24 Temmuz 2012 Salı

zanzibar'la tanışma: bulutsuzluk özlemi

gün 4:  Unguja Adası, Zanzibar.

Sabah bavulumuzu toplayıp kahvaltı yaptıktan sonra, pırpır uçağımızı beklemeye başladık. 1 saat rötarla geldi. uçak pisti çalının ortasında dümdüz, açık bir alandan ibaret olduğundan impalalar gece burada uyuyormuş, zürafalar da gezinmeyi pek seviyor. dolayısıyla uçak gelmeden önce arabayla tur atarak hepsini kovalamamız icap etti. uçak gelince selous'ya veda ettik ve darüsselam üzerinden  Zanzibar takımadası'nın en büyük adası olan ve bu yüzden Zanzibar diye bilinen Unguja'ya geçtik.

*

1,5 saatlik uçuşumuzun sonunda, otelin ayarladığı şoför bizi karşıladı. ilk izlenim: sefalet. koyu renkli camlı arabanın "bunlar beyaz turist!" diye bangır bangır bağırdığı bir sefalet. yol kenarında 3 duvarı olan her yer bir dükkan; bakkal, bolca mobilyacı filan. kimin parası var da alıyor, anlamadım. insanların çoğu bir yerden bir yere yürüyerek gidiyor, bazı bazı bisikletliler var. bu arada ben hiç kola içmem, sevmem; ama coca-cola'dan bir ömürlük nefret ettim. her yerdeydi. her bakkalda, her yıkık duvarın üstündeki ilanda, her yerde. küçücük çocukların 500 şilin verip bir şişe alınca kendini özel hissedeceği en ücra köylerde bile vardı. süt değil, su değil, kola. sahiden nefret ettim, kolay da geçmez heralde.

hani böyle "ay fakir ve çıplak ayaklı çocuk, hadi gel gülümse de dostlar içlensin" insanları oluyor ya, onlara da sinir oluyorum. fotoğraf filan çekmedik bu sebeple. batının sefalet turizmi hevesini ayrıca ele alacağımdır. arapların adadaki uzuun mevcudiyetinin etkisiyle, nüfusun %98'i filan müslüman. şehre yakın yerlerde kadınlarda siyah çarşaf ve peçe yaygınken daha kırsal taraflarda renkli, 2 parça örtüler vardı.


neyse, 1 saatlik yolu son hız, bisikletli ve yaya sollayarak gittikten sonra otelimize vardık. otel de demeyeyim, "lodge". zanzibar'da otelin karşılığı 5 yıldızlı tatil köyü, dört duvarla çevrili kurtarılmış bölgeler, bizimki öyle değildi. zanzibarın otel yatırımını yapanlar genellikle italyanlar olduğu için turistlerin de %75'i filan italyan. zamanında portekiz, almanya ve ingiltere sömürgeciliği, arap ve fars yönetimi filan görmüş bir adanın bugün italyanlara çalışması da işte "kültürel zenginlik".

neyse, 9 gece kalacağımız shooting star'da bizi tam bi "cingöz küçük esnaf" olan resepsiyon şefi karşıladı. kendisini hiç sevmedik; ama bize harika bir haber verdi: deniz manzaralı odamız, 3 katlı suit'e "upgrade" edilmişti, işletme sahibinin jestiydi! tesisin 3 tip odası var; bahçe manzaralı, deniz manzaralı ve özel suitler. özel suit 2 tane. her birinin kendi havuzu, genişçe bir terası var. manzarası da süper. bizim başka otel önerilerini takmayıp illa da burayı istememizin sebebidir. çocuklu aileler ve balayı çiftleri için özel; ama bizim bütçemizin iki katı olduğu için fotoğraflarına bakmıştık, o kadar. ilk tercihimiz olan bahçe manzaralı odayı deniz'e çevirirken de güzel bi indirim yaptıkları için böyle bi jest beklemiyoduk.

santorini havalı terasımız & manzarası
girişteki havuzcuğumuz


 "git" hali fena.
kampın aksine burası yarım pansiyondu, yani öğle yemekleri bizden. resepsiyon şefi bize yemek alanını ve hemen ötesindeki "infinity pool"u gösterdi (bunun türkçesi "sonsuz havuz" filan değildir umarım). neyse, yüzülebilecek büyüklükte, manzaraya sıfır bir havuz. tesis minik bir tepenin üstünde olduğu için, havuzun devamı hint okyanusuymuş gibi görünüyor. bu arada hava tamamen bulutla kaplıydı, okyanus çekilmiş, dibindeki her türlü kum, yosun görünüyordu - hiç hoş bir "merhaba" değil. "aa bu hep böyle mi ne bu" diye gevelenerek odamıza gittik. çekilince 400- 500 m filan çekiliyor ve deniz seviyesi ayak bileği seviyenize iniyor. ha tabii bu da lazım, yosun çiftlikleri böylece ortaya çıkıyor, yerli kadınlar gidip yosunlarını topluyolar. evet, yosun çiftliği.


öğle yemeğinden sonra okyanusun yükseldiğini fark edip, akşam 5 gibi koşarak kendimizi attık. deniz ayakkabıları can kurtaran, o kayalardan, deniz kestanelerinden bizi korudu. suya düşen karpuz kabukları gibi keyifli bir şekilde dalgalarla oynadıktan sonra, sahile döndük. şezlong olmasına rağmen kimse yoktu, bi garip tabii. bizim otelin yanında da geniş bir "beach" görünüyordu.

ben havluma sarınmış yatarken, 15-16 yaşlarında 8-9 tane erkek çocuğu geldi ve tam önümde dikildiler. yani seyretmek, gözetlemek filan değil, hiç "çaktırmadan" değil. 2 adım mesafede, ellerinde bir çekirdek eksik, ben de işte 1 gün önce bakıştığım zürafa olmuşum, öyle bir hal. zanzibar'da çarşafa girmedikçe yeterince "kapalı" sayılmayacağım için, illa ki seyredilecektim. ortak bir diliniz yok ve oranın yerli halkına "hiişt git bakiyim" diyecek bir durumunuz da yok. eh, biz eşyaları toplayıp otele çıktık. onlar da biz merdivenlerde kaybolana kadar arkamızdan baktılar.

tanıştırayım: beach boys! ağırlıklı olarak adanın kuzeyindeki otellerin kumsalında gezinen ve kadın seyreden ergenler. biz ilk gün böyle bir açılış yapınca, "ne yani sahil yok mu, havuza mı kaldık, bu ne?!" diye içlendik; ama bir daha karşılaşmadık kendileriyle. yine de bu bir zanzibar gerçeği efendim, aklınızda olsun. fiziki bir temas veya bir zararları yok; ama işte, uzaylı gibi seyrediliyorsunuz ve o sırada düşündükleri ve konuştukları şeyleri bilmek istemiyorsunuz.

kaldığımız yerdeki tek aksiyon, gelgit'ti. eğer özel bir şey istiyorsan, parasıyla. ilgi alaka olarak da ortalama bir otel kadar işte, bir önceki kamp alanında sürekli el üstünde tutulduktan sonra terk edilmiş gibi hissettik diyebilirim. bir sürü tur seçeneği vardı, biraz onları inceledik. bu arada hava bulutluydu, güneş yoktu. akşamları da rüzgarlı, bodrum'un ekim ayı gibi. adanın doğusunda olduğumuz için, bağrımız hint okyanusuna dönüktü, n'aparsın.

 akşam yemeğinde, bize jesti yapan otel sahibi ile tanıştık, teşekkür ettik. kendisi resmen el ense çekerek ikimizi de sımsıkı öptü, aynı coşkuyla diğer masalara gitti. akşam yemeği menüsü öğlene biraz fazla benziyodu bu arada.


 zanzibardaki ilk günümüzün özeti: oda dışında, eh işte. çekilmiş denizi ve bulutlu haliyle kartpostaldakine pek benzemiyordu; ama 9 gecemiz vardı, elbet güzel geçecekti.

3 yorum:

sakinn dedi ki...

unutulduk unutulduk kurutulmuş güller gibiiii...

O fotoraf zanzibar'da çekilmedi mi (o fotoraf: feysbuktaki). hani onun hikayesi? olimpiyatlar araya cızırtı yapmamalı. kraliçeyi aratma bana. (dün vimbıldın'da tenis de vardı, izlemişsindir, tamam, yeter, hadi bloguna geri dön).

yüzsüz bir dost strikes back

deryik dedi ki...

Hangisi, profil mi? O eski. Cover foto pirpir ucaktan ama :) donucem donucem ya, is ariyorum ben :(

Adsız dedi ki...

Hadiiiii.....

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker