27 Ocak 2009 Salı

yazacak bi şi de yok ki

geçmeyen nezlem dışında, bitmeyen paniklemelerim dışında hiçbi şi yok. sömestr tatilindeki çocuklar gibi sabah saatlerindeki çizgi filmleri filan izliyorum. ölmedim yaşıyorum. alışmaya çalışıyorum, zaten alışık olduğum şeylere üstelik. mutluyum ne diym. düzenimi kurunca, işler tıkır tıkır olunca, en bi güzel olucak.

bugün hava mis hem.

21 Ocak 2009 Çarşamba

en kötü günüm yarın gibi olsun.

her günü perşembe sanıyorum. böyle tuhaf bi hal. perşembe istanbula taşınma günü ya, hepimiz bitmeyen bir perşembe içinde, her iş son güne kalmış gibi stresli, ama bi türlü otobüse binemeden yaşıyoruz, sonra hop yine yeni bi perşembe. yani pazartesi ve salı arasına 3 gün sıkışmış sanki. tuhaf bi haldeyim.

ama yarın cidden perşembe yahu.

biraz nezleyim. geçer. hala iş yapıyorum, bu sefer de türkçe sunum. biter.
geçer, biter, istanbul yarın 16 derece.


kendime 1 ay veriyorum, hadi taş çatlasın 1,5 ay. sonrasını düşününce gözümün önüne niyeyse çilekli tart geliyo. minik, bi kişilik, gerçek çilek kaplı. çilekli milkshake de olur. illa ki çilekli şeyler.
sonra bir sürü su renkli cam şişe, irili ufaklı. güneş. camda güneş hatta, cam şişede. bakınız yandaki foto, bi de güneş. . arkamda bıraktığım cam şişe ve vazolarımı istanbula taşımak için geri gelicem ankaraya. 1 ay sonra.
patronum bana bi tane çalar saat verdi. 7 renkli ışığı var. isteğe göre "hepi börtdey" melodisinde de çalabiliyo. dokunmatik, uzaysal, fantastik bi şi. vuuhuhuhu.
okuldaki çimlerin arasında mineler açıcak yine. küçücük ve eflatun. üstüne bassanız da ezilmeyen, inadına bahar müjdecisi çiçekler. mineler büyüyünce erguvan oluyo. olabilirler, olsalar şaşırmam ben. yakışır.

18 Ocak 2009 Pazar

2

2 yıl uzun bir süre değil.
19 0cak, hatırlanması gereken tarih.

bana bu blogda daha önce "kimler kimler öldürüldü bu kadar ses çıkarmadın"a gelen şeyler de söylendi. ben de hep aynı cevabı verdim: 22 yaşımda, aklıselim halde değildim onlar öldürüldüğünde. tamamen insani, duygusal bir bağım var yani. ben uzaktayken, hiç takip etmediğim kadar gazete takip ederken oldu bu olay. öğlen vakti cebime gelen mesajı ben hala saklıyosam, sırf o an yaşadığım hissi unutturmasın, o çaresizlik/ sessizlik/ aptala dönmüşlük hali aklımdan çıkmasın diye. o anın bu ülkede bir sürü insan tarafından, 80 yıldır dönem dönem yaşandığını hatırlayayım diye. böyle ufak hatırlatmalar insanı ayakta tutuyor. "derya hrant dinki vurdular, öldü." cümlesini la heyde bir mağazanın ortasında okudum ben. kulaklarım uğuldadı. hınçlandım, "yine mi" dedim, kendi kendime isyan ettim falan filan. ama o his, o kanın beynime fırladığı an, çok üzgünüm ama başka cinayetlerde tecrübe ettiğim bir şey değil. ya doğmamıştım ya da küçüktüm. yani beni "seçici acı"yla itham edenler yine olacaksa baştan söylüyorum, seçiciyim evet. diğerlerine üzülmediğim için değil, şiddetinden. kitaplarda okumadım, büyüklerimden duymadım, bizzat kazık kadarken yaşadım. üstelik uzaktan, bir yürüyüşe bile katılamadan mesela. onun için her yıl bu böyle sürebilir. ayrıca "2 yıl oldu da noldu" çok yerinde bi soru.

davamız oldu nurtopu gibi. bayrakla poz veren genç katillerimiz oldu. ağızlara sakız olan lafların şekeri kaçtı, kenara tükürüldü. iyice yozlaştık. liseden itibaren yetiştirilen kurt yavruları doldu ortalık. gün bugün, hala hiç bitmeyen kavram kargaşamızın ortasında, filler tepişirken çimler eziliyor. 24 yaşımda devlete dair bütün inancımı kaybetmeseydim eğer, ergenekondan da bir şey bekleyebilirdim. aynı yargı sisteminin defolarını hart hart yazan kalemler, konu bu dava olunca melek yüzleriyle ışığı görmüş halde adalete iman tazeliyolar. bana gerzekçe geliyor, üzgünüm. kendi kendisini imha eden bir şey, yeniden doğabilme ihtimalini koruyarak imha olur anca. buzdağı muhabbeti var ya, o bile değil. önüne yün topu atılmış kediler gibiyiz sadece. yan dükkan yüncü olmuş, derya baykal zeki müren kirpiği filan örüyo. ya da şöyle: sınırda 90 kilo uyuşturucu yakaladık diye gururla gazetecilere poz veriyoruz, o sırada 90 ton geçiriyolar. hayır dava saçma demiyorum; yüzeysel, sulandırılmış, hukuk dışı yanlarıyla yuh dedirten, yine zorlama, yine yamalı bohça ve yine eksik bir şey, bunu diyorum.

siz, ben, biz bir gün bok yoluna niyazi olabiliriz. ölmek zor belki, öldürülmek en kolayı. özür dileyenler, güvercinlerden bahsedenler, sirtaki oynayanlar, topik yiyenler, w, x,q harflerinde, onu da geçtim, seslerinde ısrar edenler, 6 köşeli yıldız kolyesi olanlar, aşık olan kadınlar, kadın olan erkekler, öldürmeyi reddedenler, gözaltındaki gazeteciler, polise kimlik soran gençler, arkadaşına üzülen protestocular, emekliler, işçiler, öğretmenler, eczacılar... hepimiz itinayla dövülebiliriz, öldürülebiliriz. birilerinin elinde kalırız. en iyi ihtimalle, bilardocu misali kurşun sektirir bir yiğit, ya da tilt oynar gibi, o kazanır biz kaybederiz. hepimizin bildiği bir gerçeği belki de cep telefonumdan bir kez daha öğrenmek koydu bana, bilmiyorum.

sonbahar'ı izlerken, hayata dönüş operasyonunu unutuşumuzu hatırladım. unuttuğumuz her şey için bir çentik atsak ya duvara... ölüm orucu sırasında vücuttaki bütün proteinler sindiriliyor bir aşamadan sonra. protein temel yapıtaşı olduğundan, kabaca özetlersek kendi kendisini yiyor vücut. sinir sisteminizi örneğin. geriye dönüş yok. geriye sadece, hangi amaç uğruna o hale geldiğinden başka bir şey bilmeyen, insan olmanın en temel gereklerinden bile uzak düşmüş onlarca insan kalıyor. wernicke-korsakoff sendromu. zeka 3 yaş seviyesine dönüyor. eriyorsunuz. ve devlet napıyor, pardon? sizi yeniden cezaevine tıkıyor. belki de 40 yaşınızda başladığınız ölüm orucuyla 3 yaşınıza dönseniz bile hayır, kaçamazsınız. her şey mümkün. 19 aralık da onun tarihi. her aya bir 19 düşürmeyi mi deniyoruz nedir. bu dava da zaman aşımından düştü. bilginize.

aşure zamanına denk geliyor 2 yıldır bu yıldönümü. helvadan daha çok severim ben aşureyi. bu ülkeyi mozaik, ebru, kek harcı vs her bir şeye benzetiyolar. ben de aşureye benzetiyorum madem. içinden nar, kuru üzüm, nohut filan atan bi aşure. geriye bulaşık suyu kıvamında bi şi kalana dek atacak herşeyi, kendini hala aşure sanacak. devlet büyükleri de "haşlanmış nohutu özlemle anıyoruz, yeri çok büyük, o bi kahramandı" filan diycek.

hollandadaki bi metin analizi ödevimde, rakel dink'in cenazedeki konuşmasının metnini kullanmıştım. çok tazeydi, bi şi yapmak istemiştim en azından kendim için, bunu yapabilmiştim. o hocam işte, hala bana haberler gönderiyo biliyo musunuz... hala benzer gazeteci cinayetlerini, dünyanın dört bir köşesinden. "çok zor geliyo" diye ek vakit istemiştim. "kötü"lerin art niyetlerinin analizi kolaydı da, öyle bir çığlığı, öyle bir sitemi en fenası, analiz etmek.. acıtmıştı çok. kendime dönmüştüm bikaç hafta. dinledikçe, okudukça, daldan dala başka cinayetlere, başka karanlıklara sıçradıkça... o ödev bahanesiyle kampa almıştım kendimi, kara haber kampına. midenizin, aklınızın, kalbinizin alamayacağı tonla haberi o ara okudum ben. biriktirdim. iyice acısın diye. yer etsin diye. ağladıkça ağladım, marisol bana bağırdı, bi o anladı belki de naptığımı, "yapma" dedi. öğlen yemek, akşam şarap getirdi. yer etsin istedim işte. ödevmiş, hrantmış... yeni bi kapı olsun, bilmediğim, unuttuğum şeylerin zehrini de yükleneyim diye. çünkü bazen sadece bilmek iyi geliyor. öğrenmek, iyileştiriyor. yine de az yaptım, farkındayım. neler ıskaladım kimbilir. ama yaptım. kendim için, o haberi aldığım andaki halim için, en çok da defne için sanırım.

68liler sergisi var ankarada. çok daha iyi yapılabilirmiş belki; ama önemli olan niyet. niceleri gelse keşke. görsek, okusak. meydana çıksa. işte orda, en fenası mektuplar. el yazıları. deniz gezmişin idama gitmeden önce oturup mektup yazdığı müdür odasının replikası var, o meşhur parka da içinde. kitaplardan, anılardan alıntılar var. insan o inanca yenik düşer. karşınızdaki bu kadar dimdikken, o kadar genç, aydınlık ve inançlıyken, kim öldürebilir ki sahi onları? siyasi düşünceniz ne olursa olsun, o kararlılık çok ihtişamlı. "öldürülebilirlik"i yenenler az işte... onlarca yıl sonra adını anmak bile suç olsa da, her yıldönümünü hatırlamayı iş edinmişler var en azından. varsın benim üstlendiğim yıldönümü de bu olsun.

ikiyüzlülükler çok ağır. bu iş çok zor yonca çalsın bi süre, olmaz mı?
canı acıyabilenler dinlesin, kendi kendilerine "aslında zor değil" desinler, umutçuluk oynasınlar.

bu blogun işi bu.




light gündem maddesi isteyenlere:
bergüzar korel'i örenbayan logosuna benzetti annemin arkadaşı.
marilyn manson- hande yener benzetmesinden sonra iki numaraya koyuyorum.

gaydiri

bu hafta dengeler değişiyo adamım.

sakin uykuları yine geride bıraktım ben. çok bilinmeyenli denklemler, azıcık bilip sonradan yabancılaştıklarımız falan feşmekan. özetle pimpirik geni diye bi şi var.bavullar dolusu üstelik, hohoyt. nadiren sakin uyuyorum, özel koşullar altında.

ilkbaharın gelmesi taraftarıyım. kar tamam, lapa lapa yağsın bitsin. yağmurlar da aynen. yağsın bitsin. sonra erguvanlar, elma ağaçları, kiraz ağaçları... çiçekli ağaçlar havaifişeklere benziyo bence.bu sayfada explorer kullanan şanslı azınlığın gördüğü, mouse okunuzun ucunda çıkan parıltılar gibi (ay ne uzun sürdü tarif etmek. "betimlerken öldü" dersiniz artık). yani benim taraftarlığım konuyu etkilemiyo tabii ama ben seçimlerde oyumu baharı getirene vericem. hohoho.

ay çok uzun ve ağır bi şiler yazmıştım, sildim.

güneş açtı.
üstelik ben çok mutluyum.
çok heyecanlı, azıcık korkulu.

14 Ocak 2009 Çarşamba

iyi haber

dedim, iyi haberim var diye.

iyi haberim şu: engellerikaldır!

haber kendi kendisini tanıtacak olursa:

Engellilerin kullanımına yönelik özel olarak tasarlanan site, içeriği sayesinde kendilerine dair gündemi ve fırsatları takip edebilmelerini sağlarken; çeşitli zorluklar yahut imkansızlıklar nedeniyle gerçekleştiremedikleri hayallerini de; “maça gitmek, denize girmek, yurtdışına çıkmak, müzik festivaline gitmek” gibi; başkalarıyla paylaşma fırsatı veriyor.

bunu akıl eden insansa bir öğrenci.
yani "yetkililere seslenen blogır" olmak istemiyorum ama, şekil 1-A bakınız, gençlerden fikir çıkıyo. beceriyolar da. kuantum fiziği de gerektirmiyo, basit, kullanışlı, faydalı bi şi. Biraz düşünmek, biraz iyi niyet, biraz emek yetiyo. AB fonu desteğini de almış. daha nedir. fikir var, para var... geriye destek, geliştirmek kalıyo. bu proje büyüyecek, gelişecek, hayata geçecek. türkiye'de bir ilk olacak. sivil topluma katkı olacak. engellilerin ortak platformu olucak. dernekler de birleşecek burda belki. mecliste bile hiç engelli yok. doğru düzgün temsil edilemeyen bir nüfusa ait sanal bir ortam olacak. daha nossun?

özellikle varoşlarda nerdeyse her haneye bir engelli düşüyo. 8,5 milyon kişi gibi bir sayıdan bahsediyoruz. ortada böyle bir nüfus var ve biz ilgisiziz. bu konuda çok da cahiliz. ayrıca acımasızız. hala engellilerle alay eden bir ülkedeyiz. köylerde tecavüze uğrayan bir sürü engelli kadın var mesela. en okumuşlar bile karşısılarında tekerlekli sandalyeli birini görürse elini kolunu nereye koyacağını şaşırıyo. ne yapacağını bilemiyo. iyi niyetle bile kırıcı olabiliyoruz. biz galiba en çok, engellilerle nasıl muhatap olacağımızı bilmiyoruz. "yok bizden aslında hiçbi farkın" demek isterken bile yüzüne farklarını bağırıyoruz. çünkü görmüyoruz onları. iş vermemeyi geçtim, sokakta rahatça gezmelerine bile olanak yok bu ülkede.


işte tüm bunlar ve daha fazlası sebebiyle, bu proje bence çok iyi bi haber.

fikri olan, desteği olan, linke tıklasın. "aferin" deyin, "eksik var" deyin, "aa bence şunu şöyle yap" deyin; ama bi şi deyin bence. hani berbat haberlere ağız dolusu laf akıtıyoruz ya illa ki, iyi şeylere de edecek iki kelamımız olsun.

felaket haberlerinin aksine iyi haberler, şahsen gelip kapınızı çalar genelde. o felaketler arasında kaynayıp gitmemek için gerçekten özenle duyurulmaları gerekir. anahaber bülteninde "bugün de ölmedik çok şükür" köşesine konuk olur daha ziyade. sadece bu proje için söylemiyorum. güzel bi sergi, "türk doktor amerikanyalarda vuhuu ne ödüller aldı" dışında bi bilim haberi... altı çizilmedikçe göremediklerimiz genelde.

bu vesileyle, konuyla ilişkili bi hatırlatma da benden: E-Kütüphane- GETEM.
kitap okumayı seviyosanız, hele hele sesli okuyosanız, bi taşla iki kuş.

13 Ocak 2009 Salı

vapur düdüğü

bugün resmen işim bitti. tatlı yiyerek ve fonda derya baykal açıkken vedalaştık patronumla.
iki önemli "iş hayatı" tavsiyesi aldım. basit şeyler aslında, ama önemli şeyler. neyse işte, powerpoint de bitti. bitince arkama yaslanıp bitmiş halini seyrettim bütün projenin. tek tek dökümanlara baktım. 200'den fazla döküman okudum. ben. döküman dediysem, "ahmet mehmet mualla/ hepsi boş hepsi rüya" yazmıyodu (zaten niye yazsın? hiç). en az 150 sayfa filan. 2 ayda tezim için bile bu kadar çalışmadım ben heralde.. galiba görece uzun sürmüş olmasının da etkisiyle, biraz da konudan vs, en sevdiğim proje oldu kendisi.

los fabulosos cadillacs- strawberry fields forever çalsın madem.
işten çıktığımda çalıyodu da kulağımda.

2009'dan özür diliyorum bu arada. gün oldu "kılbaşı" dedim ezdim, gün oldu "ay şuna bak, arada kalmış ezik şey" dedim. halbuki 2009 bi yana, 9 çok can bi sayıdır. yaşasın 9. beni utandırdı, güzel başladı filan. kutlaması güzeldi, devamı güzeldi. hediyesiyle geldi. borçlu hissediyorum. ayrıca minik detaylarda da kıyağı var bana.


neyse ne diyodum... evet iş bitti.
işin bittiği yerde istanbul başlıyo.


başlıyo! nihayet yani. muallak başlıyo biraz, ama olsun. muallak durumlardan korkmam ben, acı keskinliklerden korktuğum kadar. bulanık sular elbet durulur. (gözlerinin hastasıyım, rampaların ustasıyım). neyse, ruh halime uygun kelimeler olmadığı için, temsili ve tabii ki araklanmış bi çizim koyucam:








evet bunun gibi bi şi galiba. kuşlarla kız ayrıydı gerçi ben birleştirdim, biraz orantısız o yüzden.
ama o kuşların hepsi birer martı. şüphe yok.
bundan kelli, bu ara sadece iyi şeyler yazmak istiyorum. felaket tellalığına ara vermek mesela... malzemem de var bu sefer üstelik. yakında!




2009 hıdırellezini düşündüm bi an.
bi martı sürüsü daha havalandı.

11 Ocak 2009 Pazar

hoptirinam

daha ne kadar belli edebilirim bilmiyorum ama: sıkılıyorum.
hazırlamam gereken bi tane sunum var. taslak sunum elimde. aynısının 2009 modelini üreticem.
neyse işte bu sunum, mevcut işimle aramdaki son bağ. hem de ankarayla, aslında. yapcam bitçek. 9 ay çalışmışım şaka maka. 2 ay tatili filan çıkaralım tamam, 7 ay. yarı zamanlı. zevkliydi aslında. yani en azından veda projem kapu tapastro diil... diğ miğ diğ miğ. kapanışı iyi yaptık diyelim.

ama powerpoint'i cidden sevmiyorum. bilmiyorum diil bakınız - sevmiyorum. slayt slayt sunum izlemeyi de hiç sevmem. yani yapılır tabii ama... şiir okumaya kalkan ilkokul çocuğu gibi. gerçi ben sunmiycam bu kez. daha da sıkıcı... slayt dediğin, bizim evdeki slayt makinasıdır, annemlerin fi tarihinde çektiği martılardır filan. iyi ki işletme okumayı filan düşünmemişim ey öss tanrıları. aldığım yegane işletme dersinden de zaten "bir slaytta en fazla 21 kelimeee! 21 dediiimm!!!" dışında bi şi hatırlamıyorum.

neyse işte öyle bi sunum işi var, yarın sabah 10 gibi "yarısı bitti" demem gereken. birazdan uyku. gerisi kısmet.şanstalihkaderkısmet5kuruuuuğğş.
kolyelerim boncuklarım canlarım.
kahverengi bi kısmı, anlaşılıyodur umarım.

büyüksünüz feyzaanım

kardeşimin ödevi vesilesiyle "türkçe off" adlı kitabı bi kez daha açtık...
ve bi kez daha o acı gerçeği hatırladık.

"bu kız beni görmeli/bana kazak örmeli" diye giden şarkıyı biliyosunuz. mırıldanın bi. kendi kendinize. evet.. hangi şarkı bu? iyi düşünün. bu melodiyi ilk duyduğunuzda hemen kanınızın kaynamasının sebebi ne olabilir? çocukluğunuza filan inin, dolaşın bi.



cevap: karga karga gak dedi/ çık şu dala bak dedi.
yaa yaa.

10 Ocak 2009 Cumartesi

amme hizmetinde sınır yok

75 milyar şarkı.
25 milyar video.
new york times'a göre yeni yılda ziyaret edilmesi gereken 3 siteden biri.
1. ayını doldurmadan google'dan teklif alan site.
ah hem de: türk malı (türk güzeli gazetecilerin başını döndürdü)
sade, güzel, sevimli, faydalı.
fizy hizmetinizde. çıldırın.

meraktan çatlamayın ve boş vaktinizi harcayın diye buyrun: tanıtıcı bilgi yazısı vesaire.
~*~

ha bir de.. israilli vicdani redçiler hapse atılmış. 17-19 yaşlarında 7 genç. aralarında eski mossad başkan yardımcısının kızı filan var. birçok yetişkinin aksine, filistine gitmişler. üstlerine ateş açılmış. görmüşler, yaşamışlar. karar vermişler ve o karardan dönmüyolar. israil gibi bir ülkede, takdir edersiniz ki destek görmüyolar.

neye ve niye karşı olduğunu bilmeden kan püskürenler doldu yine etrafa. onlara rağmen, yaşamanın temel koşulunu öldürmek olarak görmeyenler var. "öldürmek istemiyorum" diyenler. evet çok gençler. çok da sakinler üstelik. hezeyan halinde, "dualarla beddua" buhranından uzaklar. ve böyle, "benimki haklı savaş, seninki haksız savaş, onunki kısmen haklı, öbürü çikolatalı, diğeri çilekli, onlar başka biz bambaşka" filan değil yani: toptan. hepsine. her şekline. yerse. yemiyor bizim buralarda, oralarda da yemiyor anlaşılan. imza kampanyası başlamış. kim takar bilmiyorum o diyarlarda. bu diyarlarda olsa kimse takmaz. bizim vicdani redçilere neler oldu biliyoruz. "mehmet barışı seviyor da noluyor" oldu.

ama işte imza atınız. zira mesele yetkili guguklara değil, birbirine sesini duyurmak aslında...
imza atanlara.

sebebim olursun

şu an en nefret ettiğim oyun monopoly.
"30 bin veriyorum, bebek'i alıyorum ve bir ev dikiyooruum. bütün morları bitirmek üzereyim anne yaşasın ben kazanıcam. 4 tane evim oldu hohooyt".

küçük çocuğa ateşle oyun olmaz demeyi biliyosunuz.
hatta ölüm saçıyo diye streetfighter filan oynatmıyosunuz.

sorarım size, parayla ve hele hele istanbul semtleriyle ne kadar oyun olur? el kadar çocuğa 30 bin liraya bebek, 50 bin liralık emirgan filan (gerçi şimdiki piyasayı bilmiyorum, ben ufakken oralar dutluktu)? "genç yaşta emlak kralı yapiym, harçlıklarından kastellican yaratiym" derken sadece romantik kavram kargaşaları yarattığınızla kalıyosunuz.

ha keza, para kavramı da öyle. okul öncesi ne güzeldi... ben uzun bi süre sırf mavi diye 10 bin lirayı çok sevmiştim misal. sonra matematik öğrettiler, sayılar filan. biz büyüdük ve kirlendi dünya. bebek 30 bin oldu, ev diktik falan fişman.

tamam yani, "istanbul monopoly şehirleri içine girsin" diye oy vermiş olabilirim. neticede hepimiz arada şuurumuzu kaybedip "aa.. türk.. türkse iyidir.. şön şön bitte şön.. yaşasın emre aydın" hallere girebiliriz. 12 puan dertlerine düşebiliriz. ama neye yaradı? hiç. misal şu an istanbul, 22 şehir içinde 17. olarak toronto ve kiev'le beraber pembe bölümde yer alıyomuş yeni monopoly'de. pembe istanbul olmaz bi kere. allahın riga'sı lacivert olmuş. riga ne yani, riga kim. lacivert, renk olarak bile sadece, istanbul bi renk.

bebek'i almışmış. arnavutköyü satmışmış. şişliyi alıcakmış. al yavrum al. kafan karışsın, alacağın semti filan seçeme hatta, lükse bakınız. 1 saat sonra aile üyelerin iflas edince, sevinçle "kazandııım" diye ayağa da fırlarsın sen. çocukluğunu oyun tahtasına gömdün az önce. banka mıydı kasa mıydı, oraya çocuk sevinçlerini bırakıp gerzek rüyalarına daldın. artık bebek'i 30 bin, yakınlarının iflasını zafer ve otel dikmeyi marifet sanıyosun. "bi daha oynayalım mı yine yenerim nıhahaha" filan oldun artık sen. istanbulun tamamı satılık arsa senin için, karelere bölmüşler. akıllı yatırımlarla tamamına 4ev1otel.


içimdeki anti-kapitalistin paranoyak gündüz düşlerini dinlediniz.
ben de o sırada yasemin mori dinledim.
yasemin mori de belki aygaz kamyonu cıngılı dinlemiştir. artık geçmiyo onlar, özledim galiba.

8 Ocak 2009 Perşembe

çoktan seçmeli

dün show haberde başbakanın "ben alevi gördüm" iftarıyla ilgili olan haberi veren kadın aynen şöyle bi cümle kurdu:

"başbakan cemeviler konusunda bir yorum yapmazken.."

telaffuz: alevi-cemevi. cemevî yani. uzun bir i. zaten bakınız kelime: "cemeviler".
bir an kitlendim. kadın da düzeltmedi, "pardon, cemevleri" demedi, devam etti. seçenekleri sunuyorum:

a) heyecanlandı ve dili sürçtü.
b) "cemevine giden alevi" filan gibi yeni bi kavram geliştirdi, şahit olduk.
c) okunuşunu bilmiyo. kelimeyi bilmiyo. cem ne, ev ne bilmiyo... ve orda.

bence b.

7 Ocak 2009 Çarşamba

tıklamak.

ismet berkan bugün uzun uzun fotoğraf seçerken ne kadar da etik tetik olduklarını anlattı. hatta olduğunu. ölü bebekler üzerine bir ağıt. bakamazmış. koydurmazmış. o da babaymış. biz okuyucular da aynı sebeple alıp gazeteyi okumadan bi kenara atarmışız. meali: "o fotoğrafı görürlerse gazeteyi almazlar". ah tam da bu işte di mi... yoksa samimi olsalardı bahsi geçen fotoğraf şu an radikalin websayfasında gazze haberinin ilk ve kocaman fotoğrafı olarak kullanılmazdı. yani o fotoğrafı başlık olarak kullanmaktan, ilk sayfaya taşımaktan, maalesef vazgeçmediniz ismet bey. sadece deneyimli bi gazeteci olarak "ölü bebek resmi gazete sattırmaz"ı biliyorsunuz. manşetten insanların kanını dondurmamayı öğretmiş size etiklenmeleriniz- satış kaygısıyla. gazeteyi online takip eden binlerce insana sunuluyor ama o fotoğraf.

daha fazlası için, tabii ki haberin orta yerine büyük harfle ve maviyle yazılmış, tıklama fetişini tetikleyen satırlara ilerliyoruz. çünkü o kadddaarrr etikgül ki radikal. gazeteye basmıyor ama işte bebek ölüsü fetişinin de önüne geçemiyor. tıkırtıkırtık. bir gün olur da bombardıman altında ufacık bebeğinizi kaybederseniz, dünya basınına malzeme olarak öldüğünü bileceksiniz. ödül filan alır belki fotoğrafçı. "kelimelerin bittiği yer" illa ki bebek ölüleri.

terbiyesizlikten başka bi şi diil. hele bi de üstüne köşende "ah biz.. bu fotoğrafları yayınlayacak kadar düşmedik.. hele ben..." güzellemeleri. utanır insan. tıklayın tıklayın. daha ne kanlı, acılı kareler var menümüzde, tıklayın seçin, ısmarlayın. yamyamlık eşiğini aşalım hep birlikte.

6 Ocak 2009 Salı

dilek, çaput, adak ve diğerleri

süper bi şi oldu. yazmamak için bekliyodum, tutuyodum filan ama hayır, etrafta baloncuklar uçuşuyo. hala aşırı kontrollü bi halde kendimi tutuyorum, derken sonra birden tutamıyorum. yazmaya karar verdim. zira sevgili "aslında zor değil" isimli canım blogumda arkası yarın kıvamı bi halde beklenen an budur. evet zor değil yahu. 2009u en çok ben seviyorum.

neyse, 3-5 gündür kafam kendime azap. sabaha karşı nefessiz kalarak uyanıyorum, olmamış olamamış mesela. çöküşümü düşünüyorum, ciğerlerime çöküyo. sonra öğlen vakti adeta bir maison française kadınına dönüşüyorum, ne güzel koltuk, ne güzel kapı kulbu, dünyanın en şirin paspası filan... sonra gözlerim doluyo. panik atak mı sevinç hali mi çözemedim. bu kadar iniş çıkışlı hallerimle tam tepedeyken aniden yere çakılırsam da artık topluca çakılırız di mi blog? sen ve ben çakılır, "karalar bağlar oturur ağlar"ız filan. tükan kepenk indirir artık kesin. neyse konuya dönersek demem o ki..

oldu.
artık burçlar mı kaydı, biri mi bana acıdı noldu bilmiyorum ama: oldu.

şu an tek ihtiyacım olan şey bi ev arkadaşı. bi evin içinde olması tercihim tabii. aramalarım tam gaz sürmekte. sonra yerel seçimlerde oy kullanamama pahasına ikametgah adresimi taşiycam.

bilin bakalım nireye nireye?

etrafımdaki araçlarda 34 plaka olduğu sürece trafiğe küfretmemek için elimden geleni yapacağıma and içerim. özelcipskolakilit.

şimdi şöyle ki..

gazete okuyorum tabii ben. yani benden beklenen refleksler burda kelime olmadıysa tamamen kafamın dağınıklığından. meşgulüm dostlar. neyse.

doğalgaz filan. baştan nasıl onay aldığı merak edilen bir bina. adamın ettiği laflara şaşmıyorum. hatta bence takdir edebiliriz, bu vesileyle ilk kez imilih'in bile yüzü kızardı. adam öncesinde 6 ay ceza almış görevi ihmalden, artık hangi bi görevinde nasıl bir ihmale sebep olduysa... sonra müdür yapmışlar. istifa etti de noldu, hala belediyede. kadrocan kadrocan bekliyo. kardeşimin arkadaşı 3-4 saat erken ayrılmış evden. teğet o işte.

canına yandığım memleketinde mesela takdirname almayı iyi bi şi sanarak büyütüyolar bizi. halbuki sınıfa saman yığsanız, kız arkadaşınızı dövseniz, hocanızın kafasına sıra yuvarlasanız, hatta okuldan atılsanız filan sizi önce kaymakam, sonra belediye başkan adayı olarak görmek isteyen yüzbinlere sahip olabilirsiniz. ah bi an gerçek hayattan bi hikaye mi oldu ne. tamam vi dont niid no ecukeyşın yes yes, ama hızar yüzü görmemiş kütüklerin başarılarına şaşırmakla çürüyoruz başkent olarak. ülke olarak, gezegen olarak falan fülün. yazık olduğuyla kalıyo. 91liler vardı aralarında. büyüdüler ve ölüyolar bile işte, bak.

israil büyükelçiliği civarında oturuyorum. filistin büyükelçiliği de yakın. haliyle protesto yürüyüşü filan bu civarda oluyo. genel gözlemim şu: filistin-israil meselesini protesto edenler arasında henüz karma bi topluluk göremedim. saadet partisi mitingi tadında geçiyo, ki geçsin, nolucak. ama bu şunu gösterir: amaç protestoysa, mini mini birler de katılırdı yanlarına. saat 2 sularında müminler, onlar dağıldıktan sonra tkpliler gibi randevu sistemiyle protesto saçmalığı olmazdı. biraz öyle bir hava var bence. istanbulu bilemiyciim.

ayrıca, israilin her yeni saldırısına dün doğmuş çocuk gibi "anne.. kötü insanlar da mı var anne.. bombalamak ne anne.." tepkilerini anlamıyorum. tamam evet tabii ki çok acı. tabii ki olmasın. ama ilgisizliğimizi maskeleyen üzüntülü haller de bi o kadar yapay geliyo bana. aslını astarını merak bile etmiyoruz. "israil demin niye bombaladı" değil, bu iş nedir, noluyodur... hem eşiğimiz yükselmedi mi? her gün bombalansa alışırız. aniden stok eritir gibi her tür bombayı yığınca dehşete düştük. üstünde inceltilmiş uranyum izleri olan bebekler... ilk mi onlar yani? ilk kez mi? ve her seferinde illa aynı 2. dünya savaşına referans, "size de olmadı mı nasıl unutursunuz" halleri. ay hala mı şaşıyosunuz gerçekten? lisede şaştık bitti sanıyodum ben. bi sonraki bölüme geçsek artık?

ayrıca üniversiteyi bitirmiş kazık kadar insanların konuyu konuşurken "bence mısır orda bi filistin devleti kuracak", " ya filistin devleti kurdururlar mı sanıyosun gerilla onlar" gibi efsane laflar savurabilmiş olmasını anlamıyorum ben. yani ortasından girdiğim über-entel bu konuşmaya bi şi diyemedim bile. gazetenin neresini okuyosunuz yavrum? ters mi tutuyosunuz? filistin devleti kurulucakmış. arafat da araba modeliydi zaten. acı yanı şu ki, gerçekten ilgililer, bu kadar olabilmiş. istemişler yani. mesela lübnan filan diyolar arada, cümle içinde kullanıyolar. sonra ama illa ki "bence hamas da hatalı yani bölünmesinler, direniş dediğin birlikte olur yani.."/ "evet yani tabii... bak atatürke yani"/ "ya atatürk diyosun da yani lübnanda filan köktendincilik kabul ediliyo yani. seviyolar" muhabbetine dönüyo iş. hayır bi de yorum yapmıyorum diye "ay yazık anlamıyo galbaa" bakışları var ki... aklıma "albino afrikalılar için güneş kremi yollama kampanyası" başlatan hollandalı gençler geliyo. niyet- netice- hatice üçgeni. "o kremi turistlere satıp yemek alıyo onlar" dediğimizde ağlamaklı olmuştu gençler yazık... "ama biz para yollarsak başka şeylere harcarlar diye krem yolluyoduk.. onu da mı... böhühühühüüü..."

derken, tabii ki 2. abdülhamitten sonra en benmerkezci- paranoyak açıklama, kaşlar çatılmış: "bizi utandırdınız!!". adamlar bombalamaya sırf bu lafa kıçlarıyla gülmek için ara verebilirlerdi. "pardon devletlüm istemeden oldu". evet ya belki de taktik yaptı ben anlamadım. güldürürken düşündürdü hınzır.


neyse, günün haberi burda aslında. afrika, sıcak sıcak.
falan fülüüün.

3 Ocak 2009 Cumartesi

vuhu nerdeyse 1 haftadır yazmamışım

o kadar mutluyum ki susuyorum. tiz sesten çatlayan camlar gibi her şey sanki. veya en ufak kıpırtıda düşecek çığ gibi... öyle işte.





ayrıca bakınız, ellerim dolu.
2009la aramız iyi. cici 2009 hatta.
neyse, ben ankaraya döndüm bu arada.
şimdi kendimi piinat hanımın çeyrek asır kutlamalarına atıciim.
blogırdaki 7 farkı bulunuz.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker