11 Ekim 2009 Pazar

ev arkadaşım kek yapıyo, börek yapıyo

şehre yüksel arslan geldi, geldiği gibi marta kadar kalıyo. daha nossun. malzemeleri yeter.

bu arada, santralistanbul'u bi okul kampüsü olarak, müzesi ve ottosu sebebiyle kıskanıyorum.
canını sevdiğim okulumun garanti "kültür merkezi"ne bakıp, sonra santral'e bakıp içleniyorum. hadi kendimden geçtim (hadi ne, okul benden geçeli yıllar oluyo), yeni nesil için. yaptığım yoğun araştırmalar, boğaziçililerin hayatına bilgili olarak devam etmesinde kampüs faktörünün önemli olduğunu gösteriyo. kampüs-tapar bi okuldan çıktıktan sonra, az buçuk yaşını alıp, boğaza karşı çaya/biraya/şaraba doyduğunda (ki bence doymak zor da hani, eski tadı vermeyebilir belki) "manzara yetmiyo be mirim" dediğinde bence devreye santralin girmesi çok mümkün. ben olsam, yapardım. dediğim gibi, odağım kampüs.

ama şu ama bu, bir odtü'nün mimarlık fakültesi binası bi de bilginin santral kampüsü. kendiminkine kuma alabileceğim yerler. okul binaları, kampüsler, mühim şeyler. şu yaşınızda ilkokul binası çizmenizi istesem, herkesin bahçe- dış cephe- sınıf düzeni vs aynı olur. çünkü tüm okullarımız hep aynıydı. tahta silgimiz dahi aynıydı. boğucu derecede, migros gibi, ikea gibi birbirinin aynısı binalardan çıktık. sıva renklerinde bile seçenek üç beş. iç acıtıcı bence. ilkokuldan liseye kadar, fotokopi binalarda okuduk. hep aynı kompozisyon ve resim yarışmalarına girdik. estetik duygumuz da aynı derecede fotokopileşti tahminen. "kırılması gereken"bi kalıp oldu. bricks on the wall ve diğer şeyler.

şehir mimarisi denen şey zaten sıva fetişine dönüşmüş (sarı-pembe, yeşil-mor gibi ikilemelerle sıva sanatı, bebek pembesi- lila ise modern site), kat başı metrekare sınırını aşmak için "ileride kapatılmak üzere" neredeyse kat boyu kocaman balkonlarla sarılmış, kapısı çirkin, detayları çirkin, pencereleri çirkin, çatısı çirkin, otoparkı çirkin, her şeyi idareten yapılmış binalar. ön cephesinde her an dalgalara atlayan yunus, kilim deseni veya nazar boncuğu desenleri görülebilir. müteahhit bey amca adını binaya işleyebilir.

çatalhöyük kazılarını okuyordum ya ben, bu yeni şehir güzelleri tam da 9 bin yıl önceki akeramik dönemdeki duvar desenlerini çağrıştırıyo, ayin titizliğinde, gururla yapılmış şeyler. umarım bikaç bin yıl içinde bina yüzlerini rahat bırakıp "taşınabilir" şeylere aktarıcaz sanatımızı. ayrıca bu binalar, ev bile değiller. bina. okul ya da depo ya da devlet dairesi. her şey olabilirler, işlevleri baştan düşünülmemiş. okullar da sadece öylesine bi bina. ofisler de. NTV'de geçen haftalarda içli içli konuşan mimar amcalar için hayat çok zor olmalı.

şehir genç dolu, yapabilecekleri yapmalarına alan tanınandandan çok olan. ne fena di mi. her alanda işte. kaç tane mimarlık öğrencisi mezun oluyo her yıl... sonra, sonrası yok işte. kırıyolar insanları. mezuniyet törenine bile küskün gidiyo herkes. okurken "okul sonrası"na dair ufkunu daraltan kaç millet var merak ediyorum. oto-ufukdaralması.

lisedeki coğrafya hocamız ahm.et gür (ekşi kendisini uzun uzun anlatır) bize "siz ata.tü.rkün boku bile olamazsınız" diye bağırdığında ters psikoloji filan bilmiyoduk tabii, kin dolmuştuk. lise 1'deydik ve lise böyle bi yer olmamalıydı. her 29 ekimde, 10 kasımda, 23 nisanda ve19 mayısta kürsüden bu fikrini görece kibar bi dille tekrarladı. "gençleerr, yeni nessill sizin eseriniz olacaktııır!" laflarına alışık olan bizler, "yetersizsiniz, daha çok yolunuz var, devede kulaksınız ve çaba filan görmüyorum" diyen, genelde ağzı bozuk, mütemadiyen laf sokup alay eden, gözümüz kapalı iç anadolu bölgesi haritası çizmemizi söyleyen, linyit yatakları normalden azıcık batıdaysa bizi linyite çeviren bu adamdan hazzetmiyoduk- kibarcası. her dersi bi terör seansı, her sözlüsü bi atış talimi, her yazılısı süngüyle çarpışma tadında olan süper mario benzeri bi hocamızdı kendisi. ama yine de, coğrafyam iyidir. ahmet hocanın öğrencilerinin %99'unun iyidir; çünkü başka şansınız yoktur.

sonra bi gün "benden nefret ediyosunuz ya hani, hıyarın tekiyim ya hani, hanginiz lise öğretmeni olmak ister?" diye sordu. sınıfta çıt yok, delirmedik ya. bi de korkuyoruz, el mi kaldırmak lazım ama yok, istemiyoruz işte. doktormühendisişletmeci olcaz, lise öğretmenliği nedir? "heh işte, sizin gibiler olmazsa, benim gibiler olur! buyrun!" dedi, susturdu bizi, nokta. neyse işte, kendi işini kendin yapmakla ilgili bu da böyle bir anımdır. lisedekilerin lise öğretmeni olmak istemesinin imkansız olmadığı günler dileğiyle.

hop atlıyoruz:
nevada- the burning man project. böyle şeyler lazım sanki. bi çöl mü gerek nedir:

What Is Burning Man?
Once a year, tens of thousands of participants gather to create Black Rock City in Nevada's Black Rock Desert, dedicated to community, art, self-expression, and self-reliance. They depart one week later, having left no trace whatsoever. Learn more about this incredible experience through our First Timers' Guide, Burning Man's mission statement and Ten Principles.

328 gün varmış 2010'dakine. haberiniz ola.

*

sonbahar dediğin mor ya da bordo ruj zamanıdır. nezle olmamak lazımdır ama ben bunu hiç beceremem. yine başladı işte.

2 yorum:

Damlo dedi ki...

inci minci kim birinci bu sergi olayında yazın bitmesiyle.

bi de bana kampüs demee nolurr bi boğaziçi hayranı olarak ben boğaziçiliye kampüsün dar gelmesi hiiç hoşuma gitmior zira bok kokulu göle nazır huşu içinde geçirdim üni yıllarımı :)

ve ayrıca kırmızı ruuujj bence de piyuuuu

rocknroll dedi ki...

santrale starbucks acmislar kiskandim bizim zamanimizda yoktu :P

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker