18 Nisan 2010 Pazar

pazaraporu

emek sineması için, bütün o güzelim bina için, inci pastanesi için yürüdüm ben de bugün.

konunun aslında sadece emek'ten ibaret olmadığını anlatan tek bir pankart vardı: "5366'ya hayır de!". çünkü mesele, 5366. kentsel dönüşüm.en çok bunun için yürüdüm ben. 2005 tarihli yasacık. tabii ki adı kentsel dönüşüm yasası filan değil. adı başka, kendi bambaşka. mesela adı çok şiirsel:

Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun

etkilendiniz biliyorum: yenilenerek korunmak, yaşatılarak kullanılmak.
güldürürken düşündürüyor da aynı zamanda. neyse, hadi sıkılmayın,okuyun, yönetmeliğin amacı:

Bu yönetmeliğin amacı, yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş; kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ve bu bölgelere ait koruma alanlarının, bölgenin gelişimine uygun olarak, yeniden inşa ve restore edilerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, tabii afet risklerine karşı tedbirler alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması ile ilgili esas ve usulleri düzenlemektir.

ben size tercüme edeyim mi?
sulukule. tarlabaşı. fener-balat. ve evet, emek sineması.

5366'yla tanışın. bilin. hiiiiç sevmeyin. en ufak yönetmelikte bile olduğu gibi, bundaki tanımlar da pek tabii ki diğer kanunlarla çelişiyor, uydurmasyon tarifler var, "aynı dili konuşamamak" gibi temel bir sorun, sorun dahi görülmüyor. tanımlar kimsenin umrunda değil. ne bileyim, ben hukukçuların tanımları çok sevdiğini düşünürdüm hep. ama anlaşılan teknik bir detaydan ibaret kendisi, böyle benim gibi dışardan anlamaya çalışanlar dert ediyo anca. maksat elimiz oyalansın. oysa bakınız, kentsel sit alanı neymiş:

“Kentsel sitler mimari, mahalli, tarihsel, estetik ve sanat özelliği bulunan ve bir arada bulunmaları sebebiyle teker teker taşıdıkları kıymetten daha fazla kıymeti olan kültürel ve tabi çevre elemanlarının birlikte bulundukları alanlardır.”

neyse, ben size daha kronik bir durumu anlatıcam: yeni sevdası.

tarihe aç bir ülke olmadığımız açık. toprağı sıksan mermer sütun fışkırıyor. hiç ilgilenmediğimiz de açık. ilgilenseydik, bir zahmet, çalınanların peşinde olurduk. neyse, eskiye doymuş durumdayız. bizim derdimiz yeniyle. yeni otomatikman iyi oluyor. yeni güzel, yeni rahat, yeni en iyisi, yeni cici. eskiyene kadar tabii. olsun. yeni, pek bi ışıl ışıl. tozsuz, cilalı, parlak ve en önemlisi, refah sinyali. olmak istediğimiz avrupada en yeniler var. amerika zaten, kendi yeni kıta. eennnn yenisini  alabilmek, yapabilmek, zenginlik meselesi. ülkece çok zengin olduğumuzu yenilerimizden, bayramlıklarımızdan anlıyoruz. tü kaka tarlabaşından yeni yepyeni, kendisinin taklidi bi mahalle yaratırken, hep aynı şeyler söylendi: o eski, köhne, dökülen, öğğ binalar, cici, parlak, şık ve badanalı olacak. emek için de dediler. pismiş, tozluymuş, iyy ne iğrençmiş. emek'e hiç gitmediğini anca bu kadar belli edebilirdi bir kültür bakanı. 


neyse, demek istediğim, konu çok temel bir konu. bu ülke büyüyor, genişliyor ama inatla gelişemiyor. baktığı yöne karar veremiyor. kalkınmaysa kalkınma, nasıl olacağını düşünmüyor. hala bu üniteye geçemediğinden, habire ötelediğinden, artık kendisine bile yetişemiyor. konu, sinefil bikaç yüz kişinin "vah benim kocaman salonum" diye ağlaşması değil. konu inanın, benim profiterol aşkım da değil. konu dönüşemeyerek arafta çakılı kalacak bir koca şehir. son 40 yıldır, istanbulun tek başına direnme gücü, insanı ağlatacak kadar büyük. garibim, üstünde tepiniyoruz, gık demedi. ama bence artık çok yaşlandı. konu, "kanunen" yapılan işlerde kanundan şüphe etmek. konu bizim salak olmamamızla ilgili, hatta bundan ibaret.


bazı şeyler var ki bekleyemiyor. bak yuvarlakçay nöbette. deliller kararmasın diye nöbet tutuyor yuvarlakçaylılar, kesilen ağaçların başındalar. alakasız gelmesin. emek sineması için veya birilerinin "pis, eksik ve eski" göstermeye çalıştığı diğer her şey için onda biri kadar çaba göstermek, çok değil. o su da bizim. "damn the dam!" diye bağırışmak lazım icabında, yapmıştık. bi buralar için de değil hem bak, brezilyadaki belo monte barajı da mesele- çünkü mesele bir bütündür. 
 daldan dala olmasın: bu bina da bizim. çok affedersiniz ama, yemeyin malını yiyolar. yedirmeyin. madem öyle, işte böyle. höt demek lazım arada. buncacık höt höt müdür, höttür bi yerde. en azındandır. yetmese de.


çok sinirliyim. 5366 kere. 5366'ya hayır deyin. 
ki sonra evet denecek bi şiler kalsın elinizde. aynaya bakmalarda.

2 yorum:

Suleyman Ve Ben dedi ki...

Merhaba Deryik,

Bir dakika :) Inci pastanesi?

Ben Inci Pastanesi biliyorum Istanbul'da ve cok seviyorum.
Favorim profiterol :)

Beyoglu ve tarih = history cok onemli.

Eger Inci Pastanesi yok; Cok uzgunum..

Hoscakal,
Suleyman.

mermaid dedi ki...

deryik is back.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker