tüketeceğiz milletçe. çok saygıdeğer aprondadevekesici politikacılarım taziyelerini ve kınamalarını bildirirler elbet. ve bunlar aslında "ülen bi bu eksikti"yle "gavur dölü" arasında gidip gelecektir. zira taziye bildirirken bile samimi olamayan, ölüye üzülemeyen politikacılar yönetiyor bizi. samimiyetsiz, kişiliksiz ve çıkarcı. siyasi görüşü ne olursa olsun tekvücut oldukları bir konu var: cinayetleri hasıraltı etmek.

bilmem, belki sıkılacaksınız. başının arkasından 2, boynundan 1 kurşunla öldürülmüş bir insanı unutacaksınız. sahi, arkadan vurmak... sahi, arabasına bomba yerleştirip paramparça edilenler de olmuştu. ah münferit olaylar ishali yaşayan bi ülkeyiz biz. meczup dolu ortalık. bi meczup artı bi silah eşittir münferit. n'olacak işte, CNN ve NTV'nin ölüm yıldönümünde belgesel hazırlayacağı bir kişi daha oldu, jenerik akarken yumuşak bi piyano sesiyle zoom out. binaenaleyh bu şoku da atlatacağız . göreceksiniz - alışacağız. direnicez yine böyle olmasın diye ama bakın, olacak.

kardeşim 1992 doğumlu. doğduğu yıl musa anter, bir yaşındayken uğur mumcu.
15 yıldır kaç faili meçhul birikti biliyo musunuz? gazeteciler, belediye başkanları...

ben çok yoruluyorum bazen.
düşünmekten, geceleri dişlerimi kenetleyip uyumaktan, gazete okurken ağlamaktan; her gün illa ki gazete okurken ağlamaktan çok yoruluyorum ben.

abdi ipekçinin eşinin yüzünde her yaz gördüğüm o hiç dağılmayan hüzün bulutundan, adı 1993 yılında konmuş uğur mumcu caddesinde oturmaktan, çetin emeç bulvarında yürümekten de yoruldum.
bıktım.


bu akşam saat 8'de Taksim'de
olmayacaksınız işte.
çünkü biz, "olay çıkar evladım"la yetişmiş tepkisizlikteyiz.
bizde en bi muhalif gençlik, iki tane sosyalist terim bilir, evinden vah vahlanır sonra. oh protestcik, seçim pusulası kadarsın.
çünkü tepki vermek bizim için hak değil, imtiyaz.
bi tür gözükaralık.
taksimde yürüyüş yapanlara normal gözüyle bakmayan bi toplumuz;
böyle biraz imrenme, biraz alkış, biraz delimibu.
aman tanrım polis copu, suyu, spreyi!!!
bizde kimse bebeğini dedesini toplayıp meydanlara dökülmedi daha.



çünkü olay çıkar.
kahve taşar ocak batar.
sanki bütün bunlar yeterince "olay" değilmiş gibi.
karamsarım, buyrun.
gözlerim acıyo.

18 Ocak 2007 Perşembe

haset

ingilizce cümleye ispanyolca ünlemler katan, arada almanca üzerinden hollandaca (yahu dutch'ın karşılığı bu kadar kötü olmamalı) kelime tahminleri yapan, yetmeyip fransızca telaffuzunu düzeltmeye çalışan ve bu esnada bana türkçe gramer soran insanlara büyük bir kıskançlıkla bakıyorum. o kadar ki hayran olmaya vakit kalmıyo. hani şak diye çince yapıştırsalar şaşırmam. bir iki kişi de değiller, bööle "bidilbiinsan-yüzdilyüzinsan-ohızlabütünkainat" kişiler fazlasıyla mevcut. çok şeker, sevilesi, tapılası insanlar hep. hayır bi de 24-25 yaşındalar. ve bu dillerin hiçbiri ana dilleri değil bu arada. ne ara oldu bunlar, ben o sırada napıyodum...

hasetimden çat çat çat diye ortadan ikiye.

17 Ocak 2007 Çarşamba

ebesob

beklediğim gibi, ebeleme ışık hızında ex-morsaçlı'dan geldi. nick'ini siyahlale yapsın. şaka şaka.

hakkımda bilmediğiniz 3 şey efendim.
şimdi "oha kaldı mı öyle bi şi" diyebilirsiniz tabi... doğal. bakalım görücez.

*bir: başta patlamış mısır paketleri olmak üzere bütün kaygan paketin (cips vs) açılışındaki o iğrenççç iç gıcıklatan sesin tırnak uçlarımdan saç köklerime kadar akması, diş kamaştırması. ah bi de bööle yaldızlı hediye paketlerinde de olur o ses, gerilirim, hele bööle parçalarcasına üstüne atlarlar... fena oldum. bi buçuk: kolay kolay yeni bi şi denemiyorum galiba, benim barım, benim biram, benim kafem, benim sandviçim, benim kalemim, benim çayım... benimkiler; bööğeeh gelene kadar.

*iki: saç telimi çalabilirim. gitar teli gibi. bayaa ses çıkıyo. iki buçuk: saçlarımı yıkarken asla duruladığıma ikna olmam. iki yetmişbeş: bu saçlar erkek saçı gibi kısacıkken bi teyze bana "yavrum adın ne" demişti. adı söylemek yetmedi, fark etmiyo zira. "ee kız mısın erkek mi" demişti teyze dayanamayıp. 5 yaş yahu. ağlayarak "aneeeöğeğgghhh" lemek. öndeki minik tutama bi toka iliştirilmesi.

* üç: ayak parmaklarımı çıtıırrr tıkırrr tıklatırım, 10'u birden yer değiştirdikten sonra bilekle noktalarım. 10 yaşında dershaneye gönderilmiş bütün yaşıtlarımla edindiğim bi dizi tikin mirası. adına anadolu liselerine ve kolejlere giriş sınavı diyolardı galiba.

üç buçuk: müdahele kelimesinin yazılışını hep unuturum. bak işte yine. müdahale.

100 tane sorsanız onu da yazardım. hastayım galiba ben. zaten fırsattan istifade 7 tane yazdım. bi de çaktırmadan arsızım yahu. halbuki bi alttaki postu okuyun diye heveslenmiştim.

ebe sobe, çanak çömlek patlasın:

divadeiwob, alx, baarım

Kenya'ya gelmelisin!

Kenya'ya gitmeliyim. ordan uganda'ya geçip milli parklara uğrayabilirim. öyle dedi komşum. sonra dedi ki, "benim ülkemde domateslerin rengi, salatalığın rengi var ve hayır, AIDSli değilim, açlıktan kırılmıyorum. burdaki ortalama bi hollandalıdan- görece- zenginim. aa bi de simsiyahım tabii, onun için yoksul olmam şart". sonra en parlak güldü.

Sonra başka biri dedi ki: "Adis Ababa". Zimbabve'ye de gitmeme şart. Ve mozambik en latin afrika ülkesi. ve çünkü artık tescillenmiş, ben afrikalıların küçük kız kardeşiymişim.

devam etti diğerleri..


birlikte sohbetler sırasında devam etti uyarılar: bi yerlere gelmemi bekliyolar. Hırvatistan'a, sonra balkanlar boyunca. yunanistan'la ne kadar aynıyız'a gülmek gülmek gülmek... iç çekmek, "sağol iyi geldi seninle konuşmak" demek, sarılmak. bize de bekleriz.
ve peru'ya, Lima yetmez, dağlara... renklere.
endonezya'ya gimeliyim. ve o en melodik dili dinlemeliyim.
ve elbet bir gün Hindistan'a gidicem, bunu hepimiz biliyoruz. ve gittiğimde o kuzeydoğudaki izole köylere kadar gidicem, urdu dilindeki farsça kelimelerle iletişim kurucam.



bu davetleri duymak, ülkeleri dinlemek... saatlerce dinlemek, Amazon'u dinlemek mesela, öğrenmek... Ekvator'u duymak, yeni seçilen, aslen üniversite hocası olan 42 yaşındaki başbakana, 36 yaşında sivil bi kadın olan savunma bakanına heyecanlanmak... Bolivya'yı dinlemek, kolombiya'yı... öyle "bak benim ülkem mutteşem bi şi" değil, gerçekleri dinlemek hepsinde. turist turu değil sadece, mesela o şeytan icadı otobüslere binmek panama'da.



o otobüsler ki panama'nın vapurlarıdır. sonra ordusu olmayan ülkeler duymak, anlayamamak. sonra mesela gürcistan ormanlarına gitmek, gördüğü her ağacı -"bundan daha normal ne var ki"- tanıyan bi kızla. Mısır'a gitmek, gezmek. inadına "aa develer nerdee" demek, gülmek. mısırlı bi hristiyan kızın mezhebini öğrenmek ve müslüman kızın helal et arayışına yardım etmek.. ve sonra bi brezilyalıdan, her zamanki cümlelerini duymak: "Rio dünyanın en güzel şehridir". "...İstanbul'dan sonra" diye eklemek. inatlaşmak: "rio içinde kalır seninle gezer." "sen istanbulu gezemezsin, o senin damarlarında gezer, kalbinde atar." "sanırım biz komşuyuz." "ben de onu diyorum."


bazen insan "hayat çok kısa ve görücek çok şey var" diyo.
gezmek hayatının anlamı oluyo.
"ne yapsam da gezsem yahu" diye kara kara düşünüyo.
bahane bulmadığı zamanlarda. bu yazının esas konusu bu aslında.

avrupa da güzel tabii, mühim bi şi. Amerika da öyle... ama bi düşünün kaç türk genci amerika ya da AB dışında bi yerde master yapmak istiyo? kanada, avustralya falan, onları da geçelim. niye afrika'ya gitmiyoruz ya da mesela kosta rika'nın nesini beğenemedik? "para etmez ki" mi diyosunuz? bazen tam tersi, bi tek bu para ediyor. "ne öğrenicem ki" demiyosunuzdur diye umuyorum, diyen varsa okumasın beni. rica edicem.

kabul edin, avrupalılardan beter derecede avrupa merkezli bi görüşümüz var.

ben de dahilim. yemedi işte açılmak. bilmiyoruz ki neye açılacağımızı. anlatmadılar ki. bizim için bi hintli et yemez, uzun boyludur ve gerektiğinde durup dururken dans eder. afrikalılar hasta, aç, açıkta, ah en bi zavallıdır ve latin amerika iki günde bi devrim yapıp kıç sallar. aynı türklerin fes takıp deveye binmesi gibi. anlatabildim mi?



kaçımız gezi dergisi/ kitabı okuyoruz? gezmiyoruz da. pahalı değil, olsa dahi, çalışın kazanın efenim. otelde kalmayıp bankta uyuyun. bu yaz olimposa gitmeyin artık. sebep çok: afrika kıtasını bilmeyen, koca bi kıtaya tek bi ülke gibi davranıp "afrika" diyip geçen; ama yıllarca kolonileşme üzerine ahkam kesen sosyal bilimler öğrencileri. "ama o doğu afrikalı, ben Nijeryalıyım" soğuk duşunu yaşamamış olmak. "mahatma gandi" değil "mahat magandi" yazan bankacılar. bi vietnamlı, çinli, tayvanlı ve koreli arasında fark görememek; ama ah çin mutfağına bayılmak, ballı tavuk favorim.
ve bütün bundan rahatsız olmamak. merak etmemek.
ay tabii bi de bütün dünyanın türkiyeyi bilmesini beklemek.


gitmek lazım. hani böyle manyak öyküler vardır ya "....ve hayatını orangutanlara adadı" falan, hiç manyak değiller kuzum. gitmek lazım. böyle gençlik hayali değil, bunu amaçlamak lazım. belgeselleri izlememek, o televizyonu kapamak lazım.

bilenler bilir, ben hep böyle "bi gün 'hayatın anlamını mercan kayalıklarındaki hedelöbö balığında buldum' diye kart atıcam" kıvamı şakalar yaparım... özgecim de "deryayı bi gün bi belgeselde afrikalı bi çocukla görücez" der.


cidden yahu, olsa ya. yapsam ya. gitsem ya. yese ya gitmek.
hatta kavalım olsa, sizi de katsam ya peşime.




not: döndüm. tam gidemeden malum, gördünüz.
ama tadilat bu sefer tamam, kral ustalar buldum:

bu kız çocuğu ders çalışıcak.
okiycak uzun uzun, öğrenecek.
tez yazıcak.
odası bal dök yala olucak (öhöm, yeni dekorasyonu bile yapıldı).
kendine mahçup olmiycak artık.
ve kimbilir, belki bi gün uzun uzun gidicek, gezicek.

AYHAN SİCİMOĞLU'NU DİNLEMEYEN KALDI MI?
KOLEKSİYONLUK ALBÜM YAPTI ADAM.

16 Ocak 2007 Salı

yıl 1985

yani ama çok şekerler ben napiym. komik falan diiller.
yakasında karanfilli beatles üstü beyaz kelebekler esansı.
ilk inanan sen ol bana............................................

14 Ocak 2007 Pazar

aç parantez kapa parantez

aç parantez: tadilat sürüyor ama söylemeden olmazdı.

şimdi siz ılık, güneşli bir istanbul kışına uyandınız. Açık hava, ürperten bir güneşle karşınızda ve o güneş dayanılmaz bir boğaz manzarası sunuyor size. nerden mi biliyorum?

ben az önce Manzara'daydım, elimde sigara ve kahve vardı. ayağımı taşa dayadım, sırtımı banka verdim. her zamanki gibi paltoma iyice sarındım, eller cepte kalsındı, başımda berem vardı. ama rüzgar yok ki zaten pek. belki bileğime dolanan kedileri de sevmişimdir... kesin o 3 renkli olan bardağın içine bakmak için yanıma gelmiştir zaten. hiçbi şi düşünmeden maviliğe bakıp oturdum ben. bi sigara ve bi kahve süresince düşünmedim.

ordan biliyorum.

inanmıyo musunuz? izmariti gösterebilirim.
ocak ayı da bitecek umudu veren bi istanbul günü bugün, tadını çıkarın.

gitmeliyim şimdilik yine. ustalara güven olmuyo, tadilat için bi hafta diyolar sonra "apla ayağımızın altından bi kaçılsaydın kenara, bitirirdik ama bi 5 gün daa sürcek şimdik. suntaları koyacak yer bulamadık" falan... bahane çok. kapa parantez.

12 Ocak 2007 Cuma

tadilat

dükkan bi süre kapalı. size eğlencelik postlar yığdım aşağıya, anca okunur zaten. .. o süre boyunca tadilat nedeniyle kapalıyız. benim tadilatlarım yarım yamalak oluyo biliyosunuz, alt yapıya inemeden...
lakin, her hafta gidilen caz bar bile arada tadilata giriyoken, ben ziyadesiyle hak ettim.

elimin altında olsa bütün star trek serisini izleyip hayatın sırrını çözücem. kalkanları güçlendiricem falan. "hop ne iş" demeyin, cevap yok. bi tek yorumlara sadakat var. onun dışında tısss...

musluktan çaldım, onun efekti o.

bu blog ne demiş en sonda? "ilaç iyi eder, ilaçlanmak öldürür". iyi demişim yahu.

günaydın deryik günaydın toshiba

ali desidero
strawberry fields forever
olmalı mı olmamalı mı
ben annemi isterim
black eyed boy
crucify
strange little girl
yaşamaya mecbursun
güneye giderken
bir yangının külünü
it's oh so quiet
gin soaked boy
aman aman
ahu gözlüm
hep yek
sensiz olmaz


-şimdi böyle okuyunca, şiir gibi oldu deryik, eksisözlük entrylerinde de olur zaten... ve lakin kafan karışık senin. playlistten belli.
- ah toshiba bi sen anladın beni.
-ne sandın... bu ekran neler gördü.
-hadi ordan daha minicik bi kızsın sen.
-hayat üniversitesini bitirdim ben deryik, toshibalık nedir bilir misin?
-ah evet hoş bi sohbettir sabahları uyanmaya çalışırken...
-"all computers are female: hard to understand, mostly a bitch."
-ama ama...
-valla öyleymiş deryik, dün sen dedin ya arkadaşlarına. güldünüz sonra.
- ama ben seni kast etmedim toshibam... dur sen yanlış anladın...
-küs!


bu derece sıkıldım.

bu pazar

radikal geçen pazar gazeteyi orhan pamuk'a hazırlattı, kendisi ismetberkan oldu falan. ve hatta (tam yakalayamadım gerçi ama) anladığım kadarıyla her pazar böyle bi aksiyon olacak radikal'de, ilki orhan pamuk'tu. hani gazetede devrim olmuyo tabii, ama fark ediliyo.

ama bu pazar daha büyük bi şi olucak.
bu pazar radikal'i SEZEN AKSU hazırliycak.

özür dilerim orhancım. kocccaa bi kitap bazen tek bi şarkıya yenilebilir ya hani, hani böyle bütün ülkenin bildiği, her seferinde tek bi ağızdan söylediği 3 dakikalık sözler yüzünden... ondan tamamen bu heyecan.
kişisel almayalım.



bi sonraki aysel gürel olsun.
ondan sonraki de bülent üstün. nolur.

11 Ocak 2007 Perşembe

miskinler tekkesi

öğlen 2de uyan. 3te kahvaltı et. 6ya kadar kikirdeyip çay iç. 6da okula gel, bar yeni açılmış, bi bira iç. 8e kadar oyalan. 9 gibi acık, yemek ye. 10da odaya gel. saat 10 buçuk günlerden perşembe olsun, küçük jazz barındaki latin gecesine git. 2 civarı dönüp sız.

ödev kendi kendini yazıcak çünkü, ondan.

öyle bi miskinlik ki aklıma bi şi gelmişti unuttum da neydi diye düşünmedim bile.

aydınlanma çağı

-içim sıkıldı, geliym mi?
- e gel peki.
-lokum da var hem?
-e gel tamam işte.
(gidilir)

-e naber nasıldı tatil?
-iilik nolsun bıdı bıdı hebelebö, seninki?
-işte hedelebe bidilibi

(derken daldan dala konu derinleşir)

-işte böyleyken bööle benim aslında şöyle yapmam lazım.
-e yap, evet doğru mantıklısı o.
- ii de bunu yapmiycaamı ikimiz de bilmiyo muyuz?
-niye ki?
-e istemiyorum öyle yapmak?!
-e sen dedin yapmam gerek diye demin...
- gerekiyo ama yapmiycam. onun için anlatıyorum ya...
- ii de ben nerden biliyim, "yapmam gerek" dedin.
-"yapmam gerek" kalıbı "ama ben yapmıycam" anlamını da içeriyo, ki bu konuşulacak mesele olsun.
-yoo içermiyo, net olman gerek.
- e net işte gayet, anlamıyosun ki?!
-kadınları anlamıyorum.

(dakikalarca bunun arkasındaki mantık açıklanır)

-aa eski kız arkadaşım da demişti bunun gibi bi şi ama anlamamıştım. anlattı anlattı, cevap verdim diye kızdı.
-bak ben gelmiş bi şi anlatıyorum, soru yok, cevap veriyosun.
-e tamam işte sorunu çözüyorum, daha ii değil mi? çok ukalaca buluyodu kız arkadaşım niyeyse..
-e senden sorunu çözmeni değil dinlemeni istiyo, zaten çözüm diye sunduğun şey de ortalama bi insanın aklına gelicek ilk mantıklı tepki. kız salak değil ki, sadece mantıklı olanı yapmak istemediği için sorun devam ediyo. anlatıp rahatlamak istiyo.
-kadınları anlamıyorum.

(örneklerle izah edilir. basite gidilir. "mesela ekmek almanının gerekliliğini biliyosun ama gidip almıyosun" gibi...)

-bak o sana akıl danışmıyo ki.
-e napıyo?
-anlatıyo.
-niye ki?
-anlatırken o buluyo zaten çözümü. alternatifler türetiyo.
-ha ben araç olarak kullanılıyorum yani.
-yok senin yapıcı sorular sorman lazım, "neden onu ölöe kabul ediyosun ki" ya da "bence o daha ziyade bööle bi şi" vs.. cevaba kitlenmekten görmüyosun alternatifleri. cevap diye verdiğin şey de cevap değil, mantıklı, insani bi tepki. "2 kere 2 4 eder" gibi.
-kadınları anlamıyorum.
-bak su hemen kaynama noktasına gelmiyo di mi? bekliyosun, vakit alıyo, sonra kaynıyo. onun gibi... konuşması gerek.vakit alıyo. sonra daha makarnası sosu vs... di mi?
-şimdi hazır noodle paketleri var, sıcak musluk suyunu basıyosun yemeye hazır hale geliyo.
-?!
-bunları ilk satışa çıkaran adam geçen hafta ölmüş.
-e ama ?!?!?!?!
-kadınları anlamıyorum demiştim. çok konuşuyosunuz.
- bi şi demiyorum!
-niye illa her şeyi dinlendirmeniz gerek? "bi şi demiyorum"u bile sesli ifade ediyosun!
- e konuşuyoruz şurda! aaaa!!!

(25-30 dakika sonra)

- (...)hebelebö, dö. tamam mı?
-anladııımmm....
-hah şimdi unutmadan bi kenara not et, imanım gevredi zira.
-yok aklıma gelmişti de yani... niye ama ya... hani tamam da... niye...
-not et dedim.

resmen yaşanmıştır.

9 Ocak 2007 Salı

bir felsefe: idiotloji

itiraf anım geldi: her sabah, defalarca ali desidero. bitmesin bi daha çalsın. bi daa bi daa. niye bööle oldu hatırlamıyorum.

"arkadaşları ali derler" ne komik di mi? hani arkadaşları desidero dese tamam da, ali isim zaten.



kahvedekiler ınının desin.
" pardon, başım döndü...mfö yakar gönlümü"

bu şarkıyı niye yapmışlar ki diye defalarca düşünüp, iyi ki yapmışlar laann demek harika bi şi.

bizden iki tane olsa çok muhteşem olucak



hele bi kopya manasız dünyevi işlerle ilgilense tam süper olucak.

8 Ocak 2007 Pazartesi

gurur duydum valla

böyle fonda süren bi projeydi, duyuyodum da uzadıkça uzar gibi gelmişti. kimsenin kaale almayışını, o anlamsız ilgisizliği dinlemiştim... bitmiş, hayata geçmiş.
gönülden destek. ilk adım bu.
sahi, kulüpçüler de GETEM'le bi konuşsa ya...

pıst! size diyorum, siz ikiniz.

insan çok tuhaf şeyleri özlüyo yahu



karelere bölünmüş minik sahneler halinde.
ibrişim ibrişim sırmalı gümüşüm. hohoyt.



not: sınavım vardı ya, artık yok.
oh bi rahatladım.

zeytinyağlı pırasa bile yaparım bunun şerefine.
yarına da kale'de kahvaltı olucak.

hırvatistandan zeytinyağım ve balım bile var.
lay lala lom...

7 Ocak 2007 Pazar

aklıma geldi



o yine bıyıklı ben yine mor rujlu.
hava da güneşli tabii kiiii. ne sandın.




di mi ick?

ben küçükken

saftım. büyüdüm kaldı biraz kırıntısı tabii. ben küçükken bööle hop ağlamaklı, dudak sürekli dışa kıvrılası bi küçük kızdım. küçücüktüm resmen, ilkokul 1'de 19 kiloydum. biraz kırıntısı kaldı evet.

şimdi nerden geldiyse aklıma, bana ilk kim yalan söyledi diye düşündüm. yani bööle "diş perisi yok yavrum" gerçekleri değil, beni alt üst eden yalanlar... sınıf arkadaşlarımdan bi kız vardı siyah lüleleri olan, oydu galiba. ben onu hatırlıyorum. yalan da ayrıntılı değil; ama aptal yerine konmuştum gereksiz yere (gereklisi olmaz gerçi). o hissi çok net hatırlıyorum. yalan= aptal değilim ben. tepkisi böyle.
neyse işte yıllar geçti, ben kilo aldım tabii, sonra saçım başım değişti, büyüdüm, yollara koyuldum. neticede yalanlar menüsü hazırlayacak temeli attım. bunun öncesi şu: insanlar ikiye ayrılır; yalanlar arasında fark görenler ve görmeyenler. bi de araftakiler var; onlarla geç tanıştım: herhangi bi yalana katlanamıyo gibi görünüp çatır çatır yalan söyleyen sinsiler. neyse menüye geçelim..:

1)içinizi deşen yalanlar: göz göre göre acıtmak için söylenenler. size kayıp verenler. daha gelmedi başıma, gelmesin de.

2) beyaz yalanlar: ve böyle bi yalan çeşidi olacağına inananlar, tabii. bu "karıcım çok güzel görünüyosun"la başlar, "ay sen kilo vermişsiin"le devam eder, "çok zevkliydi, harikasın" halini alır, "seni hep sevicem"le biter. bunu da görmedim sanırım, en azından sonunu. gecinden versin.

3) gerekli yalanlar: mesela ben söylemiştim. sağlık söz konusuydu. kötü bi haberi saklamıştım. saklamak için yalan söylemem gerekmiyodu baştan, sonradan gerekti. ama kimse kızmadı bana, teşekkür edildi. neyse.

4) koşullu yalanlar: bu en enteresanı. "şartlar öyle gerektirdi" yalanı. bu yalanı söylediğiniz ortaya çıktığında "olabilir, yapmışımdır, şartlardandır" demek icap eder. süleyman demirel edasıyla, "netçedeeeğ olan olmuşturrrr" çekerseniz daha bi katmerli. işte bu en salak yerine koyan yalandır. koşulunu sevsinler derler adama. katmanlıdır bi de.

5) "ben ne dersem inan" yalanı: ah bu en katmerlisidir, bu araftaki sinsilerin favorisidir. çünkü aslında inanmamak gerekir. bi üst maddedeki yalanla prensipte yapışık ikizdir. "ben ne dersem inan- ama benim belirlediğim koşullar dışında". ah doğru ya, o şartlardan haberdar edilmeniz gerekirdi.... perfect info yok yeğenim, ne çıkarsa bahtına. bu "aptallar umut eder" motto'sunun katmerlendiği, "aptal olan böyle bi lafa inanır" anıdır. çok öğretici olduğu rivayet edilir. öğrettiği şey şudur: dürüstlük görecelidir.

6) "senin iyiliğin için" söylenen yalanlar: 3. maddeden farklı olarak, gerekmezler. kişi öyle karar vermiştir, patlatır yalanı. sorunca da boku size atar. "ay kaldıramazdın amaaağ". ne biliyon derler adama.

7) gizlilik yalanları: bazen özel hayatınız, hayır kişisel sırlarınız için yalan söylemeniz gerekir. kimse kusura bakmasın. bu kendi ruh sağlığınız için gerekir; dışardakiler öğrense onlar için hiçbir şey değişmeyecekken sizin hayatınız allak bullak olacaktır. defansif yalan bi yerde. bunun ne kadarı yalan ne kadar gizlemek, bilemiyorum. bazen bu yalan taşınamayacak hale gelir, ama sizindir. bırakamazsınız. zor geliyo kulağa.


daha vardır tabii... neticede insanoğlu doğruyu ararken yalan söyler, öyle tuhaftır. ama şahsen 5 numarayı tek geçerim. çünkü buna genellikle "bana hep dürüst ol" paçavrası bağlanır. siz salak gibi dürüst olursunuz. ah ama koşullar... ah o hain koşullar... sizin koşullarınız yoktur, siz hep dürüstsünüzdür; belki 7. madde hariç; o da gizliliğe girer. neyse, o hain koşullar getirir size yalanı, yoksa söyleyenin niyeti yoktur.

nolur işte, bi gün o yalan durup dururken, siz hiç aramıyoken pıt diye ortaya çıkar kendi kendine. resmen mehtabı takip ederek evine dönen kediler gibi... gelir bulur sizi. çok gülersiniz çok. ve yine aynı his gelir boğazınıza, 19 kilo olursunuz bi an: "ama ben aptal değilim ki.. ne gerek vardı ki..." ... üzülmeyin şekerim: aptal değilsiniz; koşullar sizi aptal sanıyo. ahahaha.

"bana aptal muamelesi yapma" lafını duyduğunuz an, koşullar gereği aptal yerine konduğunuzu hatırlarsınız, olabilirdir tabii.. mümkündür. koşul egoist, göreceli bi şidir. koşul sizi aptal sanıyodur. ah bi de öncelikler vardır- koşulların yarattığı; o an dürüstlük önceliklerden değildir, başka kaygılar vardır, o kaygılar sizi ilgilendirmez. netçedeeğğ olan olmuşturrr. haddinizi biliniz, dürüstlük görecelidir. elinizdekiyle yetinin.

sonra nolur biliyo musunuz? koşullar gereği arkanıza bakmama kararı alırsınız.
büyümezsiniz; ama çok bi rahatlarsınız.

ve hepsi bi anda olur.
"yeter artık, hakikaten çekemiycem" dersiniz.
ve artık dönüş yoktur. rahatlarsınız.
düşünmeyecek, dinlemeyecek, sormayacak ve konuşmayacaksınız.
artık koşulları aştınız; hiç ama hiç takmayacaksınız.
ve buna yapacak bi şi yoktur.


netçedeeğğ olan olmuşturrr.

uyuyamamak

şimdi bu başlığı attım ya, yeni gugıl ziyaretçilerim belli. amaan neyse. insomniya oldum anne ben, nasıl yazılıyo unuttum. iya yerine ia yazınca biritiş ingiliş oluyo. çok eğlendim kendi kendime.
hintli bi arkadaşım (ki anadili ingiliş) dedi ki: "türkler de bi tuhaf. c'yi (si) j gibi (cey), j'yi g gibi (ci) okuyosunuz" itirazım geldi, üzülmeyin: "iyi de c harfi si ise, niye alfabenizde s harfi var?" cevap yok. g'nin üstüne çizgi çekip ğğğğ sesi çıkaran bi milletmişiz, çok güldü.

uyku tutmadı ama feci uykum var. inşallah bu postun sonunda sızıcam.
la hey efendim den haag. her şey aynı. her şey aynı; sanki bööle buzdolabında bi yemek, ısıtıp ısıtıp yiyoruz. merak edenler eylülden beri okusun.

hayattaki amacımı hiç sorgulamıyorum. neden bilmem. sanırım bireyi o kadar önemsemiyorum. yani benim amacım ne olursa olsun benden büyük şeyler var, allah aşkına yani... hayattaki fonksiyonum çekirdeklerini çıkartıp reçel yapmak da olabilir, şehirleşme ve kırsal yaşam sorunlarını incelemek de... yani süperman erkekti zaten. ben baştan listedışıyım. umutsuzluk değil bu geldi içimden. bu kalıbı her duruma uygulayabilirim.

bi kitap vardı, içimizdeki tanrıça. pek bilmem ben; ama bir yahudi hikayesi anlatıyordu, ya da inanış mı demek gerekir, evet sanki: lilith. lilith anaerkil çoktanrılı dinlerle ataerkil tektanrılı dinler arasında köprü adeta...

lilith ademle birlikte yaratılmıştır, onun kaburgasından değil. o kadar güzeldir ki tanrı dayanamaz, ona gizli adını söyler. tanrının gizli adını bilirsen bi dileğini yerine getirmesi gerekir. lilith kanat ister; çünkü ademe itaat etmeyecektir; o eşittir, adem'e hiçbir şey borçlu değildir ve gidecektir. kanatları alır, mısıra gider. doğan bütün bebekleri öldürmeye başlar hıncından; pek anaç diil di mi? melekler araya girer, cebrailin paçası tutuşmuştur. "aman lilith" der, "canım lilith... bari mavi boncuk taktığımız bebeklere dokunma"... böylece bütün ortadoğuda nazar boncuğu takılır bebeklere, lilith'den korumak için. lilith özgürlüğünü kazanır; ama adem yalnız kalmıştır. tanrı oturup düşünür, öyle bi kadın olmalıdır ki, varlığını adem'e borçlu olsun... ki itaat etsin. sonra adem'in kaburga kemiğinden havva'yı yaratır. gül gibi yaşayıp giderler.

ve bazı kadınlar lilith'den gelir işte... bazıları havva'dan. bunu o kitap dedi, ben değil. kusur varsa söyleyiniz. şimdi nerden geldi aklıma bilmiyorum. bu bi "özgür kızım ben lilith'den geldim" postu değil, biliyosunuz beni. dolaylamam hiç-çataçat. çatapat gibi, daha az sesli.

den haag ne kadar aynıysa o kadar gitme isteği var içimde.

bi insan gitmek istiyosa, gider. valla bak. mesela "ben duramam buralarda" diyen insanlara saygım sonsuz. gidebilsinler diye her şeyi yaparım; yani kovmak değil, yardımcı olmak. hareketi seviyorum ben. o adam ki/hareket memuru/ ikamete memur edilir mi hiç. demiş can yücel babamız. can yücel olsa sanki lilith'in dudaklarını ısırırdı. neyse.

resmen uykum geldi. teknolojik koyun sayma aleti olarak blog.


mutluyum, biliyooooğ musuuğğn?
(iğrenç; ama ata demirer vurgusuyla)
iyi ki.
hadi bakalım.

4 Ocak 2007 Perşembe

ebe sobe

dün o geldi ve bu gece ben gidiyorum. güzel bi şi. geçişmedik. umudu kesmemek çünkü artık umutlanmamak derken ama bi bira içsek. gerçekten mi. valla bak. kanka olalım mı. olamayız ki. ben yine ben olurdum. konuşmak güzel ama... proceler dinlemek, miskinleştiğin anlarda karşındakine inanmak, "yapıcak o" demek. sonra çocukluk anları anıları. geç de olsa.
beynelmilel güzel film, di mi? ben o kelimeyle küçükken tanıştım. sabuş dedi ki "benim üniversite diplomam beynelmilel, o zaman çok azı öyleydi". ohoo demiştim ananeme baak... çok zor bi kelime okumuş o... süpermiş ananeemm... bööle uzun uzun, anlamadığım, melodik bi diploması vardı. ahhh tabii bi de yıllardır ezberlediğim cümle: "bizde fiyat bahsi bile 4 kitaptı". ben iktisat okurken bu cümleye şu eklendi: "sen iktisat okumuyosun evladım, biz ohoo...ceza hukuku da alsak avukat bile olurduk". şekerdir sabuş, hala ekonomi sayfası okur altını çizerek. final dönemi vapurda iç geçirerek sigara içerken amatör bi ressam resmini çizmiş, sonra göstermiş "hanfendi ne bu efkar" demiş. beyfendi bi ressammış di mi.
bi de şey... dedem bana ciddi ciddi "atakule atatürk'ün ilk çıktığı kuledir evladım" demişti, 8 yaşıma kadar inanmıştım istanbuldan naşi. koca dede şaka yapmaz ki. sonradan öğrendim, kendisi yurtdışına çıkabildiği ender vakitte, 2 bavulla gidip 3 bavulla dönmüş, üçüncü bavul sırf şaka oyuncağı dolu... hala duruyo onlar.
neyse işte, nerden nereye gitti aklım.
abbas yolcu. sabaha karşı. arafta bi saatte.
yarım kalmiycak. söz.

2 Ocak 2007 Salı

istfotoalbüm-en retard

önce bap hanım: istanbula varış, galata köprüsü üzerinden hamdi. doyuralım kız seni, dedi. "ay ama hollandadan geldi arkadaş masanız yok muuuğğ" dedi sonra. heheyt sofraya bakınız: "buyur ye gülüm" sofrası. gecedensabaha mojo. sonra hop! yemek yine; kale'de kahvaltı. yine "buyur ye gülüm". ordaki halimizi bloga koyamam, fecii feccciii...



sonra efendim buyrun, manzaramız; baharlardan kalma bi gün, sahilde yürüyüş ve baarım.




sonra jet gibi taksim: bkz. gençler (merve,emir,dilara) ve hep genç kalacak olan ben. nıhohaha. bendeki fotolar pek bi titremiş, tek düzgünü buydu. ve lakin bi pepinot olsun bi tuhaffiye olsun, arkadaşları hilal ve buket olsun, ordalardı:




üstte sağda, daha önce bahsi geçen büst: bkz. emir bey ve merve hanım. bööle yaşlanıcaklar. büst lille'den. onlar yaşlansın, ben alıcam, evlerine koyucam.
ve sonra lavender hanımla tünel,vapuurr ve baylan.... istanbuuull...



pıst: blogger küstü, yüklemiyo. yoksa lavenderin bi tüneldeprofil fotosu bi de baylandayım fotosu var kiiii...
bi daaki sefere.

not: 1) ayhan sicimoğlu'nun albümü alına. çok başarılı çok. kaç kez albüm tavsiye ettim, allah aşkına yani..
2) günübirlik lafını sevdiğimi söylemiş miydim? o da beni seviyo. sırıtışla kapanış.

1 Ocak 2007 Pazartesi

hep aynıyım

hep aynı soruları sorup aynı özürleri dileyen bi insanım galiba.
herkese oluyo mudur ki?
böyle kendini seyredip "yine yapıyosun işte, istemeden..."
yoksa haklı mı, istemedendeolsaseçim mi bu? hatta tam da bu yüzden, istemeden de olduğu için mi bi seçim mesela?
dur demek isteyip diyememek. mi yoksa dememek mi.

bi de şey, lisede kişilik testi yapmışlardı. bende kendini suçlama %3 çıkmıştı. değişkenlik %98, düzen %2. daha bissürü şey.bööle zigzaglı, inişli çıkışlı bi grafiğim vardı, "ortalama çizgisi etrafında olmanız doğal olan sonuç" demişti rehberlik hocası. ben ve bi 6 kişi daha manyaklar grubuyduk, manyaklar gibi gülmüştük. rehberlikçi (ada bak) bana "habire değişiklik arayıp, yaratıp başkalarını mı suçluyosun" demişti. "yoo" demiştim, "değişiklik olmayınca başkalarını suçluyorum daha ziyade". şimdi hatırladım, manyaklar gibi güldüm. aradan 6 yıl geçsin ama bende bi gıdım değişiklik olmasın.

hani çok konuşup çok anlatıyorum ya ben...
dinleyebilirim de oysa.
bazen. herkes benden ümidi kesmiş sanırım bu konuda, ben dahil. ne bileyim; deryik anlatır, cevaplar, konuşur, sorsa bile cevap beklemez. işte bakın konuşamayacak kadar kendisiyle başbaşa kaldığı anlarda yazar, sıçar gibi yazar, okunsun diye yazmaz, okunsun istediği yazılar çok arkalarda kalır ama duramaz. ama illa ki yan odada birileri bi dinleyici vardır.
konuşmaktan sağırlaşmış mı deryik, nedir... öyledir sanki. bu hafif bi konu değil, ne muharebeler yaşandı bu konuda, ne kayıplar verdim savaş meydanında.

bu sebeple benim metnin anafikrini ve temasını şıp diye bulmam, aynı hataya düşmemem, okuduğumu anlamam gerek artık. yuh. ne sınavlardan kalıp sonra yıldızlı pekiyi aldım. yeter.


nedir işte, yine bi sıçmık plop! diye blogun ortasına düştü. peh.

ok u

national geographic, aabibakalımnasılmış rolling stone,bant, xpress. çerezlik.
bi süürüüü makale. polanyi VS stiglitz, kitap bitir. ağır gelir şimdi, yağlı bunlar.
selçuk demirel- manuel. sayılmaz hocam, çizim o.resimli kitap. hadi ordan, ordövr tabağı.
turkuaz günlüğü-murat özsoy. yemekten önce gelen içecek gibi; çabuk bitti, güzeldi.

ah yok benimki her zamankinden olsun:
yine yeni bir atilla atalay- kişi başına bir yalnız.
sıdıka eray sıkılhan vb değil, sonrasındaki öyküler.
her zaman iyi gelir.

atilla atalay bilse ki ben kitaplarıyla büyüdüm, arada öykülerini özledim, sevdiğim öykülerini tek kitapta topladım, sonra o kitaptan gittim falan... ebekulak masada kaldı.
bence o bunları duymayıp yine etrafı dinlerdi.

neyse, ne diyodum, makaleler. evet.

den haag melange ve

bi bitki çayı aldım anneme, den haag melange. çok kokoş bi dükkanın çok kokoş bi satıcı anlattı, muhteviyatında tanıdık şeyler var, yeşil çay, limon, ıhlamur, frambuaz vs. hani ylang ylangmış vs yok. annem içip "ah kızım canım kızım" diycekti güya...ve lakin bi fincan çayla kafa olduk! komik bi şi. annem iki yudum alıp, "bi hoş oldum" dedi. gülüp 3 yudum içtim. 2 dakika sonra, "allahım uyuşuyorum bu his hep kalıcak fast trip buuğğ" diye yataktaydım. sonradan fark ettim ki kutusunda hiçbi "içindekiler" açıklaması yok. annem "bazı bitki çayları yapıyo olur alışırız geçer" dedi. koka çayı bile yapmıyo bunu, anca bağımlısı oluruz bence, alışılmaz. den haag melange.

klavye çok yumuşak geliyo. şaka gibi.

bi de şey diycektim: capon modası. bu site ki benim her ptesi neşemdir. her hafta 30 foto. tokyo'nun 5 ayrı semtinden. ginza sanırım bi nevi çalışankadınlarnişantaşısı orda, hiç erkek fotosu olmuyo. harajuku kendinden belli. falan filan. street fashion siteleri çok fazla; ama bu site başka bi şi anlatıyo: batılı olmayıp batı kadar zenginleşen bi toplumun batılı görünme çabası. enteresan geliyo bana. bazen böyle geyşa detaylarının üstüne H&M ceketleri. ve her erkekte biraz keanu reeves çakması haller. busenetaytşortuzunzincirkolyevefötrşapkamoda mesela.

bu sabah: "aa ama bütün boncukçular pasajların içinde, demek ki perşembeye kadar kapalılar" diye düşündüm uykumda. sonra tee hollandadan taşınan makaleleri okumak geldi aklıma. sonra kalkıp çay içtim, karşınızdayım. nıhohohahahohoha. marmelat bi gökyüzü, çiçekdürbünü gözler. bi de çok içten soruyorum: Lucy O'Donnell olmak istemez miydiniz? feci kıskanıyorum.

güzelmiş yaa 2007. melange'lı falan.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker