15 Eylül 2010 Çarşamba

kusmaca

yazmak için kafamı toplamam gerekti. referandum oldu da bitti maşallah ya, o konuda. hani yazmamış olmayayım diye.

hayırı anlıyorum. boykotu anlıyorum. "evvveeet!"i bile anlayabiliyorum - kabul etmesem de. ama sanırım ben en çok "yetmez ama evet"çileri anlamıyorum monşer. yetmeyen birçok şeye evet diye diye diğer birçok şeyi kaybettik ve hatta, daha iyisini hakediyor olabileceğimizi düşünmekten vazgeçtiğik çünkü. kendimize yettiriyoruz resmen. ayağımızı yorganımıza göre uzatmaktan belimiz ağrıyor, uykularımız bölünüyor, dinlenemiyoruz; ama ah gidip de yeni bi yorgan almıyoruz. malum, elimizdeki bu. uymak lazım. olduğu kadar. yettiği kadar. yetmiyo mu? yettiririz.
sinirleniyorum.

oylama, karar verme denen şeyin bir sürü yöntemi var. bunlardan biri de oybirliği. benzer şekilde, 26 maddenin 26'sına birden evet demiyorsanız, hayır demeniz daha normal geliyor bana. çünkü evetlemek istedikleriniz sonradan da, meclis iradesiyle, görüşülebilir. 550 kişilik ceylan derisi koltuk kaplı parlemento, bi zahmet bunu yapabilir. ama büyük umutlarla bağlandığınız 3 maddenin yanında kabulediverdiğiniz 23 maddeyi tersine çevirmek, hiç de kolay olmayacak. işçilerin toplu sözleşme hakkına karşıysanız onu bilemiyorum tabii.

ne demişti o ensesi kalın fabrikatör beyfendi, bir eylül sabahı? hep işçiler gülmüştü, artık sıra ona gelmişti. yapılan grevlerle yüzlerce gün iş kaybı yaşayan sermaye, en çok darbenin o doğal grev kırıcılığını sevdi. ve şimdi biz, çalışanın örgütlenme ve sendikalaşma hakkına inan bu ağır darbeye bakarak, "80 anayasasına elveda! yaşasın sivilleşme!" demeliyiz. öyle emrettiler. sivillerden yediğimiz tokatlar acıtmıyor sanırım. mesela hrantın adını bir güzide caddeye veremeyişimizin arkasında akça pakça partiler olması, o güzide AİHM savunması, hiçbiri sivilleri çağrıştırmıyor.

yine hep kendimi açıklamam gerekiyor ama: darbeyle, darbecilerle yüzleşilmesine elbetteki hiçbir itirazım yok, bunun şık bir çikolata kutusu halini almasına var. birilerinin acılarının başkalarının jelatini haline gelmesine var. marisol o günlere yaşı yetmediği halde, anlı şanlı diktatörlerinin ülkeye iade edileceği ve nihayet yargılanacağı haberini aldığında nasıl olduğu yere çöküp mutluluktan katılarak ağladıysa, sanırım ben de aynı şeyi yapardım. haliyle "vaaay sivillere bok atan asker aşığı" filan gibi şeyler düşünülmesin, geriliyorum. konu netleştiğine göre, devam edebilirim.

bunu tamamen aksi bir şeye sinir yaptığım için yazıyorum: yas tutan hayırcıların böyyük bir kısmı.

"şeriat gelecek aman tanrııım!!" çığlıklarından bıktım. milli selametten beri gelecek şeriat, gelemiyor. chp kulağından tutup getirecek sonunda.  godot'yu bekliyoruz. sınıf kavramından korkan ortayolcular bunun yerine din ve millet koydular diye solun da (sol olduğunu iddia edenlerin de) böyle yapması gerekmiyor. "sol", baktığı yerde sınıfsal ve diğer eşitsizlikleri görebilecek duyarlılığı olanlara verdiğim pek bi geniş isim bu arada, siz çarpıp bölüp toplayabilirsiniz. bak yine açıkladım. "iyy chp mi sool" derseniz, o kendini öyle pazarlıyorsa içini doldurmalı derim. konuşur dururuz.

yani baktığınızda gördüğünüz "iran çarşafı siyahı" aslında pek güzide bir "amerikan doları yeşili" de olabilir, muhtemelen de aslında öyledir. ezberledik: kitlelerin o pek sevgili afyonundan kendileri çekmemiş olabilirler. 1970lerde "tüm liseler imam hatip olacak" diyen erbakanlardan 1994'te erdoğanın istanbul belediye başkanlığına kadar, düzenli aralıklarla "şeriat geliyooo" eyvahlanmaları bastı ortalığı. daha ziyade, koştururken birbirine çarpan civcivler gibi bir hal diyelim. çünkü bir önceki şeriat korkusu ile şimdiki şeriat korkusu arasında geçen ara dönemde, inandığı şeyler uğruna kılını kıpırdatmayıp, sadece taze gündem etkisiyle 24 saat süren, bol üç noktalı ağlamalar çekilmesi içimi sıkıyor. hatta: içimi... sıkıyor... ucu açık yani. her an topuk üstü çark edebilelim diye.

cumhuriyet ve atatürk ve 10 kıtalık istiklal marşı ferah olsunlar, onlara karşı değilim. hıçkırır gibi anmıyorum, sarılıp uyumuyorum, tek mesele bu. üzerinden neredeyse bir yüzyıl geçmiş olaylar ve kişilerden sonra, tek bir tuğla olsun eklenebilsin isterdim, bu da benim kişisel derdim.

bi de belirteyim, "mahalle baskısı" denen şeyin giderek artacağı kısmına da katılıyorum, ama sandığınız gibi gözle görünür, elle tutulur bir baskı olmayacak bu. öylesine imıc meykırlar izin vermez. ramazanda dayak yiyen tekelci gibi münferit, kulağındaki küpe "ipne misin len sen" diye koparılan üniversiteli erkek kadar yalnız, "mahir çayanı anmaktan dolayı gözaltı" kadar işkenceli ve uzun süreli olacak bu baskı. bu da şeriattan olmuyor. öyle sandığınız gibi etek boyuyla, açık saçla filan ilgili veya kısıtlı değil. muhalefet olması gerekenlerin büyük bir kısmı da bütün bunlara sadece "hı ne şeriat mı?" diyebiliyor ya, böyle hırrrr ve gırrr.

bu şeriat korkusunun arkasında devasa bir sosyal körlük var. o da şu: "şeriat gelmedi mi? oh tamam o zaman, sorun yok. uyumaya devam". her 5 yılda bir gelmeye çalışan şeriat gelmiyor, artık rahatlayabiliriz bence. yeni fobiler edinebiliriz, daha güncel ve acil korkularımız olabilir. sosyal haklar, düşünce özgürlüğü, siyasi katılım giderek geriliyor mesela. emeğinizin karşılığında ekmek kırıntısı alıyorsunuz. eşek gibi çalışıyorsunuz, gelecek güvenceniz yok. zenginseniz daha çok zenginleştiğiniz için etkilememiş olabilir; ama sırtına çıktığınız yoksullar daha da yoksullaşıyor. size dokunmayan yılan binbir yıl yaşıyor yani, ama niyeyse siz uzaktan görünce bile çığlığı basıyorsunuz.

23nisan19mayıs31ağustos29ekim10kasımcılara selam olsun, din ve milliyet konuşmaktan başka bir şey konuşamıyorsunuz. çünkü bilmiyorsunuz, öğretmediler, merak da etmediniz. o çok sevdiğiniz gazeteler, görmemeniz ve duymamanız gereken şeyleri zaten yazmıyor, siz de hala annenizin gazetesini okuyorsunuz. lisedeki tarih kitabınız kadar bol resimli, onun kadar her yıl birbirinin aynı olan gazeteler. çok üzgünüm, burdan öyle görünüyor. şeriat gelmediğine göre, önemli gün ve haftalarda coşkuyla bayrak sallayabilir, "ah tabii ki ben de darbecilerin cezalandırılmasını istiyorum ama bunun için iran mı olalım ayol" gibi sığ yorumlarınızla, etrafınızda olup biten, ölüp giden, tükenip yokolan şeylere yine kadeh kaldırabilirsiniz. şerefe. yıllık kişi başı harcanabilir gelir, nüfusun en üst %30'luk diliminde dalga dalga artıyor, ondan da olabülü.

bi de işte boş vakitlerinizde "erimiş buzul parçası üstündeki kutup ayısı" resmi üzerinden çevre, "sıtmadan karnı şişmiş afrikalı çocuk" üzerinden kolonileşme geyiği filan da çevirebilirsiniz. her şey o gazetelerinizdeki kadar klişe fotoğraflarla kodlanmış ve özetlenmiş durumda. beyin yormak gerekmiyor. alternatif görüş mü lazım? o zaman kitlelerce sevilen, popüler alternatifler seçelim hemen. kataloğu var. buralara geldi diye söylüyorum, bonoyu çok sevelim, ayşe arman da aşık olmuş zaten. ama mesela amerikan yerlilerinin hakları için oscarı almayı reddeden tü kaka aktörü bilmeyelim. veya uzağa gitmeye gerek yok:  grup yorum hakkında yapabildiğimiz tek yorum "hassas konular üzerinden polemik yaratmak istemem, zevkler ve renkler rörörö" olsun. ahmet kayayla barışmak için serdar tortaç önden buyursun, ölüsü ısırmıyosa biz de yapabiliririri.

suya sabuna dokunmayan ellerden, hassas vicdanlara kuru temizlik. ben tam da buna tahammül edemiyorum.

işçiler mi? hımm, hangisini seviyoduk? hah, maden işçileri ve tekel. çünkü gazetemiz yazdı onları ve yıl 2010'du. geçmiş diye bi şi yok. anı yaşıyoruz, carpe diem. tamam. onlara destek; çünkü hükümet onları sevmiyor ama gazetem seviyor. başka işçi gerekmez. doğa katliamı mı? hımm menüden seçelim, hangisini seviyoduk? hah, deniz kaplumbağaları, bi de hasankeyf. tarkan da ordaydı mesela, ayşe arman onu da sever. demek ki cici. dersim ormanları fazla kürt kalıyor, hassas konulara girmiyoruz; çünkü malum: birlik beraberlik fiyonk makarna. zeybekteki gibi: taştan taşa atla, aman boka basma. aman diym çamur olmasın ayaklar, steril kalsın tırnaklar.

tayadcılar var mesela, dövüle dövüle yakınlarının yanına katılan tutuklu yakınları, yok ama, sert bi konu o, kimbilir neden girmiş hapse. tutuklu hakkı mı olurmuş canım, F tipi filan da diyodu bunlar. ah pardon politik açıdan doğrusu şu: bunlar tabii ki konuşulması gereken ama tabii ki benim konuşmayacağım ağır ve derin konular, bir yaz gecesi rüyamıza kara bulutlar. uyanırız filan, hafazanallah. ah, din! dindim ben az önce! dilime acı biber.

ben bu "yetmez ama evet"çiler ile "şeriat geloor" hezeyancıları arasında ortak bir şey görüyorum galiba. sinirim iki tarafa da kat be kat artıyor çünkü. o da bayrak yaptıkları 1-2 cümlenin dışında fikir belirtemiyor, belirtmiyor ve zaten ilgilenmiyor olmaları. gibi görünüyor burdan, affola. mesela birisi bana "ülkede demokrasi var, hayırcılar hiç baskı görmedi, güle oynaya hayır dediler, bakın kılıçdaroğluna" gibi saf saçma laflar edince kızamıyorum bile. şükretmem gereken şey, ana muhalefet liderine dayak atılmaması. bu da bir mucize üstelik, ben kıymet bilmiyorum. bu kişiye görünmez olan dayaklar ise baldırıçıplaklara atıldığı için fasulyeden sayılıyor. chp kanadı ise bu sırada etraftaki 2 metreden uzun bütün tekstil ürünlerini camdan atarak cumhuriyeti koruyordu.

isterseniz haykırarak "hiç de bileee, ben öyle diilim misaaal, onyüzbinmilyon baloncuk geçerli sebebim vaar" diyebilirsiniz.  yine de ben etrafta gördüklerime bakıp "aa öyle deme en azından şeriat gelmesin diye dertleniyor, bu da bi şi" veya "aa öyle deme en azından darbe olduğunu biliyor, yargılansın filan diyor, bu da bi şi" diyemiycem, demiycem. karşılıklı hırrlaşırız artık, napalım.

sorarsanız, oy vermedim. kardeşimin yanındaydım. evet, bence çok daha elzemdi. verseydim de hayır oyu verecektim. basit oran-orantı matematiği yüzünden, boykot etme fikrinde olsam da lüksümün olmadığını düşündüğümden. maalesef demokrasi, ilkokul 1 düzeyindeki 4 işlemlere yürüyen bir yandan çarklı sistemdir. bu kadar. yoksa "antidemokratik dayatmaları muhatap almıyorum" demek için apartman yöneticisi seçimlerinden başlayabiliriz bence veya genel seçimlere bekleriz mesela. siz bu ülkede gerçekten demokratik seçim gördünüz mü? bazı şeyler hayırı hakediyor.

ha tabii, kalpten boykotçuların haklı sebeplerine şapka çıkarıyorum, öküz değilim, anlamıyor değilim yani. sadece yöntem farkı diyelim, gerilmeyelim.

öte yandan, tıpkı benim gibi oy vermek yerine tatilde/ uzakta olmayı seçtiği halde, bu durumu itiraf etmeyerek, kendini "boykot ettim ben" paketine sarmalayan ve etrafa pazarlayanlara "yetmez ama evet" kalitesindeki ambalaj malzemelerini öneririm. su geçirmez, aşınmaz amerikan bezi.

1 yorum:

Aysin dedi ki...

Aklın yolunun birliğine çok inanıyorum ben. Şu yazıda her söylediğin o kadar doğru ve hani başka türlü nasıl olabileceğini anlayamadığım kadar da net şeyler. Aslında zor değil, niyeyse hep biz zorlaştırıyoruz kendimize.

Bu referandum zamanını iyi hatırlıyorum, hayırcı olduğunu ama ordusevici olmadığını anlatmak zorunda kalmanın ne kadar sinir bozduğunu..

2013 senesinde yetmez ama evetçilerin durumu ile ilgili bişeyler de görürüm umarım ilerleyen postlarda;)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker