17 Haziran 2010 Perşembe

meleb ev

yorgunum.
salı günü 3 saatlik uykuyla, saat 7de güne başladım. saat 10da toplantıdan çıktım. 11de de yola. 13.45 paris uçağı charles de gaulle'deki grev yüzünden 1,5 saat rötarla kalktı. yolda ağzım açık uyumasaydım kendime gelemezdim. yemek dağıtımı sırasında thy'de bir ilk yaşandı ve bize yemek kalmadı. evet resmen bize yemek veremiyolardı ki bana bi yerden tavuk, müdürüme de hint mutfağı seçkisi yarattılar. bahtsızlığımız bizimle aynı fuar için yola çıkmış olan hanfendiyle devam etti. 3 yaşında çocukla yola çıksam daha kolay olurdu sanırım. sürrreekli ama sürekli tek başına nasıl gideceğini bilmediğini söyledi, anlattım. şu yani: "bizden 2 durak sonra inip, 9. hatta binin. son durakta inin." alim değilim ve bu zor değil. gerçekten değil. o kadar çok sordu ve tekrar etti ki artık ben de bilmiyodum yani.

neyse, elimizdeki valizler varillere döndü, tonlarca ağırlığa dönüştü yorgunluktan. o la la paris metrosunda yürüyen merdiven tabii ki yok. biz ve amorf şekilli gurbetçi bavullarımız, otele nasıl gittik bilmiyorum ama saat 8 idi. 10 dakika dinlenme, ordan fuar alanına kadar yine bi hamallık. ama fuar alanı louvre müzesindeydi, oh mis tabii. müzenin içinde az biraz marangozluk filan. çıktığımızda saat 10du ve hava aydınlıktı ve biz buna aldanıp yürüyelim azıcık bari dedik. sonra soğudu hava. bi yer bulup oturduğumuzda 11'e geliyodu ve akşam  yemeğimizin önümüze gelmesi 11.45'te gerçekleşti. gece evet. gece yarısında da kalktık zaten.

parise dair pek bi şi görmedim. fuar alanı spotları baş ağrısı yapıyor, dikilmekten ayaklarım şişti, iğrenç saçma bi yorgunluk. resmen durarak yorulmak. bi ara rivolide volta atıp geri geldim, o kadar. sonra akşam görev bilinciyle trocadero meydanı. gecesi güzel işte. ama çok yorgunluk, hop geri dön, hop uyu. bu arada kargoya verilmiş, postane ulaşmış ama yaklaşık 400 m ötedeki fuar alanına bi türlü gelemeyen 75 kiloluk kolilerin izini sürdük. çok tatlı caroline çözdü allahtan, en azından 25 kilosuna kavuştuk. diğer 50 hiçbir zaman varolmadı. yine bu arada, gece yarısına kadar ofisten aradılar desem, bence bize acırsınız.

trocaderoya gelince eyfeli göreceksin, sakın şaşırma diye bi versiyonu olabilirdi köşebaşı-bodrumun.

vittel denen su ne fena ne çirkin bir şeydir. galon galon su içicem şimdi. evian da dandik. tatsız tutsuz şeyler. bi tane bulduk, tadı erikli gibiydi, ağlıyoduk sevinçten. şu avrupanın suları krizini hala aşamadım. hollandada musluk suyu içiliyodu ama hani ola ki dışardan almak gerekir filan, aman aman çirkin sular. hem tatsızlar hem de misal, müdürüme dokundu. su yani, kaçış yok, içiyosun.

paris metrosunda turist bakınması değil de "üf çekilin, işim var, geç kaldım" koşturmacası yaptım, pek havalı.

bu sefer quick'e uğrayamadım, o kaldı içimde.

caddelerin, kaldırımların ne geniş, ne ferah senin paris. ihtişamın ondan zaten. binalar da tabii ki güzel ama sokak dediğiniz şey öyle boylu boyunca 3 şerit yaya, 4 şerit araç ve bi 3 şerit daha yaya olmak üzere serilince, kudretine şapka çıkıyor şehrin. sonra parklar... gezemedim bu sefer, çok içimde kaldı. uzaktan bakması bile güzel parklara. sonra tabelasızlık. o kadar güzel ki binaların ilk 3 katını da görebilmek. hani biz istanbulda tabeladan boş kalan yerlerini görüyoruz ya anca.. hoş gördüğümüz binalar aynı değil; ama olsun. planlamasına hayran kala kala paris işte.

birbirine çok yakın olan  4 tane "restaurant istanbul" saydık, eminim daha vardır. ya müthiş bi zincirleşme ya da yaratıcılık sınırlı. bi tanesinde, bi amca yoldan geçenlere eşeeek eşeeek diye bağırıyodu.

h&m isveç markası ya, kesinlikle yaz kreasyonu çalışamıyo. bunu da ben söylemiyorum, kendi itirafları. amerikada 4 mevsim yaz olan şehirlerde mağaza açmıyolar. ha bi de istanbula eylül- ekim gibi geliyomuş, forum istan.bul'a. yığma mala doyarız. kışın fena değil; ama yazın bence açmayabilirler kepenkleri.

parisliler bu sefer çok kibarlardı. hani daha önceden odunluklarını görmüştüm ama yok bu sefer şehir olarak kibarlardı, o yorgunluğa iyi geldi. en kibarı da resepsiyondaki yaşlı amcaydı.

fransızca anlıyorum ben! valla anlıyorum. yani oturup descartes tartışmadığımız için tabii ki ama olsun. takip edebiliyorum, sevindim ve şaşırdım. hatta konuştum bile, derdimi anlattım filan. can havliyle açıldı valla.

hava değişikliği iyi gelebilirdi eğer bu kadar yorgun olmasaydım, fare deliğine tıkılmayıp temiz hava alsaydım falan filan. olsun. iyidir heralde yine de. elbet.

2 yorum:

ne yazdı ne yazamadı dedi ki...

çok çok ama çok kıskandım...ve içim yandı kişisel sebeplerden. gideni var gidemeyeni var efendim. böyle de olmaz ki :P amaan sen bana bakma deryikcik, ben öyle kendi kendime mızmızlanırım...

Aysin dedi ki...

Paris sularına ben de dertlenmiştim, sonra bi tane bulup hep onu içmiştim, adı neydi diye baktım, Volvic imiş. Hatırladığıma sevindim.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker