Park en güzel şey. Nacizane şehirlerimiz için de bol bol yeşillik diliyorum. Türkiye'de şehir içinde en yüksek yeşil alan oranı Gaziantep'teymiş galiba, öyle bi şi hatırlıyorum, niyeyse. Yeşil, iyileştirir.
Bugünkü park turum da hepsi aynı anda doğmuş gibi görünen bissürü çocukbebek, hepsi aynı anda koşmaya başlamış gibi nefes nefese bissürü köpek ve tabii ki terapi gibi bi kahve molasıyla geçti. Ben koştum blog. yani koşmaya başlamak için ilk koşumu yaptım diyelim. ölmedim, iyiyim; çünkü bikaç gündür altyapı çalışmalarım sürüyodu. neyse, tabii ki sonra oturup kahve içtim; çünkü keyifli. koştum dediysem rocky değilim, yavaş yavaş.
Kahvemi alıp güvercinler gibi dizildiğimiz taburelere oturdum. yanımda kahve içen bi kız vardı. Bohem bohem gölü, yavru ördekleri ve ağaç budama çalışmasını izliyoduk. Başka bi kız gelip, "oo helloooo" dedi ona, öpüştüler. sonra niyeyse yeni gelen kız hızını alamayıp bana da "helloooo" dedi ki sesinde "insan bi selam verir, çok ayıp!" tınısı vardı (diller, kültürler üstü bir tını). Tam sarılmak üzereyken (bunların hepsi 1 saniyede oldu), suratımdaki "hayırlara vesile olsun, free hug mısın, nesin" bakışına kahkahayla gülen ilk kız "yok o benim arkadaşım diil, Diana daha gelmedi" dedi. sonradan gelen kızımızda hatlar karışmış biraz ama yine de hello'laştık, medeni memleketin hali başka tabii. Sonra Diana ve ordusu geldiler ve yanımda oturan kızın Alman olduğunu böyle anladım. kız almanca "ya benim arkadaş da şu yanınızdaki al yanaklı, nefes nefese kahve içen tipitipi sen sandı! ahahahaah" dedi çünkü. Almanca bilmesem de o gülüşü biliyorum. Bana sarılmaya çalışansa italyandı, "aksanımı kimse anlamıyo" diye hüzün hüzün içini döktü sonra. "sarılın da geçsin" demedim o almanlara, kendileri akıl etsin.
Parkın bu sevgili kahve molası durağı Pavillion'un en tatlı yanı, içindeki mesaj panosu bence. Hazirandan itibaren kendi hamurlarını yapacaklarını, ekmek alabileceğimizi haber vermeleri. Buna sevinmeleri, sevindiklerini okuyunca anlamamız. Tüm sebzelerin ingiltereden geldiğini, organik olduğunu bildirmeleri. Şu an satışta olan çayın sri lanka, kahveninse kenya (mıydı?) olduğunu belirtmeleri. Bunu duvara siyah boyayla yazmaları. Çalışanların hepsinin genç, güler yüzlü ve hoşsohbet olması. Her şeyin hafif ve lezzetli olması güzel bi de. Mesela bebek sandalyesi olmayınca lazımlığa oturtulan ufacık bebek, tüm tatlılığıyla, uslu uslu yedi yemeğini. Pavillion öyle bir huzur.
Burda kahveyi su bardağıyla vermelerini seviyorum. Uzun kollu hırkasıyla (bkz.tefal kızı) kahve kupasını avuçlayan güzel bukleli kadınlara selam olsun; cam bardakta cappucino biraz kantin, biraz bekar evi biraz da italyan işi.
Eve dönerken, parkın içinde müzik dinleye dinleye yürüyodum. Çıkışın hemen dibinde yeni biçilmiş çimlere dökülen yaprakları üfleyen bi amca vardı, gorgorgor makinesiyle. Beni görünce gülümseyip o yaprak üfleme makinesini susturdu. Ben müzik dinliyodum, duymazdım bile. O da işini yapıyodu, kimse laf edemezdi. Yine de durdurdu; çünkü günlük hayatta sebepsiz yere, tanımadığımız insanlara ufak bi jest yapınca incilerimiz dökülmüyor. Ben de başımla selam verdim, hızlı hızlı yürüdüm ve 5 adım sonra yine gorgor başladı.
Efendim, blogun en güzel yanıysa, sorularınıza doğru yanıt alabilmeniz, daha da güzeli yanıt vermeye üşenmeyen insanların sizi okuması. 6 yıldır benim yan odam gibisi yok, hep diyorum. bu sebeple, düşüciim yollara, alıciim meyveler zebzeler, eveeat!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder