25 Mayıs 2006 Perşembe

sosyal sorumlu deryik



Şimdi environmentalism of the poor konusundayım. İçi kararıyo insanın işte... Orda birileri daha parlak yaşayacak diye başkaları sürünüyor, bu var evet. Bir de o başkaları kimyasal/ endüstriyel atıklarla, çöp alanlarına hapsedilerek yaşıyor, birkaç hektarlık tarlaları üzerinde maden entrikalarının dönüşünü, balıkçılık yaptıkları gölün yok oluşunu izliyor. Birileri kuzeyde geridönüşüm mutluluğu içinde camı, metali, kağıdı karıştırmayıp bisiklete binerken, güzide çokuluslu şirketlerini Asya'ya, Latin Amerika'ya, Afrika'ya yolluyor, "evi daha yeni temizledik çöpünü yan bahçeye fırlat" hesabı. Avrupa tüm sempatikliğiyle doğal parklar kurup panda üretirken, birileri "çevresel ırkçılık yapıyorsunuz" diye kıyameti koparıyor. Bizse Türkiye'yi hala 3 tarafı denizlerle çevrili cennet sanıyoruz. Çevre denince "doğal güzellik"ten başka bir şeyin anlaşılmadığı, şehirlerin doğanın bir parçası olarak görülemediği bir memlekette erozyondan ve kelaynaktan öteye geçemeyen endişelerimiz var. Aşağılama değil bu; sadece yetersiz buluyorum. Kimse Mamak çöplüğünü sorgulamıyor Ankara'da. Tuzla'da iki varil bulunca kıyameti koparanlar devletin çevre borcu içinde yüzdüğünü bilmiyor. Çevre, rantçılığın hipodromu. Ne demişler, "yoksulu satın almak kolay". Bergama aksini söylüyor gerçi ama, kimse yoksulun satılık olmadığını söylemiyor.

Hindistan ve Brezilya ayağa kalktı artık, zenginin çöplüğü olmadığını haykırıyor, şirketleri kovalıyor. Artık kimse çevreyi, sağlığını, geleceğini üç kuruşa satmıyor. Bizse dünyadaki sayılı gemi söküm ülkelerinden biri olduğumuz halde, atık yüklü gemi tehdidi karşısında hala "ay acaba geri mi göndersek" diyoruz sadece. Çevre Bakanı nedense hep Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'yla hemfikir. Birileri "kanser olduk biz" diyor, duyan yok. Kürtçe için kıyametler kopabiliyor ama bir Allah'ın kulu çıkıp da "Marmara'yı ne hakla öldürürsünüz" demedi bunca yıl. "Sosyal ve siyasal haklar" diye bağıranların yarın içmeye suyu yok, görmüyorlar; çünkü bu ülkede çevre hakkı diye bir şey sorgulanmıyor.

Evet sinirliyim biraz. Bir yumruk oturuyor boğazıma bazen. Özge'nin dediği gibi, Afrikalı çocuklara sarılıcam bu gidişle.

2 yorum:

Ozge dedi ki...

Sen Afrikalılara sarıl Deryacım, ben de o sırada ruhumu satmış bir şekilde holdingin üst katından güzel manzaraya bakarak acaba parayı nereye bastırsak da bire yüz alsak, nereyi sömürsek diye düşüneceğim. Paraya para demeyeceğimiz için onun yerine ne desek diye de düşünebilirim...

Şaka bir yana senin kadar sosyal sorumlu olmayı isterdim, neyse ki sen anlatıyorsun aradave ben de bazı gerçekleri hatırlıyorum...

Adsız dedi ki...

5 yıl kadar önce,Batman'da,terkedilmiş bi Yezidi köyüne gitmiştim.Köylerine geri dönmek isteyen bir aileyle konuşmuştuk bomboş bir evde.Dışarda,göç eden hikayelerden arda kalanları süpüren bir rüzgar;içeride,sobanın ateşinde gençliğinin peşine düşmüş bir ihtiyar vardı..Geri dönerken Hasankeyif'e uğradık.Yol üzerinde mağarada yaşayanlar insanlar gördük,yoksulluğun bayraklaşmış hayatlarını..İstanbul'a döndüm sonra,haritanın yırtılan yerinden kaçışların en güvenlisine,evime.Düşünüyorum da,vicdan denilen o yaranın içinde,sarılmak için boynumuza kartonlar asmanın gerekmediği ne kadar yoksul çocuk var.Düşünüyorum da,düşünmek değiştirmiyor hayatı Nazım'ın dediği gibi..

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker