birilerinin üstüne basarak 2 aylık kedi yavrusu öldürdüğünü bilmek, bugününüze limon sıkar umarım. birinin kendi köpeğini ağaca bağlayıp baltayla işkence yaparak öldürdüğünü bilmek de... aldıkları cezanın kedi maması tutarında bile olmadığını bilmek de.
hayvanlara yapılan işkence insanın en karanlık halinin yanardağı. tutamayıp patlayan şeyler, toplumsal sınırlar, göt korkusu ve tonla diğer sebeple bi insanı değil 2 aylık bi kedi yavrusunu hedef alabiliyo anca. bilmiyorum, ben yağmurdaki kelebeklere ağlayacak kadar sulugöz, romantik ve sapşal bi çocuktum. ayağımın altında kedi yavrusu ezmek sanırım 40 yıl düşünsem aklıma gelmez.
neyse işte, bu ceza meselesi için burdan buyrun. imzanızı tak tak. ay bu arada böyle altın gününde muhabbet kuşu dinleyip hayvansever olan teyzelerden, çevrecilikten ormana otel inşaatı anlayan amcalardan olmadığımı rica ederim aklınızda bulundurun. gün oldu otlakta metrekareye düşen keçi bokunu saydım çok affedersiniz, ineklerin yalama taşı derdine düştüm, anlattırmayın. tek tük imza ricam oluyo, öyle işte.
eve geldim ruhum karardı. engin çeber'in videosunu izledim, "insanlık onuru işkenceyi yenecek" diye bağırırkenki halsizliğini.. sonra bu haberleri okudum. bağlantı yorucu bi şi. insanlık onuru işkenceyi henüz yenemedi ama iyi haber, işkence de henüz insanlık onurunu yenebilmiş değil. teknoloji ne garip bi şi di mi. polis kendi kayıtlarına geçirmek zorunda, videosunu açıyor, ve biz engin çeberi muhtemelen son kez hayatta görüyoruz. içerden görüntü. işkencecilerin kaydettiği. tuhaf değil mi sahiden teknoloji?
sonra morçatının "namus nedir"araştırmasının videosu geldi aklıma, mermaid'in bana gösterdiği. namus nedir, onur nedir, eteğin altına pijama giymek nedir, böyle bunların hepsi 5 dakika içinde beynimden ciğerime doldu. çağrışım diye bi şi olmasa, seke seke kendimi daha da daraltmasam etkisi az olabilirdi. fıt fıt fıt tonla fotoğraf, haber başlığı, görüntü yığılıyo.
suratımın iki yanına osmanlı tokadı çaksanız daha az etkili olabilirdi. kaçtığım haberlerden bu seçmeceler ve tonla diğerleri kucağıma düştü.
hep düşünüyorum, benim blogumu okuyanlar arasında lise yaşlarında olan var mı diye (varsa tam burda yorum bırakıp "vaaar.. burdaaa" demeniz gerek. ayrıca bi alttaki yazıya da bi gık demeniz fena olmaz, o ayrı). hani kardeşimin yaşı ya, ondan. gerçi varsa da sıkılıyodur heralde. neyse, o yaşlarda hayat cat stevens'tan father&son dinlendiğinde anca sakinleşebilen bir koşturmacaydı. ha 8 yıl sonra da devrim yapmadım tabii, yine az buçuk öyle. ama o zaman bu haberlerin etkisi çığ gibi olurdu, acıtırdı. böyle yani insan hani nefes nefese, az önce koşmuş gibi, kulak çın çın gazeteye bakar ya... bakardım yani. öyle vururdu. hala acıtıyo; ama kabuk tutan yarayı sürekli kaşır ve kanatırsanız, bi süre sonra nasırlaşıyor galiba. oysa ben nasırlaşmama sözü verdim kendime. üst üste kabuklarımla, armadillo haline gelsem de ı-ıh. acıtıcak. şaşırıcam. bön bön, anlayamadan bakıcam. iş dönüşü eve yürürken o ve ben okul polisi kavramına sövücez. öyle işte. öyle olması gerek.
alışmayı reddediyorum. kardeşim alışırsa da kahrımdan ölürüm heralde. ondan sordum işte. bu blog arada "kendimize günlük acılar menüsü" halini alıyosa bundan. alışmamak için- kendime sözüm. alışmıyorken de "aslında zor değil" demek için; enseyi karartmama konusunda da hiç tanımadan kendimce söz verdiğim beyaz saçlı bikaç cüce var. az buçuk ağlıyosanız da iyidir, göz kuruması olmaz ileride.
2 yorum:
videoyu izlediğim saatten beri midem yanıyor deryik, o kızın "kamera kayıttaysa iyisin" diyişi, fotoğraf çektirmeyi reddetmeleri ve başlarına gelecekleri daha o andan bilen halleri. enseyi karartmayalım diyorsun doğru da diyorsun ama nasıl olacak onu da söyle be deryik.
sevgiler.
ah deryik, bi şilerden uzak kalmama izin vermiosun; iyi de oluo.
alışmama sözüne bi söz de benden.
ps: hoparlörüm çalışmasa da o yorgunluğu görebiliorum.
Yorum Gönder