efendim den haag bir enteresan şehir bazen. daha ziyade sokakları bi tuhaf. zira şu ana kadar geceyarısından sonra sokakta yürüdüğümde bulduklarımın listesi şöyle:
-maça onlusu iskambil kağıdı (ATM girişi)
-(iki hafta sonra, hayır aynı deste değil maalesef) joker
- sağ kolu kırık ahşap sallanan sandalye (3 ay sonra aynı yerde bambu koltuk)
-palyaço burnu (tramvay raylarına sıkışmış)
daha alışıldık olan toka vs ıvır zıvırları saymıyorum.
ben mi tuhaf yerlerde geziyorum diye düşündüm; ama ı-ıh. ana caddeden sapmıyorum valla. istanbul'da mı yere bakmıyodum acep...
güneş açtı. bahar ağaçları pıtırdamış mıdır meyve mi veriyo artık bilmiyorum, bi çiçeklendik sonra yağmur indi, öyle kaldı sanırım buralar. bu şehir kokmuyor. iyi değil bu. yani tamam pis kokmasın, kurbağalıdere hasretinde değilim; ama hiç bi şi kokmuyo yahu. steril resmen. hani bi iyot dalgası gelir burnunuza istanbulun en minik köşelerinde bile, "oh deniz koktu" dersiniz... ya da bi çiçekçi vardır, bi elma ağacı... ah dersiniz, bilmemne çiçeği çıkmış. çam kokar bazen mesela ankara ya da mor kokar boğaz. süt mısır kokar sokak, kestane kebap kokar, çağla kokar. bi şiler kokar yani. hastane gibi garibim bu şehir. insanlar kokuya gidiyo, koku insanlara gelmiyo. deniz mi koklamak istedin, 1 numaralı tramvay scheveningen durağı. çiçek mi kokliycan, buketi 3.5 euro.
salıya kadar zihni bi aydınlanma yaşamam lazım. hatta yarın olsa süper olur.
her zamanki stresle mücadele metodum olan "ölü gibi uyuma" kaçışı devrede. yeni doğmuş bebek/güneşte yatan kedi misali, saatlerce uyumaktayım. sürekli tebdil-i mekan halindeyim uyumamak için; fakat beyin bir kez "bi göz uyu kuzum, nolcak sanki, mis gibi açılıcak dimağın bak sonra" diye kendi kendini kandırmaya alışmış. resmen varoluş savaşı. spaydırmen siyah oldu, ben de yastık oldum. fırlatıp atıcam yakında.
çatıya azimle taş döşemiş olan zihniyeti anlamaya çalışıyorum. ya japon bahçe sanatlarına hasretler ya da yalıtım vs bi fonksiyonu var. yastık taşı, şal taşı, yerleş, oku. yerleşene kadar yoruluyorum zaten. ama çatımız çok güzel, bi nevi teras. hatta teras, evet. okunabilir bi yer, sessiz sakin. o kattaki öğrencilerle müzik zevkimiz uyuyor, bu da artısı.
2 aylık diploma programı için gelmiş hintli bi kız var, derdini daha çözemedim; ama deney faresiymişim gibi heyecanla beni izliyo. hani ben mi kendimi bi halt sanıyorum diye şüphelendim, "bu kız niye böyle şaşkın ve anlamsızca sana bakıyo" diyenler oldu. tanışıyoruz mesela, konuşmuyo da fazla, denedim. zorla selam alışverişi; ama sonra alakasız zamanlarda bi duygu fırtınası, bi şiler anlatmaca. bi kalıp peynirle ziyaretine gitmek, "buldum" demek istiyorum.
ben anlamoor.
bi de burda rüzgar adı yok yahu. bi lodos, bi poyraz, bi karayel falan. her daim rüzgarlı olan memleketi ben neyleyim, lodosum tuttu poyrazım soğuk diyemedikten sonra. peh.
bu ara ne mutlu: tanju okan, nilüfer... falan filan.
6 yorum:
deryik,
birincisi burnuna bittim anacım. ah nerde hisarüstünde ben de bulsam bi tane. nazarım değmesin ne şanslısın! :)
ikincisi arkadaki bi sürü bi sürü şey asılı dolabına bittim!
üçüncüsü, küpene bittim bi küpe delisi olaraktan! nedir onlar? balık mı yoksa çarık mı, yoksa henüz adı konmamış bişey mi? çokçok güzel.
bitirdin beni bir foto ile :)
"bi kalıp peynirle ziyaretine gitmek, "buldum" demek istiyorum."
işte bunu seviyorum. imge mimge artı cici misin?
o tedbil-i değil,tebdil-i mekan olacak yalnız:D
ikinehir: aramaya inanmak valla, olur mu olur bi burun da sana gelir. efendim o kartpostallar falan bi kısmı 5 yıldır benimle, artarak artmaktalar. küpe de bi kelebek, kanadından asılmış, turuncu :) böyleyken böyle :)
szn: kikirdeyip kocaman sırıtsam? :D
anonim: "e evet öyle" dedikten sonra yazıma bakmayı akıl ettim. yazım hattası, teşekkürler :)
Antalya nın bir meltem i vardır bilmem bilir misiniz? böyle balkonda oturursunuz yazın kitap okursunuz ya da bir sevdiğinizle tavla oynarsınız, o sıcağın içinden denizden gelen yumuşacık bir esinti geliiiiiir oooh der insan. hey gidi ben ne zaman gitcem bilmiyorum .
Gene güldürdün öğlen öğlen :DDD
Yorum Gönder