7 Ağustos 2012 Salı

zanzibar günlüğüne devam: Blue Safari

Gün 9 7 (editos): Unguja Adası, Zanzibar. Program: Blue Safari

Zanzibar'ın güneyinde hem okyanus daha az dalgalı, hem de yunus koruma bölgesi var. Kizimkazi tarafına özel yunus turları da yapılıyor; ama 8-10 tekne tarafından çembere alınan, bu arada "hemen yunuslarla yüzmeliyim" diye suya atlayan turistlerden kaçmaya çalışan yunus fikri bana dehşetengiz geldi. Londra'dan nasıl bir gezi kitabı aldıysam zaten, adam birçok popüler turu yerden yere vurmuştu. neyse, biz de bu sebeple blue safari'yi tercih ettik. yine adanın güneyine gidiliyor; ama kizimkazi değil, menai tarafına. Menai bir yunus ve deniz kaplumbağası koruma bölgesi; ama esas amaç şnorkelle dalış; yunus görürsen ne güzel. Peşlerine düşüp taciz etmiyorsun.

Sabah, 1 saatlik yoldan sonra saat 9 civarında menai'nin fumba sahiline vardık. Otel filan da var, "el değmemiş" yer arayanların aklında olsun. Bizim gittiğimiz Blue Safari aslında bir firmanın adı, adanın en eskisi (solmuş tshirtlerden de anlayabilirsiniz); ama aynı adla benzer turlar yapan başka firmalar ve hatta bireysel "girişimci"ler de var tabii.

Neyse, bizim gibi bir sürü turist bekliyordu. "siz oraya, siz öbür tarafa" diye yol gösterdi yetkili amcamız. sonra onlarca çift palet ve şnorkel yığdılar, hep beraber kendi numaramızı aradık. palet neyse; ama ben o "şnorkel ağızdan ağıza"ya katlanamam. iyi ki yanımızda kendi şnorkellerimizi getirmişiz, gözlük filan da vardı. bir tek paletleri oradan aldık. sonra bizi gruplar halinde dhow'lara bölüştürdüler. bizimki ne hikmetse en kalabalık olanlardan biriydi. az ilerimizde baş başa tura çıkan bi balayı çifti varken biz niye 12 kişiyleydik, kısa bi düşündük. belki sorsak özel versiyonu da vardı, bilemiyorum. otelde bilgi vermedikleri için, böyle bir sürpriz oldu; ama fena da olmadı aslında. kalabalık tekne turlarını hiç sevmem; ama dhow minicik bir yelkenli olduğu için ve ufak çocuk da olmadığı için rahattı.

Bu arada, güneye giderken veya dönüşte, yakınlardaki Jozani Ormanı'na da gidilebilir. Zanzibar'a özgü, sadece 2500 tane kalan, kızıl tüylü Columbus maymunları burada yaşıyor. Biz gitmedik; çünkü zaman yetmedi. Açıkçası selous'dan sonra maymun görmek için ayrı bir tura girişmek de abes geldi.

Fumba sahilinden bir 10-15 dakika motorla açıldıktan sonra, mercan resifi rehberimiz suya atladı. biz de peşinden. gözlüğün habire buharlanması kısmını geçersek çok zevkliydi. bu arada yüzme bilmeyen 5 kişi teknede kaldı. yüzme bilmesem, dhow'a cesaret edemezdim; ama sualtı fotoğraf makinesi olan tonton japon amcalardan değilim tabii. onlara daha sonra can yeleği verildi ve öyle yüzdüler.

mercan resifinde yüzmek fotoğraftaki gibi bir şey. 27 pozluk sualtı kamerası can kurtaran oldu. ilgilenen varsa, 800 ISO doğru kararmış. hava çok güneşli olmadığı için ve zemine yakın yerlerde kumlar bulanıklığa sebep olduğu için memnunuz. parmağımı habire kadraja soktuğum değerli kareleri burada paylaşmıyorum tabii. rehberimiz dalıp dalıp bize görülmeye değer kısımları işaret etti ki mühim bir hizmet; siz mercana aval aval bakarken arkanızdan balık sürüsü geçiyor çünkü. bu sizi kesmezse, tüplü dalış turları ayrıca var. hatta zanzibar takımadası'nın kuzeydeki yavrusu pemba'ya gidiyormuşsunuz, dalış aklınızı alıyormuş.


neyse, bi 40-45 dakika filan yüzüp mola verilecek adacığa ulaştık. Sular çekildiği için ortaya çıkan bir kumluk demek daha doğru tabii. can yelekliler de burada denize girdi. japon amcaların fotoğraf azmi takdire şayan. kumlukların etrafı da kum, haliyle görülecek pek bir şey olmuyor; ama yine de çektiler.

sonra tekneye doluşup yeniden yola çıktık. 5-10 dakika geçmeden yine bir "mercan duvarı!" sinyaliyle suya atladık. aynı şekilde, bir 45-50 dakika daha yüzdük. tekneye tekrar çıktığımızda ben öğle yemeği hayali kuruyodum artık (9 aylık bebek rutinine sahibim).

sonra efendim, öğle yemeği molası verilecek adaya gittik. tabii hemen gidemedik, sular çekilmiş. tekneyi bıraktıktan sonra bi 10 dakika filan sahile yürüdük kumlardan. adanın bi yarısı mangrove kaplı ki ben o kısmı merak ediyodum fazlasıyla. neyse, ada dediğim okyanusun ortasında bir noktacık. minik bir köyü var. haliyle tuvalet filan çok ilkel; ama kokuyu önlemek için tütsü yakmışlardı, temizdi ve güzeldi işte. o kadarcık bir özen bile yetiyor insana. bu arada diğer tekne de adaya yanaştı ve içinden 7'den 70'e italyan ordusu çıktı.

Yemekte tepeleme deniz ürünü vardı, yanında da domates soslu pilav. İstakozdur, kalamardır, hepsini çok severim ve çok da lezzetliydi. İçecek olarak kola, bira vesairenin yanında hibiskus suyu vardı ki onu da pek severim, çok mutlu oldum. Yemekten sonra gayet eğlenceli bir "bilin bakalım bu ne?" meyve seansı yapıldı. En az 15 çeşit meyve tatmış olabiliriz, porsiyonları da boldu (yemekten fotoğraflamamışız). Favorim baobab ağaçlarının meyvesi olan küçük pembe tohumlar. Bu arada durian denen rezaleti de tattık. Kabuğu sebebiyle kokusu sahiden çürük et- küflü çorap- bozuk yumurta filan ayarında. Tuhaf bir şekilde tadı o kadar kötü değil; ama yani meyve denmez ona. "Brunei'den dünyaya yayılan ama keşke orada kalsaymış denen meyve" diyolar, hakikaten öyle. Doğu Asya'da bazı otellere sokulması yasakmış mesela. Singapur'da da toplu ulaşımda taşınması yasaktı.

kamuflaj benim işim
Yemekten sonra likörlü kahve ikramı yapıldı ve herkes bir yere dağıldı. güneş altında futbol oynayan azimliler, şezlongta uyuyanlar, kovalamaca oynayan çocuklar ve biz. adanın iç taraflarında dev bir baobab ağacı var demişlerdi, oraya gittik. dev bence az kalır. o ada boababmış meğer. küçük prensin gezegenini görmüş de olabiliriz. kocaman, haşmetli ve şefkatli. hatta, benim garip gezi rehberimde yazdığı gibi "insan olsa herkes ona sarılmak isterdi". baobab, ağaçlar aleminin devesi sayılabilir. gövdesinde su depoluyor, tüm kurak mevsimi bu sayede geçiriyor. o yüzden de seveni çok tabii.

adanın içinde devrilmiş; ama büyümeye devam eden bir baobab daha vardı, başı sonu belli olmayan. italyan ailenin 3 küçük kızı tırmanıp atlıyolardı, biz de onlara katıldık. iç kısımlarda yürürken, cankurtaran kulesi gibi bir şey gördük. yükseklik korkumu belime dolayıp merdivenleri çıktım - harika bir manzara. derken fotoğraf makinasının şarjı bitti, tabii ki. yine de önümüz hint okyanusu, arkamız orman, çok güzeldi efendim.

büyüyor, durmuyor
Adada yemek üstü tembellik güzeldi. heralde 2 saatten fazla kaldık. Bu arada sular yükseldi biraz, onun şerefine yüzdük. Tekneler kıyıya kadar geldi. Hepimizden tembel olan tur ekibi nihayet "hareket vakti" dedi,. Adanın arka tarafındaki mangrove ağaçlarını görecektik ve devamında da bir ihtimal yunus görebilirdik (tüm gün telefonla sordular, ortada yunus yoktu). Fotoğraf makinesinin şarjı bitmiş ama sualtı kamerasında hâlâ pozu olan bir ikili olarak, bundan sonrasını o makineyle fotoğrafladık. yine de sonuç fena değil, hiç fena değil.

tuzlu suda yaşayabilen yegane ağaç: mangrove
bu karedeki parmak "bak yunus" demek için orda, yoksa yani...
evet, yunusumuzu da gördük! etrafta sadece biz ve italyan teknesi varken, tek yavruyla yüzen bir yunus çifti gördük. atlayıp durdular, biraz etrafımızda döndüler ve sonra bir acele ufukta kayboldular. biz de dönüş yolunda kendimizi gün batımına bıraktık. kaptan biraları dağıttı, miçolar motoru kapayıp güzelim yelkenimizi açtılar. yüzümüzü güneşe döndük, ayaklarımızı okyanusa sallandırdık ve rüzgarı arkamıza alıp, son hız fumba'ya gittik. dhow'u izlemek güzel; ama içinde olmak bambaşka bir zevkmiş.

akşamüstü 5 gibi fumba'daydık. şoförümüzle buluştuk. yarış arabası temposuyla bizi uçurdu, 50 dakikada otele döndük. akşam yemeği, şarap, yıldızlar ve uyku.

1 yorum:

gülş dedi ki...

bu yazılar hiç bitmesin!

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker