24 Haziran 2010 Perşembe

sonbisaat

nefes. pek güzel nefes. az yorgun ben ve az hasta o, yine de en güzel nefes. nedensiz gülümsemek çok zor iş çünkü, dişleri göstermeden. pina sen ne güzel kadınsın. -dın değil, -sın, hala. keşke akm açık olsaydı, istediğin yerde, o kocaman sahnede alınıp verilseydi o nefes. olsun varsın. bazen olur böyle, küsmemek gerek.
aynı bizdeki gibi.ne kadar aklımdaydı da ne güzel oldu. ah birazcık daha takatim olsaydı keşke.

isner ve mahut gibi uyumak diye bi deyim türeticem ben, maç hele bi bitsin.

ofisten not:
herkes kendi işini yapsın, benim olmayan işin stresini çekmek kadar bela bi şi yok. sıkıldım artık, devretmem gereken kişi üstüne alınmıyor niyeyse. çünkü ben herkesin eşeğini benimkiymiş gibi telaşla arıyorum, türkü çığıramıyorum.  yardım etmek için debeleniyorum; ama galiba karşı taraf bunu görevim sanıyor. ahtopot gibiyim, her işe bi şekilde teğetim. yavaşlığa, uyuşukluğa tahammülüm yok; çünkü birikip sel oluyor. telefonda  her aloya 15 dakika harcamayı da, kibarlıktan taviz vermeyi de, tepeden bakmayı da anlamıyorum. herkes çalışan neticede, havan kime yani. bu sayede, işim düştüğünde insanlar çok yardımcı oluyor bana. hem paniklediğimde de iş bitirici biri olabiliyorum, evet. işe yaradığımı biliyorum.  iyi bi özelliğini "ah sanırım tek zaafım bu" diye kötüleyenlerden değilim. "fazla çalışkanım, ondan kaybediyorum" filan. çok gülerim öyle şeylere.

neyse, if it's good, then it's good. bu sayede çok kıç kurtarmışlığım da var, kendiminki dahil. ama işe yeni başlamış biri, yüz kere sözlü, 10 kere de yazılı anlattığım bir iş için, beni salak yerine koyup "ay her ofise senden lazım valla, bak sen ne çabuk yapıveriyosun, bi daha yapsana" dediğinde, böyle pışpışlamayla karışık gerzek gazı, atıyor atıyor çiviler tahtalar, gelsin kaptan hadok. 

ortancalar açtı. kocaman ve köpük köpükler.
pembeden maviye dönerken mora uğruyolar filan, harikalar.

annemler 3 gündür istanbuldaki bütün sergileri gezdi resmen. defne tek başına cihangirde kayboldu, annem kuzenini gördü, bolca ıslandılar ve denize doydular. bensiz de güzeldi yani. hıh.

öyle yerlere gideceğim ki dönmeyebilirim blog. az kaldı.

~

ölene üzülünce, üzülür insan. ölmesin ister bok yoluna. gebzede sele kapılmasın, kör kurşunla vurulmasın, mayına basmasın veya manyağın teki domuz düğümü atmasın ister. ölmesin ecelsiz. çünkü önlenebilir ölüm vardır. önlensindir o zaman. öle öle ölüm engellenmez ki. şehit haberlerinde bağrı yananların aşkla asker uğurlaması, "tanrılar kurban istiyor" izlenimi yaratıyor bende. bunu söyleyince de kutsal değerlere saldırmış oluyorum. oysa mesela, 15inde bakire kızın yanardağa atlayarak kurban edilmesini isteyen tanrılar da kutsaldır birileri için. haliyle kutsallar ortak olmasa da, ölmek çok ortak bir şey. "az ölmek" veya "çok ölmek" diye bir şey yok. sürünerek ölmek, işkenceyle ölmek, bir anda ölüvermek var; ama az-çok değil. belediye çukuruna düşerek ölmek kadar saçma, 30 yıldır bitmeyen bir kana eklenmek.

ah ama canım polanyi ne güzel de anlatmıştı, ekonomik sebeplerle kendi içinde barışı nihayi kılmaya karar veren savaş ihracatçılarını. savaşı meşru kılmak için yüz bin sebep sayabilenlerin barışa tembellikleri beni düşündürüyor.çünkü illallah demek, intikamdan vazgeçmek değildir ki. barış, bunu demeden, baltaları gömebilmek kadar zor bir şey işte. acı tesbihini uzatmamak ama ölenleri de unutmamak. her iki taraftan da, evet. yani üzülürken niye seçici olmamız gerek anlamıyorum. gözyaşı kıt kaynak filan galiba, israfa gelmiyor.

kuşaklar boyu kan davası sürdürmek, doğal bile gelebilir insana. bıksa bile. nefret etse bile, başka bir varoluş bilmemenin yüküdür o. alışkanlığı savaştır, kandır. insan savaşa da alışabilir evet. o çok istediği barışın ne olduğunu artık bilmiyor olmak, korkutabilir. koşmaktan yorulursunuz da yine de duramazsınız ya, nefessiz kalmak korkutur, o kıvam. intikam kara bir sinek gibi kafanızda vızıldayabilir.

o yüzden barış zor. o yüzden ölenlere iyi ki öldüler demek ayıp ve o yüzden daha da ölsünler demek insafsızca. kimse ölmesin. bunu diyebilmek mi zor? kimse ölmesin artık. sahiden yeter. yapılabilecek onlarca şey varken, ağzı köpüklüler bildik şiirleriyle sömürmesinler ölüleri. çünkü o savaş ölülerinin bildirisi önceden yazıldı.

2 yorum:

Damlo dedi ki...

şaka mıymış o yeni başlayan abla/abi. göstert teyzelerine pipini'nin ayrı versiyonu.

iyi bi özelliğini zaafmış gibi anlatanlara ben de çok gülerim, ama hakkaten komik. ne biliyim lisede falan yiyo olabilir idik de şimdi böyle bildiğin abes duruyor. hınzır bile diyemiorum =)

bi de gözyaşına kıt kaynak demişsin ya, işaretli yerlerden kırılıyordan sonra beynime kazınacağını bildiğim ikinci cümle olmuş bu. insanlar nasıl yönetiolar gözyaşlarını bilmiorum ki bu durumu, ben ota boka ağlarken hem de. ölüm, yani ötesi olmayan bi şey. nasıl anlam kaymasına uğrayabilir ki istediğin anda.

çenem düştü: bi de ben bi mülakatta kadına yavaşlığa tahammülüm yok demiştim de yüzüme mel mel bakmıştı. sanırım paylaşılmaması gereken bi özellik bu. ama yani mesai saatinde laklak yapıp da fazla mesaide işbitiricilik oynamaktan ggına gelmişti o dönem. söyleyiverdim gitti.

deryik dedi ki...

yok yok çene düşmesi değil. yeni abiyi de eğitiyoruz, öğrenecek yakında.

ölüye üzülemeyince içi ölüyor insanın.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker