kendime dahi itiraf etmediğim sayıda yabancı blog takip ediyorum. çok düzenli değil gerçi. hmm düzensiz takip diye bi şi var heralde? neyse işte, öyle. bak bak tık tık. fikir araklamakla başladı, sonra hepsi aileden oldu ha ha ha. yok yahu.
link listemi yüzyıllardır yenilemiyorum. linkleşmenin demode kaldığını düşünüyorum, ondandır. gerçi ben hiç linkleşmedim galiba. yani linkimle mi okuyorum sizi, linkli mi seviyorum sizi, yoo. vice versa. zaten vice versa, veni vidi vici, varsa yoksa vinç. mesela yani.
sebzeli pilav yaptım ben. pilav kısmında hiç sorun yok. hatta yani, yapamadığım yemeklere rağmen pilavım fena olmaz benim. sebzelerle anlaşamadık. buharda sebzeyle uğraşacak sabrım yok, kızartmak da istemedim. kabak ve patlıcanla daha napiym diye tosardım. alman olsam haşlardım ama napalım, ikisinin de tadının güzel olma ihtimali bulunduğunu biliyorum maalesef. her daim çözüm olan "hafif yağ ve kısık ateşte çevirmek" seçeneğine atladım. bi kere fazla kabak ve patlıcan vardı, yarısını kaldırdım. öyle kesilmiş halde duruyolar. sonra niyeyse kalanlara domates de koydum; hesapta yoktu. hızımı alamayıp badem bile dövdüm. hatta dövmedim, poşetlediğim bademleri kapıda sıkıştırmak suretiyle dövmekten beter ettim. sonra baharatlara saldırıyodum ki frenledim kendimi biraz. safranboludan safran alsaydım sebzeli paella kıvamı bi şi elde ederdim.
neyse yani: piştiler özetle. sebzeler iyi bir muameleden geçmelerine rağmen azıcık tatsız şeyler oldu. kekik ekledim. eklemeli pişirmeler. sonra pilav-sebze-yoğurt üçlüsü güzel oldu ama, yakıştı. sonra birden aklıma marisol ve pilavla bile peynir yiyişi geldi. onun yoğurdu peynirdi, ya da ekmeği. sonra bizim böyle sebzeli bi pilav girişimimiz olduğunu hatırladım marisolle; yanında brie yemiştik. bundan hareketle evde brie yok ama acaba dil peyniri var mı diye bile düşündüm; ama yoktu. sonra işte tabağın sonuna gelmişiz. böyle hareketli bi mutfak bizimki.
pencere pervazımın çok geniş olmasını, hatta şu resimdeki gibi olmasını isterdim. pencere haznesi. ne çok geniş ne çok dar, minik bi raf da sığabilsin. iste iste suyunu çıkar. insanoğlu. çaputuma ben pencere haznesi çiziym gayri.
hakikaten, çaputa bi şiler çiziyoduk di mi. işte, ben düşündüm ne çiziym diye, bulamadım. resmen halime şükrediyorum, kendim için istediğim bi şi yok. ya da var ama aklıma gelmiyo, e demek ki yok işte. e daha ne istiym yani.. kendinden vazgeçip kızı için damat, damadı için araba çizen anneler gibi, kardeşim için bu sene çaputum.
yerleşik düzeni takiben kitaplanmam gerek. kitap aslında resmen taşınmaz mal. ben taşıyamıyorum. fiziken zaten yapamıyorum hem de taşınacakları seçmeye başlayınca duramıyorum. yerleşiyorum, kitaplar sonra geliyo. yine öyle olacak, raflar dolacak. hoho.
bir de: palmolive soğan-sarmısak kokusu çıkaran el sabunu yapmış. ev arkadaşım almış. her ikisini de tebrik ediyorum. mutfakların kurtuluşudur. bulabilirseniz alın.
5 yorum:
kesinlikle benim de ihtiyacim var, hatta hemen, simdi...
gözümü kapayınca evin en serin köşesi hissettim orayı hem ne türk kahvesi içilir orda :)
bu sabun bin yılın icadı. bu koku sorunu yüzünden eldiven kullanıyorum ben:)böyle bi kaç icat var bilim adamlarından beklediğim hallolsa çok sevinicem:)
link kardeşi olalım mı nolursun:) ekikiki:)
Geçen sene odamda öyle geniş bir pencere vardı, biraz yüksek olmasına rağmen bikaç kez inat edip minderimi yerleştirip oturmuştum, bi de kitap.
Ev istiyorum, okul bitiyor, iş de istiyorum. Çok stresli...
varsa yoksa vinç kadar eğlenmedim bu yaşıma kadar ahah
Yorum Gönder