9 Haziran 2010 Çarşamba

ileride

yaşlanmak bizi korkutuyor bence blog. evet evet tespit yaptım. elden ayaktan kesilmek, bakıma muhtaçlık geliyor akla. yaşlanmak deyince noel baba veya o klasik, bisiklet tepesinde öpüşen yaşlı ama mutlu çift görüntüsü düşünenleri tenzih ederim. uzun yazı alarmı, kaçacaksanız en sona kaçınız.

üç kuruş emeklilik maaşımız olsun diye gençken saçlar beyazlıyor. ah bu da ne değişik bi tespit, di mi? bu aralar, nesiller arası bayrak teslim yaşlarıma yaklaştığımı hissediyorum, ondan. annem 52 yaşında. henüz genç, evet. ama o artık yorulan biri. o artık doktora daha düzenli gitmesi gereken bir kadın. o artık, benim her zaman çelik gibi, kapı gibi, deniz feneri gibi gördüğüm kadından biraz daha halsiz. daha çabuk ağlıyor mesela ve az biraz daha unutkan. hala enerjik, hala coşkulu; ama ben annemin beni doğurduğu yaştayım. bunu ikinci kez tekrar dahi edemiyorum, korkutucu. yani annem benim kadar yaşamış, beni doğurmuş ve sonra bi benim kadar daha yaşamış ve sonuç bu. düşünün! o yaşlanırken ben şu an onun anneanneme yaptığı gibi, sorumlulukları devralıcam. böyle olacak, her ailede yaklaşık olarak yaşandığı gibi. kiralık ev ararken "binanın asansörü yoksa 2. kattan yüksek olmasın, yorulur" gibi. anlatabiliyo muyum? sorumluluk ekseni kayacak.

çünkü buralarda hayat sadece sağlıklı gençlere uygun. oysa yabancı turist kafilelerine bi bakın. 60-80 yaş arası, hayatının ikinci baharında, zihnen ve bedenen sağlıklı, ayağında spor ayakkabı, hakikaten ikinci baharlarını yaşıyorlar. çalışmış, biriktirmiş ve hep hayal ettiği gibi, şimdi geziyor. kıtalar aşıyor, görmeyen gözleriyle kartpostal yolluyorlar. fotoğraflarını facebook'a koyamasalar da dostlarıyla şakalaşıyorlar. beni bile gömerler, diyoruz hatta. çünkü onlarınki ikinci ilkbahar; ama bizim buralarda ikinci bahar sonbahara tekabül ediyor.

bu ülke için yaşlanmak, yaşarken ölmek gibi çoğu zaman, bir sürü kısıt içeriyor. toplu taşıma veya genel olarak seyahat bir sorun. sağlık sorunları, düzenli bakım ve spor eksikliğinden iyice şahlanıyor.gençken cepten tükettiğimiz birçok organ yorgun. düzensiz gelir zaten tam bir muhtaçlık hali.  yani biz resmen, bir tek gençken yaşayıp, ileriki zamanlarda kendimizi anca geçindirecek parayı istiflemek üzerine kurulu bir düzenin mensuplarıyız.

karıncayız biz hep. şaşkın ve panik olmuş karıncalar. bugün panik içinde biriktiriyoruz. şu an için bunun sebebini kendince mesleki hırs, kariyer hedefi, voleyi vurmak diye tanımlayan yaşıtlarıma selam eder, pek çok gülerim. değil kuzum. korkuyorsunuz. iyi düşünün. orta yaşa gelince, ebeveynlerimize ve çocuklarımıza bakıyoruz, 2 nesil birden. sonra bakımda sıra bize gelince, o koskooccaa bilmem ne beyler ve hanımlar olarak "bakılacak" durumda olmanın yükü yanaklarımızı kızartıyor, eski çıkınımızdan yapabildiğimiz destekle çocuklarımıza yük olmamaya çalışıyoruz. torunlarımıza bakıyoruz 60-70 yaşımızdan sonra, yükü hafiflesin diye çocuğumuzun. o yaşımızda evet, dadılık yapıyoruz resmen, içimizden gelse bile bu böyle. vicdan bazen gaz formunda aramıza çöreklenir. ha bu arada aşık olmak, mutlu olmak, gezmek dolaşmak, eğitim almak vesaire, bir yaşa kadar. ondan sonrası, arasında kaldığımız bir üst ve bir alt nesilden çalmak anlamına geliyor, o da yüz kızartıcı.

ortalama hikaye bu, çalışıp biriktirme imkanınız olduğu varsayımına dayalı. daha kötüsü ve iyisi elbet mümkün. emeklilerin %75'i açlık sınırında oysa. yüzde yetmişbeş. ilaç almak bile bir dert. yani siz, bu gencecik nüfuslu ama işsiz ülkenin bakmak zorunda olduğu bir avuç yaşlı, yüksünüz devlete. evet evet, siz ve ileride biz, istenmeyişimizin verdiği bir görünmezlikle, gaza dönüşüyoruz. yaşlı nüfusun yüksek olduğu japonyada örneğin, gençler isyan ediyor imiş, "bunlara bakmak istemiyoruz, vergileri düşürün!" diye. bizde durum bu değil oysa. biz bakarız. kendimiz ama. devletime ödediğimiz onlarca vergi buna gitmez. biz, devlet adına sosyal güvenlik görevlisi olur, ana-babamıza, evladımıza bakarız. bizden başka kimseye güvenmeyiz, güvenemeyiz. oysa devlet, tam da buna çok güvenir. bizim her iki nesli de üstlenecek kadar kendimizi paralamaktan hayatımızdan vazgeçebileceğimize güvenerek, bu iki nesle de bakmaz. eğitimi de ilacı da paralı yapar mesela. böyle çünkü, bizim vatana millete, anaya babaya borcumuz öde öde bitmez, ilk günah gibi bir şeydir bu. adem bile aklanır da bizim yükümüz hafiflemez. sistem bunun üzerine kuruludur.

ailemiz bizi 18 yaşımızda kapının önüne koyup "kendi düzenini kur" demediği gibi, 80'e gelince de biz onlara "hadi huzur evine" demeyiz. sokağa atmak, terk etmektir çünkü bu. of of, türlü felaketlerdir. elin avrupalısı bunu yapınca "uuu vicdansızlar, aile kurumu çatır çatır" deriz. bi bize aile zira, onlar ne bilir sarı pipililer, 14ünde anneler. bu aile kurumu sübaplığından, 3 nesil boyu mahrum bırakıldığımız sosyal güvenlik haklarımızı sorgulamayız. sorgulayan hayırsız evlattır. "ay ne yani baban mı yük oldu, annen mi zor geldi, bugünler için varsın". biz varız tabii, sadece biz. bunun yüküyle omuzlar düşer.

hemen "adam ölmüş ama haftalar sonra fark etmişler" hikayeleri anlatılır, arayanı soranı yokmuş, ah o çocuklarının yüzünü şeytan görsünmüş. bir çocuk, hele ki bir kız çocuğu, iş hayatı yaşlarında, vicdan sızısı çekmeden, "bensiz nasıl olur, ileride ne olur, ben ne yapıyorum ben" diye defalarca tartmadan yurtdışına filan gidemez genelde. aklı kalır. giderse, her tatil, her fırsat, ailenindir. özleme kısmından bahsetmiyorum; kontrolden, sistemden bahsediyorum. "bi ihtiyacın var mı"nın sorulması gereğinden. uzaktan kumandadan.

yani bakınız bizim tvde ne izleyeceğimize bile "aile" standartları karar verir. her şey aile içindir, bakanlığı var hatta. sosyal güvenliğin de var güya. ben şimdi kardeşime ve anneme bakmak zorunda olmamayı istesem, of ne biçim boktan bi evlat, kıymet bilmez bir andaval olurum. oysa ben onların bana muhtaç olmayacak kadar onurlu bir yaşam sürebilmelerini, bağımsız kalabilmelerini istiyorum sadece. Benim annem bana, birini kendine muhtaç etmeden veya ona muhtaç olmadan sevmeyi öğretti çok şükür. hepsi onun suçu.

ben annemin ileriye dönük seyahat planları yapmayışına üzülüyorum hep. yapmıyor resmen. "hele bi"leri var. hele bi defne, hele bi deryik, hele bi annesi... sıra gelmiyor. ben küçükken, Sâbuş'un deli arkadaşı gibi fıldırfişek gezer sanardım yaşlıları. yaşlanmak gezmekti. oo-hoo, mısır uçağından inip amerikaya gitmekti. ne zaman ki bu arkadaşın kendine has bir güzide örnek, resmen bir numune olduğunu idrak ettim, o zamandan beri sevemem o bisiklet üstünde öpüşen yaşlı çift resimlerini.  hep söylerim, benim dedem 3 kalp krizini de rakı sofrasında geçiren, akıllanmaz bir ehlikeyifti. yaşlılık, hayatı iyice öğrendikten sonra nihayet doya doya keyfini sürebilme dönemi olmalı biraz da. gezebilmeli insan. yoksa öyle uçakla yurtdışında ameliyata yetişmek, tedavi için okyanus aşmak filan, pek de seyahat sayılmıyor.

karıncalar tek numaraları deli gibi çalışmak olan salak hayvanlardır. kanmayın.
hakkınızı şimdi koruyun. kendiniz için değil, 3 nesil için. böyleyken böyle brütüs.

*

buraya kadar okuyan olduysa, şu ahir ömrümde onlar baraj yapmadan ve ben elden ayaktan düşmeden macahel'e gitmek istiyorum. sağ sütuna, en üste link koydum. okuyun. içimi parçalıyor bu haber. söylediler daha önce oysa; ama otele direnmişti artvinliler, mucize umuyorum ben. çünkü biyosfer rezervi olduğunda sevinçten döne döne uçan bi kuştum ben.

bu yaptıkları o kadar ayıp ki blog, bu kadar olur. böyle yaşlanıyorum ben asıl. acıyor.

3 yorum:

aysema dedi ki...

Hepsini okudum, hem de hak vere vere...

Sosyal devlet olmalı, işsizine,hastasına, yaşlısına gerekeni yapmalı. Yakınları sevgi yumağı olmalı...

Param olsa, kocaman bir apartman alır, tüm sevdiklerimi bir dairesine oturturdum. Hem birlikte, hem bağımsız... İhtiyacı oldukça yanlarında, normal zamanlarda herkes hayatını yaşayacak, kimse kimseyi sıkboğaz etmeyecek! Hayal işte...

Sevgilerimle...

pın dedi ki...

deryik iyi ki yazmışsın bunları... dün akşam bir film izliyordum ve kendi kendime ulan ben ne yapıyorum burada dedim, hayat ne kadar kısa ve nasıl da kısıtlanıyoruz dedim, sonra elim mahkum kovdum bu düşünceleri kafamdan; ama senin yazdığın gibi bazı sebep-sonuç ilişkileri var ki hayatımızda, ağustos böceği olmaya özenmediğimiz halde karıncalığa isyanlarımızı haklı çıkarıyor. dile getirdiğin için çok teşekkürler!

moon dedi ki...

aferin sana ..
henüz elli olmadım ama az kaldı..ve bir oğlum var..sanırım sen yaşlarda ..
ben de ona kimseye muhtaç olmadan yaşamayı öğrettim herkese rağmen ...
yemeğini pişirmeyi,kendi işlerini kendi yapmayı ve kendime de hem onla hem de ayrı bir dünya kurdum
birbirimize muhtaç olduğumuz için değil sadece çok sevdiğimiz için bir arada olalım diye..
o şimdiii çook uzak bir kıta da
ve ben sadece özlüyorum biliyorum ki başının çaresine bakar ve o biliyorki annesi onu çok sevdiği için bekler dönüşünü annesine bakması için değil...
herkese rağmen
başarılabiliyor...
sevgiler

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker