14 Mayıs 2012 Pazartesi

pazartesi raporu

Hava buzz gibi. Hiç güneş görmeden çiçek açan, yemyeşil yaprağa dolanan ağaçlara dehşetle bakıyorum, bize ilkbahar konusunda yalan söylediler ("bana yalan söööylediler" melodisiyle). Haftasonu pek bir limonataydı gerçi, biz de sokağa attık kendimizi.

Efendim, cumartesi günü nihayet Tate üyelik kartlarımızı çıkartıp, doğruca Yayoi Kusama teyzemizin kollarına attık kendimizi. Yayoi bizi aldı götürdü. resimleri, sabrı, nokta nokta kendini bir ruh hastalıkları kliniğine göndermesi, sonsuzluk, gerçeklik ve dokunma saplantıları, her şeyi çok güzeldi. Son yıllarda yaptığı resimlerin o fosforlu coşkusu da çok samimiydi. Infinity net'ler zaten insanı alıp götürüyor; ama en sondaki aynalı infitinity room gerçekten inanılmaz bir deneyimdi, gizlice süzülüp birkaç gün içinde kalmak istedim. Tamamen aynalarla kaplı, karanlık, her yerinden renkli küçük ampuller sarkan bir küp. bakınız sağdaki gizlice çekilmiş fotoğraf.

Sonra Trafalgar'a çıktık, Londra Senfoni Orkestrası'nın ücretsiz meydan konseri vardı. Tabii ki ahali her bir santimi doldurmuş ve yeni insan alınmıyordu. çıkan bir sürü insan olmasına rağmen almadılar, biz de biraz duvara oturup beleştepeden dinledik; ama kornalarla pek keyifli olmuyor.

Thames kenarı yürüyüş çok zevkli. Köprülerden birinden yürürüken güneşe yüzünüzü dönerseniz, bir an için nehirin kahverengiliği kaybolup mavi gibi oluyor, deniz gibi bile olabiliyor. O zaman işte, - boğaz'daki iyot dolu bir nefes alıp "oh" çekmiş gibi - "oh" diyorsunuz. Bunun dışında Thames, yüzyılı aşkın süredir pis ve kahverengi bir yer, diğer adıyla canavar çorbası.


Pazar günümüz ise canım Victoria Park'ta bir ingiliz ayçiçeği olarak geçti. Çimlere yattık, gözümüz bulutlarda, güneşi takip ettik.  "Güneş rejimi" ve "fetret devri" olarak  adlandırdığımız 2 ruh haline sahip hava; çünkü hep parçalı bulutluyuz. Bu fotoğraftan sonra mis gibi güneş açtı mesela.

Parkın yakınında ufak bi köy var. Köy diyorsam, gurme kasap, ev yapımı şarap satan butik dükkan, Sicilya restoranı, organik peynirci filan - kokoş biraz. Biz de şarabımızı, atıştırmalıkları kapıp piknik yaptık; çünkü hava güneşliyken başka bir şey yapmak saçma. 


Gayet kadınları ilgilendiren kokoş bölüme geçiyorum: yüz serumları. normal şartlarda bana lüks kaçan ama şu an damla damla kullandığım süpersonik bi ürün var. Kore markasıymış, bi de ABD'de satılıyormuş, denk gelen bence denesin. Tamamen doğal bitki özleriyle, Kore usulü hazırlanıyormuş. Güzellik ürünü için CFC gazların boğulmayı yanlış buluyorum; ama ben tee Singapur'a gitmişken hediye olarak verilmişti, o yüzden kötünün iyisi. Neyse, bu first care serum zaten en klasik ürünleriymiş meğer. Cildim hep sorunludur, çok kurur yağlanır, nemlendiririm yine yağlanır filan. Hani iş "doğal ürün" kullanmakla bitse, onu da denedim, hepsini denedim. Bu sevgili serum sayesinde gayet mutluyum, cildim insan cildi oldu. Ya bu serumlar genel olarak işe yarıyor ya da benim ilacım Kore otlarıymış, bilemiyorum; ama kıvamı, hafifliği çok iyi geldi.

Bu hafta sonu ise, önce vodvil sirki, sonra şarap festivali.
Türkiye'de schengen vizesi almak hiç dert değil ya,  söylenmeyip sevin memleketi.

2 yorum:

jelatin dedi ki...

bence o serumdan değil. ev hanımı tazeliğinden.

deryik dedi ki...

yok kuşum, bu serum daha önce de vardı, uzun süredir memnunum kendisinden. henüz ışımaya geçemedim :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker