I.
dünkü listeden devam:
1. terziye gittim. bi dahaki sefere şu şerit telaları deniycem; ama şimdilik uzmanlara devrettim.
2. çerçeveciye de gittim. "pazartesiye anca yetişir" deyip 2 saat sonra "bitti, alabilirsiniz" diye aradılar. eşeğimi kaybedip buldum. çerçevecide hatla ilgilenen iki teyze vardı, en çok dino'yu beğendiler. bi tanesi yüksel arslan arture'üne bakıp bakıp "bu da ince iş tabii" dedi. diğeri ise benim tercihlerimi hiç beğenmedi, "resim de bu hale geldi bugünlerde artık, modern filan" dedi ama teyzeler işte, tontin tontin pazara gittiler.
3. sonra yokuştan inip bebeğe gitmedim, kantine gittim gazeteyle. gazete bitince kitaba döndüm, döne döne okudum. tek gözü görmeyen ve tek yaptığı yemek yiyenlerin yanında sfenks gibi oturmak olan tekiri sandalyeye kıstırıp tekmeleyen amcayla ağız dalaşına girdim, kazandım. amca oturduğu bankta, göbeğine aykırı bi çeviklikle ayağını banka kaldırdı ve kediyi tekmeledi resmen. ben de "tekmelemeniz gerçekten hiç gerekmiyo, on katı cüsseniz var, el kol yapsanız korkar" dedim. yine kibarım, 10 katında bıraktım yani cüssesini. kaç yıldır bu okuldaymışım, bu kedileri bilir miymişim, peşlerini temizlemekten bıkmış. sanki gizli çete yarabbim. "kantine girip herkese sulanıp sonra ilk bulduğumuz yere kusucaz" diye sözleştiler. sokma madem kantine, sonra sinirden tekmelemene gerek kalmaz. hayvan da anlıyo sanki. "hımm öyle dik dik bakınca tekme yiyorum günlük, bi daha yapmiycam" filan diyo. kantin değil, K9 eğitim kampı mübarek. aman neyse. sonra uslu uslu kediyi pencereden kışkışladı amca, anlaştık.
4. çerçevelerimi astım. telden askı yaptım filan, çivilerimi çaktım, astım. üzerinize afiyet, düzgün çivi çakarım ben. velakin bi tanesiyle deminden beri boğuşuyorum, ara verdim. duruyo öyle milim ilerlemeden. hırs hırs.
***
II.
neyse, söz tutmam gerekirse, yazacağım dediğim yazı. canım sıkkın, biraz baştan savma o yüzden, çok ayıp:
cuma günü sonuçlanan şey, 2 yıldır süren bir dava. dtp bile bir yıl önceden "yedek" parti hazırlığına girmiş; ama hükümet kararın açıklanmasına 6 ay kala, açılım fikriyle geliyor. ölü doğumlar ülkesi olduğumuz için şaşırmıyoruz. hiçbir şeyin samimiyetine inanmıyorum artık. hükümetimiz "ah neler istedik de yaptırmadılar" diyecek. çünkü bir tek araçları vardı: demeçler. elle tutulur işler büyük gelir. bence tek doğru laf, siyaseti siyasetçilerin yapması gerektiğiydi. bir diğeri de şu: "meclistekiler siyasetçi ama devlet adamı değil". aynen. devlet adamı olmak için ertesi günden fazlasını düşünebilmek gerekiyor.
bi tesbih 99 boncuk alır di mi en fazla? huzuru kendine çok gören bi ülkenin tesbihi 2-3 boy büyük oysa. her boncukta bi dur düşün, hatırla, sızla, sıradakine geç. yaş 25, sabrın yarısı eder. ben kaybettim sabrımı, gerçekten. her iki tarafın da üslubundan, şahinlerin güvercinleri kızartıp yemesinden bıktım. diplomasi dilinden mahrum onlarca adamın "siyaset yapıyorum" diye gerzekçe demeçler vermesinden de. galeyanlardan da. düşünmeyenlerden de bıktım. bıkmamam için sebep de göremiyorum. eskiden görüyodum, sabrımın tükendiği yer orası.
televizyona gazeteye bakıp "burdan gitmek istiyorum" diye düşünmeyeceğim günler olsun. gitmek istiyorum, ilk kez. bu çünkü, tek bir haber. diğerleri de var:
ceylan özkol adlı vatandaş, ölümü haketmiş. öyle diyolar. tonlarca "zaten" sıralamışlar, "hırsızın hiç mi suçu yok" diye bağırsanız da duyulmayacak. zaten ceylan adlı vatandaş, yanlış yerde doğmuş aslında.
"alevi açılımı" da vardı malum. maraş sanıklarını çalıştaya davet ediyolar "uzman" diye.
sınırı olmayan bir yüzsüzlük, bir utanmazlık hali. ar damarı çatlamışlık. hani küçük çocuklar ailelerinin tahammül sınırını dener tonla yaramazlıkla, onun gibi. nerede patlayıp "yeter" diye bağıracağımızın testi.
ölüsüne onlarca bahane sıralayan bi devlet, parti kapatsa kaç yazar, pardon? kapatsa, açsa ne fark edecek?
bizim nesil mi çabuk yoruldu bilmiyorum. ikinehir de aynı şeyi yazmış. belki kardeşimin daha çok enerjisi olur. annemin beyni nasıl patlamıyor, ben de bilmiyorum. benim düşündükçe kafam ağrıyor yemin ederim. parti kapanır, yenisi açılır, bunu düşünmüyorum ben. nasıl oluyor da bunların HEPSİ olabiliyor acaba? dizi dizi inciler halinde.
ben mesela, ayna'nın eşbaşkanlığını da hiç anlamadım. ideolojik olarak değil, tamamen üslupla ilgili sebeplerden. ne dediğinin ötesinde nasıl dediği önemli olduğu için, zamanlamalar sebebiyle. tuğluk eşbaşkandı, niye değişti o kısmı kaçırmışım. öyle gerekmiştir, bi şidir.
miliyetçiliğin nerden geldiğinin pek de önemi yok, aşırı derecede birbirlerine benzeyebiliyorlar. teknik sebeplerle, bahçeli "bu kudretli halk boyun eğmez" derken, ayna da "bu ezilmiş ama kudretli halk artık boyun eğmez" diyordu bence. ikisi de bunu söyleyebilir ama birbirlerini duymadıkları için pek bi yol alınamadı haliyle. gri alanlara izin verdiler, tüm bulanıklıklarıyla her yeri işgal etti o grilikler. tuğluk da bambaşka şeyler söylemiyodu ama en azından aklıma mütemadiyen bahçeli gelmiyodu onu seyrederken.
bu ülkede insanların slogan haline gelmiş görüşleri saf gerçekler olarak kucaklama kolaycılığını bilmiyorlarmış gibi. kodlarımız var. tonla sayabiliriz, bir kelime söyle, devamını getireyim. "siyaah" diye bağırana "beyaaaz" diye karşılık veren bir ülkeyiz neticede. politik hayat da böyle. "siyaaah" mı dedin, insanların dili kaşınıyor "beyaaaz" demek için. misal: "küüüürt"- karşılığı: "pekakaaaa". "ceheeepeee"- "canım atatüüürk", gibi. anladınız siz. sloganlar akılda daha iyi kalıyo ya, yormamız gerekmiyor o beynimizi. dolma tarifiymiş, yoldan geçene laf atmakmış, daha hayati şeylere kullanıyoruz. herkes klişe cümlelerle iletişiyor, her iki taraf da dahil buna.
kim, ne demiş aslında beni cidden ilgilendirmiyor. itinayla konuşamamışlıklar var. daha da konuşulamaz. diyalog çağrısı yapmaktan vakit bulamıyolar çünkü. bitmeyen bi çağrı. yani ne bileyim, müezzinler de günde 5 defa namaza çağırıyor ama ezan sonrası icraat var, o namaz kılınıyor neticede. bunlar çağırma kısmında kaldılar. diyalog çağrısı, pkkyla mücadelede işbirliği çağrısı, kardeşlik çağrısı, açılım çağrısı... gider böyle. çağırmak, çığırtkanlığa bile dönüşebilir; ama asla icraata dönüşmez, böyle.
halbuki bu parti kapatılmasaydı, şu kazanılırdı: politik süreklilik. diyaloga çağırıp duruyolar ya, aynı kişiyi çağırma lüksleri olurdu. kazık kadar adamların "akil adamlar" sıfatıyla üstelik, konuşamaması bana hala tuhaf geliyor. ne yani, dağa çıkmadı mı insanlar? bu insanların aileleri geride kalmadı mı? bak bok yoluna ölen ceylana bile fatura ediyosun akrabasını. işine gelince. hiçbi şi olmamış gibi yaparken normalde, işine gelince, bi anda, tüm olan biteni kendi lehine kullanıyosun. akp-chp-mhp'li bir meclisi yıllardır varyasyonlarıyla görüyoduk zaten. her zamanki ekip, altın günü havasında geçinip gider.
"kutsal meclis çatısı altında" geçinememek de bi şey aslında. uzlaşamadığının karşında oturması da bir lüks bu ülkeye. yoksa birbirini ağırlamaktan zevk alan tombul altın günü teyzeleri havası asla dağılmayacak.
dedim ya, artık pek ilgilenmiyorum, fena. anlamıyorum çünkü. anlamadığım daha bissürü şey var. 7 yıllık tek parti hükümetinin bahaneleri mesela. yüzde 10 barajla ilgili masallar. baykalın ölümsüzlük formülü bir de; torunumun torunu da onun muhalefetiyle büyüyecek bu gidişle. anlıyorum da, işime gelmiyor. bi insan, kaç defa suratına suratına "salaaak" diye bağırılmasını kabul edebilir ki.
neyse, bakın, bok yoluna ölmenin nihayet ederi bulundu: 5 bin lira.
şimdi izninizle odanın her yerine çivi çakıcam.
tavsiye ederim, sinir stres kalmıyor.
3 yorum:
Kendi yazdıklarım, burda,narsis'te ikinehir'de ve başka yerlerde de okuduklarım, dinlediklerim....
Hepsimin toplamı: yorgun ve bezginlik.
Bir avuç adamın sürekli hezeyanları; çözüm sanki. Çok da güzel bulmuşsun, altın günü kadınları histerisi.
elalem iklim değişikliği için oruçlar tutarken ben sevdiğim biloğu bile okuyamıorum.
içlendikçe dışlanıoruz farkındaysan
bu aralar blog rejimindeyim, istemdışı. üstünden geçiciim.
enseyi karartmak yok, cıss :)
Yorum Gönder