10 Ekim 2010 Pazar

adımadım

en iyi yaptığım işlerden biri erteleme. ben teknik olarak sadece 1 oda taşiycam, bi de işte ufak tefek eşyalar. bölünerek çoğalıyolar, dikkatim dağılıyor. ayakkabıları kutuliym derken, odanın ortasında merdiven açıyorum, tülleri indiriym derken bi bakmışım bavul yapıyorum. her şey aynı anda olunca sıkılıp, gördüğünüz üzere internete giriyorum. bu bir hafta, illa ki her şey yetişecek, illa ki bi yerden bi yere taşınıcam ama nasıl ve ne zaman ve of pof. kendimden sıkılıcam. uçarak koşarak olacak. keşke izin alabilsem bi güncük. olmayacağını bildiğim için sormadım bile. nakliyeci bulmam lazım tabii bi de, temel bi şi.kolilerim var, koliler dolacak. sonra belki hop, oda biter.

mesela, yatak ve dolap sökülmeli. evimizin her şeyi ikea, demontaj için benden 1,5 yıl önceki ürün barkodunu veya fişini istiyor ve hatta bunu bi zahmet mağazalarına götürmemi istiyor. yoksa neyin taşınacağını nerden bilebilirlermiş? hadi ordan ikea. ayağına gelecek vaktim olsa, önce evimi taşırım. operasyonel hödönüzü anlıyorum; ama siz de benimkini anlayın. ayrıca bence montajda online sipariş ve ödeme alabilirsiniz, ürün kodu internette var. gayet mümkün.biliyorum o hizmeti kendiniz vermiyosunuz, ama veren firma bulabilirsiniz. ay neyse işte, sizin yüzünüzden kendim yapıcam ikea. demontaj sırasında çatlar patlarsa ağlarım. oda zaten sirk çadırı gibi; ama böyle bir sonraki kasaba için sökülmüş ve toplanan bi çadır. kapısı yok bi de. ay şu taşınma meselesini bu kadar yazmak bile içimi sıkıyor. yap bitsin, gitsin. kendime kızıyorum.

kimonom vardı benim küçükken. ilkokuldaydım. "sarışın japon olmaz" diye tutturup 23 nisan gösterisine çıkmayı reddetmiştim. yani giyebileceğim yegane günde de başkası giymişti kimonoyu. bu sebeple, kendisi yepyeni mis gibi duruyor ve bence güzel bi ceket olur. bol bi şi zaten. proje. ta taa.

bailey's güzel şey. buzdolabı bar gibi, stokluyoruz, içmiyoruz. uzom bile var, otel hediyesi. önemli gün ve haftalarda içilecek. buzdolabı da benimki değil zaten. southern comfort burda satılmaya başladığından beri mutluyum ben. pek sık içmesem de ulaşılabilir olması güzel, lezzeti güzel,  her içişimde aklıma "so lord, wont you buy me a mercedes benz?"in  gelmesi güzel.

ben dün ilk kez anne karnında hıçkıran bebek hissettim. görmek değil, hissetmek. bulut bulut bekleniyor kendisi.

bugünse, alet edevat hırdavat. zaytung güzide bir videoyla konuyu özetlemişti; ama ben de dertlenicem: başıboş çocuk terörü diye bir şey sahiden var. çocukları her zaman neşeli, yüz gülümseten melekler olarak görüyosanız buraları okumayın. ben çocuk severim, 4-5 yaşına kadar. mümkünse bir sonraki temasımız üniversiteye başlarken olsun. böyle bir sorunum var. haliyle 5-14 yaş arası, bi kısmı çocuk, bi kısmı genç irisi insan yavrularının, kimbilir hangi oyun amacıyla benim zaten zar zor durabildiğim mağazalarda koşturması sinirimi bozuyor. dolap kapılarından fırlamak, satılık kapı zillerinin hepsine basmak, elinizi attığınız her yerde patinaj yapan lastik ayakkabı sesi filan, almiym ben. kullanmıyorum. kızımız/ oğlumuz kasa kuyruğundaki alışveriş arabasında akrobatik hareketler yapıp ebeveynlerinin "spor yapma" kotasını dolduracak diye burun hizamdan geçen tekmeler istemiyorum.

çocuk bu, yapar. ona kızmıyorum; ama ailelerine sahiden sinir oluyorum.  türkiyedeki ilk alışveriş merkezi olan galleriadan beri hepsinin oyun alanı var. salın yavrunuzu, gidip sonra teslim alın. ergen enerjisine sahip olan 14lüğü de bi cafeye filan bırakın, zaten orda zıplamaz, utanır. veya izin verin, tenhada kıstırıp çimdikleme / gözlerimi kocaman açıp korkutma hakkım baki kalsın, ben onları mum yaparım. videoda dediği gibi: sizin yavrunuz numune bir zeka değil.

 listelemem gerekirse, aşırı terleyen, sakar ve yeni edindiği cüssesine uyum sağlayamamış erkek çocuklar ("ahiahi babaaa, koşarak uçan tekme salvolu çizgifilm vuruşu denerken bütün merdiven standını çalışan ablanın üstüne devirdim, o sırada akan sümüğüm de yandaki amcanın koluna sürüldü, dondurma alsana")  ile büyümüş de küçülmüş, ukala ve sürekli çığlık atıp mızırdayan kız çocuklar ("anne ya mor kalpli kutu istemiyorum ben pembe dediiiim uff zaten kalpleri de busegülünkinden ufak, alıcaksın yoksa çantanı yırtarım! babaaa annemi azarlar mısııın?? babacııım ya üzüyo beni amaaa!")  ilk sırada. sosyalleşmeyi bilmiyosa, benimle öğrenmesin. böyle de faşizan bi damarla nefret  ediyorum sahiden.

bu arada, yurtdışında, en azından benim gördüğüm ülkelerde, böyle bir sorun yok. ben sahiden görmedim; özellikle dikkat ettim ve yoktu. yaşı küçük olup ağlamaya başlayanları da hemen mağazan çıkarıyolar. onlar da çocuk, onların ergenlerinin de hormonu var. üzerimize fışkırtmıyolar, o kadar. o yüzden bu bi terbiye meselesi ve ben bu ailelere sinir oluyorum. sınır koyamamak sanırım sorun: önce çocuğu şımart, kendini mucize sansın. el kadarken bile tüm aile icici-bicici-cücücü çocuk eğlendirin. temel hayat fonksiyonları bile ilahi işaretmiş gibi ilgiyle izlensin. kendi kendine vakit geçiremeyen, akraba bağımlısı bi ucube yaratın. eşek kadar olunca yine aynı ilgiyi beklesin. haftada bir ilgilenin, başınızda vızırdamasından bunalınca "bi koş gel yavrum, reyon gez" deyin, e beni de anne-babası- akrabası gibi sansın çocuk, zaten kendini de sevimli sanıyor, katlanmamı beklesin.

çocuk yetiştirmenin kolay olmadığını biliyorum; ama bence bu vakalar tam da kolaya kaçılmış vakalar. yoksa bir çocuğa "hayır evladım, mağazanın bi ucundan bi ucuna 'annneeeaa' diye bağıramazsın, bi zahmet yanıma geleceksin"i öğretmek, öğretmemekten daha zor. çünkü öncelikle mesela, evde de böyle bağırmaması lazım. böyle bi çığlığı aklına bile getirmiyor olması lazım.  anne-babanın da bağırmaması lazım. 3 yaşından itibaren ingilizce öğrenmesini sağlamak çocuğunuzu medenileştirmiyor. anlatabiliyo muyum ki? neyse işte. ben sadece bu çocuklara birilerinin biricik yavrusu diye katlanmak zorunda değilim ve annemden biliyorum ki bazen yabancılardan gelecek iyi bir ayar/azar anne-babaya hem katkı hem de yardım oluyor. günün anafikri budur. tabii bu veletlerin aileleri beni dinlese bile sonuçta bana pis bekar bok diye bakacaklar, o yüzden kalkınamıyoruz.

2 yorum:

mermaid dedi ki...

evet çocuğu ev tipi terorist olan kadınların, bizim gibilere -bu kategoriden çıkmama az kaldı ama olsun- pis bekar bok/pis çocuksuz lanet diye baktıkları doğru. o çocuk ve herşey mübah, kutsal bşy, dokunulmaz bilmem ne. çocuk yetiştirmek muhakkak zordur ama biz de çocuktuk ve hiç öyle bi taşkınlık yapma ihtimalimiz yoktu. kendimden biliyorum yani. sonuçta gece açlıktan-uykusuzluktan ağlayan komşu çocuğundan şikayet etmiyoruz ki. özetle: edepsizlik-terbiyesizlik müsamaha gösterilmesi gereken bir şey değil.

pommeler dedi ki...

süper bir yazı olmuş
duygularıma tercümandır
ellerin dert görmesin :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker