Her zamanki didişmeler beni yoruyor. O dedi ki - bu dedi ki. ODTÜ'de stand kavgası olmuş, bu sefer kamera var ya, tamam. Oynat uğurcum; artık birkaç günlük kavgamız bundan olur. Doğuştan mıknatıs kazanına filan düştük herhalde, en ufak olayla kutuplaşmaya harcadığımız enerji inanılmaz. Bana çok saçma gelen bir şey bu "kovaladık onları" tavrı; kale muhafızı hali. hak savunmasıyla alan savunması arasında bence büyük bir fark var. Başkası da seni kovaladığında ve hatta kovalamak için kendine uygun gelen herhangi bir yöntemi seçtiğinde sesin çıkmayacak madem? Bana saçma geliyor ya, bir yandan da videodakilere bakıyorum; çok küçükler. Heyecanları da tatminleri de çok günlük duruyor; bunu küçümsemek için söylemiyorum veya "mini mini çaylaklar" da değil. Aksine, en son ne zaman bu kadar inanarak bir şey yaptım, onu düşündüm; her iki taraf için de.
"Kimlik göster!" derken müthiş bir nokta yakaladığını sanan, "kimliğin yoksa gideceksin arkadaşım!!" diyen kız mesela. Ben olsam "
sen kimsin, ne sıfatla kimlik soruyorsun, asıl sen kimlik göster!" derim. Cevap veren "göstermiyorum" demiş sadece. Bence mesele, sol-sağ hiç fark etmez, bir üniversite öğrencisinin bu polislik refleksi. "kimlik göster!" - yok ya? Bu nasıl bir heves, nasıl bir otorite sevdasıdır? Yolda bin kere üstün aransa niye itiraz ediyorsun ki o zaman? Kimse de buna takılmıyor, çünkü komşusu bile sorsa kimliğini kuzu kuzu gösterecek bir milletiz. Kimlik bizi aklar, kimlik bizim zırhımız. Ferhan Şensoy'un 90larda, İstiklal caddesinde Nazi üniforması giymiş halde 100 kişiye kimlik sorması ve 99 kişinin hiç sorgulamadan göstermesi, sadece bir öğrencinin üniformayı tanıyıp itiraz etmesi gibi. Bizim okulun girişinde kimlik kontrolü olmadığı için herhalde, iyice anormal geliyor. bu ne arzu ah, bu ne ihtiras. Evet, ben en çok o ana takıldım o videoda.
Ha nedir, gazi üniversitesinde oruç tutmadığı için dövülen, küpe taktığı için kulağı yırtılan öğrenciler, marmara'da erkek modelle çalıştığı için saldırıya uğrayıp öğrencilerle birlikte kendini stüdyoya kitlemek zorunda kalan güzel sanatlar hocası veya akdeniz üniversitesi'nde silah çeken manyak bu kadar gündem olmamıştı. Bu saydıklarım fiziki saldırılar bu arada; yani kusura bakmayın ama stand açtırılmamasıyla, dibinde posterle dikilmeyle kıyas kabul etmez. Yine de bu saydıklarım olay olmaz; çünkü solun dayak yemesi normal zaten, adi vaka. Gazi'de filan stand açan TKPli de tahayyül edemiyorum; standı veya siyasi partiyi geçtim, mesela akdeniz'de açıkça "ben solcuyum" diyeni de pek düşünemiyorum. Bunlar "normal" hep; çünkü sol hep marjinal nifak, tabii ki vatan millet ve din aşkına, asla ona geçit vermiyoruz. Bugünkü olayda liberaller ODTÜlülere cıkcıkladı, tamam. Peki biraz geri saralım. Bir kez olsun da sağdan destek gördü mü ya şu dayak yiyen, canından olan solcular? bir kez yahu, bir kez de biri çıkıp "hayır, din adına adam dövemezsiniz; hayır millet adına kulak yırtamazsınız" yürüyüşü yapsa ya? öyle sessiz, sadece sorulunca yarımağızla söylenen "ben de tasvip etmiyorum"lardan bahsetmiyorum. Bir duruştan bahsediyorum.
Ha nedir, ODTÜlülerin standçıları kovalamasını da şundan farklı göremiyorum: bu saçma didişmeyi besliyor işte. kendini anlatma aracı filan değil, el jimnastiği. yoruldum ben görmekten, ondan belki de. Açtır o standı, bir kişi bile gitmesin, tavırsa tavır almış ol. Stand izinsiz mi? yönetime şikayet et. İzinli mi? o zaman yönetime derdini anlat önce, sıkıyorsa. Benimki mi boğaziçi liboşluğu bilmiyorum, sahiden. O stand izinliyse eğer, kişileri kampüse sokmamanın o ulvi amaca hiçbir hizmeti yok (amacın anlamlı olup olmadığını da geçtim bu arada).
Bir de ODTÜ'de tesettüre yaklaşım açıktır, kimsenin taciz edildiğini filan duymadım. Zaten YÖK'e ezelden gıcık olan bir okulda biraz zor. Haliyle burada hedef aktarılmaya çalışıldığı gibi din veya dindarlık değil, cemaat yurtları, propagande ve daha da önemlisi, ODTÜ yurtlarına iftira atılarak ailelere yalan söylenmesi; ama olayın sonucunda görülen ve söylenen "solcu dinsizler, müminleri kovuldu". Herhangi bir protesto hakaret veya şiddete varmadıkça bir sıkıntı yok bence ve evet, pankartla yanınızda durulmasından ibaret bir protestoya da alışacaksınız bir zahmet, hiçbir görüş dokunulmaz değil. Zaten olayı yaşayan kişiler gayet sakindi benim gördüğüm, şikayetçi olmaya gittiler. İçinde din unsuru var diye, "cemaat yurduna hayır demek = dine hayır demek" olamaz, az yavaş gelmek lazım; ama bu tür genelleyip büyütmeleri iktidar çok seviyor ve iktidarı sevenler daha da çok seviyor, o da malum.Prensipler değil, olaylar önemli. hele ki kamera varsa.
Yine de diyorum ya, sonuç ortada. Ne yaptın da ne oldu da ne olacaktı zaten? Bu haliyle de bir yere vardığı yok. Sadece bir "hayır!" görülüyor, bir de tabii "başörtüsü = cemaat" genellemesi. İşin komiği, işine gelince cemaatle arasına mesafe koyan /koyduğunu söyleyen birçok müslüman, bu olayda açıkça ve sadece "odtü'de cemaat istemiyoruz" denmiş olmasına rağmen "konu cemaat değil, benim dinim!" diyor. Evet, tabii ki bu "komik" değil; bu refleksin sebebi de türkiye tarihinde gizli, biliyoruz. Yaşanmış, hala taze olan olaylar var, tamam. Peki ben bunları bilip anlıyorum da, karşı taraf solu ne kadar biliyor? Nil. Zero. Hiç. Neden "cemaate hayır" denmesi bu kadar büyük bir aşkla "solcular dinime küfretti" halini alıyor da, "belki hakikaten sadece hayır diyordur" olamıyor?
Böyle derin bir of çekiyorum sadece. Yeni şeyler yapmak lazım; ama yapılamıyor. Ben bana Şişli'de saldıran sakallı, takkeli amcayı anlatınca "
ama bunu her müslümana genelleştiremezsin, onlar marjinal!" deniyor. Gazi'deki faşist saldırıları anlatınca "
bunu her milliyetçiye genelleyemezsin, onlar marjinal!" oluyor. Ha çok şükür o kadar odun kafalı değilim, genellemiyorum zaten; ama bir tek canına yandığım solun marjinalleri yok, solu hep genel genel sarıp paketliyoruz. 5 kişinin yaptığı iş, bütün ODTÜ, sonra da bütün sol oluyor. Her müslüman, her milliyetçi kendi bacağından asılıyor da bir tek solcular hep komün. Ne komünü? voltran; birleşip tekvücut olmadan bir şey ifade etmiyor bile.
Türkiye'de sol (ki herhalde 94 partinin 70'i filan eder en az) haddinden fazla parçalı bir yapı olmasına rağmen, en ufak gıkta genelleştiriliyor. Bıraksan kendi kendini imha edecek kadar fikir birliğinden uzak insanlardan bahsediyoruz. Türk Solu denen ne idüğü belirsiz faşizan grup, CHP, DSP, SHP, ÖDP, TKP... hepsi aynı pakette, hep aynı havuzda. Sağ bunu böyle güzel paketleyip adına da "işte sol bu!" deyince, birbirinden alakasız (hatta bir kısmı sol filan da olmayan) bütün bu gruplar namus meselesi gibi birbirini savunmaya geçiyor, bunu da kakofonik bir şekilde yapıyor. Bunun da "mesele cemaat değil, din!" refleksinden bir farkı yok; "mesele bir olay değil, sol!". liberaller de bir o yana bir bu yana gülümseyip ne akıyor, ne kokuyor. Sol ve sağ bu açıdan ne kadar aynı olduklarını görse ben sahiden çok rahatlayacağım.
Herkes miras reflekslerle, aynı şeyleri yaşayıp duruyor. Ay yazdıkça daralıyorum, çok bazal şeyler olmalı bunlar. Kuyu dibi kurbağalığından ibaret bir genelleme hevesi, maksat kutuplaşma. Sonra saldırıya uğrayan grup da büyük bir aşkla yeni bir savaş ilan ediyor: "
bunlar temizlenmeli, bunların sonu gelmeli, zaten bunlar gezici, zaten bunlar darbeci". TDK görmeyeli kelime haznemizi 100'e indirmiş, ülkece kocaman bir atlıkarınca üzerinde dönüp dönüp aynı nakaratla dans ediyoruz. Gözünüzün önüne getirin bi, hah işte tam ondan.
Neyse, bilincim kulağımdan aktı resmen. Çok uzadı.
*
Bu arada gerçek dünyada olan: barış süreci durdu. "zaten neydi, ne olacaktı?" değil; bir ihtimaldi ve artık o da yok. boğaz'dan savaş gemileri geçti. ölüm kapımızda bekliyor, kandan birbirimizi göremeyeceğiz. şunca gündemin ortasında tavuk didikler gibi birbirini yiyen bir sürü insan. Çok daha mühim meseleleri konuşmalıyız, çok daha mühim oldukları için. Bu yüzden Twitter'dan ölümüne sıkılıyorum, tarifi yok. Al ben de yazıyorum, bok var sanki.
sağ ve solun ortak noktası belli aslında: dedikodunun o güvenli ana kucağı. bireylerin münferit hareketlerini saatlerce konuşma aşkı. o buna tükürmüş, bu bunun saçını çekmiş, biz de akşam bisiklet tekerini patlatalım madem. meraksız, bilgisiz; ama nefret dolu olmanın kaçınılmaz sonucu. savaş baltalarını sakın gömme küçük tüy, bileyciye gönder; çok güzel parlıyor.
*
yarın 6 eylül. bir kez daha 6-7 eylül. İç mihrakları gururla kovalayıp, dükkanlarını talan etmişti o zamanki güruh. nefret o zaman da çok meşruydu. Bir ailenin dükkanını yağmalamak, bir din adamını pantolonunu indirerek aşağılamak, ev basmak, insan linç etmek o zaman da vatan kurtarıyordu, şimdi olsa yine kurtarır. Bir arpa boyu yol almış değiliz. Eteğimizde on yılların acıları var, giderek birikiyor. Biz bu topraklardan insan kovmuş bir milletiz; üstelik bir kez değil, bir iki kişi değil. Biz defalarca, yüzlerce, binlerce insanı kovaladık kendi evlerinden. Bunun yükünü idrak edemedik henüz. Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Kürtleri, Süryanileri, Alevileri kovduk, öldürdük veya kaldığına pişman ettik. Bunun yüküyle yüzleşmiş değiliz. O irini atabilmiş değiliz. Durdukça daha da beter bir hale gelen, büyüyen, her yerimizi saran, korkunç bir irin bu. Refleks haline gelmiş nefretlerimizin hepsinin kökünde bu irin var.
İrini temizlemiyoruz, niyetimiz yok. Biz o irini, gizliden gizliye seviyoruz. 6-7 Eylül benim için hep aynı şey: sıradan insanın galeyan ve linç şehveti. Hiç sorgulamadan, nerdeyse aşkla inanması bu linç fırsatına. O gün dükkan yağmalayanlar, Maraş'ta kapı çarpıladı daha sonra. Bizde de var onun parçaları. Eritmiyoruz, bir gün kendimize göre haklı bulacağımız, çok ulvi bir amaç için gerekirse diye küllendirdik sadece. acil durumda camı kıracağız. Beni en çok bu korkutuyor: birlikte yaşamaya niyetimiz yok. daha da fenası, galiba hiç olmamış. Hani umut pandora'nın kutusunun en dibinde ya, onun orada kalmasına benim çok ihtiyacım var. her 6-7 eylülde, sanki o kutu çoktan açılmış da umudu yitirmişiz gibi geliyor veya o kutu zaten hep boşmuş, en fenası.
*
bu ara bolca çay içip çay okuyorum. çay, dünyada sudan sonra en çok tüketilen ikinci içecekmiş. binyıllardır, insanlar sıcak suyun içine birkaç yaprak atıp mutlu oluyor. Ne garip aynılıklar bunlar.
Nina Simone dinliyorum, Strange Fruit. Acıyı damıtıp şarkı yapsalar bu olurmuş herhalde. Ben şarkıdan önce şiir haliyle tanıştım (şair:
Abel Meeropol imiş, meraklısına). Bize bu şiiri okutan ingilizce hocamı düşünüyorum; bunu yapması gerekmiyordu. Böyle damıtılıp kelime olmuş acıyı bize göstermesi gerekmiyordu. Biz dünyayı çok mutlu bir gezegen sanabilirdik. 15-16 yaşında, "ağaçtan sarkan tuhaf meyve"nin ne olduğunu düşünmemiz gerekmiyordu; ama yaptı. Okuttu bize o şiiri. Güneşli bir gündü, çok iyi hatırlıyorum. Kısacık şiir. Kafama balyozla vursanız öyle aptallaşırdım herhalde. "Manolya kokusuna karışan yanık et kokusu"... İyi ki okuttu, iyi ki okuduk. Çok iyi geldi. İyi ki ben damıtılmış acıyla o yaşta tanıştım. İyi ki sonra bir de Nina'dan dinledim, bir de söylerken ağlayışını izledim de iyice haddimi bildim.
Her ağaçta sadece kendi meyvesinin sallandığı günler umuduyla efendim, esen kalınız.