Eşeğimi kaybedip bulduğum günler. O mu bu mu derken, tanıdık sularda yüzerken, dalgalanmalar. Ne istediğini bilmeyip ne istemediğinden emin olmalar. Neyse, ilk kez zihin gücüyle bir şeyler başarmış olabilirim. Öyle anmayı tercih ediyorum. Hepimiz Matilda okuyarak büyüdük ve bazılarımız onu çok sevdi. Müzikaline hâlâ gidemediğim Matilda.
Bi kazan tiramisu yaptım dün, daha çok kendime. dolaba attım ki bugüne hazır olsun. Çarpıntım vardı, bugün de biraz var; ama fon müziği gibi. takılmıyorum. koza ören böcekler ve yuva yapan kuşlar ve erzak depolayan eski kuşak. neyse, iyi haberler aldım. kahve içtim. sigara da içecektim arada bi yaptığım üzere; paket evdeydi. vazgeçtim. dergiler aldım. o arada hava soğudu. eve koştum. oturup derin bi nefes aldım. "oh" dedim. oh. hepimizin dua eder gibi tekrarladığı üzere: hayat kısa/ kuşlar uçuyor. işte buna tam bi oh.
bugün istanbul'da lodos fırtınası varmış. boğazın lodos rengini çok severim, dönüvermesini, derinleşmesini. benim içinmiş bugünkü lodos, istanbul'un ufak jestleri işte bunlar. teşekkür ederim.
*
uğur mumcu'nun arabasının enkazını ailesine vermişler. hani yaraları bir ihtimal biraz kabuk bağladıysa 20 yıl içinde, tuzlayıp, ahmak ayaklarla ezip yeniden acıdığından emin olmak için. o küçük oğlanın, o küçük kızın büyürken kendilerine ikinci bi deri bellediği acı, onlara asla huzur veremesin diye yaptılar bunu. öylesine değil. reel politik, sürreel hukuk da değil. mahkeme kararı diyebilirsiniz; pek bi mantıklı giriş-gelişme-sonuç-karar-hüküm-savcı- hakim-avukat- tutanak- mübaşir zinciri diyebilirsiniz. sizin dediklerinizi duymak zorunda olmadığım gibi, olanları sizin anlattığınız şekilde anlamayı da reddediyorum. elimden bu geliyor. bir şeyin kendi kitabına uygun olması, kitabın mutlak doğru olduğu anlamına gelmez. keza bir şeyin kanunlara uygun olması, o kanunu eleştirmeyi de engellemez. geri kalan her şey için hak, hukuk, hakkaniyet ve diğerleri. fade out.
bi caddeye adını verip geçtiğiniz bir adam. 20 yıl sonra ailesini kanattınız. bir caddeye adını bile vermeyi çok gördüğünüz başka bir adam. 6 yıl oldu bak. ben o "vurdular derya, öldü" mesajını alalı, kulaklarım uğuldayarak mağazanın ortasında ağlayalı 6 yıl olmuş. uzaktaydım. türkiye'de yer yerinden oynar diye düşündüm. istanbul, ayağa kalkar. şişli'ye akar istanbul ve "yeter lan artık" der. çatlar. yağar. sahiden çok inanmıştım buna. olmadı. oldu tabii, yüzbinler yürüdü; ama işte, olmadı, yetmedi, yürüyenlere tükürenler baki kaldı. ben uzaktaydım ve çok şaşırdım. sonra şaşırdığıma şaşırdım. herkes bir acıyı alıp, diğeriyle çarpıp, öbürüne bölüp sidik yarıştırmakla meşguldü. uzakta olunca bakıp bakıp "yazık şu halimize" demek daha kolay. dedim. sonraki yıl dönümlerinde şehirdeysem gittim hep. sonuçta bi balkonun önünde durup ağlayan binlerce insan olmak, garip bi terapi. biraz bencilce, biraz hastalıklı; ama terapi. hem bak: hatırlıyorum. hatırlıyorlar. hatırlamak kocaman bir direniş.
ay ona gittin de buna da gittin mi? ay ona ağladın buna da ağladın mı? ay ona ak da buna bok mu?
susun. benim kaç yere gittiğimden çok, sizin niye hiç kıçınızı niye kaldırmadığınız mühim. ne sidik yarıştırırım ne de acı. üstelik inanmazsınız, insan kalbi birden çok şeye acıyabilecek kadar geniştir. içim daralıyor sizin bu derbi günü çıldıran futbol holiganı hallerinizden.
küçüklüğümden beri birilerini öldürdünüz ve ben her birini tazecik hatırlamakla lanetlendim. hiç şikayetim yok; hatırlamak bir kurtuluştur. bilmekten farklı olarak hatırlamak, neyin ne kadar acıdığı konusunda sizi her daim uyanık tutar. bilirsiniz; o araba hurdasının verdiği acıyı. halaskargazi caddesi tabelasının verdiği acıyı da bilirsiniz. "metin ol" diyen anneyi bilirsiniz, cadde isimlerini, okkanları, kışlalıları.
ya ben salak gibi, hâlâ "benim annem cumartesi" dinleyip dinleyip ağlıyorum. mesela bakkala giderken filan. denk gelince değiştirmiyorum, hızlı hızlı yürürken akıyo iki damla yaşım, rahatlıyorum. rutinleşmiş bile olabilir. ne bileyim, bu şarkının yazılmasında büyük acılar var, tamam; ama bu şarkıyı yazabilen adamlar da var. ben onların iyiliğine ağlıyorum biraz da sanırım, az da olsa varlar diye. yoksa delirirdik. kaç balkonun altında, kaç kez toplanabilir ki insan? gerçi bir meydanda 408 kere buluşmak da mümkün Türkiye'de. 408 kez aynı şeyleri söylemek ve duymak için.
herkesin miladı kendine. 19 ocak benimki, "bu yıl da olmadı" deme tarihim. olmadı. sizin tarihleriniz, miladlarınız da sizin olsun, aynı kuyuya taş attık diye aynı dileği tutacak değiliz. olsun. benim için bu 19 ocak da aynı şey: yine olmadı. yine beceremedik. sonra işte, "aslında zor değil": belki bir gün beceririz. enseyi karartmayınız. bir miladınız olsun ki sene-i devriyesini bilin, unutmayın.
19 ocak bu yıl cumartesiye denk geliyor. gidecekleri zaten biliyorum. sizin de içinizden geçiyorsa; ama şu meşum "olay çıkar, gaz sıkarlar" korkusundaysanız, bir şey olmuyor, merak etmeyin. slogan atmanız da gerekmiyor, en önde durmanız da. orada bulunmanız yeterli. hevesli üniversite öğrencilerinden bakkal amcaya kadar herkes gidiyor. herkes birbirinin acısına deva. zaten yalnız bıraktığınız an tuzu basıveriyorlar, safları sıkı tutmak lazım o yüzden.
Neyse, yine uzattım. Tüm bunları benden daha iyi yazan var, onu okuyun: Elif Key.
*
not: Londra cennet papağanı doluymuş meğer. Bizim parktaki bir ağaçta onlarca, yemyeşil papağan uçuyordu. Bi vakit bi stüdyodan kaçmışlar. Ben de ağacın karşısına geçip uzun uzun seyrettim geçenlerde, bu fotoğrafı düşündüm.
1 yorum:
Bugün sabah kapalıydı hava, bir ara kahve molasına ineceğim, dışarıda nasıl acaba dedim de dönüp baktım bi Boğaz'a.. Efsaneviydi. Çok güzel bir renkti. "Oha ne güzel olmuş Boğaz'ın rengi yağmurdan sonra?" dedim. 1-2 kişi dönüp, "aa hakikaten ya!" dedi. İşte o manzara sana gelsin kuzucum. Kocaman öperim. Zihin gücüne saygımız sonsuz!
Yorum Gönder