2 Nisan 2013 Salı

tatil baldan tatlı

Efendiiim: Amsterdam.
Yavru vatan Hollanda'nın bize sadece 5 günlük (beş. gün.) vize verişine takılmadan, uzun hafta sonu diye koşa koşa gittik. 2006'daki maceralarımla aynı zamanda oraya giden; ama benim aksime orada kalan arkadaşlarım var. düzenlerini kurdular, yakında vatandaşlık bile alıyorlar. Başka bi arkadaşım sorunca fark ettim ki ben Amsterdam'da hiç otel vs bilmiyorum; çünkü hiç kalmam gerekmedi. Bu da böyle harika bir lüks işte.

Amsterdam, haritasız gezebildiğim şehirlerden. Her yerini çok iyi hatırladığım için değil, tabela ve bilgilendirmede bir Londra olduğu için de değil; ama kaybolsam bile hep aynı şekilde kaybolduğum için. Ayrıca tramvay güzel şey, bir Tube değil, geze geze dolaş, her yol Centraal'e çıkıyor zaten.

 Ne yaptık ne ettik notları olsun bunlar, belki birinin işine yarar. Kilitsiz günlük gibi oldu blog zaten. Müzeler filan yok gerçi, onları yaptık bitti zamanında. Tek bildiğim, Van Gogh Müzesi bi süre tadilatta, oradaki eserler Hermitage'a taşınmış. Keukenhof filan peşindeyseniz, Nisan sonuna doğru en iyi zamanı. hatırladıklarım bunlar.

Neyse: Cuma günü kuşluk vakti uçağımıza binip şehre indik. Hava tabii ki ayazdı; ama güneşliydi, güneş ne güzel şeydi. Dam Meydanı'nda yine o minik lunapark kurulmuş. sonra sola kırıp voltaya başladık. Bi ara minik bi sokakta bi sahaf pasajı bulduk. kitaplar, fotoğraflar, baskılar filan satan 5-6 dükkan. pasajın sonundan Kloveniersburgwal denen (asla bi seferde okuyamadığım) sokağa çıktık (pasaj the book exchange'e yakın) ki kanal kenarı yürüyüş için güzel, kocamaaan bi cadde/sokak. Sonra, Cafe de Jaren'de mola verdik. Hava güneşliyse bahçesine masa çıkarıyolar, içi yüksek tavanlı, kahvesi çorbası güzel, kanal manzaralı bir yer. Masa çok, haliyle biraz bekleyince yer kapmak mümkün. Mola vermelik işte tam. Sonra Leidseplein'a doğru gittik ki zaten Taksim'e çıkmak gibi bir şey, merkez. Orada bir takım içkiler ve diğer şeyler sonrası eve dönüş, neşeli haller, bi ara üst üste çalan şarkılar, renkli videolar filan. Fade out.

Cumartesi ben "sabun alıcam, sabun sabun!" dediğim için (ve esas sabuncu Savonnerie tadilatta olduğu için) Nilsen'e doğru yola çıktık. Ben böyle "x dükkanına/ kafesine bakalım" hedefleri koymayı seviyorum; çünkü o zaman sahiden ara sokak, arka mahalle keşfediyor insan; tabii kastım XXL department store'lar değil. Amaçsız yürüyüşün aralarına mini amaç molaları serpiştirmek, gibi gibi. Neyse, canım Vondelpark'tan geçerek Nilsen'i bulduk, ben minik sabun alıp rahatladım. Harika bir çocuk mağazası aslında, kumaş ve ahşap oyuncaklar, giysiler vs. Oude Zuid denen, şehrin "eski güney" mahallesinde. Cumbalı evler vardı ki meğer Hollanda mimarisine çok yakışıyormuş cumba. Şehrin en pahalı emlak  bölgelerinden. Park manzaralı olan birkaç evi seçtik, "1 kilo sarın, alıyorum" deyip eğlendik

Ondan sonrası 9 streets. Ben pek severim bu bölgeyi. Özellikle Avrupa başkentlerindeki hızla birbirine benzeyen alışveriş caddelerine inat, burada genelde yerel mağazalar ve restoranlar oluyor. ayrıca kanallar zaten pek bi güzel, güneşli, iki adımda bir durup ısınmalık. Prinsengracht'la başlayıp S çizerek dolaşıp durduk. Siyatikle kıvranmaya başladığımda o değil bu değil deyip, screaming beans'e oturduk. Ufak bi kafe (sandviçleri tatlılarından daha iyi); ama esas bir kahve ekipmanı mağazası. Chemex, aeropress, syphon vs ne isterseniz (tabii istiyorsanız) mevcut. Çay da var ve hatta "bu çay tam 2,5 dakikada demleniyor, hepsini denedik, en muhteşem süre bu!" filan diyerek çayınıza dakik müdahaleler yapılıyor.

Biraz şarj olduktan sonra Jordaan'a devam ettik. Cumartesi demek Noordermarkt günü demek. Gittiğimizde pazar toplanıyordu, ucundan kaçırdık. Şehrin en büyük pazarlarından biri, güneşli günler için ideal. Aslında Jordaan demek Winkel demek; yani şehrin en iyi elmalı payı. Bence tam Dudok Cafe tarzı yapıyor; ama Dudok'un Amsterdam'da şubesi yok (Rotterdam, Den Haag ve Tilburg diye biliyorum). Biz Winkel'e selam çakıp pas geçtik, siz gidip yiyiniz. Bence Noordermarkt yakınlarındaki en iyi "güneşlenme spotu" , köşeyi tutmuş olan cafe Papeneiland; ama tabii ki bu muhteşem tespitte yalnız değilim. Ne zaman önünden geçsek kalabalıktı, biz de bi alt paraleldeki Fitch'e oturduk, çaylar biralar. Akşam yemeği öncesi hafif geçtik; çünkü  Amsterdam'da bizi misafir eden kişi, tanıdığım en güzel yemek yapan insanlardan biri. Rakı- balıkta harikalar yarattı ve sabahtan Noordermarkt'a da uğramıştı. Bence yeterince açıklayıcı oldu.

Pazar günü geç bi kahvaltı için toplaşıp Westerkerk'e doğru gittik; bir diğer arkadaş evinde ağırlanmaya. Optimizasyonda bir dünya markası olan arkadaşımın evinin de tabii ki hem kanal, hem kilise hem de Anne Frank'ın evini gören bir köşe daire olması icap ederdi, öyle de olmuş. Geçen turistlerin kafasına fındık fıstık atabilecek kadar merkezi bi yerde. "Amsterdam güneşliyken kim, niye Anne Frank'ın evine gider ki?" diye konuştuk milyonuncu kez. Çok saçma bir kuyruk oluyor önünde. Şunca zaman, bi kere bile girmiş değilim. Evet o kadarı da ayıp belki; ama içerde sadece bir oda var, döneme ait bir dekorasyon vs değil. Ayrıca kitap > oda. Keza Madame Tussauds müzesi. Kim niye saatlerce sıra olur önünde, hele bi de güneş varken? Neyse.

3 evli çift olarak buluşmak çok garipti bu arada. "biz evlendik, aa siz de evlendiniz, e onlar da?!" diye birbirimize baktık. Tam bi evligadın refleksiyle "beyler evde maç izlesin, fiski içsin" dedik, sokaklara attık kendimizi. Birlikte olduğunuz insan ıvır zıvır alışverişi, parça pinçik dükkan eşelemeyi sevmiyorsa (ki ben de 3-5 sonra yoruluyorum), onu sürüklemenin bi anlamı yok; sonuçta o da tatil yapıyor. O yüzden 3 kadın olmak çok işime geldi, doğru Haarlemerdijk. ikinci el mağazalarında en birinci el fiyatı çeken Londra'nın aksine Amsterdam fiyatları gayet makul. Sonra hain kadın Nergiz bize civardaki en iyi çikolatacıyı, çaycıyı, peynirciyi filan gösterdi; ama Paskalya sebebiyle kapalıydı hepsi. Ben de pazartesi günü bir daha gelip çok elzem ihtiyaçlarımı karşıladım. fikir vermesi için: the chocolate company ile günaha davet ve Simon Levelt ile çay saati.

Kaldığınız yer nerde olursa olsun, son gün bavulunuzu Centraal Station'a getirip kitleyin, mis gibi gezin. Her şehirde yapılabilir bu zaten; ama Amsterdam bence iyice bir uygun bunu yapmaya. Bu sayede araya Rembrandtplein, Nieuwmarkt filan sıkıştı. Sonra da uç, kon ve evcağızım, cancağızım. Amsterdam hep bekleneni veren bir şehir; hatta hava güneşliyse siz istemeden beklentinizin üstüne bile çıkabiliyor. Yine pek iyi baktı bize.

5 yorum:

Nurbanu dedi ki...

Ah Deryik! Bugun iyiki girmisim tesadufen bloguna! Ne diycem, biliyorum beni pek tanimiyorsun ama ben persembe gunu Londraya geliyorum. Cok yakin arkadaslarim orda yasamalarina ragmen benim orda oldugum haftasonu bir dugun icin italyaya gidiyorlar :( dolayisiyla yalniz olucam genelde. benimle bir kahve icmeye firsatin olursa cok sevinirim. hem insider olarak bir iki gidip gormeye deger tipler, dukkan adresleri filan verirsin. vaktin olursa tabii :)

yoksa no problem. bol keyifli bir hafta diliyorum!
nurbanu

Dudu dedi ki...

Her şey çok güzel, kesinlikle çok güzel gezmişssiniz. Ben araya Pijp da katardım, çok severim.

deryik dedi ki...

dudu: eski pijplılar olarak gidecektik de ucundan döndük. güneşe rağmen çok soğuktu hava :)

nurbanu: e ben cevap yazmıştım ama burada yok, şimdi fark ettim! güzel olur demiştim. mail atmak için blogunu aradım taradım, bir yol bulamadım. sen bana yorum olarak bırakabilir misin adresini? yayımlamam ama mail atarım :)

Adsız dedi ki...

boyle yazılarını cok seviyore.

pasifauna dedi ki...

Amsterdam'la alakalı çok acayip şeyler olmak üzere hayatımda, "dur bakalım, neler göreceğiz" günlerinden geçiyorum. Ben bu yazıyı yazıcıdan çıkarıp bir iki yere koyayım iyisi mi, yangın merdiveni...

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker