ülkeleri ülkelere tercih etmekteyiz insanoğlu olarak. ABDseverler var mesela, "şurda boğulsa dönüp bakmam"cılar var. e yani. bi yerindeyiz o yelpazenin. bir sürü varsayım var mesela..
1) zengin ABD. pis sömürgen.... iyi ama hiç mi yoksulu yok, göçmeni, ezileni? var. felaket halde yaşıyolar. "somaliyle kıyasla gör" diyene, "yoksulluk görecelidir" diyorum efenim.
2) canımız latin amerika, solun tek kalesi, birlik beraberlik.... iyi ama hiç mi zengini yok, eski kolonicisi, ezeni? var. paşalar gibi var. darbeler, ülke batıran politikacılar, bıkmış bi halk, ne sağa ne sola güven... petrol anlaşmaları.
3) hindistan, çin bi güçlenicek ezecek geçecek.... güçleniyo zaten de, ezmiyo, eşlik ediyo. çin'in afrikaya yaptığı mali destek ve yatırım miktarını düşününce "geç gelen emperyalizm" diye düşünmeden edemiyo insan. ben yani, edemiyorum mesela.
falan feşmekan. daha gider bu. romantikleştirme bi yana, sunulan imajı hop diye kabullenmek de var... ya da şöyle diyelim: bir iyi bir de kötü olsa işler ne kolay olurdu! iyiyi sever kötüyü taşlar idik, biri rüyamız diğeri kabusumuz olurdu. hani şimdi yanlış anlaşılmasın, "bush da özünde iyi biri amaaağ" demiyorum ya da latin amerika için "o ne anasının gözü o bilmezsiniiizzz" tavrım yok... ama klişelere kapılayalım. daha önce de demiştim, "et yemeyen, uzun boylu ve durup dururken dans eden hintli", "kaburgaları sayılan, kıvırcık saçlı ve koca göbekli afrikalı çocuk" falan... deveye binen fesli türk imajına olduğu kadar olsun yakınlığınız bu imajlara.
zira emperyalizm dışardan değil içerden de gelmekte. dışardaki içeriye nasıl girer diye sormak lazım arada.. yaa yaa evet. "pis osmanlı padişahı sattı memleketi" de değil hayır. masallardaki iyi prens ve kötü ejderha, henüz gerçek olamadı. maalesef pek bi geçişken pek bi karışkan bu iyilik kötülük halleri.
***
neyse ne diyecektim ben... hah... master yapıp makale okumaktayız şu kadar, bi özet geçelim yahu..
"küresel ısınma" felaket senaryolarına temkinli yaklaşın derim efendim. gazetelerdeki "10 yıl sonra aç, 20 yıl sonra susuz, 25 yıl sonra da yok olucaz" haberleri fos. neyin nasıl dendiği mühim. şahsen tüketim alışkanlıklarında yapılacak değişiklikleri umutla beklesem de, meselenin
"farklı tüketmek" değil "az tüketmek" olduğu görüşündeyim. küresel ısınıyo muyuz, o bile sorulabilir; ama ben üstteki cümleye döneyim. hemen bi örnek (sınıf arkadaşımın tez konusudur, içerden bilgi yani):
misal, biofuel. efendim kendisinin "bio" kısmı sadece %10, henüz araba çalıştıracak bitki bulamadık zira, geri kalanı gazolin. o bio kısmını oluşturan 2 bitki var, bize yabancı, her neyse işte... endonezyada yetişmekte. bi şi kökü; ama yenen bi bitki değil, kahve/pamuk gibi düşünün, satacaksınız neticede. endonezya hükümeti 90larda batıdaki "biofuel" talebini görmekte gecikmiyo. anında 200 bin hektarlık (kaç futbol sahası ettiğini biri hesaplasın) orman ya da tarım alanları kapatılıyor, bu iki bitkicik yetiştiriliyor. politika hep aynı: yeterince toprağımız var, açlıktan ölmeyiz. oysa aynı anda endonezya, pirincinin %80'ini ithal etmekte.
çiftlikler yabancı yatırıma açılıyor devlet teşviğiyle. "yoksulluktan çıkış" olarak pazarlanıyor bu yenmeyen bitki yetiştiriciliği, üstelik daha az küresel ısınıcaz! yıllar geçiyor, bölgede yaşam alt üst olmuş neredeyse. yoksulluk daha da artmış, ürünler 2-3 şirkete satılır olmuş, toprak tek tip ürün yetiştirmekten verimsizleşmiş, o devasa tarlalardan kopup da "ben vazgeçtim" demek imkansızlaşmış. bir ülke, topluca,
"benzin tüketmekten vazgeçemiyorum, bari bio olsun" diyen kuzey ülkelerinin vicdanı rahatlasın diye bütün tarım, gıda güvencesi politikalarını, yaşamalanları ve sosyal yapıyı bi kalemde çizmiş.
kimse çıkıp sormamış mesela, "yahu iyi hoş da, madem biz yetiştiriyoruz, bari işleyip satalım, gelirse gelir, işse iş, niye biz sadece hammadde sağlayıcısı durumundayız" diye. avrupacık mesela, hele hollandacık, "ay bizde olsa yetiştiricez ama biliyosun iklim, yetişmiyo" demiş durmuş. 200 binlerce hektarlarca bitki. biofuel için. sahi kaç kişinin arabası var endonezyada? peki kaç kişi aç?
ah ama daha az ısınacaksa küremiz, sefalet içindeki köylüyü takamiyciiz.. benzini içer gibi harcayan benim, sürünen sen. olsun. çevre bu, küresel ısınıyoruz, yerel dertlerden çooook büyük devasa dertler.
of, anlamıyooosuuaan. benim küçük şehrimdeki egzoz oranı tabii ki orda yok edilen hayatlardan daha mühim!yani demem o ki...
mesela... afrika çölleşmiyor desem ne hissedersiniz? hatta ağaçlanıyor desem?
ısınma, çölleşme.. kıyas gerektiren kelimeler. neye göre? önceki duruma göre. önceki durumun "esas durum" olduğu ne malum?
mesela çölleşme... neyle kıyaslıyolar? koloni döneminde zorla dikilen ağaçlarla. öncesinde yine çöl olan, o haliyle daha üretken olan (evet bu mümkün) yerlere zorla dikilen ağaçlar. sonra yok olan ağaçlar. "çölleşme raporları" ne diyor biliyor musunuz? "yerel halk ormanları yağmalıyor, korumamız lazım, anca devlet yapabilir, bunları burdan uzak tutmak lazım". bölgeyi insanından korumak. kim koruyacak? dışardan gelenler. binlerce yıldır mesela, ormanın bi kısmını yakarak bitki örtüsü dengesini sağlayan kabileler, o ormandan sürülüyor- "bilinçsiz köylü ormanı yakıyo" diye... koruyacaklar, çünkü avrupada orman yakılması gerekmiyo, orman yangını kötü, e demek ki burda da kötü, iyi bi şi olamaz yangın; çünkü biz avrupa ilim irfanından öyle gördük! durum daha vahimleşiyor. toprak yapısı bozuluyor. ormanın yağmur getirmediği, aksine yağış oranını düşürdüğünü anlıyorlar. afrika bu, avrupa ya da hindistan değil. yerel bilgi, avrupa ilmiyle yok ediliyor, sonra, yıllar sonra, kös kös "hatamız varsa affola abicim" diye dönüyor eski koloniciler. nereye? o tü kaka dedikleri kabilelere. sormak için. "nasıl yapmalıyız" diye. "fen fetişi"nin çöktüğü anlarda.
baraj yapımı sırasında atalarının mezarı su altında kalacak diye başkente yürüyen kabileler görüyorsunuz mesela afrikada. "o mezarlar bize geleceği söylüyor, o giderse biz de yok oluruz" diyor. adam ciddi, adam yaşlı. "bu toprak benim; çünkü nesillerdir buraya gömülüyoruz" diyor, elinde tapusu yok. o başkenttekilerin yüzünde "
amca sen de iyica batıl olmuşsun yaau, elektrik diyorum fal bakıcam diyosun" bakışı, bi aşağılama. kimse iki gram elektrik için yerlebir edilen kültürleri düşünmüyor. o dişsiz yaşlı amca, debeleniyor, TV'ye çıkıyor, biraz destek için.
ha bana gelince, aynen böyle: iki ampul için kültürleri yok etmeye değmez diyorum, zira kimse barajların getirilerini savunamıyor şu an, kısa ömürlü, hantal yapılar ya da kimse "en iyi yatırım noktası işte bu mezarın üstü" diyemiyor. "
damn the dam!" icabında. hazzetmiyorum.
yani sonsuz bi literatür yığını var bu konularda.
neyse.
diyeceğim o ki, çevre yanlısı söylemlerin iktidar sahiplerince kullanıldığı ve çarpıtıldığını gördük insan soyu olarak. aklımızda bulunsun. tercihen az tüketebilelim. tüketileni de kim tüketiyor, düşünelim. "pis amerika"ya kadar gitmeden. kendi mahalleniz bile yeter.
zira:
"balık verme, balık tutmayı öğret" diyolar ya hani, balığı kim yiyor, o da bi mesele.
daha yazmiym ben. yeter di mi.