8 Aralık 2013 Pazar

Peru günlüğü -1 : Lima

Eveeet, nihayet peru yazısı. artık kaç post olur bilemiyorum, en az altı. kısmet. Başlayayım.

Gün 1-2: Lima

ABD vizesi almadan gitmek için Londra'dan Madrid aktarmalı uçtuk. Arada 3-4 saat bekledik ama hiç şikayetçi değildik, insan bol bol yürüyüp ayak - bacak dinlendiriyor. Bu rota tercihi sebebiyle de Air Europa ile uçtuk. Ben hiç bu kadar kötü yorum okumamıştım, kanatlı cehennem bekliyodum. Çok daha iyi çıktı, mesela koltuk araları filan iyi. Hosteslerle bi temasımız olmadı, onu bilemem. Yemekler kötüydü ama çantaya bi sandviç atarak çözülüyor işte.

Neyse, uçtuk konduk ve sabahın kör vakti Lima'ya vardık. Otelimiz her tarafı dökülen eski bir kolonyel konak. Mihrap yerinde, ama çok dokunursanız devrilebilir, öyle bir hava. Biraz dinlendik, sonra kendimizi sokaklara vurduk. İstanbul'dan bize katılacak arkadaşlarımızın uçağı akşam inecek, onları bekliyoruz. Otelimiz şehrin kuzeyinde, şehir merkezinde kaldık, ama bu aslında kültürel / tarihi merkez, modern lima güneydeki Miraflores'te akıyor. Lima çok şey sunan bir şehir değil, en fazla 2 gün geçirmelik, biz de öyle yaptık zaten.

Lima ve sarı: San Francisco Manastırı, yol üstü duvar, meşhur Fotografia Central binası ve manastır bahçesi
Peru'da her şehrin bir Plaza de Armas'ı var, bizdeki Cumhuriyet Meydanı misali. Neyse, Lima'nınki dibimizdeydi. Jiron de la Union caddesi boyunca yürüdük, meydanda volta attık. San Francisco Manastırı'na girdik ki yeraltı mezarları, kütüphanesiyle tarihi çok eskiye dayanan bir yer. Başta mırın kırın ettik; ama güzeldi, her tura bir rehber eşlik ettiği için bilgi alabiliyorsunuz, ingilizce sorun değil. İçerde fotoğraf çekilmiyordu, fotoğraf için: tıkır tıkır tık . Bu tur üstüne katedrali dışından incelemekle yetinip yürüyüşe devam ettik. Caddede karşıdan karşıya geçmek için beklerken bir anda - ve müzik ve dans!

teyzeler

ve tabii ki amcalar!
Olay neymiş öğrenemedik; ama arada oluyomuş böyle şeyler. Şansına denk geldik, güzel bir ilk gün sürprizi oldu. Otele dönüp dinlenirken ben bir yandan da Marisol'le buluşmaya çalışıyordum ki bu her durumda çok zor bir şeydir. Neyse, Miraflores yakınlarında bir restorana rezervasyon yapmışlar, hedef oraya gitmek. Şehirde toplu ulaşım yok gibi bir şey. El Metropolitano, metrobüs gibi çalışan yeni bir otobüs, kuzey-güney işliyor. central- miraflores gittiği için ve kendi yolu olduğu için ona atladık. Şansıma sevgili adaşım Darya hasta olduğu için gelemedi (üzülmeyiniz okuyucu, ertesi gün buluştuk. oralara gitmişim, kaçırmam), belki iyi de oldu, biraz yetişkin yetişkin takıldık.

Lima'ya kıtanın gastronomi merkezi diyolar ve bunda ciddiler.

Marisoller bizi deniz ürünlerine doyalım, hem de yerel şeyler tadalım diye "Embarcadero 41 Fusion" adlı, zincir bir restorana götürdü. Bu tür fusion restoranların atası Astrid y Gaston imiş, çok tutunca benzerleri zincirleşip yayılmış. Bir Astrid olmasa da, çok lezzetliydi. Fotoğraf tamamen eğitici bilgilendirici amaçlı, küfretmeyiniz. Sol baştan başlıyorum: içkiler pisco sour çeşitleri. Peru'nun üzümden yapılan, düşük alkollü, meşhur içkisinin koka, passion fruit, mor mısır ve sade çeşitlerini denedik. Pisco sour mis gibi bir içki, hem hafif, hem aromatik, bira niyetine tüketiliyor. yumurta akından yapılan köpükle servis ediliyor. Çeşitlendirmeye uygun, sütlü- tarçınlı bir versiyonu vardı ki nerdeyse alkollü salep. Güzel şey. Efendim, hemen yanında yine bir peru klasiği olan ceviche'nin farklı soslu versiyonları. Cevichenin sosu ayrıca soğuk bir çorba gibi, yemek öncesi içecek olarak da tüketiliyor. son kare de mısırın boyu için orada. bildiğiniz mısır tanesinin 3-5 katı filan. Ve sahiden mısır Peru'da yenirmiş, biz zavallı şeyler yemişiz hep, bunlar bambaşkaymış. Kızartmalık olan başka, baharatla kavrulan başka, on yüz çeşit mısır var. Keza patates. Kolomb bu kıtaya ilk geldiğinde sevinçten çıldırmış olmalı.
Miraflores: uçurum, park, paraşüt, okyanus.
Sonra sindirim turuna çıktık tabii. Miraflores, yalıyar kenarına dizili parklardan oluşuyor, hemen arkası da siteler. Aslında çirkin bir yer; ama okyanus ve parasailing her şeyi güzelleştiriyor. Manzarası ve yeşil alan bolluğu sebebiyle yamaç paraşütü için ideal, zaten sahiden pek popüler, her an gökte 8-10 kişi var. Birkaç yıl öncesine kadar, Miraflores'e gece adım atılmazmış, belediye mutenalaştırmış. Şimdi kocaman ışıkları, düzenlenmiş parkları ve o parkların alt kısmına yapılmış bir açık hava AVMsi var. AVM beni dehşete düşürse de okyanusa bakan kafe ve restoranları olduğu için pek tutulmuş; çünkü sahiden parklar dışında, oturacak bir yer yok. Gün batımında okyanusa karşı (yine) pisco sour içiyorsun, tepende vızır vızır paraşütlüler dolanıyor - Lima o an çok güzel.

Bunun dışında Lima, duvarlarla, dev kapılarla çevrili sitelerin şehri. Görüp görebileceğiniz en iğrenç trafiğin şehri, İstanbul halt etmiş. Nadir birkaç lüks mağazanın her yerinde güvenlik görevlisi, kamera çevrili olan, halkın balık istif minibüslere doluştuğu, sadece beyaz, ispanyol kökenlilerin şık restoranlarda görüldüğü bir şehir. Bu kısımları geçiyorum.


Efendiiim, ilk gün böyle laylaylom geçti, sonra arkadaşlarımızla buluştuk, biraz jetlag, biraz uyku. Sabah kahvaltı için yine zincir restoranlardan birine gittik. Peru'da en bol bulacağınız ve en lezzetli şey kesinlikle meyve suyu. 3-4 meyveli, karışık meyve suyunuzu söylüyorsunuz ve kişi başına 1 sürahi düşecek şekilde geliyor! Haliyle ziyadesiyle doyurucuydu. Chirimoyadır, maracuyadır, ilk denemelerimizi yaptık.

Santo Domingo Kilisesi tam bir içi dolu turşucuk.

Sonra bizim merkezin en önemli yapılarından olan Santo Domingo Kilisesi'ne gittik. İspanyollar zamanında şehri birbirine denk, kare bölgelere ayırıp her bir bölgeyi bir manastıra / mezhebe teslim etmişler, böylece idaresi de kolay olmuş (kabaca bu). Bu çeşitliliğin üstüne yerli halkın inanışları da eklenince yer gök aziz dolu. aziz olmak için 3 mucize şartı aranıyor, henüz 2.de olup öldükten sonra mucize göstermesi beklenenler var; hastalara şifa verebiliyormuş gömüldükleri toprak. Zaten dinle alakam yok, sahiden masal gibi geliyordu; ama candan inanan insanlar var, azizler ciddi mesele. Kilise pek güzel, Avrupa'dan çiniler, yağlı boya tablolar taşınmış. Buranın da meşhur bir kütüphanesi var, kıtadaki en eski kitaplar buradaymış.

 
Museo Larco'yla cehaleti dindirme keyfi.

 Burdan sonra hedef Museo Larco. Ne kadar okusak da Latin Amerika tarihi cahiliydik, o yüzden müzedeki karşılaştırmalı, haritalı uygarlık tablosu pek iyi geldi. Sonra kendimizi Peru’nun binbir bölgesinden seramiklere, uzun tarihine bıraktık, Chimu, Nazca, Moche öğrendik. Bu kısım zaten yeterince doluydu, kapanışta da meşhur erotizm müzesi var. Aynı müzenin ayrı bir bölümü, restoranın yanında.


Erotizm müzesi, adının hakkını veriyor.
 Ölüm konusunda takıntılı bir mitolojinin yaşam veren cinselliğe de düşkün olması normal herhalde. Vazolar gayet grafik, bir yandan da nerdeyse sevimli canlandırmalarla donatılmış. Tabii ölülerle sevişme kısmı hariç – orda bi durup düşündük dostum.  

Sonra sonra sonra... muhteşem final: Darya’yla buluşma!

Darya hanımla ben, pek de iyi geçinirken
Buluşma mekanımız tabii ki bir dondurmacıydı. Tanıştık, oynadık, vedalaştık. Az oldu; ama güzel oldu. Hem ingilizce bildiği için birinci elden anlaştık ki ben daha ne isterim.

Sonra akşamki Nazca otobüsüne doğru yola çıktık, otelden bavullar alınacak. Bu arada Marisol "trafik çok kötü; ama yani öyle böyle kötü değil, of yani berbat kötü" dedikçe, "ya nolecak yeaa biz istanbul biliriz" havalarındaydık. Büyük hata. trafik ÇOK kötü. arada hâlâ rüyama giriyor, öyle kötü. Taksiye bindik, 15 dakikalık yol 1,5 saat oldu. Otele ulaşamayışımız bi süre sonra otobüs kaçırma paniğine döndü. El metropolitano olmasa kaçırırdık zaten ve 2 haftalık plan tamamen kayardı. Neyse - ucundan ve koşarak da olsa yakaladık. 

Gece otobüsü, istikamet Nazca. Arkası yarın.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker