Liverpool'a gittiğimi bile unuttum nerdeyse; ama maksat post yerde kalmasın.
Bucak bucak Britanya gezimizin bu seferki durağı: Liverpool. Gitmeden önce her zamanki gibi 1-2 sayfalık görülecek yer/ gidilecek bar &restoran listesi yaptık. Şehir tam 2 günlük gezi için; ne eksik ne fazla. Ben zaten sırf Beatles için de giderdim de, şehrin hakkını vereyim, güzeldi. Zamanında köle ticaretinden vurmuş parayı; öyle ki 1850lerde londra'dan daha zengin, "ilk gökdelen"lerin yapıldığı, "avrupa'nın new york'u" bi şehirmiş.
Şehir ufak; bi uçtan bi uca yürümek en fazla 1 saat sürüyor ki bu harika. Şehir "cultural quarter", "shopping quarter" gibi bölgelere ayrılmış ve haritada işaretli. İlk gün, albert dock'a gittik. denize ulaşmak nasıl bir ferahlık, anlatamam. Tekneler, martılar ve dalga. Çok özlemişim.
|
Albert Dock: denize çıkan sokakların nihayeti. |
Şehrin sembolü liver kuşu. aslında mitolojik bi karakter; ama tahminen bildiğimiz karabatak bu. Pier Head'deki
Royal Liver Building'in tepesinde bu kuşların bi çift heykeli var. popüler hikaye şu: dişi olan denize bakıyor, denizcilerin eve döndüğünden emin olmak için. erkek olan şehre bakıyor; pubların açık olduğundan emin olmak için. Bir diğer efsane de "dürüst bir adam ve bir bakire bu heykellerin önünde aşık olursa, kuşlar havalanacak ve şehir yok olacak". Daha az felaket tellalı versiyon da: "binanın önünden ne zaman dürüst bir adam veya bakire bi kadın geçse kuşlar kanat çırpar".
|
solda Royal Liver Building ve kuşu, sağda dizi dizi binalars. |
uzun uzun yürüdük, güzel binalar arasından, noel pazarının içinden geçip otelde mola verdik. sonraki istikamet, barlar bölgesi. tavsiye üzerine Alma de Cuba'ya gittik. Kokteyl menüsü pek zengin ve kurallarına sadıklar. hatta "votka-cranberry hazırlanırken taze lime suyu kullanılır" gibi ayrıntılı listeleri var. Liverpool mekanları güzel, genelde öğrenci mekanı tadında. Müzik konusunda endişeniz olmasın, Liverpool'dasınız.
|
liverpool ve gece vakti insanı düşündüren soruları |
ikinci güne şehrin doğusuna yürüyüp iki büyük katedralini görmekle başladık. İlki katolik, Metropolitan katedrali. gayet modern bi bina, 1967'de tamamlanmış. Çanlar çalıyordu pazar ayini için, pek de kalabalıktı.
|
üstte Metropolitan Katedrali, altta Liverpool Katedrali. |
İki katedral arasındaki sokağın adı (tesadüfen) hope street. güzel, şık evlerle dolu bi sokak. oradan diğer katedrale yürüdük. Anglikan olan Liverpool Katedrali ilk görüşte ihtişamlı bir gotik eser. Sonra okuyunca görüyorsunuz ki fikren 1900lerin başında temelleri atılmış; ama araya savaşlar girince ertelenmiş ve ilk ayin 1978'de anca yapılabilmiş. Biraz hüsran; ama güzel bir bahçesi var; mezar taşlarının arasından yürüyerek geçiliyor.
|
Çin Mahallesi girişi ve güzelim café Leaf. |
|
Cultural Quarter'ın çiçeği World Museum (o binaların tamamı tek bi müze, evet). |
Bu arada, şehrin bi kısmı AVM. Evet tek bi AVM. Liverpool One denen açık hava alışveriş merkezi beni dehşete düşürdü. Sokaklarca devam ediyor, 5-6 Kanyon ebatında, belki daha büyük. Biraz ürkütücü. Neyse, bolca yürüyüş sonrası, Albert Dock'a geri dönüp the Beatles Story'ye girdik. Huşu içinde gezdim, en son biz çıktık müzeden; belki biraz da kovulduk. Canım beatles. Fotoğraflar eh işte; ama bulunsun.
|
Temsili Cavern Club'da oturdum uzun uzun. |
Neyse efendim, ertesi gün dönüş yolu. Tren güzergahları zaten sel sebebiyle değiştirilmişti; ama yetmedi, güzel bi rötar yedik. 2,5 saatlik yol 5 saate erdi. Londra'ya ulaştıktan sonra az bi dinlenip, noel yemeğine gittik. Bol yemekli, bol içkili mis bir akşamla dinlendik.
Burda da masal bitmiiiiş.
1 yorum:
"sonra daaa onu yemiiişşş"
Yorum Gönder