Türkiye'den haberleri okumak çok garip be blog. Ben istisnasız her seferinde sinirden dişimi sıkıyorum, iyice sıkarsam gözlerim doluyor. Hollanda'dayken de böyle olmuştu, az uzaklaşıp bakınca daha beter acıtıyor. Kıyaslıyorsun, ister istemez. Hani yaşım kadar süredir, insanların gün aşırı savaşmalarla ölmesini geçtim, kaldırımları kıyaslıyorsun. Kaldırımların verdiği acıyı anlatamam. Kaldırımlar alçak ve sadece başında ve sonunda değil, aralarda da rampalar var. Rampalar tırtıklı ki hem görme engelliler fark etsin hem de tekerlekli sandalye / bebek arabası kaymasın. rampanın sonu yola çıkıyorsa istisnasız hepsinde ya "sola bakın" veya "sağa bakın" yazıyor ki ezilmeyelim. Hepsinde blog, her birinde.
Ben işte bu kaldırımlara bakıp düşünüyorum, vatandaş mı talep etmiş düzeltilmesini, "böyle şehirde yaşanmaz!" mı demiş, yoksa zaten hiçbir zaman 35 cm'lik kaldırımdaki kırık taşa takılan bebek arabası tekeriyle boğuşmamışlar mı? Baştan mı düzgün başlamış her şey? Nerde hata yapmışız, kaldırımlar söyleyecek bana. Öyle bir haldeyim. En fenası kaldırımlar. metroymuş, parkmış, hepsi sonra geliyor. Yer çekimi yüzünden illa basacak o ayaklar yere. İlla yürünecek. Öyle temel bir zorunluluk işte o kaldırım. Bunlarda kayboluyorum, tarifi zor. Kaldırımlar, sanki gazetede bu haberleri okumamızın tek sorumlusu.
Beni en çok etkileyen kitaplardan birinin adı: "Bildiğin Gibi Değil". Kitabın konusu ve içeriği dışında, adı etkilemişti; çünkü sahiden, değildi. bilmiyordum. bilmeme bir şekilde engel olunmuştu ve üstelik bu engel ailemden gelmiyordu; ailem de bilmiyordu tahminen. en azından bu kadar değil; yoksa annemin bu kitabı okurken ağladığını gördüğüm an hayatımda bir ilk olmazdı. Üstelik o kitap adının beni niye sarstığını sonradan hatırladım.
Baştan anlaşalım, ben istanbul üstü ankarada büyümüş, orta sınıfın güvenli çemberindeki beyaz türk kızıyım. yegane derdim ortaokullara giriş sınavı ve istanbuldan ankaraya taşınmamızdı. yaşadığım en büyük ayrımcılık da mütemadiyen "siz de göçmenlik var mı? yok mu? vardır kesin. burnun kalkık. var mı göçmenlik? ay mavi gözlü müsün sen nazarın değer! bence göçmensiniz siz, bi sor annene." laflarını duyma seviyesinde kaldı. bi bok sayılmaz yani. ha evde "terör" değil savaş, ölüm lanetlendi bizde. soframıza iki şey uğramadı: din ve milliyetçilik. sol sol büyüdüm yani; ona rağmen bir çemberin, fanusun içindeydim. annem gazete kaplı eski dergilerini hiç atmadı; ama benim karıştırmamı da istemedi: "devrimi tamamlanmamış devrimcinin çocuğunu koruma içgüdüsü".
Neyse, dağılmasın konu. Aklıma Dilan geldi geçen gün. çok küçük değildim, 10-11 yaşımda filandım heralde. Ankara'da yeniydim. apartmanda Dilan diye bir kız vardı ve biz onunla oynamıştık. Ankara'da o kadar yalnızdım ki pek öyle sokakta oyun oynayan çocuk olmamama rağmen, oynamıştım işte. Ne oynadık hatırlamıyorum, iki karış kaldırımda voleybol filan olabilir. Eve döndüm ve annemle konuşurken, "adı dilanmış. öyle isim mi olur ya ne komik!" filan dedim. Annem bir hışımla bana dönüp "ne gülüyosun? adıymış işte" diye kızdı. "Ya ne demek ki dilan bi kere? bi anlamı yok bence. öyle bi isim de yok. çok komik. dilandilandilandi" filan diye iddialaştım, ben ve sevgili gelmek üzere olan ergenliğim. Annem yaptığı işi bırakıp, gözünü gözüme dikip buz gibi bi sesle "sen, derya, HER ismi biliyor musun ki?" dedi. öyle bir dedi ki ben artık kızardım mı morardım mı hatırlamıyorum. sustum. "madem bilmiyorsun, adının anlamını sorsaydın?" dedi. sormamıştım, gülmek daha kolay gelmişti. "kürtçe bir isim o, kürtçe isim biliyo musun hiç?" dedi ve elindeki işe devam etti, bana bakmadan. sonrası sonsuz bir sessizlik: bilmiyordum. bilmediğim bir şeydi. kürtçe isimli, türkçe konuşan dilan. nasıl bir şeydi yani? nereliydi? ya hatta "ama burası ankara?!" diye bile düşündüm galiba. binbir sorumu sormadım, kendime sakladım; çünkü bilmeyişimden çok utanacağımı hissettim. işin garibi, annem de anlatmadı, niyeyse. bence o da ne anlatacağını bilmiyordu.
çok şükür, dilan'ın adıyla yüzüne karşı dalga geçmeyecek kadar efendiymişim, daha da utanmadım kendimden. sonra bir daha inip oynamadım dilan'la, kaçtım hep utancımdan. hâlâ garip gelir o günkü hâlim; çünkü annemin ve anneannemin adları zordur, insanlar anlamaz, "aa yabancı mısınız?" filan derler. rum akrabalar var, onların adı da "farklı"dır. hani kendi dilanlığımı da azıcık da olsa yaşamış bi velettim ben; o günkü tepkim muamma. belki de o gün yüzündendir, 10 yıl sonra bi arkadaşıma "aa adın niko mu? ne enteresan!" diyen kıza bir hışımla "nesi enteresan?!" diye çıkışmam. enteresan olan tek şey, burnumuzun dibindekileri bilmeyişimizin derinliği. rumluk veya kürtlük değil.
neyse işte, o kitap adı, "bildiğin gibi değil", o yüzden çarptı beni. Ben, 10 yaşıma kadar kürtçe tek bir isim bile duymamıştım; öyle bir bilmemek. Nasıl olabiliyordu ki yani bu kadar bilmeyiş? Üstelik ailem beni zorla uzak tutmamıştı, hani "öcü kürtler" diye büyümedim ben. ben adını duyduğum ahmet kaya'yı da ilk kez üniversite 1'de yurttayken dinlemiştim zaten; kasetten dinlemiştim hatta. ileri geri sarmıştık. kum gibi'yi biliyordum da iki şarkı aptal etmişti: ağladıkça ve bahtiyar. diğer hepsi sonra geldi. bahtiyar'ı dinledikçe ben ağlamıştım. neler olmuştu. safça gelebilir; sinirden ağlamıştım: birileri her günü bu gerçekle yaşarken ben bilmemiştim. ben en çok bilmemekten utanmıştım galiba; nasıl olur da bilmem? sonra fark ettim ki bilemeyeyim diye bir düzen kurulmuş gidiyor zaten. kazımadıkça, rastlamadıkça, öğrenmen de zor. sonra sevgili üniversitem, elinden geldiğince öğretti. derslerle değil, insanlarla. hem büyüdüm ya, annem de o dergileri karıştırmama izin verdi.
Neyse, ne diyecektim ben? Hah. bildiğimiz gibi olmadığını ben öyle kabullendim işte; bilmeye çalışmak gibi bir sorumluluk yüklenerek. Tarih dersleri aldım, eski ezberlerimi unutayım diye. Arkadaşlarımı dinledim, anlatmak istedikleri zaman. Şimdi üniversitedeki inkılap tarihi dersleri kaldırılıyormuş. Bir yandan iyi tabii; 18 yıl boyunca okuduk nerdeyse. Bir yandan da, o dersler yakın tarih öğrenmek için "köprüden önceki son çıkış"tı. Belki bizim okulda öyledir sadece, emin olamıyorum; ama 1938'den sonrasıyla ilgili o gizemli kapı, o derste aralandı. Biz darbeleri o derste okuduk ve hayır, devlet ideolojisi ezberiyle değil, gerçek akademisyenlerden. Sosyal bilimlerde okumayan birçok öğrenci o dersten çok faydalandı. Bir kitap adı öğrenip okuduysa, merak ettiyse, o bile bir şeydir. O yüzden, kendi deneyimimle, üzüldüm dersin kaldırılmasına. Adının aksine, 1938'de sonlanan bir cumhuriyet tarihi değil, 1938 sonrasında kafası karışan bir cumhuriyet tarihi anlatılmıştı bize.
öyle bilmiyoruz ki hiçbir şey. 4+4+4 uygulamasına karşı çıkanları pkklı ilan etmiş milli eğitim bakanı. "normal vatandaş" destekliyormuş! bu ayrım, tek başına şiir gibi. bunca yıl "7 çok geç" diye kampanya yapılırken kastedilen okul öncesi eğitimdi, bebelere bilgi yükleme talebi değildi. ne kolay ama di mi? pkklılar sizi, her verdiğimiz lokmayı yutmuyosunuz. olmadı kcklılar sizi. o da olmadı bikbik örgütü. sizi gidi bilmeye çalışanlar. bildiğiniz gibi işte, ne kaşıyorsunuz ötesini? ne diye utanıyorsunuz ki? kaldırım, üzerinde yürünsün diye yapılmış bir yüksekliktir, standardı olmaz bunun. bizimki çok güzel, büyükşehir çalışıyor. bak sana yepyenisini yaptım, sevinsene. bildiğin gibi işte: daha fazlası yok, kurcalama.
34 kişi bok yoluna öldürüldü bu ülkede. adını ne koyarlarsa koysunlar, bir gece, ansızın ölebilirim. unutursak kalbimiz kurusun, elbette. ben büyük şehirlerde yaşayan 10 yaşındaki kız çocuklarını düşündüm; onlar da benim gibi, hiçbir dilan'la tanışmadan büyüdüler büyük ihtimalle. öldürülen 34 kişi için en iyi ihtimalle sadece "yazık" dendi. belki terörist, belki kaçakçı dendi ailesinde, öldükleri için bile lanetlendi insanlar. işin acı yanı şu: benim bildiğim gibi değildi; ama o kızın bildiği gibi de değil. hâlâ değil yani, bilmediğimiz şeyler olmaya, birikmeye devam ediyor. Bir koca millet, 72 milyon kişi, bilmeyişe mahkum ediliyor. Bilmemekle meraksızlık arasında büyük bir fark var: öğrenme anında olan bir ayrım. bilmediğiniz şeyi duyduğunuz an merak etmezseniz, o artık bilmemek değil, o meraksızlık. bilmeyişiniz kulağınızı çınlatıp başınızı döndürüyorsa, hoşgeldiniz.
böyle işte, bilinç akışı günler. kaldırıma bakıyorum, bakıp kalıyorum. kaldırımın standartları, bilgiye erişimin standartları, birilerinin bana hesap veriş standartları. hangi politika, kim, nasıl bir cüretle, beni o kadar uzak tuttu, o kadar kopuk yaşattı? hangi derste okutacaklar bunları? düzgün kaldırım talep etmek, sonradan öğrenilen bir şey mi yoksa düzgün kaldırımda yürümüş olmak mı gerekiyor önce?
güney afrikalı bir arkadaşımla buluştum geçen hafta, 4 yıl sonra. 2,5 yıl hong kong'da çalıştıktan sonra ülkesine temelli dönüş yapacak. istemiyor, hiç istemiyor hem de. konuştuk. anlattığı şeyleri o kadar iyi biliyorum ki asap bozucu. aynı hukuksuzluklar. mesela tecavüz davalarında kesinlikle güney afrika'yla aynı hukuku izliyoruz, yargıçlarımız orada eğitim almış gibi. eğitim sistemimiz de hong konglu. "küçücük çocuklar, ellerinde test kitapları, tek dertleri soru çözmek. hayatları okul sonrası kurslarda geçiyor" diye dehşetle anlatırken ben sadece "biliyorum" diyebildim. biliyorum. ilkokul 5. sınıfta 1.8 milyon yaşıtımla sınava girdim, yarıştım, kazandım. öss'yi düşündüm, o da aynı. 2 yıl boyunca sakince, "tempolu" bi şekilde hazırlanışımı düşündüm, tüm sakinliğimle. sınav sabahı saat 5.30'da yataktan fırlayıp, fizik notlarımı kucağıma döküp "hiçbir şey hatırlamıyorum, ben fizik bilmiyorum!" diye bağırışımı düşündüm, su içer gibi tek tek formüllere bakışımı, annemin beni dehşetle seyredişini. hong konglu çocuklara çok yazık. bana da yazık. bildiğim gibi olmayan onca şeyin ortasında, kendi ülkemdeki yaşıtlarımdan çok, hong kongluları anladığım için. bildiğim şeye bak.
daldan dala olacak ama bence alakasız değil:
dersimde orman yangınları var. ben bildim bileli, dersimde orman yanar ve bir tek dersimlilerin canı acır. ege'de ormanlar yandığında milli felaket ilan edilip gözyaşları sel olduğunda acaba bi dersimli ne düşünür? gerçi ben dersim yangınlarıyla da geç tanıştım, yakıldığıyla, yakılışıyla. yani düşün, ağaç bile türk ağaçları ve kürt ağaçları diye ayrılmış resmen, bu derece bir sınır var ve o kürt ağaçlarının yandığı bilgisine de erişimin yok. bildiğin gibi değil: orman yangını bile.
istanbul'daki ağaç katliamı başladı, sürüyor. hiçbir yeşil kalmayana kadar sürecek. bildiğimiz gibi olmamaya devam edecek; çünkü bu gerekiyor. bilmememiz gerekiyor ve buna alet oluyoruz. meraksızlık bu yüzden 7 ölümcül günahın 8. kardeşi bence. tüm ağaçlar kesilip tüm derelere baraj yapıldığında düzelecek mi dersiniz kaldırımlar? hayır düzelmeyecek; çünkü öyle bir talep yok. biz, ayağımızı yere düzgün basmamızı sağlayacak bir zemin talep etmedikçe, düzelmeyecek. düzgün bir kaldırım olmazsa bir yerden bir yere gidemezsin; sadece düzgün kaldırımdan düzgün kaldırıma gidebilirsin. onların çizdiği güzergahta yürürsün, onların istediği kadarını bilerek. bildiğin gibi değil ya, yürüdüğün gibi de değil. 10 santimi geçmeyen rampalı ve düzgün döşeli bir kaldırım - çok zor değil gibi geliyor kulağa; ama bunca yıldır olamayacak kadar zor bir şey aslında.
ha ama biz çok modern ve demokratik bir ülke olarak, anket yaparız, sonuçlara bakarız. anket yaptık, halkın %68'i bilmek istemiyor efendim. o yüzden anlatmıyoruz. anket yaptık, halkın %72'si orman yanıyorsa ağaç dikelim dedi efendim, pek takılmıyoruz. halkımızın %83'ü kaldırımları satıp yerine mandal almak istiyor efendim, engel mi olalım?
böyle zamanlarda içimde bir behzat komser, "anketinizi sikiym lan sizin!" diye bas bas bağırıyor ve hatta, bağıra bağıra kilo veriyor, filan. bu bilmeyişlerimizin ortasında bize biraz bir şeyler anlatıyor diye seviyoruz behzat'ı, "bildiğin gibi değil ama bu senin suçun değil" diyor ve bizi rahatlatıyor. o yüzden behzat yegane muhalefet partisi işte. küfrediyorsa da bilmeyişlerimizin acısından.
neyse, ben en iyisi bu yazıyı yayımlayayım. çünkü böyle yazdığım 3. yazı ve niyeyse yeni alışkanlığım taslak olarak kaydetmek.
2 yorum:
Nolur yayimla digerlerini de okuyalim okuyalim da aklimizda kalsin iki kisiye de biz anlatalim.
Bence de cahillikten daha beterdir meraksizlik cok guzel demissin
b.
yine düşünmekten bile korktuklarımızı yazmışsın.
diğer iki yazını da yayımlasan keşke.
Yorum Gönder