22 Ekim 2008 Çarşamba

böeh.

ben kahve içmem. içmemeliyim de. içmezdim. içtiğim şey hala kahve sayılmaz, sütü geçtim, krema toplu bi şi. ama içmemeliyim. türk kahvesi güzel ama makinada yapıyolar ve bayaa dandik bi şi oluyo. filtre kahveye kalbim dayanmaz, delice çarpar, müsait bi yerde uzanır kendisini dinlerim, gerek yok. o kremalı kahve tozumsu şeyleri de içmemeliyim. midem tatildeyken bira da içemem. şarap hiç olmaz. oysa o kadar içmek istiyorum ki. bakınız aileyle yaşıyo olmanın sorunlarından biri daha. 5 yıl sonra olmoor bi arada. hoş, o lav topu yutmuşluk hissini istemiyorum.

içim şişti. sıkıntıdan tosarıyorum. AAAAY çekmelerim devam ediyo. 3 gündrü gözüm seğiriyo. aptal saptal gözüm doluyo. bugün, her adımda üst gövdemi attığım ayağın yönüne çevirerek, böhür böhür ağlayarak koşmak; hatta ben koştukça arkada gözyaşları bırakarak ve saçlarımı dalgalandırarak filan dram yaşamak istiyorum. atilla atalay haklı, yalnızlık aletleri şu bilgisayarlar. oysa ben, yalnız filan değilim. mutsuz da diilim aslında. 24 yaşıma az buçuk kala, muhtemelen 10-20 yıl içinde geriye dönüp bakınca hasretle anacağım günler yaşıyorum. fiziken sağlam (yani, kısmen), hafıza yerinde, taşısıksansuyunu zamanlarımda, valla bak çok aşık halde, mutlu bir genç kızım ben. işte tam da bu sebeplerle bunalıyorum, tosarıyorum, içimde ergen isyanı giderek büyüyo, anlatamam. kıymetini bilmem gereken günler coğrafi sınırlar yüzünden 24 saatlik modüller halinde eriyip gidiyosa sinir yapabilir bu. sürekli mesela, eskiden mutluymuş gibi yaptığım anları fark ediyorum. o an mutlu olduğuma çok inandığım, şimdi bakınca bi tarafımla hohoho diye güldüğüm... saçmalıklar çıkıyo su yüzüne. "aa o an mutluydun belki monşer" filan diil işte. diil. o an eğer gerçekten mutluysam, onları saçma bulmuyorum. ne mantıklı di mi.

ve bu saçmalıklar çıkarken su yüzüne, acıtıyo. kendimi niyeniyeniyeliyorum. şu anki mutluluğumu belki, geciktirdim ben. belki, bu bi türlü gidememe halim ortadan kalkardı. belki, salaklığıma doymayayım. saçma şekillerde o kadar mümkün ki bu.. neyse. yani ister istemez, "allahım ıskaladığım bi şi mi var, yanlış mı yaptım, daha da güzel olacakken ben mi göremedim" krizi yaşıyorum gidemedikçe. biliyorum aslında, bi bok ıskalamadım. tam da olmasını isteyeceğim gibi. şu gidememe işini de üç vakte kadar aşınca, ki nedir atla deve değil, mis olacak. problemi büyüte büyüte rahat batması yaşayan moderen kadınım ama ben. sorgulamayı bırak, bi sus, otur, çöz meseleni, nokta. evet. ekonomi der ki hepimiz rasyonel bireyleriz. rasyon yani. otur, hallet, halledemiyosan vahlama, falan filan. öyle diil işte. kendime kızmak daha rahatlatıcı tam şu an. hatta dediğim gibi, saçmalıkları fark edip, eski saçmalıkları bugünden çalmak olarak görmek, tek beyin jimnastiğim. ben kendimle başbaşa olunca felaket sıkıyorum kendimi galiba. yoksa, aslında, ben gerçekten hiç olmadığım kadar huzurluyum. sevgi pıtırcığıyım hatta.

---

"salona sığamamak" ne enteresan bi haldi di mi? çözüm olarak tutuklu-tutuksuz ayrımı yapıldı, içerdeki basın mensubu azaltıldı filan. bence göz renklerine göre alsınlar içeri. tuttukları takım da olabilir. nasıl olsa saçmalıyoruz. engerek-on.

tek isteğim, veli küçük. o adam bitsin gitsin artık. nolur. yok sisiymiş, yok şu bu o, geçiniz. veli küçük, kalınlaşan ensesiyle, damarlarında ölüm fetvasını verdiği insanların kanı akarken, hala dokunulmaz hallerde. zaman aşımına uğratılan genç ölüler davaları koleksiyonu var kendisinin.

basitleştirilen denklemler ülkesi: aa hükümet dinci, asker laik, yargı laik, halkın çoğu dinci, "bilinçli"si laik, bi de kürtler filan var; onlara ayrı başlık açıyoruz. onlar mesela, dinci/laik filan olmaz; toptan hepsi kürt. tabii, ordu karşıtı olunca (bkz yani laik) otomatikman hükümet yanlısı olunduğu için (bkz dinci) hepsi tayyipçi. ama işte bi de dtp var, onlar kürt tayyipi gibi bi şi galiba. hahah alevi tayyip de olur. bir ipte iki cambaz şey olmadığından şeyler.peh ki peh. iki kere kiki günler resmen. ne kolaymış siyaset denen nane, üç satırda özetlenen, ağızlara lolipop bi şiymiş.

daha önce de dediğim gibi, dendiği gibi, pardon ama, hangi ordudan bahsediyoruz biz dinden uzak olarak? yönetim kademesinde, piramidinin üstlerinde filan ah ne kadar da tahammül edemediği irticai faaliyetler tü kakası, işine gelince, allah allah nidalarıyla koşan şehitlik heykelleri sunuyor kendisine. ölebilir görülenlere. gerekirse. yani ikircikli işler bunlar memedim. darbeci ordumuz çok sevmişti kuran kurslarını, kızları da katmıştı imam hatiplere, din dersi, hem de en has sunni islamından, zorunlu olmuştu. hangi ne laik kim ordu?! laiklikte seçicilik. işine gelince halkın hassas değerleri, az biraz ipi elinden kaçınca tü kaka. batı, pis anarşik komünistlerden kurtulmak için, afganistana nasıl talibanı sunduysa, rusyayla tampon bölge hebelüp, biz de zamanında "moskof yerine mekke"ciler gördük. hadi madem gördük, bari unutmayalım. di mi yani. beşer şaşar ama bu kadar da bunak olmasın yahu. besle büyüt, kullan kenara koy, "hani bana" deyince de ödün kopsun, höt höt höööt de. işine gelmeyince. öyle olmuyo bu şeker. hani zamanında "asmayalım da besleyelim mi" dediğin 17 yaşındaki çocuk rüyana girer sonra, besleyip büyütmediğin. can yücel kenan evrene "kabaramazsın kel fatma/ atan güzel sen çirkin" demişti. sahi yani. çok laik, çok eşit, ama hala "türkiyenin iç düşmanları"nda sayfa sayfa azınlıkları sayıyo. asker, siyaset yapmamalı. ne düşman tayin etmeli, ne laiklik savunmalı ne de milli güvenlik dersinde üniforma defilesi olmalı. okuldan, meclisten ve tabii ki camiden de, uzak olmalı. sadece işine gelince diil ama.

neyse, neticede ben, grilerle kaplı bi dava görüyorum işte, siyahlar ve beyazlar çoktan yok oldular. herkes, herkes olmuş. siyasetçilerin ve askerlerin "laik VS dinci" kutuplaşması da tamamen kısayolcu denklemsever hallerden. hepsi ikiyüzlü, hepsinin elinde kan var. yutmayınız. askerin eli hatta, biraz fazla kırmızı. türk ordusu darbe hakkında ne düşünüyor? iyi yaptıklarını. ütopya bu ya, bir asker de çıkıp da "zamanında türk ordusu hata yapmıştır" demez. diyemez. dese, inanırdım belki demokrasi aşklarına. biraz akıllı olalım yahu. iki kutupluluk tamam, anlaması kolay bi şi; ama maalesef fazla hazırlop. biraz zorlayalım beyni. fener-gassaray maçı diil neticede di mi. iddaa'ya para yatırmıyoruz. hırsız-polis de değil. iyi prens kötü canavarı da öldürmiycek. gözlerini aça aça ayar veren bi askerin kulağına "mağrur olma paşam, senden büyük evren var" demek geliyo içimden. yemişim laiklik kaygılarınızı. demokrasi kaygınızı da tatlı yaptım.

ha burdan da rica edicem yani, hükümet yanlısı olduğum anlaşılmasın. şaka gibi olur. dandik öss bile 4-5 şıklı filan, hayatı 2 seçeneğe indirmek aptallık. pal sokağı çocukları değiliz biz. elma dersem laik, armut dersem tayyip. hadi ordan. sadece insanların "aaa dürüst olmayan siyasetçi mi? neeee? hırsız mııı? gücünü çıkar için kullanmak mıı?? ilk kez duyuyoruum! ne ayıp!" halleri beni benden alıyo. dün doğmuş bebek şaşkınlığındalar. tamam saçma tarafları da olan bi iddianame ama 2500 sayfanın bi 100 tanesi filan bari, gerçek olabilir, en azından di mi? bu niye kimseyi germiyo?!

ben zaten gerginim. kopup gidicem.
kahve içme deryik. kahveyokkahveyok. sinir yapıyo.
kalemime dönüyorum ben, daha çok oyalıyo beni.

3 yorum:

enne dedi ki...

Yeşil çay iç, Bergamotlusu çıkmış, süper. Sinirlerin yatışır mı bilmem ama en azından kalp çarpıntısını artırmaz. Yaşadığımız dönem öyle bir dönem ki bize bakanlara karşı utanmaya bile yüzümüz kalmayacak yakında. O derece yüzsüzleşeceğiz.

ealkilicgil dedi ki...

Dinci ne demek? Acaba dünya üstünde başka bir devlette böyle bir tanımlama var mıdır?

deryik dedi ki...

enne: yeşil çayın bergamotlusu? hmm bence iyi fikir. bence yüzsüzleşmekten öte, unuturuz yine yakında. kahve taşar ocak batar, unuturuz.

metu26:o da bi şi mi, bi de laik var ve bunlar birbirinin tersi filan. gerçi simitçi, balıkçı gibi düşünürsek, bi pazarlama ve satış tarafı olduğunu kabul ediyorum. meslek olarak kabul edilebilir.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker