17 Ağustos 2012 Cuma

meanwhile in london...

victoria park
Efendiim, ben 1 aya yayılmış halde, taksit taksit tatil anısı yazarken günler durmadı tabii. Londra'dan bir koca olimpiyat geçti. Olimpiyat Stadı aslında bizim eve yakın, yürüme mesafesi denebilir (tamam, uzun bi yürüyüş). Bizim biletimiz yoktu; ama yer gök park ve parklara dev ekranlar kuruldu. Açılışı Haggerston'da yaptıktan sonra benim sadık yarim Victoria ile devam ettik. Hyde Park filan turist işgali altında, pek bi kalabalıkmış sanırım. Biz Victoria'da fena değildik, çok yığılma yoktu, dönmedolap vardı.kapanışta ise victoria park'taki o manyak kalabalığa girmeyip yakındaki türk restoranına gittik, mis gibi yemek yedik ve hatta sonra ameretto bile ikram edildi ki daha nossun. Hazır elim alışmışken bikaç fotoğraf da koyayım, tam olsun.

oyuncak
murray kazandı!
Bu arada, bir yağmurlaşmalar yaşadıysak da, sonra bayaa bayaa yaz günleri oldu; çimler ve güneş. tatil dönüşünden itibaren ben sahiden, tam gaz iş aramaya giriştim. Beni bilen bilir; sahiden nefret ettiğim, ertelediğim, yapmamak için başıma kuma gömdüğüm bir şey. Tamam, kimse bayılmıyor; ama "bir şey yapmalıyım!" şevki/ tutuşması/ hırsı filan da yok bende. Fişim çekiliyor, ben kabuğuma çekilip bir tefal kızı oluyorum: zaten istemezler, zaten beğenmezler, zaten ben de onları beğenmem, zaten hepsi bok. Bu zatenlerim yüzünden sevmediğim bir işte 3 yıl çalıştım "zaten". Haliyle bu gaz halim de aslında pek gaz değil sanırım; ama eski işimde beynimi yıkayarak öğrettiklere üzere: "bir, sıfırdan büyüktür", yapıyorum bir şeyler. sinir olduğum bir şey bu, "durabilme lüksü"m olduğu için durduğumun farkındayım. o yüzden kapıyorum bu konuyu.

aslında ev hayatı dev bir atalet. düzenli koşu hevesim 3. haftanın sonunda iki morarmış tırnak ve 10 yıl sonra yeniden deli gibi ağrıyan diz ile sonlandı. dizim o kadar belalı ki zorlayamadım. belki de tam o aşamada rocky olmam gerekirdi; ama cık, olmadım. zaten "koşuyorum" dediğim herkes pek bir dehşete kapılıyodu (divad hariç bak, o sessiz destek). koşmak yerine yürüyorum, daha benlik.

Bu arada St.Paul's'e gittim nihayet. Hep bi aksilik oluyodu. Gittiğimde bilet satışındaki tonton amca vergi ödeyip ödemediğimi sordu. iş bulunca ödeyeceğimi söyledim. pek güldü, yakında bulmamı diledi, bi de "işlerin benden çok torunlarım için zorlaşması beni üzüyo" dedi. üzülme sen amca ya. gülümsedik karşılıklı işte. Sonra yükseklik korkuma tutunup en tepedeki golden gallery'e kadar çıktım. Çıkmak pek sorun değil zaten; sorunsuz inebildim de. 528 basamaktı galiba.
"sahiden çıkabildim" adlı eser.
sonra tate'deki munch sergisine ve şu yeni "tank" bölümüne gittik. tank canlı performans alanı da var ama biz hiçbir şeye bakmadan gittiğimiz için denk gelemedik, onu ayarlamak daha iyi olabilir. munch, "çığlık"sız; ama pek güzel. ayrıca şu "pastel boya çığlık nasıl o paraya satılır?!" konulu eleştiriyi anlamak için de iyi; çünkü edvard bey beğenilip satılan hemen her eserini bir daha yapmış. neyse işte, denk gelen atlamasın.

şunları kraliçeye getirin
nihayet greenwich'e de gittik. DLR cutty sark'a kadar gidiyor; ama olimpiyat sebebiyle o durak kapalıydı. bence iyi de oldu, bi öncekinde inip thames tünelinden yürüdük. 1902'de yapılmış, nehri yürüyerek geçiyorsunuz. aşağısı o kadar serin ki, "sahiden suya girdik biz!" diye düşünüyor insan. Neyse, olimpiyat sürerken gittiğimiz için gözlem kulesi kapalıydı; ama denizcilik müzesini gezdik ki britanya tarihinin özeti denebilir. Neden ada olmakla bu kadar gurur duyuyorlar, "kıta avrupası" diye burun kıvırıyolar, anlıyor insan. ister istemez dev bir kolonicilik müzesi aynı zamanda; hindistan, çin, afrika dolu. köle ticaretine ayrı bir bölüm ayrılmış. ben müzelerin çocukları düşünerek hazırlanmasını seviyorum. pixar animasyonları gibi olmalı sanki: çocuklar için gibi görünebilir; ama yetişkinlere göndermelerle dolu. burası da yetişkinler için; ama çocukların da ilgisini canlı tutacak şekilde hazırlanmıştı. özellikle keşifler bölümü güzeldi, latin amerikadan, güney kutbuna. küçükken amundsen ve scott'un hikayesini okuyup böhür böhür ağlamış bir çocuk olarak çok zevk aldım.

ortaya karışık greenwich

 müzenin bi diğer güzelliği de, ufak da olsa bir "çevre" bölümünün olması. yani deniz, okyanus tarihten, mavi sulardan ibaret değil bu müzede, aksine tam da bugünle ilgili. onlarca atık, gerçekleşen tanker kazaları, geridönüşüm vs her konuda kısa kısa bilgi vardı. yeterli mi? belki değil; ama daha büyük olsa fazla didaktik olabilirdi. bence hem yetişkinlere hem çocuklara fazla ders gibi gelen bir konuyu gayet renkli anlatmışlar. o yüzden ellerine sağlık.

sonra deniz harp okulu bahçesine kurulan ekranda, canlı müzik eşliğinde biraz maç seyrettik ve eve dönüş. greenwich'e bir daha gidip, kalabalıksız, sakince gezmek istiyorum. hatta bu sefer şu nehir-taksi kılıklı motorlarla gitsek keşke.

victoria & albert museum'da henüz bitiremediğim yerler vardı, geçen gün bir daha gittim. yine bitmedi; ama az kaldı. kocamansın V&A ve en güzel müze mağazası senin. müzeyi gezerken her bölümde 1-2 tane "lütfen dokunun" köşesi oluyor. oradaki bir malzemeyi veya bir stili daha iyi anlamanız için, mermer, granit, taş oyma vs. parçalar var. hem çocuklar, hem dokunmatik yetişkinler hem de görme engelliler için; çünkü breille alfabesiyle açıklama da var. ayrıca yine çocuklar için olduğunu düşündüğüm ama hep yetişkinlerle dolu olan keşif odaları var: mesela bilgisayarda kendi armanı tasarlıyosun, püritenlerin yaka fırfırını veya şövalyelerin eldivenini deniyorsun. müzeden ayrı bir "çocuk odası" değil bu, bölümler arasında geçerken uğranıyor ve bence böyle çok güzel olmuş.

V&A seçmecesi
 yıllar boyu değişmeyen saç rengime tatil öncesi bir ufak dokunuş yaptım, 1-2 ton açıldı. küçükken yazın açılırdı böyle, sonra olmadı hiç. boya değil de işte, şu oksijenli, saç açıcı spreylerden. john frieda'nınkini kullandım ben heveslisi varsa, hem kolay, hem kontrollü; ama saçınızın zaten açık renk olması gerekiyor. iyiyiz şimdilik. köklerden uzarsa da yine iki fısfıs, düzeliyor. en güzeli, başkasının saçını peruk yapmışım gibi durmuyor. bi de kestirebilsem tam olacak.

neyse, bu iki hafta sonunu britanya turuna çevirdik. bugün nottingham yolları, rehberimiz ersinciğimin doğumgünü kutlamaları. haftaya da nihayet edinburgh, festivaldeki bir oyuna bilet aldık, bir de galeriler, kale filan derken yaşasın bank holiday.

bundan başka... yıllardır görmediğim ve benden pek hazzetmediğini düşündüğüm güney afrikalı arkadaşım (arkadaş? tanıdık?) şehre geliyormuş ve görüşmek istiyormuş. belki de yıllardır görmediği için benden hazzetmeye başlamıştır veya ben o yüzüme gülüp arkamdan konuşma halini fazla ciddiye almışım, arkadaşlık böyle bir şey de olabiliyomuş. belki o iyidir de etraf kötüdür, zaman pistir. bilmiyorum. tanıdık işte. görüşmeyecek kadar ciddiye almıyorum galiba, 4 yıl olmuş, zaman aşımı. neden olmasın ki?

*

ailemi özlüyorum. şunca yılın talimi sebebiyle özleme eşiğim yüksektir; ama sahiden özlüyorum. kardeşimi 7 aydır görmedim ve tahminen en az bi 3-4 ay daha göremeyeceğim. fazla. bu arada saç modeli 3 kez değişti. şimdi hepsi birden tatilde ve ben orada değilim. kocam da kendi ailesini özlüyormuş, dün itiraf etti. şu vize uzatma işlemleri bi an önce halledilse, uçak bileti de alabilsek, ne güzel olacak.

1 yorum:

mermaid dedi ki...

Ve sen bütün bunları yaparken, her an, her dakika ne yaptığımı, nasıl yaptığımı takip ettin, dinledin, destek verdin.
Öyle mesafeler ötesi bir dostluğun var ki, dünyanın neresinde olduğunun sahiden önemi olmadığını biliyorum.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker