30 Mayıs 2006 Salı
ikilem
İnsan hem mezun hem de İstanbul'dan uzaklaşmak üzere olunca panik oluyormuş. Bir yanım niyeyse artık her gününü havuzda geçirip çimlerde kuruyup manzarada uyumak istiyor ki bu heralde yapay bi telaş- diye umuyorum ben. Diğer yanım da turist olup köşe bucak gezmek, ne biliym surlardan inip vapura binmek falan istiyo. N'olucak benim bu halim yaa.. Aynı anda iki yerde olmak gerek.
Bir de şu yurt denen kazıkçı zihniyeti anlayan beri gelsin. Bi 15 gün daha kalıcam mezuniyete kadar; çünkü toparlanıp çıkamıyorum ve kalıcak yer de gerek. Yarım aylık para alıyolar. E peki madem. Sonra devamı var ama: "oda değiştiriceksiniz". Nası yaa? Ben bu 6 m2 içinde üremişim resmen, bu odadan çıkabilsem boşaltırım odayı zaten, üstüne o parayı vermem ki. cevap iki türlü: ya tek kaş havada ve "ee bilemem artık boşaltın o zaman" mimiği ya da yine tek kaş havada "bi şikayetin mi vardı bacım anlamadım?" mimiği. Her daim fönlü bir hanıma hiç yakışmayan bir asabiyet... cık cık cık.
28 Mayıs 2006 Pazar
ööle bi gün
Havuz açılmış, yaşasın okulumuz. Yarın erken kalkabilirsem o kalabalık ve klorlu suda zevkle kulaç atıyor olucam. Bugün ne güzel bi gündü yaa, yürü yürü bitmiyor deniz.. Güneş güzel, yeni fötr şapkam güzel. "Varolmanın dayanılmaz hafifliği" tadında bi şapkam var artık, biraz daha köşelisi.
Bi de kadranı değiştirilebilen "stamps" saatlerden aldım, çok ucuz ve renkli ve güzel- içimdeki isviçreli kaç haftadır zamanı bilememekten bıkmıştı.
Yemek düzenim berbat. iki öğün yiyorum- sabah ve öğlen. Saçma bi ikili olduğundan bütün gün tok ve bütün gece aç geçiyor. Bugün tek öğüne indirerek (saat 4te kahvaltı) kendimi aşıcaktım ki araya bi mısır ve cheerios girdi. dolapta venüs pastanesinin minik meyveli pötibörlerinden var. Voltran misali birleştirip bi öğün çıkarttım sanırım.
Şapkamı çok sevdim, yaşasın havuz.
27 Mayıs 2006 Cumartesi
Elmyra
Yani orjinalinden daha sinsi ve dolaylı bi şekilde Elmyra olmak ve hayvanata değil insanlara sıçratmak mümkünmüş. Bu da böyle bir tecrübemdir.
26 Mayıs 2006 Cuma
25 Mayıs 2006 Perşembe
neoklasik iktisat ve çevre
"Ortodoks ekonomiye inanan biri olarak yanlış anlaşıldığımızı düşünüyorum. Ekonomi kıt kaynaklarla ilgileniyor. Eskiden temiz su, temiz hava kıt değildi ve ilgilenmiyorduk. Şimdi kıt, ilgilenebiliriz".
Gerçekten dedi, evet. Ciddiydi. Bence ürpertici. Gerçi sonra huşu içinde "ben o gün çok şeyler öğrendim çocuklar" diyerek ufka daldı ama yani... Vahim.
sosyal sorumlu deryik
Şimdi environmentalism of the poor konusundayım. İçi kararıyo insanın işte... Orda birileri daha parlak yaşayacak diye başkaları sürünüyor, bu var evet. Bir de o başkaları kimyasal/ endüstriyel atıklarla, çöp alanlarına hapsedilerek yaşıyor, birkaç hektarlık tarlaları üzerinde maden entrikalarının dönüşünü, balıkçılık yaptıkları gölün yok oluşunu izliyor. Birileri kuzeyde geridönüşüm mutluluğu içinde camı, metali, kağıdı karıştırmayıp bisiklete binerken, güzide çokuluslu şirketlerini Asya'ya, Latin Amerika'ya, Afrika'ya yolluyor, "evi daha yeni temizledik çöpünü yan bahçeye fırlat" hesabı. Avrupa tüm sempatikliğiyle doğal parklar kurup panda üretirken, birileri "çevresel ırkçılık yapıyorsunuz" diye kıyameti koparıyor. Bizse Türkiye'yi hala 3 tarafı denizlerle çevrili cennet sanıyoruz. Çevre denince "doğal güzellik"ten başka bir şeyin anlaşılmadığı, şehirlerin doğanın bir parçası olarak görülemediği bir memlekette erozyondan ve kelaynaktan öteye geçemeyen endişelerimiz var. Aşağılama değil bu; sadece yetersiz buluyorum. Kimse Mamak çöplüğünü sorgulamıyor Ankara'da. Tuzla'da iki varil bulunca kıyameti koparanlar devletin çevre borcu içinde yüzdüğünü bilmiyor. Çevre, rantçılığın hipodromu. Ne demişler, "yoksulu satın almak kolay". Bergama aksini söylüyor gerçi ama, kimse yoksulun satılık olmadığını söylemiyor.
Hindistan ve Brezilya ayağa kalktı artık, zenginin çöplüğü olmadığını haykırıyor, şirketleri kovalıyor. Artık kimse çevreyi, sağlığını, geleceğini üç kuruşa satmıyor. Bizse dünyadaki sayılı gemi söküm ülkelerinden biri olduğumuz halde, atık yüklü gemi tehdidi karşısında hala "ay acaba geri mi göndersek" diyoruz sadece. Çevre Bakanı nedense hep Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'yla hemfikir. Birileri "kanser olduk biz" diyor, duyan yok. Kürtçe için kıyametler kopabiliyor ama bir Allah'ın kulu çıkıp da "Marmara'yı ne hakla öldürürsünüz" demedi bunca yıl. "Sosyal ve siyasal haklar" diye bağıranların yarın içmeye suyu yok, görmüyorlar; çünkü bu ülkede çevre hakkı diye bir şey sorgulanmıyor.
Evet sinirliyim biraz. Bir yumruk oturuyor boğazıma bazen. Özge'nin dediği gibi, Afrikalı çocuklara sarılıcam bu gidişle.
24 Mayıs 2006 Çarşamba
mezuncan
mut
22 Mayıs 2006 Pazartesi
cami/balık
Yani birden fazla insan balk tutmak amacıyla Ortaköy Camii avlusuna girmiş. Yanında olta, misina, kova falan, teçhizatlı. Belediye mi artık hangi yetkili ilgileniyor ise o da sinir içinde bu tabelayı koymuş. İlginç bi memleketiz, ben seviyorum bunu. Bütün kıyı şeridi müsaitken cami avlusunda ısrar etmek falan... eğlenceli.
Bafrada son durum
Sabuş
17 yaşındayken çilleri sebebiyle "kınalı yapıncak" olarak anılan, 27 yaşındayken "Marilyn Sabite" diye bilinen, 77 yaşındayken yolda durdurulup "hanfendi size hayranım ben" diye eli öpülüp (hayır alna götürmeden) güller alınan Sabuş (Sabite). İstanbul iktisat'ın ilk mezunlarındandır, daima "1000 kişilik okulda 10 kızdık, kraliçeler gibi ağırlandık" diye nispet yapar. Kendisi "kolyeni çok sevdim, çıkar alıyorum" der. Takıya zaafı vardır- hele kırmızı boncuksa. Masmavi gözlerini kapatmasın da iltifat toplayabilsin diye güneş gözlüğü takmaz. Çın çın kahkahası vardır. "teyze" lafına sinirrrr olur, hele elini öpüp alnınıza koyarsanız-kara liste. Sinirlenirse susar, gözleri çakmak çakmak olur, resmen küser. Bu kızgınlık biraz saman alevi, biraz fil hafızası kıvamındadır.
Şu ana dek öylesine oturup ufka dalmışken ondan habersiz resmini çizen 3 ressam olmuştur, hiçbiri resmi vermemiştir. Gençlik anılarını ezbere bildiğimiz halde her seferinde "Büyükada gençlerinin hepsi nasıl da ona hayrandı"yı dinleriz. Bunlar içinde "İstanbul'un ilk kot pantolon giyen adamı" olan Orhan'ın yeri ayrıdır, falan filan. Dedemi ise "çok aşıktım efendim, abimin arkadaşı. Teknik Üniversite'nin en yakışıklılarından.. gençlik işte" diye anlatır, sonra kahkaha atar.
Evi sabahları kızarmış ekmek kokar. Briç oynar (ki dedem papazkaçtı diye dalga geçerdi); ama öncesinde altını çizerek briç kitabı çalışır. Son 5 yılda farklı dillere merak saldığından (fransızca, ingilizce, italyanca), evinde bir sürü yarım kalmış dil kitabı vardır. Peş peşe iki sessiz harfi söylemekte zorlandığından ingilizceden nefret eder. Pimpirik tanrıçasıdır- gazetelerin 3. sayfalarındaki manyak ölüm haberlerini ezbere bilir ve "yolda yürürken kamyon tekeri fırlamış, ezmiş", "fotokopi çekerken başına kaz düşmüş" gibi haberleri referans alıp bizi sürekli uyarır. "Paslı iskeleden denize girerken kesin bi yerin çizilir, doktor da yok yaz vakti, tetenoz olursun, ölürsün" gibi komplolarla gençleri iskeleye dizip denize sokmamışlığı vardır. Yemek yapmayı sevmez, örgüyü "eli oyalansın" diye örer. 3 beyazı çok sever, tatlı zaafı takıyla yarışır.
Has İstanbulludur, 40 yıldır Ankara'da yaşar. Düğün ya da cenaze dışında İstanbul'a gelmeye ikna olmaz (en son "Bolu tünelini bekliyorum Derya bak cidden, ışık görünmüş" dedi), sonra bütün gün vapur resimlerine bakar, hiç olmadı beni arayıp "İstanbul'da deniz bugün ne renk Derya" der, duygulandırır insanı.
Sabuş hakikaten nevi şahsına münhasır bir kişiliktir. Sabuş'un torunu olmaksa ona imrenerek büyümek, kızarmış ekmek yerken içlenmek ve denizin hakikaten her gün farklı renkte oluşuna şaşmak demektir.
21 Mayıs 2006 Pazar
seri üretim
19 Mayıs 2006 Cuma
Marilyn
Monroe olan. İçimi açıyo bu kadın, seviyorum görmeyi. Bütün filmlerini izlemiş değilim, şart mı ki?
Sahaflardan topladığım fotoğrafları var bende, sahilde bir çekimden sonra havluya sarılmış, saç baş dağınık, şampanya yudumluyor. Saçları boyanmaktan tel tel olmuş, diplerinde kendi rengi olan koyu kumral.. Göz altları şiş biraz, antidepresanlardan heralde, gülümsüyor. Başka bir karede de ayna karşısında saçını yaparken dans ediyor; üstünde gri bir pantolon ve beyaz, desenli bir tünik. Elindeki fırçaya şarkı söylüyor.
Belki de ben daha Norma Jean hallerini seviyorum. Yani :
böyle değil de... böyle
bana iyi geliyor kendileri. Çocuk-kadın modelinden aptal sarışına kadar bir sürü sıfat takılan bir kadın sonuçta; ama en siyah beyaz fotoğrafta bile ışıldıyor.
Hollywood'muş, beş para etmezmiş, rol de yapamıyormuş... falan filan. Kadın aydınlık ve göz alıyor işte, bütün o hüzünlü gözlerine rağmen.
Herkes sevsin onu, iyi biriydi zamanında.
kasvet kasavet
yurtodasıboşalt-akrabaziyareti-kardeşmezuniyeti-pekisennegiycenmezuniyetekuzum- başvuruformları-bafrakararları-anneufakbideğişiklikoldu-dairede2haftadıriçmesuyuyok-çamaşıryıka-ojesilojesür-ödevsınavsunumdiploma-konserLESfilmkonser-sökükdikgömlekütüle-hediyealkutlamayap-odatopladağıtbırak-ankarayadönmemkaçkaçkaç ....... ekleniyo.
Bu sırayla aklıma geliyolar. Sonuçta ben gidip kendime bu sefer de tahta üstüne deri kaplı boncuklar alıyorum. Biriken boncuklar kolye olunca düzeni sağliycam ben sanki ama her şey kontrolümden çıkmış durumda şu ara.
Havalar böyle güzelken kasvet de yapılmıyor.
17 Mayıs 2006 Çarşamba
gidelim burdan
Gidelim burdan cümlesi. Zamanında bir Atilla Atalay kitabında görüp "aa işte beeen!" diye sevindiğim, kendisinin şahane bir şekilde anlattığı "gidelim burdan krizi" söz konusu. Bu cümle yankılanıyor beynimde. Eskiden öylesine, ansızın ve genellikle ocak ayı civarında olurdu. Bu aralar ise kaçmak için yankılanıyor. Gitmek istiyorum - bir yere değil, yer mühim değil. Gitmek istiyorum. evet aynen öyle korkakça kaçarak uzaklaşmak için... Ben bu kadar büyük kararlar için çok küçük hissediyorum.
16 Mayıs 2006 Salı
Ben kendime ne diym bilmiyorum ki...
15 Mayıs 2006 Pazartesi
Solaklık
Ders çalışırken elimdeki kaleme uzun uzun bakıp (bkz üstteki resim) tersliği fark ettim - Gaudi'nin imzası ters. Çözüm nedir? sağlakmış gibi yapmak ve (bkz alttaki resim) ürünün "hediyelik eşya" olarak satılmasının bi anlam kazanması.
gereksiz bilgi notu: Gelişmiş toplumlarda solaklar %10 civarında iken, mesela Aborjinler'de solaklık %50, çünkü eşyalar bu kadar özelleşmediğinden solaklık çekinik gen haline gelmemiş, herkes her aleti kullanabiliyor. Yunan mitolojisinden Museviliğe, İslam'dan Konfüçyus felsefesine dek bütün dini öğretiler solaklığı "kötü" ya da "uğursuz, şeytani" sayıyor. Cadı avı döneminde (şeytan solak resmedildiğinden) sol tarafında beni olduğu için yakılan kadınlar olmuş. Japonya'da, (atmiym ama sanırım) 30-40 yıl öncesine kadar sırf solak olduğu için bir kadını boşamak yasalmış.
Bütün bunların ışığında kendime "tek derdin kalem ossun" diyorum madem.
Gözlük
Belki de gözlükle ilgisi yoktur, paranoyadır; ama gerçekten insanların tanışma anındaki tepkileri değişti ve ben şirin olmayı bilmiyorum.
14 Mayıs 2006 Pazar
benek
11 Mayıs 2006 Perşembe
hayat
Kabus.
10 Mayıs 2006 Çarşamba
9 Mayıs 2006 Salı
telefon, oda, saat
Ah nasıl da unutmuşum- dönüş cep telefonu demek. Yurtdışı görüşmelere açtırmayı unuttuğum emektar nokia'm eskisinden de hareketli. Bir hafta boyunca sadece saat olarak kullanıldı; çünkü kol saatim de burda kalmıştı. Zamansız ve telefonsuz olmanın hazzını ikisini aynı anda geri alınca anladım galiba. Yine 6 m2 ve ben yine kafamda 40 tilkiyleyim- ama artık Barcelona da oda duvarımda yerini aldı.
dönüş
Dönüş türkçe klavye demek. Pilav,cacık, orman kebabı, "yemeğin üstüne bi çay ikram etsek", "sahilden mi gidelim TEM'den mi" demek. Dönüş, uçaktan kuş bakışı İstanbul'a bakarken trafiğin yoğun olduğu noktalara Murat Kazanasmaz hassasiyeti gösterip taksiyi nerden götüreceğini düşünmek demek. Korsan taksi çağırıp 26 YTL karşılığında bol sohbetli konfor demek. |
5 Mayıs 2006 Cuma
Ama en guzel diyalog Captain Black ararken (ve bulamazken) yasadigim.. "Hables lngles?" "no, hables espagnol?". Saka degil adam bunu ciddi sordu. Bazen fazla hizli ya da Turk usulu is yaptigimizda sistem cokuyo ve mavi ekran veriyolar... Bunaltiyo insani.
Bu arada bizim katildigimiz konferans kocaaa Ispanyadaki ilk MUN konferansi oldugundan abc asamasindalar. Bugun aksamdan kalma oldugumuz icin gitmedik, onun yerine muze gezdik. Muzelerde ingilizce tabela kitligi var. Bazen saka gibiler- ozellikla de mekan Picasso muzesi olunca.
Dekormus hissi veren sokaklardayim pazara kadar ve huzurluyum.
4 Mayıs 2006 Perşembe
devam
Tam ihtiyacim olan tatili yasiyorum. Telefonsuzluk harika. Birlikte oldugum ekip tatil icin yaratilmis, cogu burda tanistigim insanlar sonucta ve tek vukuatimiz yok. Sehir guzel, sehir duzenli, sehir ufak bir oyuncak ev gibi suprizli. Bugun Barca sampiyon, sehir tura cikti, biz de "barca barca barca" coskusunu yasadik. Yarin konferans basliyor ve dinlenicem sonunda. Hep boyle surmez biliyorum; ama iyi geliyor burasi bana.
edit: fotolar sonradan geliyor evet...