4 Şubat 2010 Perşembe

sondan başa

gazete okuyorum ama dikkatimi veremiyorum. içim şişiyo. havalardan coni. 3 gün izin aldım ben, dizi dizi inci. çok güzel olucak, valla bak. gün sayıyorum.

onun dışında: içşiş. bu ara böyle.
ezberden saydığımız şeyler var. misal, köleliğin bitmiş olması gibi. hatta, "köleye ayni olarak yemek ve yer vermelisin, maaşlı işçiye onun parasal ederinden daha azını da ödeyebilirsin" gibi bir mantık dahi mümkün: modern zamanlarda mumda ararsınız.

velakin, kölelik bitmedi. buyrun: 27 milyon kişi, bu gezegende, sizin az ötenizde, belki lalelide bir bodrum katında, köle olarak yaşıyor. birileri ailesinin 5 kuşaktır bitmeyen borcu için, 5 yaşında başlıyor çalışmaya. borç kölesi denilen tür her çeşit. "kurtarıcı"nız, sizden para istiyor, bin dolar. ne için, diyelim ki sınırı kaçak geçmek için. geçtiniz, ödeyemiyorsunuz, o kadar iyi ki, beklemeyi kabul ediyor. diyelim ki garsonluk yapıyosunuz, elinize para geçiyor, hop borç kapamaya koşuyosunuz. diyo ki "ama faiz işledi, ek masraf çıktı hem, seni korumak kolay mı, polise para yedirdik kaç kez". hepsi sizin için, minnet duyun. işlenen faiz, tefeci kabusuyla büyüyen ülkem insanının hayalgücünün çok üstünde. ah diyosunuz ne yapmalı? "böyle garsonlukla filan olmayacak" diyor. çocuk bakmak da olmaz, uslu işlerle borcunu kapayamazsın, gel ben sana göstereyim. aa bi bakmışsınız, pasaportunuz da yok. kurtarıcınız ilk yumruğunu çakıyor. koyun kurtmuş aslında. sizin yaşlarda, sizden daha yaşlanmış başka kadınlarla, izbe, pis bi kuytuda, borç kapama ümidiyle nefes almaya çalışırken, 365 gün günde 20 saat çalışırken, aids mi kaptınız, kürtaj masasında mı kaldınız, altın vuruştan mı öldünüz, kayıtlı yaşayan dış dünyanın ruhu dahi duymadan bitersiniz. ailelerin çocuklarını tembihle uzak tuttuğu sizsiniz artık. borç köleliğinde bölüm 1'e hoşgeldiniz. müşteriler de gayet ortada: aralarında polis, politikacı ve hatta birleşmiş milletler barış gücü filan da sayılabiliyor.

başka türleri de mevcut tabii.

dehşete düşün diye. çünkü 27 milyon insandan bahsediyoruz. ve ayrıca: 80 milyon çocuk, hatta bebek, kendini ölüme götürecek koşullarda çalışıyo, doğduğu günden beri. en ufak hatasında elim kadar olan kolunu kaybedebileceği, kimyasaldan ciğerinin yandığı, gözlerinin kör olduğu kayıp noktalarda. insanlar alınıp satılmıyor diye, kölelik bitmiş sayılmıyor.

"ah made in india, amma egzotik, kalmadı bunlardan, el emeği göz nuru, oh mis, en bi asya dokusu" diye öptüğünüz şeyler, 5 yaşında bi çocuğun ellerinden çıkabilir. nimble fingers sendromu: ancak o çocukların işleyebileceği kadar ince işler. ha tamam makaleye bayılmayabilirsiniz, ama bu da var, böyle de bi şi var. çin rüyası, hindistan büyümesi filan, iki kere düşünülecek şeyler. bu tür konularda milliyetçi olmadığım gibi sınırlara da inanmam, marka nedir, nerede üretilir, malumumuz. kimse shell'in nereli olduğunu hatırlamıyor artık. veya nike. kısır döngü: kanunlar müsait olduğu için bu markalar orada üretiyolar, orda ürettikleri için kanunlar sıkılaşamıyor. siz de işte %50 indirim- son fırsat! tabelasına, bi akşamüstü... neden olmasın yani.

ve daha da önemlisi, bu bahsettiklerim, size uzak güney asya ülkelerinde, bi tek hindistanda, bangladeşte, çinde ya da amerikan rüyasıyla bulanmış güney amerikada olmuyor. sırp kızlar, türk veya mısırlılar tarafından kaçırılıp, mesela, japonyada pazarlanıyor. sınır yok, talep var. her şeyi talep belirliyor. new york- tokyo arası somon borsası var ya hani, telefon açıveriyolar "elimize bilmemkaç kiloluk enfes bi balık geçti" diye, onun gibi. japonlar sarışın sever. stadyumları çocuklar yapar.

hem, çinde, hindistanda üretim yapan tonla türk firması var. tamam yani nike değiliz ama büyüyoruz. hiçbiri "etik emek" etiketi koydu mu ? hayır. öyle "doğulu ev hanımlarımızın el emeği artık para ediyor" güzellemesine benzemez bu; tonla denetim var işin içinde. en fazla, "organik" ibaresi konuyor, çünkü o bile anca ufacık satıyor. ama düşünün, bizimkilerin DE orda bir yerlerde, bi çocuğun günde 15 saat çalışıp 16. saatin başında uyuyakaldı diye dayak yemesine sebep olma ihtimali var. bu kadar yakın. lekesi çıkmadı diye yer bezi yaptığınız tshirtünüzün öncesi bu olabilir.

ya da misal, laleli dedim ya, türkiye insan kaçakçılığında üs bir ülke konumunda. "pis nataşa, yat aşağa"nın ötesine geçsek ne güzel olurdu. avrupa-asya-afrika ortasında olmak, o gurur duyduğumuz jeopolitik stratejik konum, böyle sorumluluklar da gerektiriyor. "kaçak saat satan tü kaka zenciler", "ege kıyılarında yine bi insanlık dramı yaşandı sayın seyirciler" haberi değiller. insanlar. hem ayrıca,demiştim size, lütfen yani, bi bok olduğumuz için buraya gelmiyolar, avrupaya gidemeyişlerinin boynu bükük kabullenişi sadece.

fi tarihindeki yazıma da link verdiğime göre gidebilirim. içim şişiyo. sabah 10da kölelik makalesi, haberi aradım, aklıma nerden geldiğini dahi bilmiyorum. sadece birilerinin size bi konu hakkında "bitti çözüldü, mis gibi artık" demesine hemen inanmayın. görünmüyorsa, gizlendiği içindir; bitmesi pek ufak bi ihtimal. boşlukları siz doldurun, bir sürü şeye uyar çünkü bu cümle.

~~~

neyse, iyi şeyler de oluyor minvalinden: Türkiye'de kanser araştırması.
sonuçlar değil, araştırılmış olması.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker