dün gördük ki 31 yaşına basan kan, kahverengi oluyor. o kadar pis,eski ve bulanık bi kahverengi ki üstelik, elinizde olsa hemen yıkamak istersiniz; ama hiçbi sabun çıkaramaz artık, doğum lekesi gibi derinize işler. dün ben uzandım, seyrettim, ağladım. içime doğru. dışıma ağlasam nükhet hanım gelip silmezdi sanki, ağlayanlardan yorgun, bıkkın, "bu mudur anca?" derdi gözleriyle. ki dedi. teselli edilmekten geçmiş, teselli eden olmuş artık. sahi, ben ağlasam ve nükhet hanım beni teselli etse, utancımdan ölürdüm.
küçükken hani belki işe yarar da istediğimizi yaparlar diye ağlayacak olduk mu, annem kaskatı bakardı bize, "sırf ağladın diye hiçbi şi çözülmeyecek" derdi sakin sakin."hanimiş kızlarıma" diye koşturmazdı. mıçmıç anne-kızlar değildik. gestapoluk değil, annemi tanıyanların bildiği bi sınırı var, mesafesi. kafanı yardığın için ağlamakla arsızlık aynı şey olamaz. pohpohu başka türlü onun. yaş 6 oldu mu yolda elinizi tutmaz, mesela. koca kızlar kendileri yürüyebilir çünkü ve ağlamak bi şi çözmez. neyse, ben de ağlamamış değilim; ama tepinerek ağlayabilen, boğazı parçalanana kadar bağırmaktan moraran çocuklara çok şaşardım. donakalırdım. annemi isterdim, gelsin sustursun veledi, diye. hala şımartılmış çocuklara tahammül edemem. böyle elden ele gezen, gık dese alkış, miyy dese teselli arayan çocukların hayatına bi aşamada anneme benzer biri girsin diye dilerim, yoksa benmerkezci bi alemde büyüyolar. manipülatif minik canavarlar haline geliyolar: üzerine su sıçramış gremlin.
uzattım lafı. o sakin uyarının hikmeti şu: arsızlıkları defetmenin yanı sıra, bi şi yaptım sanmayı da dağıtıyor. bi şi yapmadın. hiçbi şi olmadı. sen ağladın diye, sırf ağlıyosun diye, bi şi değişmeyecek. ağlamak, iş sayılmıyor. yer değiştirme: sıfır. etkilenmem gerekmiyor, ağlamak, tek başına, etkilemiyor. büyüyünce işe yarayan bi laf: çın çın çın yankılanıyor kafatasınızda. ağladın diye "sana yazık" bile denemez. arsızlıktan olmasa dahi, ağlamak bu yaşa gelince kaçmak gibi, ertelemek gibi bir şey. çok ağlayabilen biriyim, ona rağmen söylüyorum.
usul usul konuşabilen insanlara beslediğim hayranlık, kendi fevriliğimden geliyor. ama nükhet hanımda feveran bırakmamışlar, o bile gitmiş. sinirsizliği için, masaları yumruklasaydı gelecek reytingleri sağlayamadığı için özür diliyor resmen. damıtılmış, 30 kere fermente edilip, meşe fıçılarda saklanmış bir öfke, yıllanmış. "güzelleşmiş" diyesi geliyor insanın. su gibiydi nükhet hanım. karadeniz gibi ama; koyu. çok koyu. yalıyardan bakıp gördüğünüz koyulukta, berrak ama derin. içiniz çekilir ya, öyle. dalga ihtimaliyle bakıyo dik dik; ama sakin. tutuyo dalgalarını. fenaydı. bağırsa, ağlasa, daha az acırdı canım. böyle on bin tane çuvaldız göz pınarımı deşmezdi.
hayır, en fenası o kurşun delikli gömleği çıkardığı an değildi bence. en fenası, Güneş'e dönüp "iyi ki ölmedik" demesiydi. iyi ki diyerek, hala umutla bakması ve bir ara aniden "ben bu kadar ismi taşıyamıyorum artık" demesiydi. ben orda bi noktada çözüldüm ama tuttum. o dalgalarını tutarken ben fıskiye artığı damlalarımdan utandım. "şov mu lazım, buyrun" dediği an, gazetecilerden utandım, kan merakımızdan, mümkün olsa ipekçinin canlı yayında yavaş çekimde vurulmasını seyretmek isteyecek insanlardan. film senaryolarında tepe noktası olur: yavaşça yükselen bir tempo, nınınınnıııın, gömlek- ve doruk! nükhet hanım şunu söylüyodu oysa: bu hikayenin tepe noktası 31 yıl önceydi, bugün değil. unutmayınız. hani vardır ya "odada bi silah varsa patlamalı" kuralı; silah en başta patladı zaten de oda kimin odası?
Parmaklıklar ardından geçen 30 yıllık çileli bir yaşantıyla, dışarıda katillerin arasında, katil izi sürerek geçen bir yaşantı arasında kıyaslama yapmak için burada değilim.
bugün uyanıp, yüzümü yıkayıp aynaya bakabildim.tüm o kaskatılığıma rağmen, utancıma baktım, aktı, koktu. siz de yaptınız. üzülmekten, utanmaktan başka bi seçenek için kafa yormaktan daha kolaydı çünkü. nefesimiz sıkışmaktan başka napıyor mesela, niye yükselmiyor? bi köşede hep annem işte: sırf ağladın diye bi şi çözülmeyecek. kabuğuna çekilip hönkürmenin kimseye bi faydası yok. yer yarılsa, içine girsen, yine bir şey olmayacak. hakikaten bi şi yapmadıkça, hiçbi şi olmayacak. maalesef.
4 yorum:
içim oyuldu.
oysa nidayı nasıl 4 gözle izlemiştik. kanlıcanlı.
Bu tür yazıları gördüğüm zaman umudum artıyor, gençliğe olan güvenim yerine geliyor... Duyarlı, boğazlarda bir yumruk bırakan ama aynı zamanda umut saçan bir yazı...
Mutluyum ki o zaman henüz doğmamışlar öğrenmişler de unutmamışlar, unutturmayacaklar da, gecenin bir vakti haberi veren gardiyanın dediği gibi "unutulur gider" olmamış, teşekkürler Deryik..
mermaid: matkaplarla, di mi?
fügue: abdi bey cep telefonu dönemini yakalayamadı, ondan.
witness: teşekkür ederim bu yoruma. ben içim acıya acıya umut ediyorum, umarım azıcığı anlaşılıyodur.
Yorum Gönder