şimdi de bodrum'un torba kavşağındaki asırlık kızılağaçlar yanmış. torba, güzelim minik koyum torba, düzenli olarak yanmakta, bütün ege-akdeniz kıyı şeridi gibi... ve sonra torba, güzelim torba, zar zor yine ağaçlarına kavuşuyor, yıllar geçiyor. o kapkara sırtlarında pıt pıt bir iki zeytin ağacı görüyoruz yine, kulaç kulaç açılıp "anne bak fidanlar var orda". sonra bodrum'un henüz yakılamamış tek yeri geliyor aklımıza: torba-türkbükü arası kocaman orman. sağımıza dönüp "ah bi orası kaldı, gelmeseler, yakmasalar artık" diyoruz.
düzenli olarak diyoruz.
şimdi torba kavşağındaki ağaçlar yanmış gitmiş. o kavşak da katran karası artık. taze yakılmış orman siyahı. o siyahı bilir misiniz? yüzyılların lanetini taşır o siyah, yanmış ağaç lanetini. türkbükü yolu direniyor sanırım umutla... etrafında pıtrak gibi biten siteciklerden, neredeyse "bodrum-torba yolu boyunca beton beyazı yapıcaz inşallah" eşiğindeki avcılıktan bahsetmeye gerek yok heralde... benim içimi acıtan, bozkır çakması duran yarımada. hani "yeşille mavinin buluştuğu" beyitler dolusu bodrum, artık kel, çorak bi bozkır bozmasının yanlışlıkla denize düşmüş hali gibi. sanki yolunu şaşırmış da bodrum'un yokluğunda onun yatağına uyuyor.
futbol sahasıyla yangın ölçümü: 2000 adet saha.
bodrumda o meşhur kartpostallık sahneyi gördüğünüz köşede, Yokuşbaşında, halikarnas balıkçısının kocaman bi panosu vardır, şöyle der:
"Yokuşbaşı'na geldiğinde Bodrum’ u göreceksin.
Sanma ki geldiğin gibi gideceksin
Senden öncekilerde böyleydiler
Akıllarını hep Bodrum’ da bırakıp gittiler”
sonra o heyecanla bodrum'a bakarsınız.... aklınızı bırakacak o bodrumu göremezsiniz. ben son yıllarda göremiyorum, belki de hiç görmedim. hastanenin arkasındaki sırt yanık, onu görüyorum mesela. ortakent yolu yanık. is dolu. yokuşbaşından bakınca tüm ihtişamıyla bir kale görüyorsunuz, bi o yanmadı neredeyse; sol tarafınız "bodrum manzaralı lüküs dubleks daireler"le kaplı beyaz bi hilkat garibesi, sağ tarafta tepelerde inatla ayakta durmaya çalışan çam, kızılağaç, sakız, zeytin ağaçları. içini sevmem bodrumun, pek bi dımtıs, pek bi turist, pek bi betondur. ayrıca yerlisi resmen başka koylara gönderilmiş, gürültü işgali altındadır. bodrum merkezi sevebilmek için bodrumda yeni olmak gerekir ya da çok eski. bence yani. neyse... bodrumun minik koylarında hep başka bi hava vardır. olimpos mesela, altın yılları gümüşlükten, gölköyden ödünç aınmış bi havaydı bence, bi nevi bayrak teslim yıllardı. sonra bodrum yandı koylarboyu.
ağaçlar yanarken kahrından ağlayan komşular tanırsınız, "biraz geç yansın, belki bi yetişen olur" diye ağaçları sulayacak kadar çaresiz kalan insanlar. insanların içinde öfke görürsünüz ve bu öfke en çok "sezonluk işçiler yakmış" diyenlerin suratına büyür; sezonluk işçilere bok atabilecek kadar insanlıktan uzak kalmışların bi kızılağaç için üzülmesini beklemezsiniz.
sonra o sırtlara, o is karası sırtlara, o kızılağaç laneti taşıyan sırtlara bi telaş siteler yapır, emekli paşalar yerleşir. yine o emekli paşaların desteğini alan TEMA "torba'da ağaçlandırma çalışmaları yapıcaz" der, inanırsınız. "kendi toparlar, 2 yıl verelim" derler. saf salak bir şeysiniz, şüphelenmezsiniz.... ağaçlandırılma öncesi dinlensin diye 2 yıl boş bırakılacağı açıklanan yere site diken, sonra da kıçını yayıp çekirdek çitleyen dar zaman çıkarcılarına lanet okursunuz anca. ne o ne öbürü, herkes artık o yanan sırtlarda bi siteye yamanıp "doğayı seviyorum" maskesi altında begonvil sardırır yan duvarına evinin, "ay seraya gittik şekerim küpe çiçeği aldım, hanımeli almadım arı çekiyo".
Yalı'yı bilir misiniz? bilmezsiniz belki de... gökovanın en el değmemiş, koruma altındaki koyudur. müthiş berrak, buz gibi denizi vardır, ormanlar hala gizlice ayaktadır orda. ege-akdeniz çizgisinin belirsizleştiği akıntıların birbirine girdiği o koyda, tuhaf renkli, minik parlak balıklar görürsünüz. dalmadan. öylesine, bakınca görürsünüz.
Yalı da yandı.
sonra oturup düşünürsünüz, n'olacak böyle diye. çevre sorunundan sadece orman yangını, erozyon ve ağaçlandırmanın anlaşıldığı bi ülkede hala orman yangını sürüyorsa, e yani... hani o algılanan ve el atılan tek bir mesele bile çözülemiyorsa...
zeytin ağaçlarını sulayan komşunuz var, iyi ki.
not: yerel sorunlarını görmezden gelip "küresel ısınmaya hayırrr" diyen politikacılara gülmüyorum bile. "çevreci ol oy topla" mantığının ilk evrelerinde burnunun dibindekine kör rolü yapıp dünyayı kurtarmaya kalkmak ve de bunu "en kahraman en duyarlı benim" diye pazarlamak pek hazin, pek acıklı. hani tek başına yapamayacağı kesin olan ve kimsenin "beceremedin" demeyeceği sorunu seçmek akıllıca gerçi, makyaj sağlam. mamak çöplüğüne el atmayan, belediyelerinin %98'inin arıtmasının hala olmadığı bir devlet küresel ısınmaya hayır dese nolur, demese nolur.. şaka gibi.
samimiyet biraz. lütfen yani. çevreci söylemi bi lokmada yutmaya kalkmanın alemi yok, mideye çöker hazımsızlık yapar. minik lokmalar halinde sindirmek lazım. insan-çevre ilişkisinde "ah pek bi korunası minik doğamız"la "insanın kalkınması için her şey makbul" arasında gidip gelen, pek bi kafası karışık politikalarımız var.
1 yorum:
yangının olduğu gün,cumartesi gecesi ilk uçakla hooop bodrum.sabah 3te otelde yatış sabahına kalkış yangın yerine varış.bodrumu yazın küçük istanbuluna benzetip adını duyduğunda bile nefes alamayan ben,şööyle bi helikopterden kuşbakışı görünce koylara inen kül yığını yeni ormanı,oturdu içimin orta yerine başka bi yangın yeri..
Yorum Gönder