21 Mayıs 2012 Pazartesi

aşı haftası

efendim, teknolojik bi devrim yaparak ayfonlandım. neticesi, netbook ekranı bile olmayan bi avuçluk şeye bakar halim oldu. bence bi kuş, kedi filan görse çok güler. neyse, twitter hesabı açtığımda blogcuğumu etkiler mi filan gibi şeyler düşünmüştüm. şöyle bi etkisi oldu sanırım: gündemle ilgili şeyleri oraya kaydırdım. 140 karakter büyüsünden çok, RT kolaycılığı. haber linki orada sabit, birileri çoktan yorumunu da yapmış. söyleyecek, ekleyecek bir şeylerim kalmamış gibi hissettiriyor çoğu zaman. iyi mi, kötü mü, önemli mi onu bile bilmiyorum. buraya da daha günlük, benlik şeyler kaldı galiba. sonra ayfon gelince, bunların da çoğu instagrama kaydırıldı. ne saçma di mi blog? aynı anda 4-5 ayrı yeri kontrol ediyosun, "acaba benle iletişen var mı?" diye; ama söyleyeceklerinin yerinde yeller esiyor. 1,5 aya varan zorunlu internet diyetimin sonucu da olabilir tabii, aletlere bok atmamak lazım. neyse, sıçar gibi yazma huyum değişmedi de işte, düşündürüyor arada.

evimizin ilk sanat eserini aldık. fotoğraf sanatçısı bir arkadaşımızın pek bi güzel multiple exposure (çoklu pozlama?) çalışması. ne garip tabii, kendisi bu işi okumuş etmiş; ama "fotoğraf" deyince bi de bunu ayrıca belirtmek gerekiyor; çünkü herkes fotoğrafçı. mesela düğün fotoğrafçılığı diye bir kategori var, iyi bir makine ve biraz estetik gözle hemen herkes aday olabiliyor. kötülemiyorum, kategori meselesi; para kazandıran bir meslek oluyor işte o zaman fotoğraf. sanat değil, arşivleme. iyi arşiv yapana parasını veriyoruz. bir ürün olarak arşiv. şu ara barthes'in camera lucida'sını okuyorum, belki de ondan. çokça ondan. ölü zamanların canlı arşivleri. neyse, biricik eserimizin çerçevesi gibi temel bir derdimiz var. çerçeve ne pahalı şey bu ülkede yahu. onu da halledince baş köşeye asacağız.

hava sıcaklığı 11 derece. kalorifer yanıyor. bi haftadır sinirimden, üşüsek de yakmıyodum; çünkü mayısın ikinci yarısındayız. bugün artık dayanamadım, sabah açtım. birazdan kaparım. tek sonucu insanı bezgin bekir yapması; ama bahane arayacak değilim.

ayak bileğimi burktum. zaten çok çürüğümdür. dizim, belim, omzum, bıkbık her yerim bi şekilde ağrır. bu sebeple ayaklarıma hiç aldırmıyorum, bi ayak ağrısı eksik. sık sık bileğimi burkarım zaten ve gerçek bir burkma bile değildir, şişmez. sonra biraz "acımadı kii" diye susturulan çocuk biraz da sezen aksu taktiğiyle "bileğim yok, ağrımıyo" telkinlerine gömülürüm, geçer. yine o şekilde idare ediyorum, 3 gün oldu. yürüdüm ettim, takılmıyorum. koşmaya kalkışmayacağım, bi 10 yıl önce olsa onu da denerdim.

bu hafta sonu "bileti önceden alınmış etkinlikler" zamanımızdı. vodvil sirkine nihayet gittik. cantina, 1 saat boyunca bizi mest etti. sirk çadırı kurmuşlar, bavuldan kontrbas yapmışlar filan. simli topuklu ayakkabılarıyla ipte yürüdüler (bu bi video, bence izleyin).  Avustralyalı sirk akrobatlarının kumpanyası. mesela onlar da bu işi okumuş, sirk okulundan mezunlar. büyülenmiş gibi izlerdim akrobatları küçükken, bu bi saat de öyle geçti. bence akrobasi insanı ağlatabilecek kadar zarif bir şey, hele ki canlı müzik, güzel kostüm ve güzel dövmeler varsa.

dün de efendim kallavi bir türk kahvaltısıyla altlık yaptıktan sonra, şarap tadım festivaline gittik. kıta avrupası ve yeni dünyanın en bi güzide şarapları oradaydı. tadım olduğu için her yere şarap tükürebileceğimiz çöp kutuları konmuştu ama tabii ki öyle bir şey yapmadık. henüz bi yudumluk şarabı tükürüp "oo harika, çok gövdeli sahiden ve meyve notaları var!" diyecek aşamaya gelmedim. konu şarap olunca, yemeği beğendiğini ağzını şapırdatarak gösteren japonlar gibiyim, hiiiç acımam. velakin bu tadım işinde mesele hızmış. pıt pıt o üreticiden bu üreticiye yürüyosunuz, şarap shotları gibi bir hal var. sonra işte fransız üreticilerden portekizlilere geçerken - ben çarpıldım. ispanyollara "türkiyede iyi üzüm var ama vergi yüksek" diye bi şiler anlattım, portekizli amca bizi bağına davet etti.. sonra gürcü şarapları da vardı ki benim için gürcü şarabı hollanda demek. Yemek reyonunda azıcık kendimize gelip tura devam ettik. Tabii ki eve gelip 2 saat uyumadan toparlanamadım. Ev yapımı pizza denememiz de berbat pizza hamuruna rağmen lezzetli malzemelerle kurtuldu.

bu çarşamba ise büyük gün: gündüz aşılar, akşam war horse. war horse bileti de haftalar önceden alınmıştı, bütün övgüleri okuyup gaza geldiğimiz için merakla bekliyoruz. aşılara gelince: çocukken olunan tetanoz-difteri-çocuk felci karışık aşısı yenilenecek, üstüne hepatit A ve sarı humma eklenecek, bi de bunların yanında 5-6 hafta boyunca sıtma ilacı alacağız; çünkü nihayet, ince planları neticelendirdik veeee  2 haftalığına Tanzanya'ya gidiyoruz!

Tanzanya olmasının sebebi, 2 hafta sadece denize girme fikrini sıkıcı bulmamız (bunu yazarken kendime höst dedim. evet: höst! sıkıcı ne be? kim sıkıcı?). Neyse işte, dağ tepe olsun, görebileceğimiz kadar çeşitli şey görelim istedik, o yüzden hep Tanzanya'ydı. Taşınma işleri filan derken balayımızı planlamaya geç başladığımız için bütçemize ağır bir yük olarak binen ilk plandan vazgeçtik. Serengeti & Kilimanjaro ikilisi başka bahara kaldı; temmuzda Selous Game Reserve üzerinden Zanzibar'a gidiyoruz. Selous'un büyüklüğü İsviçre'ye yakınmış, UNESCO mirası listesindeymiş ve ayrıca Rufiji Irmağı'nı kapsıyormuş. Dolayısıyla "Serengeti'yi göremedik" diye hayıflanmadan 4 gün bize gani gani yetecek ve sonra, en bi beyaz turist halimizle, 8 gün boyunca Zanzibar'ın beyaz kumlarına serileceğiz. Denize, sıcağa, güneşe ve en çok da kesintisiz tatile hasret olduğumuz için dört gözle bekliyoruz. Haliyle, aşıysa aşı, her şeye hazırız efendim. Hâlâ inanamıyorum ama rezervasyonlar hazır. Heathrow'u da adam gibi bir hale getirirlerse yola çıkacağızdır. tahtalara tak tak.

Bu büyük plandan sonra Ağustos ayı için hedef bi hafta Portekiz! Şu an neredeyse sadece fikir ve tarihler var elimizde; pek bir belirsiz. araba kiralayıp turlamak aklımıza yattı; çünkü sadece lisbon veya sadece sahil bizi kesmeyecek. tabii benim aklıma yatar, ehliyetim bile yok! neyse, Portekizli bir arkadaştan tavsiyeleri aldık, rota belirleyip bilet almak kalıyor. Lisbon'a biletlerin her tarihte, her havayoluyla ve hep hep hep pahalı olması ise tamamen absürd. bu üst üste tatil bereketimizin bir sebebi de "şu şu tarihler arasında 3 hafta tatil yapmak zorundasın!" diyen işveren güzelliği. benim değil tabii, keşke benim işverenim olsa. bunu demese bile severim onu.

Özetle, 2012'yle ilgili en büyük planım, 1 ay arayla 2 farklı okyanusta yüzmek. Fena da gitmiyor şimdilik.

Onun dışında, mesela bi blog okuyorum, beğeniyorum ve yazarı benden en az 5, en fazla 10 yaş küçük çıkıyor. daha doğrusu, ben ondan 5-10 yaş büyük çıkıyorum. Çoktan unuttuğum sayıları doğumgünü olarak kutluyor insanlar ve bu sebeple benden çok kardeşime yakınlar. oysa ben bi tanışsak feci kaynaşırız, dertlerimiz aynı filan sanıyorum inatla; oysa değil. ufaktan ufaktan, sıkıcı sohbetli yetişkin oluyorum. oldum bile belki? Kardeş dediğim de 20 yaşında bu arada, eşek kadar yani, bildiğin insan. Galiba yaşlanmanın ilk alameti bu: yaşıtlarından kaçmak. o eski, okullu, renkli, dertli; ama tasasız günlere doğru, satır satır uzaklaşmak.

7 yorum:

gulin dedi ki...

portekizin p'sini gorunce bile kalbimin agrimasi sahane... neyse efendim yine de portekiz iyidir guzeldir

mz dedi ki...

Simdiden iyi yolculuklar. :)

AidaSalem dedi ki...

sanat ağır bi laf. nasıl bi multiple exposure bilemiyorum ama fotoğraf söz konusu olduğunda sanatın eklenmesini yersiz buluyorum. geçen gün bir serginin davetiyesinde fotoğraf sanatçıları sözcüğünün sanatçılarını itinayla hatta zorla sildirdim.
gezi planları kutlu mutlu olsun! :)
ve hatta saat sabahın 7'si olduğuna göre günaydın :)

deryik dedi ki...

Portekiz ve hatta AB planladığımız tarihler için yalan oldu; ama önümüzdeki maçlara bakıciiz :)

"sanat eseri"ni zaten ciddi olarak söylemedim :) arkadaşımız da böyle bir isim vermiyodur işlerine tahminen; ama "arşiv" fotoğrafından çok, resim gibi. fotoğraf resmi hatta, öyle bir şey. Bi de ben yine de ona fotoğrafçı diyemiyorum işte - herkes bi şekilde olabildiği için. belki fotoğrafçeker- fotoğrafçı ayrımı lazım? Bi de galiba aklıma lisedeki Foto Naci geliyor. çok güzel vesikalık çekerdi, o ayrı :)

sakinn dedi ki...

Şengen sorun çıkarırsa Adriyatik kıyıları candır dimi deryik canım

deryik dedi ki...

Adriyatik süper olurdu da, iki kişilik ekibimizin diğer kişisi 3. kere gitmek istemiyor maalesef :) arayışlardayız, buluciiz bi yer, bi şi.

Kız kıza toplandık dedi ki...

Eylul sonu dogum gunum. Oemli bir yasa giriyorum:)) Kadehimi okyanusa karsi Portekiz'de kaldirmak istiyorum. Daha biletlerimi almadim umarim basarabilirim.

Blogunuzu cok sevdim, ama keske reading list ime ekleyebilecegim bir 'google friend connect'iniz olsaydi.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker