12 Ekim 2008 Pazar

"biz hep zengindik" imajı yaratmanın altın kuralları

ankara semaları şehrin ilk house cafe'sine kavuştu.
bunun ne demek olduğunu burcuyla "bilkent hırkası" dediğimiz ürünü giyen (ve kendisinin de sonradan satın aldığı nıhahaha) kızlar anlatabilir. o hırkaları giyenler evet, sadece bilkentliler değil ve bilkentli olup giymeyenler de var ama maalesef yüzeysel tanımlarımızla varız. neyse, o hırkalar işte, yıllar yılı "belini bıkınını kapa evladım sizin nesil kısır kalıcak bak" diyen annelerin bi komplosu. "erkek arkadaşımın pantolonu, üstüne babamın memur hırkası" ekolü galiba. onun en üstüne de "annemin kuaförü". tabii ki. "dağınık topuz"u yanlış anlıyolar yalnız. "özel harekat timiyle dağıtılmış topuz" demek diil o.

neyseee devam. "yeni açılan cafe test ekibi", test sürüşü için görevlendirilmiş vaziyette hazır ve nazırdı. tıklım tıkış. uzun yün hırkasını "tefal kızı" gibi giymiş 55lik teyzenin poşusu, karşısında fallik fallik puro tüttüren kalın enseli adamlar filan da vardı. herkes aynı şeyi içiyodu: limonata. galiba cafe kalitesi belirleme araçlarından biri. bizim efendim, yolumuzun üstüydü ve yol üstü lezzet duraklarını seven bi anne-kız ikilisiyiz. limonata filan kesmez, içi beyaz çikolatalı brownie denen nimete kavuştum. güzel bi şi kendisi. "death by chocolate" listesine girebilir. zira nefes alamadım bitince. ama lezzeti yerinde.

neyse işte, bu ekibin yarattığı bi de "kapı önü valeleri" var. bu valeler basit birer değnekçi değil asla ve never, rafine bir hizmet sektörü erbabı olduklarını kibarlıklarıyla yansıtmak istiyolar. çıkışta size şöyle soruyolar: "aracımız var mıydı?". araç ne ya? evet traktörüm bi alt sokakta. araç! "MIZ" nedir onu hiç bilmiyorum, sevmem ben öyle biz biz konuşanları. "evet babamıııız karnemizi aldık, çok başarılıyız, hem okuyup yazabiliyoruz, bak bu da kurdelemiz" filan diye konuşan anneleri de mesela. deli misin divane misin, çocuk kırk yılın başı kırmızı kurdele filan takmış göğsüne, ona da ortak olma bari. "artık çişimizi kendimiz yapıyoruz fatma teyzemiz". sapık anne resmen. "ay daha yeni mi mualla hanım?!" derim ben olsam.

tunalı hilmi caddesi enginlere sığmıyor, üstlere doğru kayıyor, filistin caddesi boyunca. hoş o caddenin adının filistin olması, galatasaraydaki cezayir sokağı gibi hazin ve komik bence. biliyorum, sefaret orda olduğu için ama neyse yani.

bu "valeleri kapıya öyle bi dizdik ki gol atmak imkansız" etten duvarı filistin caddesinin her köşesinde var. big chefs'in olduğu köşede de. istihdam böyle yaratılır arkadaşlar. "o mini cooperı çevir getir, mazdanın farlarını kapa" filan, bi gün geçiveriyo. büyük hantal ve korkunç adamların arasından sıyrılıp "aracım yok aracım yok la la la"-- sıradan halkla tabanvay.

ay konu dağılıyo. hah topladım: kanımı titreten "amerikan usulü garsonluk" staratejileri.
çok suni çok. samimiyetsiz. ben bi yere ilk kez giriyosam, karşımdaki adam bana "oo merabalaar hoşgeldinizzz" diyosa korkarım. "kesin tanışıyoruz ben unutmuşum, ne ayıp" derim. ne bu piyanist şantör haller? yok, bu house cafe'de olmadı. neyse işte sonra menü verirken "hoşgeldiniz, nassınız, işte yemek listemiz lay lay trilaylaaay" kıvamlı, bol sırıtışlı, çok dişli, hep 32 32, "garsonluk ayrıca bir entertainment olmalı, müşteri memnuniyetinden bunu anlamalı" kafası. beni geriyo. benim hep gittiğim yer olur, bana hep bakan garson olur, "aa çay di mi" der, bu samimidir. ilk kez görüp can kardeşini bulmuş gibi "ay kimler gelmiş kimler gelmiş" yapar, arkama bakmadan kaçarım.

ayrıca, hem, daha mühimi: her zaman eğlendirilmek istemiyo olabilirim. modern zamanlarda şeerli kadın olarak, kalabalıklar içinde yalnız olup saklanmak istiyo olabilirim. yorgun, bıkkın ve üşümüş olarak bi bardak çay istiyo olabilirim. sürekli bi sirk fon müziğiyle "hey yo, demek kahve, iyi seçim, muhteşemsiniz, süper" filan-- bi git. bi dur. yüzüm gülmüyosa belki gülmesi gerekmediği içindir. ne sen ne ben her daim sırıtmalıyız. bi rahatla. eski ekiptekiler gibi samimi ol, "canım çıktı ya ne gün of" de, insan ol. aaaaa. bu ne: "siparişimiz hazır mı bakalııım?" lay lay liim. ah işte bi BİZci daha. hiç sevmem. sevmem, sevemem. makul garsonlardan canavar yaratan "ben amerikalarda bu işin diplomasını aldım" cengaverlerini de sevmem. "oooh afiyet olsun beğendiniz miii nasııll" durbidurbidurbisus. elalemin eğlendirgeç garson ekolüne yamanana kadar, kendi meyhane ve hatta kahvehane kültürüne bi dön bak, üslup öğren. mesafeli dur, ağır bak. aaaa. giderek kuaförleşen mekanlar. kuaförlerde çıraklar birbirine "sermet bey, ayla hanım" diye seslenir, döner size "ee saçını napcaz deryik" der. hani bana, hani ona. kavram kargaşası. "öpme beni" yazılı t-shirtler lazım resmen.

müşteri tarafına gelirseek..
ankarada, derin gözlem ve kontrollü deneylerim sonucu, iş çok vahim. böyle bi "olmak, yırtmak, oldurmak" isteyen bi ekip var. nerden gelirler ne iş yaparlar bilmiyorum. bu tür "tam istanbul işi" mekanlarda varlar hep. "house cafe evet, istanbulda her gidişimde uğrarım ben hı hı menüsünü ezberrree biliyoruum" havalarında. eskiden çok eskiden, yurtdışı markalı ama içi boş poşetlerle gezip kendince "evropa gördüm" havası atan tayfa gibi. yerli ekol. etrafı süzen, süzülmek isteyen, fazla parıltılı, lame, ışıldaklı ve makyajlı kız çocukları ve "avrupalılar preppy diye bi şi çıkarmış, hem pembe giyince top olmuyomuşun lan" kafasında pembe/yavruağzı gömlek/tshirt giyen ama yakıştıramayan genç irileri, hep hep hep aynı gözlük çanta ve göğüs kıllarıyla oturuyolar. bazen konuşuyolar. o kısım çok fena. yüzeysel bile diiller. zira yüzey dediğimiz şey, belli bi alandır. bunlar o alanda zigzag filan çiziyo anca. belli ki para var ve harcamak istiyolar, sanılanın aksine bazen buna bile eyvallah diyorum. var, harcıyo. kendi kazanmak zorunda kalacağı günler uzak olsun saadetine.

velakin benim sınıfsal etik kaygılar bi yana, meselem şu: HARCAYAMIYO. maalesef. X miktar para, listede işaretlenmiş dükkanlara akıtılmış evet; ama bi şiler hep ters. bi şiler hep "çok fena OLMAK istiyorum, olduruldum ben, oldum artık" diye bağırıyo. başka işim olmadığından oturup üstüne düşündüm ve istanbulun aksine ankarada eski, köklü, "sosyete" denebilecek zengin aileler olmadığına kanaat getirdim. sonradan zenginlik, önünde "önceden zengin" yoksa, örneksizlikten saçmalıyo. elitim elitsin elit: ankarada ithal elitlik tavırları çok "olmamış" şekillerde sergileniyo. olamıyo yani. bi üslupsuz. etiler'de 1 aylık kursa mı giderler naparlar bilmiyorum ama cidden olmuyo. "elitim elitsin elit"sen eğer, ne bileyim, böyle görünmüyo o yahu. şık duruyo en azından. tamamen estetik gözlemler bunlar. ne bileyim, siyah saçı daan diye oksijenlememeyi öğrenmiş oluyolar filan. öyle detaylar yani. uzun tırnaklarını bordolamıyosun. topuklu ayakkabın varsa my little pony olmadan yürüyebiliyosun.

hatta yine derin gözlemlerimle fark ettim ki, böyle mekanlara süslenmiyosun bile. "ay hmm orası mı, benim için sıradan bi fırın/pastane/bakkal orası, eşofmanlarımla gidiyorum, sen bi de oraya makyaj mı yapıyosun, ben fermuarımı kapamaya bile üşeniyorum" züppeliği. hatta. olacaksan tam ol bari diye, dip not bunlar bebeğim. hatta yeni moda şu: müze içindeki cafeler. istanbuldan sırf siz "olabilin" diye bildiriyorum. artık öyle machhiato filan yetmiyo, yeni moda olan şey "daliye gittik tabii ki ilk güüüünnn, eveeeaaatt" filan demek. yani: elimizdeki X mebladaki parayı çul çaputa yatırdık, bizim elit ruhumuzun derin istekleri doymadı, adeta bir eropa aristokrasisi gibi, annem müzayedelerden antika toplar, ben modern sanat eserleri. "param bok, ne markalar aldım" yetmiyo bebeğim, "param bok, ne tatiller yaptım, budist oldum" filan lazım. burjuvalık yetmiyo, makbulü bohem-burjuva haller. yani çan eğrisi işte: "param az harcayamıyorum"- "para bok, harcamayı bilmiyorum"- "param bok ötesi, havalı harcamalar yapmayı, namıma nam katmayı öğreniyorum". ilk kuşak değil, son kuşak zengin olucan- ya da mış gibi yapıcan. "dün voleyi vurdu babam" diye bağırmiycan. daha az "oryantal, simli/payetli kıyafetler", daha çok "modern ve az bilinen tasarımcı t-shirtleri". daha az "bak benim logom var", daha çok "sınırlı üretim ekolojik beyaz gömlek". yani herkes de anlamiycak elitzadelerden olduğunu, sokağa değil, yiyosa, kendi sınıfgülllerine anons edicen. sokağa "araç"ın bağırıyo zaten.

yani işte, düşününüz ki "poşum var, çokkültürlülüğe açık, entel bir elitim ben, diyarbakırlı çocuk besliyorum evde" halleri bile muhitimize yeni düşüyo. çok rötarda başkent yani. ve olamıyo. acım büyük. limonatalar yetmiyo telafi etmeye.

deryik, ankara elitinin göbeenden bildirdi.

13 yorum:

mermaid dedi ki...

ahahahaha

jelatin dedi ki...

Hahaha, o emekli erkek memur hırkaları Top Shop'ta "en çok satan"lar arasında! Ne açmışız meğer, senelerce üşüyen böbreklerimizi kapatmaya!..

ycurl dedi ki...

Eh Ankara'ya hayirli olsun House Cafe :) Gozlem gucune hayranim. Ben de ilk baslarda Amerika'da restoranlarda gosterilen bu asiri ilgiyi suni bulurdum ki garsonlari nasil para kazadiklarini ogrenene kadar. Burada garsonlarin fiks bir maasi yok. Musteri ne kadar bahsis birakiyorsa onlarin maasi o. Bazi yerlerde saati fiks 2-3$ ve ustune bahsis olacak sekilde de yapiyorlar sanirim. O yuzden musteriye okuzce davranamiyor cunku ne kadar iyi hizmet verirse o kadar iyi bahsis alacagini bildigi icin. Eminim onlar icinde her musteriye sevgi cicegi modunda olup gulumsemek kolay olmasa gerek.
Bir de Amerika'da yasamaya basladiktan sonra Amerika'dan gelen herhangi bir restoran zincirinin Turkiye'de bir torenle pek bir matah yermis gibi gosterilmesine de hasta oluyorum. Herhalde dunyanin en luks Burger Kings ve McDonalds yerleri sadece Turkiye'de vardir :)

Aydan Atlayan Kedi dedi ki...

Şu sırıtkan garsonlar en nefret edilesi şeyler listesinin ilk maddelerinde yer alıyorlar. Şöyle ki: herkesten kaçıp bir yere gitmişsin. Kimse seni tanımasın tek laf etmesin de konuşmak zorunda olma, salak salak etrafa bak, belki gazete falan birşey oku, kahveni iç, gibi niyetlerin var. Ama bu garsonlar sevgi kelebekleri gibi etrafta uçuşup durdukça bu ne mümkün? O yüzden nerede suratsız garson var ben oraya giderim. Hiç olmazsa adam dürüst. Sevmiyor işini bunu da açık seçik ifade ediyor. Başımda gereksiz kibarlık da yapmıyor. İnsan başka ne ister?

Peanut Butter and Black Coffee dedi ki...

simdi bi dakka - ben emekli memur hirkasi dedigimiz (hani uzun ve bol olur) cok seviyorum.
zira popomu ve gobegimi kapatiyor. rica ederim. ayrica oraya buraya hareket edince oram buram acilmiyor, ben de rahat ediyorum. hatta emekli mufettis olan dedemin hirkalarini hala giyiyorum desem, herhalde konuyu acikliga kavusturmus olurum.
ama zannedersem siz benim bahsettigim seyden konusmuyordunuz. neyse, bilemedim.
deryikko gene patlatmissin - okudukca 'ayh ankaragg!' diyerek icim buruldu cunku. sen uzak kaldin tabii, arjantin cok janjanli bi yer oldu, igrenc oldu iste. bi de yazin D&R'in ordaki Gloria (ki onlarin pahali kahvelerinden de nefret ediyorum, o ayri) da ayni anlattigin gibi oluyor. Pembe Lacostelu genc irileri ahahah.
Haklisin sekercim, bence sen Bestekar'da falan takil derim ben. Yani orasi da dejenere olmaya bes var, ama en azindan enteresan bir iki kisi de cikiyor aralarindan.
Bakiniz sen. Bakiniz Burcu. Yaaaa.

femme chocolat dedi ki...

süper ya bayıldım kitlelerin sesi olabilirsin yani

derya dedi ki...

herkesin giydiği şu gri diz hizası hırkalar bir tek bana mı batıyor diyordum:)sokaktan sürüler geçiyor böyle. birbirlerini yok sayıyorlar oysa aynı anda karsılıklı iki kaldırımda beş kızın üstünde aynı hırka olabiliyor.
hırkayı travmamı uzatmadan belirtmelyim ki tespitler şahane.

deryik dedi ki...

herkese cvp yazıciim ama pbbc: beybi, burcu ve sen muafsınız. zira seni hırkadan çok elbise içinde hatırladığıma göre ve hakikaten dedenin hırkası olduğuna göre, tek atımlık sezon ürünü diil bu, evet. burcu da fabrika kızı zaten.
bestekar üstünden tunusa filan, kaçıciim.

Adsız dedi ki...

perihanmağdenvari ne de güzel anlatmışsın vatanımın başkenti, kıraç anadolu topraklarındaki tunalı hilmi hallerini.

netekim bu ülkede limonataya 10 lira vermeye aç en az ellibin kişi var ki varsın onlar da kansın, berkle şekil yapıp hizmet sektöründe üç beş nemalansın,lacoslar yavruağzılansın . bu ülkede almanyadan çok mersedes var derken ingiltereden çok range oldu gelişe gelişe ki bi bi kaç range bi house cafe eder de artar bacım.

hırkalar iyidir . ben en çok sıcak soğukta o külodu belli g.tten düşen gri eşofman altı ile bebek cafeye geçtim mecidiyeköy cehenneminde bile gezmesine divaneyim.

ama hırkalara laf yok.

denizero dedi ki...

__o puroya biz de maruz kaldık... işlemeli tavan yapıcaz diye havalandırma tekniğinin yakınından bile geçmemiş tasarım kafasına hayret ede ede hem yemek yedik hem boğulduk .... üst kat bir gaz odası yahu resmen ... bir de tavanda dikkat ettiniz mi bilemiyorum, o meşhur aydınlatmalar tam ortaya denk gelmemiş :)) masayı tutturamamışlar sanırım, kabloyla hooop yana sallandırmaca :)))açılış biraz aceleye gelmiş sanırım __

narsis dedi ki...

Ahahah, ben Teşvikiye House'un 2 sene işletmeciliğini ve mutfak şefliğini yapmış ortakların mekanında tam 1 senedir garsonum. Dediklerine göre menülerimiz çooooook benziyormuş. Hiç gitmediğim halde yediğin brownienin yanında vanilyalı dondurma getirdiklerini umuyorum. Yoksa kırk yıl sırıtsalar kaç yazar?

Bize de beklerim İstanbul'a geldiğinde. Bir yazı da onun ardından çakarsın elbet =D

deryik dedi ki...

n7e: dondurma yoktu. hatta dondurma olsa ne güzel olurdu demiştim içimden :)gelirim ni demek.
ya benim yazı net değil, o sırıtanlar başka yerdeydi. "yok, bu house cafe'de olmadı" cümlem çok minicik kalmış. onlar iyiydi canım, seviyoruz :)

deryik dedi ki...

mermaid: :)

jelatin: topshop olduğu için öyle ama o. tikkat.

ycurl: bahşişin garsona kalması muhtemel ama burda o kadar haşin bi durum olduğunu sanmam, eski garsonlar da onu yapardı yoksa. moskovada da pizza hut'ın kapısında kırmızı halı var imiş 90larda.

aydan atlayan kedi: hmm.. çayıma tükürmesin. bi onu isterim :)

la femme chocolat: kitleleri bulmam lazım.

fk: burdakiler gri değil?! aman tanrııım!

calhan: eşofmanlar bir sonraki araştırmamın konusu. işte sırf o külot çizgisini kapamak için hırka kullanılabilir mesela. o kabulüm. hırka güzel şey canım, bu sezon yeniden keşfetmeleri komik sadece.

denizero: üst katı görmedim. sanırım seneye kapalı mekanlarda sigara yasaklanacak, bi yıllığına masraf olmasın diye havalandırıcı almamışlar. bulutlu içerisi hep.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker