arşivimi okudum demin, tuhaf bi şi insanın arşivinin olması. insan kendi kendisini seyrediyor, eh 3 yıl da az süre değil, büyüdüğünü görüyor azıcık. ben yayınla dedikten sonra yazı kayboluyomuş gibi geliyo oysa. kaybolmak demiyim de, atıyorum gidiyo gibi bi şi.
haftasonu dergi partisi yaptık biz. evde, minderlerde, tonla dergi. öyle güzel ki, çok.
yıldırım türker yazmış. ah böyle link vermek o kadar büyük bi lüks ki... kelimelerine aynen, den den. çünkü özkök'ün o yazısını ben de okudum ve hakikaten, Ertuğrul Özkök, devlet ideolojisinin kör pusulası olarak mutlaka izlenmesi gereken bir yazardır. daha güzel söylenemez. bol üç noktalı, bi şi söylemeyen adam. ben defalarca unutmamaktan bahsettim, hatırlamaktan, hatırlamak zorunda oluşumuzdan, hatırladıkça iyileşeceğimizden. hala da aynı fikirdeyim. unutmak kime iyi gelmiş ki? niye topluca bunayalım di mi yani? unutmak küllendirmiyor, acıları rüyalara saklıyor o kadar. hatırlamamayı geçtim, neyi hatırlamamız gerektiği bile bilmeyen bir nesil olarak yorgunuz biz. ertuğrul beyin unutma lüksü var. neyse işte.
onun dışında gazeteler beni yoruyor. yine kopma mevsimindeyim. bizim yerimize bi şiler yapan kalın enseli adamlar var, isterseniz tepinin, kelimeler ulaşmıyor. ben geçen gün uzun uzun "etki analizi nedir"i anlattım bi bürokrata. niye lazım. niye karar almadan önce, en standart yollardan da olsa, şöyle bi etkisine bakmak lazım. anlattım. kısa ve uzun. en basitinden. en örneklisinden. cevap şuydu: ihaleye çıkmakla uğraşaman. yaa işte üniversitelim, sen araştırmacı filan olucan, doktora yapıcan. ama bakanlık araştırma ihalesine çıkamaz. çünkü ilim irfan, insan hayatı, kararların etkisi filan, münferit şeyler bunlar. hepsi neticede ihale sürecinde boğulur. sıkılırız, kullanmıyoruz. sonra benim gibi saf salak gözlerinizi kocaman açıp "ama bütün bi sistemden bahsediyoruz, böyle masa etrafında konuşarak mı karar vericez" dersiniz, bi de azar işitirsiniz. yorucu be blog. gençliğim, cengaverliğim yağmur yemiş kelebekler gibi.
yazacak bir şeyim yok, varmış gibi yapıyorum.
yatakta kitap ve makinada çamaşır ikilisi gibisi yok.
köprü trafiği bazen akvaryum gibi. insanı dinlendren tuhaf bi gürültüsü ve monotonluğu var. hem küçük kırmızı balık bi yere kaçamıyor, uslu uslu kuyrukta bekliyor filan.
5 yorum:
'gençliğim, cengaverliğim yağmur yemiş kelebekler gibi' dedin. ben orda kalakaldım.
yazacak bir şeyim yok, varmış gibi yapıyorum : Nur Çintay A.
Yine de birinin sadece Radikal okuma hürriyetine saygı duyarım.
damlo: öyle valla. daha da fena ama susuyorum.
arman: evet gayet nur çintay a. bi laf; ama neyse ki ben para almıyorum, di mi?
ayrıca sadece radikal okuduğumu düşünmeniz enteresan, zira bütün günüm gazete haberleri takibiyle geçiyor, ulusal ve yerel. yeni asır da okuyorum misal. link verdiklerim tek okuduğum yerler değil, ben de bu blogdan ibaret değilim.
Evet üstelik para alıyor A,şaka gibi.
Blogdaki tüm linkler aynı gazeteden gelmiş, ben öyle görmüş olsam da tabi ki öyle değildir, siz de sadece blog değilsiniz.
Öyle bile olsa saygı duyarım.
Bu arada ,işiniz benim için çok zevkli göründü.
ben de şu "bol üç noktalı" olayına alındım valla... :)
Yorum Gönder