29 Eylül 2007 Cumartesi

galler

su an galler-galeyan konulu bi kelime oyunu yapmak isterdim, yaptim sayin.
turkce karakterler olmadan yazmak sinir bi si (jelatinim inan kopi peyst denedim, o daha da sinir :P).

geri geldim ben ozetle. yagmurlar ve soguklar ulkesinden. galli (bu mudur kullanimi?) insanlar seker insanlar, ingilizceyle uzaktan yakindan alakasi olmayan, sessiz harfle dolu, sanki boyle elf dili gibi eskilerden bi dil konusuyolar. her duydugumda sanki kalenin icinden o kirmizi ejderha firlayacak gibiydi. merlin ve kral artur ikilisi galler'den cikma. her yer yesil, evet bizim karadeniz kiyilari gibi; tarlalarlarlarlar boyunca buyuk ve yesil. vadilerlerlerler. milli park olarak koruma altina alinmis tarlalar var, oyle diym yani... tabii ingiliz toprak sahipligi sisteminden kaynakli biraz. falan fesmekan.

yani cok bi tatil degil daha ziyade akademik geziydi, bolca ciftlik, dogal park, yerel halk projeleri ve fabrika gordum. bu da lazimmis. cikan sonuc sudur: 4. gunun sonunda sehir aserdim. napiym, oluyo iste. kuzeyden guneye butun galleri gezdik, arabayla, her gece baska yerde kalarak... cardiff'e vardigimizda trafigi gorup duygulandim. ben o hep dalga gecilen "haftasonu doga yuruyusu yapip pazar gecesi panik icinde sehre donen"lerdenim galiba. Istanbul'un gozu kor olsun, napiym.

londra'ya gidemediysem iyi bi ogrenci olma vicdan hesaplari yaptigimdandir.
hayir, londrada gecirebilecegim bu haftasonunda hic bi si yapmadim tez icin. on calisma yaptim sayalim. ha bi de iki yuzuk, bi kolye, 3 bilezik yaptim. sayilirsa.

tilki gormusuz, ben kacirdim. bolca ispinoz, mavi kirmizi kuslar gordum gerci. kus gozlem evi var bol bol. minik ufak kuslar dolusu. hollandanin kokusuz ve sessiz "doga" kavramina inat, cam, mese, findik ve kuskuskuskus.

peynir sevenlere mujde: supermarkette satilan peynirle o cok bi kokos butiklerde satilan ayni peynirmis. birinci agizdan ogrendik.

bombayi en sona sakladim. birazdan verecegim habere "ee ne var yani" diyecek olan varsa (ki burda oldu) simdiden siddetle kiniyorum, kendisi en birincil galler anilarimdan biri...

beennn..

lavantali dondurma yedim!

lavanta-bal-sut aromali.

bildigin lavanta yahu. dondurma. hayir cok agir degil, biraz fazla tatli ama guzel. bizim mado kivami bi zincir dondurmacilari vardi. bi top lavantali dondurma. bunun ustune yasemin aromali dondurma yapmaya karar verdik. bi arkadas da " lavanta sabunda olur" diye bilgece bi yorum yapti.


ayrica, "avrupadaki en uzun isme sahip kasaba"nin da ismini duyduk. gitmedik. ben sahsen okuyamadim. fotograf karesine sigmadi isim, oyle diym. evet tabii ki bi amme hizmeti yaparak aynen buraya koyuyorum:

Llanfairpwllgwyngyllgogerychwyrndrobwllllantysiliogogogoch

ne demeye calismislar derseniz:

St. Mary's Church in the hollow of white hazel near a rapid whirlpool and the Church of St. Tysilio near the red cave

gibi ingilizce bi cevirisi var. boyle masal diyari bi yer tarif ediyo sanki. kirmizi magara var falan. eglenceli bi millet iste.

bugun itibariyle klavye basi memuresi olucam. daktilo daktiloo... sarkilarim da gitti. olsun.
ben bakkaldan biraz calisma azmi almak istiyorum. yarim kilo. bi de tuhaf bi umut var, sanki halledilecek su bilgisayar isi. takmiyorum pek. yani, sonra takicam.

ingiliz havaalanlarinda kontrollerlerlerlerden gecerken, neredeyse butun dunyanin boynuna ip gecirmis bi milletin bunu paranoyak bi guvenlik buhraniyla oduyo olmasinin hic adil olmadigina karar verdim. daha da surunmeliler. hatta bence, britanya pasaportu sahipliler donlarina kadar aranmali, hintliler falan, pasaport bile gostermeden gecmeliler. evet cok uzun surdu o prosedur. "ay ama cok tehdit aliyolarrr" diyen varsa, belirtmeden edemiycem, kasinani kasirlar. sen tut iki kitanin anasini belle... tovbeee...

neyse. galleri bundan ayri tutuyoruz, galleri seviyoruz. laf aramizda aslinda ingilizleri de seviyoruz canim. en azindan matrak adamlar. pirpir ucagimiz allah'a emanet bi sekilde ilerlerken bizi gulduren bi kabin memurumuz vardi misal. kendisi " sayin yolcularimiz lutfen ayrilirken esyalarinizi kontrol ediniz. geride bi si unutursaniz butun geceniz berbat olur, bunu istemeyiz" dedi mesela. sonra bize" sayin yolcularimiz, ucagi on kapidan terk edebilirsiniz. icinizden gitmek gelmiyosa, sorun degil, ben burda olucam" dedi. cok sevdik kendisini.

daldan dala evet.

bi de.. eger uyanabilseydim, okyanus ufkunda gozden kaybolan devasa bir ay gorebilecektim sabah.. olmadi. ama dalgalar ve kocaman bi ay gordum gece. koskocaman. agac yapraklarini seyretmek de, koyun boklarina basarak tarlada yurumek de, dev bi sigiri sevmek de, 8 derecede sularin icinde yuruyus yapmak da bazen guzel olabiliyomus efendim. yolun sonunda deniz olunca.

laf aramizda, yuzugum cok guzel oldu. elime saglik.

benim kardesim kocaman oldu. "uzulme be abla halledersin. ilisikte balik ciftlikleriyle ilgili bi makale yolluyorum" dedi bana. hem zaten yazin "artik sana abla demiycem,derya diycem" gibi kendini bilmez bi girisimde bulundu; karsilikli kuyrugu dik tutuyoruz.. bakalim...

20 Eylül 2007 Perşembe

cokus

goruldugu uzere turkce kararkterlerden mahrum haldeyim... zira tamamen bi surtuk olduguna inandigim toshibam iki gun once vefat etti. evet, bu tez manyakliginin ortasinda, ben atesler icinde antibiyotikle yatarken ve yeni toparlamisken kendisi olmeye karar verdi. iki kez fisi yerinden cikti diye hard drive'indan olan bi bilgisayarin bilgi sayabilecegine inanmiyorum. once sadece windows sandim ama i-ih. hard drive yok. gitti. dosyalar gitti. 4 yillik bogazici fotograflarim, anilarim, yazilarim. sarkilar ve en korkuncu da tez dosyam, teze dair topladigim her detay gitti.

yarin hocamla gorusmem gerekiyo. heralde 62den tavsan yapip cikicam karsisina.

pazartesi gunu de gidiyorum gallere. ne bok yiyeceksem. gitmesem de burda sansima mi kussem acaba?

bahtsiz bedevilik degil bu, daha feci bi si.... bu boyle alacakaranlik kabuslarinin gercek olmasi. x-files hatta. kufur. ay noktali harflerim bile yok. ve burda herhangi bi teknik servis icin bayilmam gereken hizmet masrafini dusunmek dahi istemiyorum ("hanfendi hard drive sizlere omur demek icin 20 euro lutfen" dediler bile)...


ben yokum bi sure. icip icip kaderime kufredicem. ah icemem, antibiyotik aliyorum. dumduz kufredicem o zaman.

evet yuce bilginlerin hep dedigi gibi:

back up your files!

17 Eylül 2007 Pazartesi

türklüğün tezahürü olarak insanlık

nezle oldum. psikolojik bence. geçicek. bi de tabii rüzgardan. allahtan ses gitmedi bu sefer yoksa röportaj hayal olurdu. tahtaya vurunuz. mersi.

1408 denen filme gittik. iyi ki alis harikalar diyarında diye bi öykümasal var yoksa bu sinemacılar napardı diye çok düşündüm. ben mi sıkıldım nedir, her yeri alisti valla filmin. neyse... john cusack çok ilginç bi dudak yapısına sahip. bi de bazen hakikaten adama bakınca ilkokul 3'te nasıl göründüğünü tahmin edebiliyosunuz. tikkat spoiler:ben olsam adamın karta bakıp gönderen kişiyi bilmesine izin verirdim, hatta gönderen kişi karısı çıksındı, ayrıca "topladık 13 etti" kısmı fasondu. spoiler bitti. ha bi de kapalı alanlardan hazzetmiyorum. panic room denen vasat filmde çok gerilmiştim.

dün odamda volta atarak ve ipodumdaki şarkılardan sıkılarak geçti. arada bi durduğumda "yarın erken kalkiym ben", "başlasam yazar mıyım acebağ", "eskisini bi okusam mı" gibi enteresan fikirlere gark oldum. yükseklisans yapacaklara tavsiyem, 2 yıllık seçin, yaya yaya yazın. gerçi yine son dakikaya kalırdı evet. olsun.

kahveli lokum süper bi şi. bi de tunalı'da bi yer çikolata kaplı lokum yapıyomuş. başta öze hakaret gibi gelse de yiyenler memnun. denemedim.

**** sayıklama bitti, başlığa dönüş***

on kızım olsa onunu da yıldırım türker'e veriririm. bu da böyle bi türk işi sevgi cümlesidir.

daha önce de yazmaya çalıştım, gerçi türker konuyu biraz daha farklı yazmış... ama türklerin türk veya avrupalı (ayrıca kuzey amerikalı ya da avusturalyalı) olmayanı ezişi bence bi aşağılık kompleksinden ibaret. cehalet bile diyemiycem. yıllardan beri harita çizerken "ortadoğunun kuzeyi" ya da "asya'nın batısı" değil, illa ki "avrupa'nın doğusu" olarak kendine yer beğenen bi ülk elbette ki o canının içi avrupa'sının ezilmiş halklarına, afrikalısına asyalısına sempati duymayacaktı. biz ki "ezilenin yanında olursan ezilmezsin" diye büyütülmüş bi tuhaf karışımız. biz işte kendimizi finlandiya, olmadı avusturya falan sandığımızdan, muasır medeniyet adı altında kör tavuk gibi her şeyi didik didik eşelerken içini açıp bakmadığımızdan, kendi yerimizi unuttuk şu atlas üstünde. biz AB'ye girsek dahi, "avrrrrrupalııııııı" olsak dahi, aslen, en derinde, boy verdiğimiz bütün o batak zeminlerde, kalkınma listesinde 92. sırada olan bi ülkeyiz. 177 ülke var. 91 paraguay, 93 sri lanka. açıp atlasa bakmak serbest.

kimse bana mevlana'dan, hoşgörüden bahsetmesin. o da mezarında 88 çizen bir sürü iyi niyetli ata yadigarından biri. istanbul'a gitmek üzereyken, "deryik ayrımcılık olur mu, ırkçılık yaşar mıyım" diye soran Lovemore'a saf saf "yok yahu, bi sorun olmaz, biz rengine göre adam seçmeyiz, bi onu yapmıyoruz, merak etme sen" demiş, içini rahatlatmıştım, kendimden utanıyorum. ona "en iyi barlar taksim'de" derken nasıl bi risk aldığımı bilmemekten utanıyorum. burdaki nijeryalılar'a sormadım bile haberi duydular mı diye... soramam, yüzüm yok.

ben bu kraldan çok kralcı hallerden, kendimizi bi bok sanmamızdan bıktım. bi bok olsaydık, UNHCR'ın belirlediği mülteci kabul etme kanunu imzalamayı 40 yıldır reddetmezdik. bi bok olsaydık biz, savaştan kaçanlara 3. ülke olmayı kabul etmekten tırsmazdık. bi bok olsaydık, mesela "türk misafirperverliği" adı altında, Doğu Ekspresi'yle bilmem kaç bin euro ödeyerek gelen zengin avrupalı'ya gösterdiğimiz o mehter marşlı, lokumlu şefkatin onda birini zulümden kaçana da gösterirdik. bizim gerçekten kendi kıçımızı kurtarmaktan başka bi derdimiz olsaydı, çocuklarımıza dünya coğrafyası öğretirdik. biz birisine yardım etmek için "ay daha kendimize yetemiyoruz o aç zencilere nası bakalım" demezdik, aklımızdan bile geçmezdi. zaten onların asıl derdinin türkiyede kalmak olmadığını, bi türlü avrupaya gidemedikleri için zorunlu ikamet halinde olduklarını bilir, manasız bi "ay bak görüyo musun afrikalılar bize de geliyo, demek ki geliştik" züppeliğini bırakır, azıcık insan olurduk.

elinde dev aynasıyla doğanların o evlere şenlik kurumu var ya hani, görünce midenizi bulandıran... ah ama bizzzz türkleeerrrrrr hep haklının yanındayızdır; ama şu dünyada bi biz haklıyızdır, türk demek "haklı olup hakkı yenmiş" demektir. nijeryalı dediğin, uyuşturucu ya da sahte altın saat satar sokakta. rus desen nataşa. asyalıların tamamı hırsız. muhteşem.

kaç kişi biliyo pardon, türkiye'nin mültecileri reddetmesi yüzünden bu insanların kaçak, gizli hayatlara mahkum olduğunu? birleşmiş milletlere gittikleri anda postalanacaklarını, UNHCR Türkiye'nin bu insanlara yardım etmek için kırk takla atıp tuhaf "statü"ler geliştirmek zorunda kaldığını? "yeni bi ülke bulunana kadar ev sahibi olma"yı bile reddeden türkiye'nin çok "avrupalı" bi şekilde sadece batıdan göçmen kabul ettiğini, onun dışında herkesi tü kaka bellediğini? kaç kişi biliyo ankara'daki UNHCR binasına kendini yakarak saldıran adamın çaresizliğini? vatan millet sakaryacı kaç kişi biliyo vatanından kaçmak zorunda kalınca bi de hırsız muamelesi görüp karakolda ölmenin acısını? tabii, türk ölürse avrupalının ırkçılığı. zenci ölürse o onun kaşınması. muhteşem.

gerizekalı mehmet ali birand "bu kareler türklüğe yakışmıyo" dedi. güya milleti içlendirecek, silkinip kendimize gelicez. ama evet TÜRKLÜĞE vurgu yapmadan olmuyo di mi birandcım? "biiizzz hoşgörüü milletiyiiiz" diye beyin yıkaman gerek, sen de biliyosun işin içine türklük girmeden kimsenin gaza gelmediğini... sonra bi de "şu mübarek aylara girmek üzere olduğumuz günlerdeeeğğ..." dedin, ah tam empati kurduk. "insanlığa sığmıyo" desen üstümüze alınmiycaz çünkü di mi? gerzek herif. güya ırkçılığa karşı konuşacak onda bile türk olduğumuz için yapmamamız gerektiğini ima etti adam. mübarek aylarmış. bi de romantik bi de romantik... gırrr. enkırmen insanlığı 5 dakika sürüyo. "bi dakka, bu kareler hakkında yorum yapıcam... yazık sayın seyirciler.. yazık. ayıp. günah". vaaov mehmet ali. içlendik.

ah tabii kujum, fransa'da da böyleydi bunlar. araba yaktılar. pis afrikalılar. biz kıçı başı bembeyaz elf türkler, sevmeyiz yoksulluktan nefesi kokan göçmenleri. onları aşağıladıkça avrupalı olucaz biz. napmış fransa, ölene kadar dövmüş mü? evladır. zaten o zenci. o arap. diğeri çin çan çon. avrupa'dan iyi mi bilicez napıcağımızı.. hak etmiştir 3. dünya. ama biz şanlı türkleerrr biiizzz çılgınn türkleeerrrr, nasıl kalbimiz kırılır bi ingiliz başkentimizi istanbul sanınca? oh mon dieu, nasıl olur da bilmezler bizi? halbuki bizz türkleerrrr kuzey yarımküredeki bütün zenginlerin başkentlerini hatmettik, onlar niye bizi bilmiyo? yoksa kendilerinden mi saymıyolar? ah ama ama... afrikalı gelmesin, avrupalı sığınsın bize. rüyalarda bulutlarda yaşayalım.

yunanistana gitmeye çalışırken ölen bangladeşli ve pakistanlılardan utanıyoruz biz; onların oralarda boğularak ölmesinden değil ama... avrupa dedi ki bize, "kapıları iyi tutun" dedi. bize dedi, yaa... bi tek bize. kıymetlimisss, en çok bizi seviyo.. avrupa dedi ki bize, "bütün insan trafiğinin kilit noktası türkiye, kış kışlayın şunları". avrupa dedi. bizi seviyo avrupa kıymetlimissss... tutucass kapılarıı sokmiycasss kimseyi.. giren varsa da yiycess bitiricesss pişman edicesss... avrupayı can siperane koruycass...


insana bakınca milliyet görenlere kaldıralım bu sabahki çay bardaklarımızı. milliyetler arası hiyerarşiyle ve aşağılık kompleksiyle ezileni daha da ezince güçleneceğini sanma halimize içelim. biz "ezen" olmaya çalıştıkça, bu işler çok zor yonca. "kimse ezmesin" değil derdimiz, "biz ezilmeyelim" de değil; "biz ezelim"... ben milliyet görmiycem inatla. defne de görmiycek umarım. çünkü artık pasaporttan insan tahlili yapanlara tahammülüm kalmadı, onlardan biri olmiycam. bunun "artısını alalım eksisini bırakalım"lık yanı yok. milliyete göre severseniz, milliyete göre de nefret edersiniz. iki kere iki dört.

esas bize yazık. ayna ayna söyle bana. dev aynam benim, canım. öyle her 23 nisan'da bi çinli bi afrikalı bi de avrupalı çocuğu "el ele vermiş dünyayı sararken" çizmekle insanlık olmuyo, olursa da ilkokul seviyesinde kalıyo işte şeker. hem zaten sınıf arkadaşımız kaptı alman'ı bize kaldı hintli, bozuğuz...
nedir, sonra başbakanın eşi Eminaanım, Etiyopya ziyaretinde "2 bebeği alıp götürsek Başbakan bayılır" diyo evlatlık çocuklara bakarak, manavdan elma seçer gibi, evsiz kedi yavrusu seçer gibi.Burayı içim burkularak gezdim. Sokakların durumu çok kötü, ancak siyah çocuklar çok güzel oluyorlar’ diyo sonra. Türk işi, burnu havada... bi an için prenses dianamsı bi şi olmanın hezeyanıyla... kendi "büyük şehir çalışıyor" graniti kaplı sokaklarını hatırlıyor herhal.

ha evet, benim var zenci arkadaşlarım; ama maalesef ne hızlı koşuyolar ne de kemikleri sayılıyo. pilavı eliyle yiyenler de tanıyorum. kapı gıcırtısına kıç sallayan brezilyalı da var; maalesef karnaval kıyafetleriyle gezmiyo. sonra çinli de tanıyorum; ama maalesef henüz bimilyoncu açmadı okula. ha bi de et yiyen hintli gördüm ben, üstelik tuhaftır sarisi yoktu. bi de çok şaşıracaksınız; ama ben fes takmıyorum ve sürekli göbek de atmıyorum. biliyorum biliyorum, "bu ne biçim türk" diyosunuz... bizim okul tuhaf, ondan. yoksa sürekli kebabın yanında rakı içerdim ben türkiye'de, burda bozuldum...

15 Eylül 2007 Cumartesi

boooooo

çok sıkılıyorum ve korkuyorum. bugün ayın 15i. yani 9 gün içinde yaklaşık 17 bin tane bi şi ifade eden kelimeyi bi araya getirmeliyim, bi araya geldiklerinde de bi şi ifade etmeliler. bu benim taslağım olmalı. halbuki bugün bana sadece "ersinin sivil hayata geçtiği gün"ü ifade ediyo.

korktukça başlamıyorum.
otelleri arıyorum, hepsi paranoyakça yaklaşıyo. şimdiye kadar telefonda arıtma sistemlerini soran kimse olmamış olabilir; ama insan en azından adını soyadını söyler. ayıp. ben söyledim mesela nadir bey. incilerim dökülmedi.

bissürü yeri aramam lazım. röportajları yazıya dökmem, okunmuş makalelerden işe yarar yerleri bulmam, önceden verilen dizaynımı okumam ve ve ve ve.... çok yaratıcı olmam lazım çok. başka türlü olmayacak zira.

bu amaçla battaniyeleri alıp kumsala gidicem işte. hıh. ve evet, bu resimdeki kadar sıkıntılı, uyuz ve huysuzum. nemrutum hatta. 5 yaş şımarıklıkları ve dikkat dağınıklıkları günümdeyim. üstelik güneş de yok. şu an tek istediğim defnenin dizine yatmak ve onun saçımın her bi tutamını renkli yünler sarmak suretiyle beni renklendirmesi. ve tek derdimin araya girecek boncuklar olması. paniklemiş ve cidden tırsmış durumdayım. bu iş bitmez, biterse de bok gibi olur. ya da ben kendimden tiksinir hale gelirim.

hadi naş o zaman hanfendü.

14 Eylül 2007 Cuma

siz bilmezsiniz....

burcuk vardır, hayır foodies değil, başka bu siz tanımazsınız.
neyse işte kendisini kabaca özetlemek gerekirse sizinle konuştuğu 3. dakikanın sonunda taklidinizi yapabilen biridir. fena görür yani, göstermeseniz de görür, deli bi şi. burcunun görüp de söylemediklerini duyamazsanız işiniz zor. bi de çok fena hatırlar. hatta eminim, azerle "burcu nolur unutsun rezillikleri listesi" gibi bi şimiz var. benim var yani. bi de benim saçımı keserdi bu ikisi bir olup. öyle işte. sonra bi kere bi çocuğun kafası yoktu sınıfta. yemin ederim yoktu. biz de gülmüştük. zaten burcu güldürür böyle, mosmor olursunuz, sonra o gayet ciddi bi şekilde bakar "deryik ne bu hal ayıp yani, azot döngüsünü işliyoruz şurda" falan diye... tuhaf detayların çok eğlenceli hallere büründüğü zamanlar varsa zaten burcuk ordadır. hani azerle ben de fena değiliz de insan gurusunu uzaktan tanır, o misal. burcuk detay insanıdır, o yüzden canı acıyınca çok acır. "aziz nesinlik" diye bi laf vardır ya, onun gibi "ah burcu olsaydı şimdi" anları vardır. boş zamanlarında bana albatros taklidi yaptırmaya çalışır. evet ben böyle bi taklit yapabiliyorum, gerçi burcu görür de listeye eklenir korkusuyla yapmamaktan iyice köreldi. bi de burcu dışardan uyuz görünür. biz azerle sinir olurduk kendisine. yaş işte 12 falan. sonradan sevdirdi kerata. meğer biz de bayaa bi uyuz görünüyomuşuz dışardan. bi de bizi burcuyla hep kuzen-kardeş falan sanardı hocalar. sonra bi de üçüncü bi kız vardı adı duygu olan, ikimiz birden ona benzerdik. ya da o bize, neyse işte.

sonra azer vardır evet piinatbatırendblekkafi. kendisi yazar. radikal genç'e yazar mesela. evet o azer bu azerdir. kendisi bizim en azimlimizdir evet. aniden karar alabilen bi yapısı var kendisi fark etmese de. yapıyo. ekşın kısmı geç gelse de karar ani alınabiliyo bence. yoksa insan mülkiyeyi birincilikle bitirince (evet yaptı bunu) bi anda en bürokratından dışişleri çalışanı da olabilirdi. ı-ıh. o istediğini yapmanın kıymetini acayip bilir. azer bi de hep feministti, o zaman adını koyamamıştık. bi de azer'i çekemeyen çok olur. valla. komik acayip tipler sarar. bi tanesi üniversitede bi hocaya azer'i şikayet etmişti, özetle sebebi hem bakımlı olması hem de beyninin çalışması gibi bi şiydi. valla uydurmuyorum. sonra azerle burcu şarkı söyler hep ben arkada lay lay lay yaparım. ya da "seyircisiz sahne olmaz" misali seyirci olurum. evet sanırım istiklal marşı dışında bi şi söylemedim yanlarında. ha bi de azer hep en gerekli şeyi söyler. benim manasız "ööö eee" diye kaldığım hallerde mesela, azer ne diyeceğini bilir. azerin bilmesi çok güzeldir, şak der söyler, oh be dedirtir. bi de azer böyle leb demeden leblebiyi anlar. lebele lebele konuşurduk biz lisede. böyle birbirinin sözünü keserek tamamlanan cümleler. komik oluyo. 3 kişi olunca daha zor, onu anca biz yapabiliriz bi kere.

ben varım bi de. ben söyleyeceklerimi çok zor toparlarım. şimdi normalde iki paragraf hakkı olan insan neler neler yazardı; ama bakınız işte sanki 11 yıllık değilmişiz gibi komik bi hal. işte neyse şu bahsi geçen ikili benim iliğimi bilir. alo değişimden halimi anlar. çok güzel bi şidir bu. bi de baar yapar bunu, ama o başkadır. bu iki hanımla biz mesela sadece kaçta buluşacağımızı konuşuruz, yeri hep bellidir. biz çok güzel söyleniriz bi de... valla. yani sanatı varsa bu işin, en eğlenceli şikayet bizimdir. çok normal hayatlar yaşamadığımızdan sanırım, en güzeli eli bilekten kıvırmak suretiyle "amaaaan" çekilen anlardır. biz iyi geliriz sanki birbirimize, iyileştirici kikiriklerdir. olması gereken. azer'in hep parlatıcısı vardır, burcu kendi saçını balıksırtı örebilir. ve neticede biz üçümüz türlü tuhaflıklarla birlikte büyürken insanın "o beni anlar o beni bilir" dediği birilerine sahip olması lüksüyle şımarabildik. ben şımardım valla. "elalem ne der" kompleksimizi toz yaptık üfledik gitti ufacıkken. temkinden öldüğümüz anlarda bile normal şeylere dertlenmiyoduk. üç kişi çok güç işi hallettik. ben mesela "ay ne ayıppp" diyen arkadaşları olanları anlamadım hiç. bin şükür ki arkadaşlarım hiçbi zaman örnek birer genç kız olmadı. çok arıza tipler de değildik tamam; ama biz kendi kendimize büyürken değer yargılarımızı da birlikte büyüttük. içlenelim ve sevgileri yarınlara bırakalım diye yazmadım da, doğruya doğru şimdi.

hah işte şimdi bu üste saydığım şeyler yaklaşık (hatalı kullanıyosam ara) 2-3 yıldır bi arada olamıyodu. kilometre diye bi şi var, ondan. böyyük buluşma yaptık efendim. olunca da şöyle oldu:




evet yine burcuk elmyra sarılışıyla beni sarmış, kendisi mimik yapıyo, tiyatrocu olucak büyüyünce ve evet, azerin parlatıcısı var. ben böyle bi 32 diş tekmili birden, bi de niyeyse boyun fıtığım var gibi...

ha yukarda saydıklarıma gelince, evet hepsi birer birer oldu.

feci oldu hem de. çok iyi geldi.
bu üç görls cast vanna hev fan neticede. evet.

günnük

geldim günlük. bi 11 eylül günü kazasız belasız uçtum, enteresandı.

skype beni sevmiyo günlük. telefon bağlanıyo, adamcağız tam "2-B yönetmeliğimize göre, denizlerde..." derken, tam da en heyecanlı yerindeyken, tam katili bulacakken-- skype işi bozuyo günlük. sen de sevme onu. zaten o adam arada azarladı beni. nedir amca,1 hafta önce telefona cevap verseydin madem... hiç.

ortada anayasa taslağı yokken oy verme sandıkları havaaalanındaydı günlük. "neye göre kime göre oy veriym ki" diyenler umarım "vatan millet benim oyuma aç" diyenlerden çoktur da neyi oyladığını görmeden oy verenler olarak tarihe geçmeyiz. zaten bi "siparişi verdik, mutfak biraz yoğun, sizin anayasa çıkmak üzere; ama az bekleticem" hali var...

bir kanun hükmünde kararname de ben çıkarmak istiyorum. neyim eksik günlük? 23üme geldim, her gelinlik genç kız çeyizinde bi KHK olsun ister. afilli durur. KHK ile ülke yönetiyoruz, bilmem bilen var mı? Evcimencim anlatırdı da yani... khk khk gülemez kalırdık öyle. bakanlık bile kurabiliyosunuz artıkın KHK ile. kanuna ne gerek var, di miğğ di miğğ... bi hukukçu bulun anlatsın uzun uzun.

baskın oran ülkeyi tahrik etmiş. bi nevi heykel işte. genç kızların ahlakını bozmuş da olabilir, incelene... çünkü o söylemeden önce öyle tü kaka şeyler bu memlekette olmazdı, havasına suyuna taşına toprağına 1000 can feda eder eder dururduk da niyesini sormaz mıydık ki? karar ne diyor bakınız: "Türkiye'de müslüman olmayan vatandaşlar dışında azınlık yoktur". ne inat yahu. hayda bre pehlevan, görünmezim görünmezsin. haliyle "azınlık raporu" hazırlarsan köyün delisi olursun baskıncım. yaa yaa.. azınlık ne demek, azmak mı demek, aa tahrik.

dedem çok inatçıydı benim. lakabı turşuydu zaten. "makas makas" derdi anneannem kızınca, anlamazdım ben. hikaye şöyle imiş: iki adam iddiaya girerler, "makas mı daha iyi keser bıçak mı" diye. makas-bıçak, inatlaşıp dururlar. makas diyen suya düşer. boğulup gidecekken hala tek eli havada makas işareti yapar, "makas makas" diye. son nefesinde bile. anladınız siz...

rapordan tahrik, heykelden tahrik... ay resmen uzuvlarımıza baskı yapan bi memleket, tahrik olmaktan helak olduk.

biz kızlarla bi toplaştık. tez elden azer yazmış zaten. kirli çamaşırlarımız toptan serildiği için ben foto destek ünitesi olucam bu gidişle. biz bi araya gelince çok kikirdiyoruz. hakikaten yani. böyle sağa sola sallanıyoruz falan, etraftaki herkes de bizimle kikirdiyo sanki. ay özlemişim.

burası 15 derece günlük. güneş yok. uyku var. odamı bi topladım ki görsen şaşarsın. şekerlikte şeker bile var. süper oldu günlük-- inanamadım şahsen. 15 derece tabii, boru diil. kapanıyosun odaya, topla topla. bi yatak örtüm oldu, hediye. el işi tamamen. kırmızı. üstünde sarı-mavi-yeşil iplerle el işi el işi baykuşumsu figürler var. ben baykuş olmalarını çok istedim yani. böyle bakıp bakıp yapanın sabrına hayran kalıyorum.

şeker bayramı benim için pastanelerde satılan renkli çubuk şeklindeki şekerlerdir. akidemsi. onlar ki "farklı renk farklı aroma" iddiasının gerçek olduğu tek şeker... kıtırdatmıyoruz, emiyoruz. bayrama çok var, biliyoruz günlük. aman sen de yani.

yeni yıl öğrencileri geldi okula, bi 3 ay kadar old batch-new batch bi aradayız. gençler, tazeler ve hevesliler. bizse yorgun, tembel ve uyuşuğuz.

keşke tütsüleri sevebilsem. ama sanki bi anda odada oksijen azalıyo. evet evet biliyorum, herkese uygun bi aroma vardır elbet, hatta benim de sevdiğim bi tane olmuştu bi zamanlar... ama napiym, "herkes kokladı bittiyse şimdi camları açalım mı?" hali geçmiyo geçemiyo günlük. oda büyük olsun bari.

9 Eylül 2007 Pazar

pazar azar

44 saat sonra schipol havaalanında olucam. terbiyesi gereği şipol diye okuyanlar varsa, hayır oranın adı skipol. hatta "göteborg'tan schipol'e aktarmalı uçuş" gibi berbat bi esprisi de var.

20 saat sonra umarım burcuk-azo-deryik ekibi buluşucak, azerin adımıza k harfi eklemesi konusunu ele alıcaz. evet adımı o verdi, tarihlerden fi. burcu da artık bursa'dan iskender falan getirir. olmadı fabrikadan çivi, boru bi şi kapar gelir yani. yıl 1998, orta son yılbaşı partisinde çekilmiş bi fotoğraflar var ki elimde... ben de feci durumda olduğum için basına vermiyorum. mavi bi perçem diym siz anlayın. evet.

şu an tosarma anlarından ankarada. son dakikacılık da olmasa hayatıma ekşın gelmiycek. yarın turizm bakanlığı-ali muhiddin hacı bekir-tadilatçı-kızlar gibi bi programım var. özkanı da görürsem ne ala. tosarınca ben, yazmak gelmiyo içimden. gazete okumak bile gelmiyo. tosarmak böyle süpermarket çalışanıymışız, zamansızmışız gibi... metro durağında bekle bekle bekle... o ışıklarla günü unutmuş gibi... sürekli; ama statik bi hal. bitmeyen tosarma. özetle zor yani. ankara tosartıyor bence, evet. yazınca da böyle yazıyorum, uyuz bi hava var üstümde.

hollandada son 3 ayım. bugün annemin arkadaşı "ee sonra istikbalin nerde" dedi, "göklerde" dedim. biraz refleks bi cevap tabii, biraz da cidden allaha emanet, ondan. yağdır mevlam iş.

ne tuhaf di mi, toprak anaya tap yüzyıllarca, sonra göğe avuç aç.. kimbilir belki büyük bi kuraklıktan sonra çıkmıştır tek tanrılı dinler, şimdi güldüğümüz yağmur duasıdır belki kökeni. falan filan. serbest düşüş düşünmesi.

fotoğrafları arada bastırmak lazım dicıtıl gençlik. biri elinize 9 aylık olduğunuz bi fotoğraf verince donakalmak güzel. aa anneme bak. aa babama bak. aa yüzlerindeki "allahım çocuğumuzla ne şeniz" gülüşüne bak. aaa...

şimdi den haag 22 derece falanmış, canım ankara şok yaşamiym diye soğudu. eylül ayı geldi hanım. ve lakin yağmur yağmıyo. ntv barajların doluluk derecesine %3 diyosa, hiçbi yerde su kesintisi de yoksa, bu su nerden gelmektedir? paranoyak olduk biz evet. annem "içme suyuyla diş fırçalama" önlemini yeniden başlattı. kızılırmak olmasa dahi, barajın dibine ekmek banıyomuşuz hissi veriyo. düşünmiycem işte. bilmemek çok korkutucu bi şi yahu. insanın kendi beyniyle kendini korkutabileceğini zaten biliyoruz, bi de üstüne halktan bilgi saklama ihtimali yüksek "sizler için varığğğmm" yetkilileri eklenince... brrr.

ne alaka ise:
kapalıçarşı'nın arka taraflarında, beyazıt kapısına yakın taraflar (el yordamıyla ya da kaybolarak gidebilirsiniz) türki cumhuriyetlerden gelenlerin açtığı mağazalar var. çok güzel keçe şeyler var. yüzük, kolye vs... pahalı biraz tabii keçe olunca; ama yüzüğü makuldü. oyuncaklı, değişik bi hediye arayanlara.. ben eski bi "erkek çocuğu takkesi" aldım, üstü püskül kaplı. başıma olmuyo, topuzuma takıcam haliyle. olanını sonradan gördük iş işten geçmiş idi. mümkün olduğunca öz türkçe konuşun. ciddiyim.

bi de tam o arada tezgah açmış bi amca var, anayoldaki dükkanlarla aynı çantayı üçte bir fiyatına satıyo. 5-7 ytl arası. hatta 1 ytl indirim yapmıştı; ama bozuğu çıkmadı, biz de kalsın dedik. "hayır, bi bilezik seçin" dedi. seçemedik, üşendik, "kalsın amca" dedik. amca 5 bileziği avuçlayıp elimize sıkıştırdı. "olmaaaazzzz" dedi. yaşlı bi hacı amcaydı, korktuk. "dur amca bak hak geçti" dedim, 2 tane de sahte altından bebek nazarlığı tutuşturdu. geri koymaya çalıştıkça itti bizi. "amca dur tamam valla utandık, indirim yapmadın say" dedim, "bi de yüzük vericem" dedi. marisol anlamadı amcanın saldırısını, habire "deryik durdur nolur" dedi, biz teşekkür ederek kaçmak zorunda kaldık... yoksa iflas edicekti amca. amca çok tonton ve şekerdi; ama korktuk resmen. üstelik en güzel bilezikleri seçmiş.

yarın ben turizm yatırımlarında çevre politikaları hakkında bilgilenicem. bakanlık sen çok yaşa. türofed ve boder başkanlarına da teesüfler, sıkı ektiler beni. insan röportajı kabul edip o gün telefonlara çıkmazsa, "ararım ben tabii ne demek" deyip aramazsa buna her dil ve sektörde eşeklik denir, kusura bakılmasın. "vaktim yok" demek zor gelmiş galiba, hem başka röportaj ayarlamama mani oldular hem de bi öğrencinin duygularıyla oynadılar. bühü. oysa 20 dakika sürecekti, karşılığında benim tezim adam gibi olacaktı. bu da böyle bi dertlenmemdir sabırlaokuyan.

bi de bazen operatörleri çok seviyorum ben. bakanlıktakileri en çok. "ay siz hala kimseyi bulamadınız mı? nurcaaan gel bii..." diyolar, nurcan geliyo, didikliyo, size ofisinde olan bi yetkili buluyo. yaşasın nurcan. hatta operatörünüz, "ben sizi sıradan hepsine bağliym" diyo. telefon açılmayınca geri dönüyosunuz ya hani, "bu da yok evet üçüncüye geçiyoruuuzz" diyo mesela. onlarla mı röportaj yapsam...

yine işte okuyunca insana "ee ne demiş oldun yani" hissi veren bi paragraflar öbeği... tosarmaktan oluyo.
valla.

7 Eylül 2007 Cuma

özt

bu biiir

bu ikiii

bu üüç

bu döört

bu beeş

bu altıı
bu altı buçuuuk
bu da yediii
pamuk prensesin bile 7 cücesi varken benim daha fazla fotoğraf koymam yakışık almaz.

6 Eylül 2007 Perşembe

aaa mim!

ben günler öncesinde mimlenmişim yahu. unuttum gitti... akıl akıl peşime takıl. eda mimlemiş ben öyle mimlenip kalmışım.
dışarı çıkarken yanınıza aldığınız 3 şey mimi...

para-anahtar-telefon gibi alışıldık bir cevabı bozuyorum efendim. ankaradaki evin anahtarı yok bende. ikinci madde düşüyo. onun yerine otobüs bileti koyabiliriz. çanta çok şart olmuyo haliyle bu durumda. bazal bi çıkış. bi de bazen ATM kartı, para grubuna girebilir gerçi o.

ah tabii dışarı niye çıkıyorum, o da mühim. gerektiğinde pantolon cebine de sığabilen bi kadının nasıl olup da 50 cm genişliğindeki çantaya sığamadını ben de bilmiyorum.

haliyle duruma göre ders notları-anahtarlık-para (telefon evde kaldı, okul yakın), para-anahtar-telefon (alemlere akıyoruz), para-telefon-otobüs bileti (ankaradayım) gibi kombinasyonlar mümkün, bazal bi çanta olduğunda. ama esas çantamın içinde bi karadelik var, gerekli eşyaları yutan... o işte joker eleman.

bundan hareketle sokağa çıkarken yanına neler alıyor diye merak merak ettiğiniz isimleri mimliyorum efendim:

peanut butter and black coffee, jelatin, sütlü... bi de emir bey ve QM olsun.

heykel ahlakı


türk örf adet anane ve bahanelerinin kitaplaştırılmasını, doğum anında görebileceğimiz bi yerimize dövme yapılmasını, olur ha türk kökenli değilsek ya da ahlaksızsak anında imhamızı talep ediyorum. yoksa sanat yapamiycaz.


kemer'e heykel dikilmiş, sonra bütün üst düzey bıyık ve göbek sahipleri de diken diken dikilmiş. efendim ahlaksızmış heykel. genç kızlarımız varmış. bir genç kız tahrik olamayacağına göre (türk örf adet anane ve bahaneleri madde 1: türk kızları aseksüeldir. cinsel organları doğum anında mühürlenmiştir ve ancak törenle kocaları tarafından işleme sokulabilir. hormon bezlerini durdumak için her çalışma evladır.) o genç kızlar için niye endişelendik diye düşündüm. sanırım "bir kadına baldırları hizasından sarılmış ve onu havaya kaldırmış adam" pozisyonu ürkütücü geldi. zira ülkemizde artistik patinaj henüz gelişmiş bir spor olmadığından böyle durumlara alışık değiliz. dans desen, niye havada? niye durup dururken bi kadını baldırından yakalayıp arkaya doğru eğmek suretiylee.. tövbeee... bi de kollarının arasından su fışkırıyomuş. türk kızı su fışkırtmaz.

bir diğer sebep de sanırım heykeldeki kadın figürün barbie standartlarındaki vücudu. aseksüel bi kadının vücut tipini dert etmemesi gerekir ya hani ( madde 2: vücut kocaya aittir. her türlü deformasyon ve değişiklik kocayla ilgili, kocaya doğru, koca için, ya ya ya şa şa şa koca koca çok yaşa olmalıdır), hani hormon bezleri galeyana gelir falan... ne bileyim. düşünüyorum hala. erkek figürün sıkı kalça kasları da bence etkili olabilir. zira bu yetkililerin sanat kadar spora da uzak olduklarına eminim, kompleks yapmış olabilirler. bilmem belki de erkeğin kadının göğüslerini öpüyormuş gibi durmasındandır. zira göğüs öpülmez, öpülmesi teklif dahi olunamaz. göğüs ya otobüste mıncıklanır ya da bebek emzirmede kullanılır. türk kadının göğsü yoktur (bkz. aşağıda yazdım), olsa dahi öpülmez. ahlak ahlak.

tabii genç kızlarımız "türk ailesi" paketiyle geldiğinden, aileler için de içlenmişler. yani "genç kızı olan aileler" mesele. ailesi olmayan genç kız diye bi şi yok, bkz. madde 3, biz onlara kötü kadın diyoruz. CHP ve ahlak bozulması endişesi üst boyutlara varmış olmalı ki sayın yetkili sabah yatağını ıslak gören annesine "anne ben değil bobi işedi" diyen çocuk gibi "40 kişilik ekip heykeli taşlamak istedi de" diye uyarı-şikayet arası bi şide bulunmuş. onu da anlamadım.
"sanata saygılıyız ama bu sanat kemer'e olmaz" cümlesine tez yazılır. zira sanat, ahlak içindir bu topraklarda di mi hayatım? türk örf adet anane ve bahaneleri süzgecine takılan en büyük taş hep sanat. aman diym, heykelle ahlaksızlaşırız falan. "periler ülkesinde" isimli heykele bakıp "bu orgazmın heykelidir, ben böyle sanatın içine tükürürüm" dediğinizde misal, ahlak ahlak fokurduyosunuz. o kadar fokurduyosunuz ki şehrin dört bi yanından fıskiye olarak patlamaktasınız. orgazm heykeli yapılmış olsa nolurdu, mesele midir, onu geçtim, fıskiyede orgazm görmek cidden enteresan bi soyut algı yeteneğine işaret.
heykele bakınca utanıyormuş canımın içi. başka hangi pozisyonlar olacağını soruyor. elim alet tutsa 69'u uygun görürdüm valla, adını da pisces koyardım, benziyo balık burcunun sembolüne. burcun başladığı gün şak diye limana dikerdik törenlerle. bergama'ya da eski kral 2. attolos'un heykeli dikilememişti. sapık demişlerdi. halbuki sapık değil eşcinseldi. tek bi heykel üzerinden toplumsal homofili analizi yapmak mümkün.
kadına hakaretmiş bu heykel. niye acaba? ilk kez uluorta aşkla kucaklandığı için mi hakaret oldu bu heykel yani? haniymiş nerdeymiş kadın dernekleri... ya yaa evet... kadın dernekleri 30'unda 14lük kıza göz dikip "15 olsun da nikahıma alayım" diye bekleşen pedofil bi cumhurbaşkanına bi şi yapmıyor şekerim. buna tıpta pedofili deniyor. türk örf adet anane ve bahanelerinde ise cumhurbaşkanına hakaret. devletim milletim ve aile kurumunun kapısında altın harflerle yazan "kol kırılır yen içinde kalır" lafı. yaa yaa evet.
heykellerde ahlaklanalım ve aklanalım canlar. ne de olsa bu ülkede "heykeli dikelecek adam" olmak (türk örf adet anane ve bahaneleri madde 4: kadınların heykeli dikilmez. sarı kız'ı dikicek olduk memeleri görünüyodu. halbuki türk kadınının memeleri yoktur.) "heykel diken adam" olmaktan kat kat kolay. kaç heykeltraş biliyoruz dava açılanlar dışında? al işte sağdan sola, soldan sağa adamlar heykelden tahrik olup türk genç kızları için endişeleniyor.
halbuki türk genç kızlarına dair bi politikanız bile yok ki şeker. "kadın ve aile"den sorumlu sizin bakanınız. o kız evlenene kadar sizin için görünmez. bırak işte baldırından kucaklanıp aşkla havaya fırlayabileceği ihitimalini görsün en azından bi heykelde. gerçek olamayacak hayallerin kırıklığından ziyade o hayallerin kurulmasına üzülen erkekler cennetinde, bırak işte kemerli bi genç kız da o heykele imrenerek baksın. gizli gizli köşesinde gözlerinin içi parlasın.
belediye başkanının "sonuçta bu bi metal" demiş olması bile, hayır hayır, bu ahlak hezeyanından uyandırmıyor kimseyi. sanat fobisi bana komik geliyo. cidden komik geliyo. neresinden tutsam elimde kalır bi şi... anlamıyorum anlamiycam. hadi diyelim heykel ahlaksız (nasıl oluyo ben de bilmiyorum, sormayın). türk örf adet ananeleri tek bi heykelle bozulacak ahlak veriyosa genç kızlarımıza bu kurum çökmüştür, kıyamet yaklaşmaktadır. öcüü. tabii burdan hemen "ahlak nedir, neye denir" tanımına da geçmek lazım. ahlaksız/müstehcen/erotik kelimelerini eşanlamlı olarak kullandığımızdan, misal gözünün içine baka baka ressam olabiliyor eski diktatörün (madde 5 höööt paşaya diktatör denmez, o bi küçük eli öpülesi beyfendü.). o ahlaksız bi şi yapmadı, yapmaz. zira ressam oluyor amma illa ki belirtiyor: "nü model kullanmıyorum, fotoğraftan çiziyorum". aman diktaterörüm, ha şa. siz? nü? model? bittabi olmaz. biliyoduk zaten. ahlak fıçısına düştünüz küçükken siz.
ahlak laklak... sanattan ahlak, ahlaktan sanat. her şeyimizin kıstası ahlak ya bu ülkede. misal ben dondurmanın ahlaklısını severim, yanına da kaymaklı. kahvemizi de ahlaklı içeriz biz. hanım kızlarımız yere bakarak getirir kahveyi. biz hala kız isteriz evlenirken, o kadınlara hakaret olmaz da işte aşkla havaya fırlatılmak.... orda dur hemşerim. burası kemer!!! biz kadını baldırından tutup havaya atacaksak dahi o ancak turist bi kadın olabilir, onun ahlakını da memleketlisi erkekler düşünsün. biz kendi ahlakımızın derdindeyiz. o baldırını bana dayayacaksa buyursun, ben karımınkini kızımınkini dayatmam.
karımı da çok sevip öpmem zaten, ahlaka aykırı. biz her gün yemekten önce 3 posta hazrol vaziyette türk örf adet ananeleri okuruz. karım ve kızım ahlaklarını bana emanet edip huzur içinde yemek yapabilirler. bakkala oğlum gider. laf olmasın diye kıçımızı yırtmaktan 3 günlük dünyada göz açtırmam onlara. sonra konsomatrisler dönüşü alkollü eve geldiğimde karım bana ahlaklı ahlaklı bi koyu kahve hazırlar.
sanat mı? sanat dediğin kültür. kültür dediğin turizm (böyle buyurdu bakanlık). turizm dediğin kemer. kemer dediğin ahlak. al işte kendin gördün, sanat ahlak için. ta taaaa.
bugün aşkla baldırınızdan havalanmanız dileğiyle hanımlar...
ve beyler evet, biraz bilek gücüyle baldırdan havalandıran olabilirsiniz, size güveniyorum.
her iki cinse de bolca aşk, sevgi ve periler ülkesinde orgazm dilerim bi de...
melih gökçek'in bile şairane bi algısı var işte içten içe.

5 Eylül 2007 Çarşamba

sondak

son dakikacılık.
kos'ta turkcell çekmekte. acente aranır bilet için-- ı-ıh. kimse yok.
"annee, yolun düşerse bi bilet sorar mısın?"
tarih ayın 4ü. planlanan uçuş tarihi 9u. evet, hollandaya. rahat bi insanım ben.

"deryik bilet yok, kendin bi bak"

nası bakiym...feribotlarlarlar. biletler yoklarlarlar.
bu yıl kesinlikle inandım, melekler varsa eğer, işleri güçleri işini son dakikaya bırakanların hayatını kolaylaştırmak. veee işleri son dakikaya bırakmaktan vazgeçmelerine engel olmak. nedir işte, 11ine bulundu. heç. panik yersiz bi şi.

yunan adaları yazacak takatim yok. uykusuzum. zaten benden santorini mikanos anıları bekleyen varsa üzülür. biz sade sade kos-patmos-lipsi-kos turu yaptık efendim. 12 adalarımsı. ha gittiğimiz yerde tarihe arkeolojiye doyma fırsatım da olmadı zira perulum "heyt güneşlenicem ben" dedi, pikiledim. aman bi feribota bakar be teyzesi, sonra da onu yaparız.

sevgili hocamız ahmet gür'ün -ki bilen bilir- yunan adaları için kısaca "denize batmış dağa turist götürüyolar" cümlesi vardır. hakkat yani ahmet hocam. patmos bayaa bi dağlıktı misal. ve lakin orda bi griekos var, minicik bi koycuk... hani tam kaçmak saklanmak yeri. yok saklanmak yetmez... insanlardan nefret edip kendinizi st.john kilisesine adamak isterseniz, öncesinde bi "ruhu terbiye için izole yaşam denemesi" yapmak gerekir ya.. işte ona uygun bi yer. sonra hora'ya çıkarsınız zaten yakın. mis. buyrun kilise. insandan çok kedi olan bi yer.



lipsi güzel lipsi şirin lipsi minik. lipsi'de kalıp etrafındaki 5 küçük adaya günlük turla gitmek çok güzel olurdu; onun için yapmadık öyle bi şi. biz patmos'ta kalıp lipsi'ye günübirlik gittik.



özetle çıkacak dersler:

1) tur kitaplarıyla yola çıkmayın ya da bayaa iyi bi kitap olsun. sorsanız her bi ada en muhteşem, her bi koy ölünesi.. hadi ordan. insan bi göreceli gider. "gürültüden uzak, 5-6 tavernası olan, ışıldayan kumsalıyla griekos" dediler, limanının yanında kum olan 2 lokantalı mini mini bi köy (daha küçük bi yerleşim birimi yok di mi?) bulduk. hani kalabalıktan kaçıyoruz da... bi yere kadar.

2) kafanıza göre "o feribotla buraya ordan oraya deliler gibiiii" planları yapmadan önce gerçekçi olun, yoksa bileti satan abla faltaşı gibi açılmış gözlerle "tek cin fikirli sen misin kuzum?" bakışı atıyo. ya da en az 1 hafta süreniz olsun. gidiş kolay da dönüş feribotu az. evet saçma biliyorum.

3) hızlı feribot pahalı bi şi. gece feribotlarında çok güzel uyunuyo.

4) feribottan yanlışlıkla erken inerseniz, panik halinde feribota dönmek yerinde indiğiniz yerde kalın. biz yapsaydık patmos değil lipsi'de olacaktık. akıl işte.

5) feribot çıkışı bir sürü insan "kalacak yer vereliiim" diye geliyo, kuul takılın bi kenara çekilin.

6) kos merkezde kalmayın. zaten kos'a günübirlik de gitmeyin, güneyi ve kuzeyindeki koyları çok güzel.

7) ilk yapacağınız şey otobüs tarifesi almak olsun. mühim.

8) yunan adalarında euro'yu TL'ye çevirmiyolar, bankalar döviz kurunu vermiyomuş. evet tuhaf biliyorum. bodrum ya da datçadan artık.

9) turizm ve hediyelik eşya konusunun vardığı son noktayı söylüyorum: "özgür yunan kedileri takvimi". efendim bildiğiniz sokak kedileri, bildiğiniz sarman ve tekir, takvim sayfalarına model olmuşlar. AB sınırları içinde sokak kedisi sahibi başka ülke kalmadığından olacak ki "özgür kediler" adı altında pazarlanır olmuş. "özgür türk köpekleri" çalışmanız varsa çabuk olun derim.

10) ehehe... on, kırmızı don. sağlıcakla efendim. döndüm işte.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker