5 Eylül 2011 Pazartesi

elmalar, filler, kırkayaklar.


annemin ressam bir arkadaşı var. adından başlayarak enteresan bir insandır. küçüklüğümden kalan en renkli simadır. mesela bunca yıl, gördüğüm en kısa saçlı kadındır. onun evi boyalar, şişeler, garip aletler, tuhaf zerzevatla doludur. onun evi her çocuk için harikalar diyarıdır. hani küçükken famecity'ye gidip top havuzuna girmek büyük bir heyecandı ya, benim için diğer seçenek işte bu evdi. zaten kendisi en çok, evine gelen çocukların evi incelemesiyle eğlenir, resmen karıştırılsın diye ortada bıraktığı düğme kavanozu, kumaş topları ve yağlı boya tüplerini takip eder, merakımıza gülerdi. hanselle gratelin pasta evi gibi bir şey. ben uslu bir çocuk olarak, etraftaki bu ıvır zıvırı asla ellemeden, gözlerimle oynardım. o da güler, güler, "annene bakma sen, istediğin gibi karıştır" derdi. izni kopardıktan sonra büyük bi neşeyle çekmeceleri açıp kapardım, dolap kapakları, teneke kutular, cam kavanozlar... sadece bakmak bile yeterdi. sonra annemi bırakıp benimle sohbet ederdi, çok çok gülerdi. ben de kocaman bir genç kız olarak, tüm bilmişliğimle konuşurdum, tabii ki.

neyse işte, annemin bu sevgili arkadaşı, arada bir küçük çocuklara resim dersi verirdi. aslında o öyle demezdi ve "çocuklara resim dersi verilir mi yahu?" diye kahkahalarla gülerdi. ben hiç o derslere katılmadım, nedense. ama çok eğlenceli olurdu, biliyorum. "şimdi herkes bi elma çizecek. yeşil veya kırmızı boyamak yok!" derdi mesela. yaşına göre kimi çocuk peki deyip mavi, mor elmalar çizer, biraz büyük olanlar "ama örtmenim elma kırmızı olur!" diye itiraz ederdi. o zaman annemin sevgili arkadaşı, eline boyayı alıp dev, mor bir elma çizer, "ama bak bu mor!" derdi. gördüğünüz her elmadan daha gerçek, mosmor bir elma.

onunki resim dersi filan değil, hayalgücü antremanıydı. anneme anlatmıştı, şu şekilde: "ben aslında böyle yapmıyordum, 'elma çizelim' filan diyordum. bir gün bir baktım, küçükler kafalarına göre çiziyor ne söylesem, büyüklerse ders kitabı fotokopisi gibi. fil çizin diyorum, küçükler kanatlı hortumlu garip şeyler çiziyor, sorunca uzun uzun hikaye anlatıyorlar. büyüklerse filin dişini düzgün çizemedim diye ağlıyor. yaratıcılık aslında doğal. çizerken değiştirmek, oynamak içgüdüsel. sonra ne oluyorsa, bir sürü doğru ve yanlış öğreniyoruz, hayalgücümüzü köreltiyor. önce ezbere bildiği şeyi olmadığı gibi çizmeyi öğrensin, sonra olmayanı çizmeyi de becerir zaten."

bunu dinlediğimde çok küçük değildim, o yüzden hatırlıyorum yani. bi yandan ona bakıyordum, bir yandan da 40 metrekarelik evde salona serdiği 5 metrekarelik tuvale. tuvalin üstündeki renklere, şekillere. etrafındaki her şeye böyle bakabildiğini bildiğiniz bir insan, üstelik sımsıcak, canayakın- çocuk aklımla bile cevherdi benim için. şimdi istanbuldan kaçıp bodruma taşındı, uzun süredir görüşemiyorlar annemle.

bense işte ne zaman bir kavanoz dolusu düğme görsem hep ünay'ı hatırlıyorum. düğmeleri kağıda yapıştırıp kırkayak yapmak, koşarak göstermek ve içten bir "aferin" almak istiyorum. çünkü ünay'a hevesle bir şey gösterdiğinizde asla "aferin; ama bak burası bıkbık olmuş, hiç öyle olur mu? olmaz di mi? düzeltelim hadi bakalıııım" filan demez. el kadar çocukları projelendirilmiş başarı tanrılarına dönüştürmez. onun aferinlerinin peşinden "ama" gelmez. içinizden gelen şey orantısız ve düğüm olmuş bir kırkayak bile olsa, düzeltmez. çünkü oradaki aferin, hala bir şablona, bir ezbere sıkışıp kalmadığınız için aldığınız bir aferindir. o yüzden kıymetlidir.

1 yorum:

mermaid dedi ki...

Bu yazı bana bir gün benim minik adamların blog ya da o zaman olacak teknolojiyle seninle ilgili yazacaklarini düşündürdü. :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker