4 Haziran 2007 Pazartesi

levrek fileto

elimde bi national geographic var, içinde bi fotoğraf. şöyle ki:

bi setin üstünde ayakta duran bi adam var, bacaklarını görüyoruz sadece. elinde başından tutup aşağıdakilere gösterdiği bi balık kılçığı; kocaman bi nil levreği. yanak-kafa etleri sağlam, bi de o büyük kılçığa tutanabilmiş etler duruyo. aşağıda bi 5-10 kişi var, bu balık kılçığını alıcı gözlerle incelemekte. ilk bakışta "balığa bi şi olmuş heralde, niye gösteriyo ki" izlenimi uyandırıyo. resimaltı diyor ki:

Victoria Gölü çevresinde yaşayan Tanzanyalılar için, Nil levreğinden geri kalanlar protein kaynağı oluşturacak. Kıyıdaki 35 işleme tesisinde çıkarılan levrek filetoları çoğunluğu Avrupa, bir bölümü İsrail olmak üzere kuzeydeki ülkelere gönderiliyor.

yani neymiş: efficiency arkadaş, atığını bile nakte çeviriceksin; ama kim neyi yemiş seni bağlamaz. ben gördüm, bi güzel paketlemiş satıyolar. üstünde "tanzanya" yazsa alıcısı olmaz diye sadece şirket adı var, paketi evirip çevirirseniz bi ufak kelimeler. oysa insan şu fotoğrafı paketine basacak kadar harbi bi firma hayali kurmasın da napsın? o yediği filetoyu biraz boğazına dizsek güzel, beyaz, al yanaklı, güvenli pıtırcıkların? bi irkilseler, azıcık?

aldığım istisnasız her ürün mis gibi paketlenmiş durumda. hepsinin üstünde "ithal" damgası gördükçe benzer felaket kareleri üstüme üstüme geliyo. pazardan aldığınız meyvenin kıymetini bilin. "refah içindeki avrupa"nın pakedini çevirip o ufak yazıları okumayı ihmal etmemek lazım. dünyadaki tüm ithal balıkların %40'ını tüketen bir "en ufak kıta". bitmeyen bi açlık. çikita muz da yemeyin rica edicem, geriliyorum.

bana arz-talep diyene kafa atmak yerine izahat verecek olgunluğa ulaşayım diye master yapıyorum; olmuyo anacım. içimde tutamadığım bi "poh yiyesiceler" çığlığı yükselmekte ki, anlatamam.

4 yorum:

Ezgi dedi ki...

Ben etyemezim, tavsiye ederim. Kimsenin artığını yemek zorunda kalmıyorsunuz.

Neyse ki hala semt pazarları var. Hala...Henüz...

ezgi dedi ki...

saksıda biber yetiştirmek mini mini bir derece mutlu ediyor insanı. tavsiye ederim, kızarınca evlat yetiştirmiş kadar seviniyor insan.

Adsız dedi ki...

ekonomiyi sadece 101-102 seviyesinde almış biri olarak senin dediklerinin üstüne laf etmek düşmez, ağzına eline koluna sağlık deryik ama duramadım, saatlerdir ingilizce ödev yazıyorum türkçe anlatasım var :)

efficiency, supply-demand diye diye beynimizi yiyorlar, böylece balık hafızalı olup kalıyoruz hep beraber!

hem n'olcak ki? tanzanyalılar da orasını yesinler balığın, en azından aç kalmıyorlar di mi? diyen insanlar var mesela.. of! varlar evet, ve küresel ısınırken dünyamız, bu şahsiyetler da hava su enerji tüketiyorlar! (bana da bunu dedirttiler ya hayret bi şey! oysa ben insan hakları bık bık der dururum!)

neyse yazıp duruyorum da aslında şunu diyecektim, bende de var aynı çığlık, hep beraber bağırsak sesimiz bir yerlerde duyulur mu acep?

umutsuz oldum ben...

imza: sadık blog okuyucusu

deryik dedi ki...

ezgi: ama mesele et yemek-yememek değil ki. soya filizi,muz ve pirinç konusunda da benzer hikayeler var... semt pazarları markete karşı. direnseler keşke. mevsiminde yesek sebzeyi meyveyi.

star starcrazy: işte benim endişem tohumundan başlıyo; ama haklısın. domatesimi kendim yetiştirdim tek başıma kendim yedim. iyi fikir :)

sadık blog okuyucusu: "kıt kaynak diye bi şi yok, eşitsizlik var" yazmak istiyorum etrafa. 4 yılımı liberal ekonomiye adadıktan sonra "düşmanı tanı" mantığıyla, artık rahatça söyleyebilirim: ekonomi ilmi değil, liberal ekonomi tü kaka. marx da ekonomist sayılmakta hani bi yerde, A.Sen de...

a bi de: küresel ısınma bayaa popüler olmuş türkiye'de ama yani... çevre sorunlarının başında gelmiyo bence. yani çevre konusunda master yapıp küresel ısınmayı takmıyo gibi görünmek istemem; ama dikkat dağıtmaca sanki biraz.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker