7 Ağustos 2013 Çarşamba

Portekiz Günlüğü - 2: ve Sintra ve saray ve gösteriş.

Gündem her gün başka bir takla atılıyor ve ben Portekiz yazmaya devam ediyorum. Sanırım iyice uzaklaşıp yörüngeye oturmayı becerdim artık. Ya da bunlar hep twitter, buraya takatim kalmıyor. Neyse, devam.

Efendim, ikinci bölüm: Sintra. Önceki bölümden hatırlayacağınız üzere, denize doyduktan sonra son 3 günü şehir turuna ayırmıştık. Önce Lizbon'un batısındaki tarihi kasaba Sintra'ya günübirlik gezi, sonra Lizbon'da 2 gün. Ben ikisini de tek posta sığdırırım diye düşünüyordum; ama olmayacak. Lizbon üçüncü bölüm olsun.


Lizbon kitapçığımızda "Lizbon'da sadece 1 gününüz varsa, Sintra'ya gidin" yazıyor. Koskaca Lizbon kitapçığının yazarının amacından sapıp da insanları başka yere göndermesi abes geldiği için, çeviri hatasına yormuştum. Yok, haklıymış. tek bir gününüz varsa, Lizbon'u boşverip Sintra'ya gidin.



Portekiz kraliyetinin bütün ihtişamlı yapıları Sintra'da. Milli Saray, Pena Sarayı, Monserrate Sarayı, Mağrip Kalesi gibi. Ayrıca bir 10-15 dakika araba yolculuğu mesafesinde efsanevi Capuchos (Mantar) Manastırı var. Biz Milli Saray, Mağrip Kalesi ve Capuchos'u seçtik, diğerlerinde aklımız kalarak. Detaya girmeden önce gitmediklerimizi özet geçeyim: Monserrate aslında bir yazlık villa, kocaman bahçeli filan. Fazlasıyla eklektik tarzıyla "Sintra Romantizmi" denen mimari akımın (Pena'yla birlikte) temsilcisi(ymiş). Pena Sarayı'nınsa yerinde eskiden bir manastır varmış; ama 19.yy'da kraliyetin yazlık sarayı inşa edilmiş. Binayı yapan kişinin Alman olması, kralın çeşitli süsleme talepleri ve kralın eşinin renkli badana aşkı gibi sebeplerle fazlasıyla eklektik, biraz oyuncakvari bir yapı. neo-gotik, neo-manuelin, neo- islami, neo-rönesans, bildiğiniz tüm neoların harman olduğu yer. Vakit olsa giderdik; ama yoktu.

Sintra merkez ("akıllı olsun herkes" diyenlere benden bi limonata)
Eveeet, başlayalım. Girişten itibaren Sintra güzel bir yer. Yemyeşil ve zarif. Milli Saray'la başladık tura. Hiç dışardan fotoğrafını çekmemişiz ne hikmetse, güzeli için buyrun. O iki dev şey, mutfak bacası. Mağrip Kalesi'yle kombine bilet aldık. Tüm sarayı gezmek 1-1,5 saat sürüyor, çok büyük değil. Saray en hafif tabirle süslü. Meşhur Portekiz kralı Manuel seramikleri biraz seviyormuş. Sarayı için onyüzbinlerce özel çini fayans yaptırmış.

ortaya karışık
Bir diğer takıntı da tavan süslemeleri. İlk bölümde en soldaki kuğulu salonu görüyorsunuz, şu an oda konserleri için kullanılıyor. İkincisi Saksağanlı Oda. Kral eşini hizmetçilerden biriyle aldatmış. Sarayda dedikodular büyüyünce karısının kulağına gitmiş. Kral da hıncını tavana saraydaki kadınların sayısı kadar saksağan çizdirerek almış. Saksağanlar "por bem" diyor, "iyilik/ onur için". Üçüncü tavan sarayın en üst katındaki kabul odası. Çok ihtişamlı. duvarlar Hollanda stili mavi-beyaz çinilerle kaplı, tavanda ise altın çerçeve içinde av sahneleri resmedilmiş.

tavaning
soğuk oda. yazlık sarayıma yaptıracağım bundan.
Benim saraydaki favorimse avludaki "cold room"du. Tabii ki yine çeşitli çiniler ve duvar resimleriyle bezeli bir oda. tavanın dört köşesinde dört mevsim resmedilmiş, ortada yaratılış betimlemesi, kenarlarda da çeşitli yunan tanrıları. duvarlarında dikkatli bakarsanız görülen bir sürü delik var, rastgele su fışkırıyormuş eskiden. hava çok sıcak olduğu için de olabilir; ama fikir sahiden dahiyane geldi. Çalışmaması üzücü tabii.

Tur bittikten sonra, yakındaki bir pastanede su ve pastais de nata molası verip yola çıktık. Mağrip Kalesi ve Pena Sarayı şehrin karşılıklı iki tepesinde yer alıyor, aynı yol üstündeler. Her dakika işleyen bir otobüs hattı var, bizim gibi arabalılar için kapıda otopark alanı da mevcut. O yokuşu yaya çıkanlar vardı ama o sıcakta why so kendini denemeler, bilemedim.

Kale girişi, sur neşesi, ufukta okyanus ve yanda pena sarayı.
Pena Sarayı'nı geçip Mağrip Kalesi'ne çıktık. Ufak bir kapıdan geçip yemyeşil bir yola sapıyorsunuz. 10 dakikaya yakın yürüyüş sonrasında kale duvarları. Yükseklik korkuma çok da takılmadan fıldır fıldır gezdim. Kalenin ilk yapılış tarihi 8. yy. Manzara harika, okyanusa kadar uzanıyor. Meşhur Cascais sahiline yakın en büyük kale. Sintra merkez aşağıda, etraf sahiden zümrüt yeşili ve yan tarafta legodan yapılmış gibi duran Pena Sarayı görünüyor. Yine 1 - 1,5 saatlik bir tur.

Üçüncü durak: mantar manastır anlamına gelen Convento dos Capuchos. Elimizdeki Lizbon kitapçığında görmesek kaçırırdık ve bence yazık olurdu. Kaleden çıktıktan sonra tabelayı takiben arabayla 5-10 dakika gittik. Toplu ulaşım yok. 1560'ta yapılan bu manastırda 8 rahip kalıyormuş. 1834'te dergahların kapanması sonucu uzun yıllar kimsesiz kalmış, birçok kez yağmalanmış; 2001'de de müze haline getirilmiş.

Manastır girişi, avlusu ve çevresi.
Girişini normal şartlarda görmek çok zor, kocaman bir ağacın arkasındaki dev kayanın yanından giriliyor. Temel felsefesi minimal yaşam, rahiplerin kaldığı odalar 2-3 metrekare, kapı yüksekliği 70 cm, kaplama için kullanılan tek malzeme ağaç kabuğu (yani mantar), süsleme -bezeme yok denecek kadar az. Yemek masası olarak kullanılan kesme granit, kralın bağışıymış. Mutfaktaki lavabonun üstünde duran 2-3 tane silik mavi çini bile inanılmaz gösterişli kalıyor.


Manastırın içi ve meşhur mantarlar.
Odalar arasında 8er basamak var, zaten toplam oda (hücre demek daha doğru) sayısı da 8; sonsuzluk sembolü. LED lambalarla aydınlatılan hücrelerin içini ve mutfağı gezdikten sonra avluya çıkıp bahçesini gezdik. Ağaçların arasında ufak bir şapel, daha da ufak bir banyo, bir - iki sunak var. O kadar. Geri kalan her yer ağaç.

Aynı gün içinde dünyevi ihtişama doyup, sonra tamamen uzaklaşıp arınmak için Sintra ideal. Akşamüstü olunca Lizbon'a doğru yola çıktık. O da tahmin ettiğiniz üzere, arkası yarın.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker