Hâlâ nezleyim, hatta bu bir yaşam şekli gibi. Böhür böhür öksürmek kötü, ama geçer. İşin tuhafı, günlük hayatımı pek etkilemiyor, yani fonda bir hastalık. Pek şikayetçi değilim.
Efendim, İngilizleri oldum olası pek bir sevdim de, şu Londra sahiden kendine has bir memleket. Yolda yürüyorsunuz, o güzel, kırmızı otobüslerden. üzerinde kocaman bir cümle var: "SOME PEOPLE ARE GAY. GET OVER IT.". O kadar basit, o kadar net ve güzel ki. Tek diyebileceğiniz şey: evet öyle. Bu bir kampanya sloganı tabii. Öyle işte, yollar sokaklar, böyle net. İnsanlar net ve bence o netlik yüzünden, güleryüzlüler aslında. Sonra metroda şöyle bir pano var: "The newspaper you read is rubbish". Bu yazıyor; çünkü birçok insan metro girişinde bedava dağıtılan the evening standard'ı okuduktan sonra metroda bırakıyor, bir zahmet yanında götürmüyor veya çöpe atmıyor. Bu yazı, onun için. "Lütfen okuduktan sonra gazetenizi çöpe atınız veya yanınızda götürünüz" kadar bıyıklı-üniformalı-asık suratlı amca değil. o yüzden işe yarıyor. Görenler gülümsüyor işte, nasıl anlatılır? Ne zararı olabilir ki gülümseterek uyarmanın? birileri sürekli parmak sallayıp "YASSAH!" diye bağırmayınca işler daha düzgün ve temiz yürüyor aslında.
Efendim, bir de şu metro vatmanları enteresan kişilikler. Bu olimpiyatlarda sırf işe geldikleri için bile ekstra maaş alacaklar, Londra biraz karışmış vaziyette onun için. Temizlik personeli almıyor mesela, ama niyeyse metro vatmanları alıyor. Dün iş çıkışı saatinde bindiğim metroda, vatmanın aslında sahne sanatlarıyla ilgilenmesi gerektiğine karar verdik bütün yolcular olarak. Yolculuğun başındaki "arkada başka araç var. hem zaten bu araç da cennete gitmiyor", "keşke bugün cuma olsaydı" ve "bak yine birinin paltosu sıkıştı! bari çekiştirmeyin yırtılmasın, gidiyoruuz!" masumiyetindeki anonsları, "orası çok kalabalık, biliyorum. kapıların üstündeki camı açarsanız eve ulaşana kadar yaşamanızı sağlayabilirim" ve hatta "aslında bu aracı ben kullanmıyorum, otopilot var. tabii arada kullanıyorum, mesela anons yapıyorum. aslında hemen evime gitmek istiyorum" halini aldı. Sevimli ve komik bir amcaydı, bol bol güldük. O insanı boğan kalabalık ve uzun yol, bitiverdi. Tabii öpüşen çifti otobüsten atan veya döven bir İETT şoförü kadar babacan değil, kabul ediyorum.
Oxford Street ve Regent Street ikilisi, kocaman, uçsuz bucaksız alışveriş caddeleri. Alışveriş caddesi derken, her bir parselde 4-5 katlı, DEVASA department store'lar olduğunu, yani hem yatay hem de dikey caddeden bahsettiğimizi hatırlatırım. Nişantaşı, Bağdat caddesi filan sahiden minicik ara sokaklar gibi kalıyor. Neyse efendim, ben aval aval dolanırken, etrafta bir sürü genç ve bavullu kadın gördüm. Alışveriş aşkına uçaklarını kaçırma riskini göze alan çılgın turistler olduklarını düşünüyordum ki - yo dostum yo! bir kere hepsi gayet ingiliz. londrada alışverişin yeni modası buymuş efendim. Bavullar, resmen alışveriş çantası olarak kullanılıyor. Birkaç tanesi farklı yer ve zamanlarda yol kenarında açtığında fark ettim ki, o bavullar, az önce alınmış onlarca eşyayla dolu! Dehşetimi anlatmam mümkün değil, utanmasam "siz gerçek misiniz?" diyecektim; ama bir yandan da o kadar mantıklı ki bir şey diyemiyor insan. Yani o kadar paketi nasıl taşısın, di mi ama?
Efendim, department store gezimize Liberty'den sonra John Lewis ile devam ediyoruz. Standart bir mağaza alanı kadar bir "oda kokusu ve tütsü" reyonu olduğunu söylersem, oranlamanız için sanırım yardımcı olur. Ayrıca kokuların çeşitliliği, şişelerin şıklığı, ambalajlarının güzelliği filan - pek bir seyirlik. Grafik tasarım konusunda pek bir özenli olan ingilizlerin kutu üstü logo yerleştirmesi bile estetik efendim. Neyse işte, kokluyoruz, okşuyoruz, yolumuza devam ediyoruz. Aroma çılgınlığı. Ayrıca yastık çılgınlığı, bardak çılgınlığı, kumaş çılgınlığı filan. Evet tüketim toplumu çok kötü bir şey; ama yaratıcı insanlar güzel insanlar.
Onun dışında, yaklaşık 3 haftadır ev kadını günlerdeyim. Sahiden, akşama ne pişireceğimi filan düşünüyorum, Hatta sonra pişiriyorum onu, güzel de oluyor. Derinlemesine temizlik ve bir çırpıda ütü filan. Saatler sürmüyor, oluyor bitiyor. Oturtması biraz zahmetli bir tempoydu başta, çünkü ben ev işinden nefret ederim; ama şimdi bir Martha Stewart tavsiyesine uyuyorum ve günler daha güzel: "biriktirmeden bitir". Neyse, geridönüşüm işini de oturttum sayılır. Ambalaj atıklarını gördükçe içim acıyor. Civardaki pazarları öğrenebilirsem, büyük fark olacak. Bir sonraki hedefim compost için atıkları ayırmak, belediye de bunun için kutu bıraktı zaten.
Başka? düzenli egzersiz yapmak güzel şey, günlerin uzaması daha da güzel şey. Bir de var gücümle hapşurmak var ki, o bile güzel bir şey blogcuğum. Böyle işte. İnternet bağlantısını hala halledememiş olmak sıkıntılı. Telefondaki İrlandalı beyfendi bana onlarca saçma hatayı açıkladıktan sonra, "ama paskalya tatili vardı" deyince kendimi kaybedip "iki bin yıldır var, yeni bir şey değil!" demiş olabilirim; ama o güldü ve "haklısınız, sebep olamaz. telafi etmeliyiz" dedi. Hizmet sektörü berbat, ama ağızları iş yapıyor adamların, kızamıyorsunuz. Her şey biraz gelip-duru, Bodrum usulü sanki. Sinir basıyor, sonra da "amaaaaan n'olacak ki?" diyorum. Bir şey olmuyor.
Hava bir yağmurlu, bir güneşli. Bazen ikisi aynı anda. Sokağımızdaki sokak kedisi sayısı iki. Biri dev bir tekir, diğeri benekli bir inek gibi, siyah-beyaz. Çelimsiz ağacımız çiçeklendi ve yapraklandı, ben de inip yapraklarını okşadım. Pencere kenarı maydonozum ölümden döndü, hediye olarak kekik de aldım yanına. Komşularımızın hepsinin bahçesinde lavanta var, çok güzel kokuyor.
Böyle yani blog. Bu arada, Londra'da occupy hareketi tüm hızıyla devam ediyor, şu an Olimpiyatlar için süren inşaatları ve dönüşümü durdurmak için büyük bir hareket devam ediyor, daha da büyütmek için hazırlık var. Dert her yerde aynı dert ya, metro vatmanları filan, insanı gülümseten, insan olduğunu hatırlatan şeyler. Ne de olsa otopilotlar espri yapamaz.
2 yorum:
ahaha yeni bir moda degil bavulla alisveris :) 2010 eylulunde primarkta kendimi kaybetmistim. ciktigimda herseyi tasiyamayacagimi anlayip yan magazadan bavul almistim :)sonra erkek arkadasimla bulustugumda soka girmisti cocuk :D
ahahaha demek ki sebep senmişsin!
Yorum Gönder