10 Ağustos 2008 Pazar

üzüm

bugün törenlerle tatilimin son 4 gününe girdim. tatil bitebilen bir şey olduğu için güzel bence. hem bu tatil çok güzel biticek. mutlu.

evde internet ne güzel, ne serin serin bi şi. imiş.

osmanlı tersanesi yenilenmiş. gittik gördük. ne gördük? hiç. hiç bu kadar büyük bi HİÇ olmamıştı. içinde sadece bi bahçemsi bi alan var. bi de eski kaptan-ı deryaların mezarı, türbesi. yanında da kocaman bi diyanet işleri tabelası: "dinimizce: türbelerde mum yakılmaz!! türbe içinde yatılmaz!! etrafında dönülmez!! çaput bağlanmaz!!!" diye giden kocaman bi liste kendisi. onu görmeye gidebilirsiniz mesela. altında da "dinimizde bunlar yoktur, ona göre" kıvamı bi uyarı. yoktur tamam (olsa nolur, o başka); ama kaç kişi kaptan-ı derya mezarına çaput bağlar ki zaten? kağıttan gemi yapıp bıraksaydık keşke. "mustafa paşadan 12 metrelik bi yat diliyoruumm". neyse yani, bu kadar mı bi şi yapılamaz? yarım yamalak bile değil. üç tabela var: "bu bi tersane", "bu bi türbe", ve hepsinden daha ihtişamlı "türbede ne yapılmaz" listesi. orda kalyonlar yapılırmış eskiden, onların maketi olsa, korsan bayrakları olsa, o türbedekilerin canlandırma resimleri olsa.. gemici düğümü öğreten bi amca olsa mesela çocuklara, hediyelik eşyacı olsa içi yelken bezleri, ara parçalar vs vs bi şilerle dolsa. eğlenceli bi yer olabilirdi orası. falan filan... yandaki moderen marina'nın yanında sararmış çimleriyle boynu bükük bahçecik gibi durmasa... müze olucaksa da olduktan sonra açılsa? misal.

zeki müren müzesini deniycez, o kaldı. bi de halikarnas balıkçısı'nın müzesi. bunca yıl gitmemek hata. kale'den sıra gelmemiş galiba.

yıllar yılı at boncuğu/ bodrum boncuğu filan diye bilinen şey şimdi turist kazıklama aracı olmuş. vuhuhuhu. ankara kalesi tek umudum, perdelerimin ucuna renk renk renk.

bunca yıl ailenin en iyi bavul düzenleyicisi dedemdi ki kendisi 15 yıl önce öldü. onun taktiklerini çalışıp ilerlettim ve bu tahta göz koydum. burdan giderken kendimi ispat ediciim, annem de nişanımı takacak. dedemin gözlük kabı hala bende, içinde de bana ölmeden 2 yıl önce yazdığı mektup var. okuma-yazmayla ilgili ilk deneyimlerim olduğu için büyük ve çok düzgün harflerle "merhaba derya, nasılsın, ben deden, seni çok özledim" filan yazıyo. doğumgününde dedesinden mektup alan 6 yaşında bi kız o gün büyümüş hisseder. sol üst köşesinde kendi adı yazılı bi zarfla yollamıştı, zarfın üstünde de benim adım. "anne bana gelmiş, ben açıcam, lütfen" filan diyerek kaşlarımı çatmış olmam.. kocaman bi ihtimal.

bi de silik sahneler: ben 3-4 yaşımdayım, ters ışıktan tanımadığım uzun saçlı, top sakallı dedemden korkuyorum, yanımdaki hiperaktif çocukluk arkadaşım ahmetle koşarak uzaklaşıyoruz. ben 5 yaşımdayım, kimbilir ne sebeple beraber bale adımları çalışıyoruz, koca göbeğiyle parmak ucunda dönüyo: adıım at, adııım at, döööönnn. yine aynı yaşlar, her akşam bana bi ufak çikolata getiriyo, ben ankarada tatildeyim ve Sabuş'un kolyelerini karıştırıyorum. her yaşta: dedemi kediler çok seviyo, dedem de kedileri. dedemi ne zaman rüyamda görsem bizi ziyarete geliyo. 5-6'yım yine, sigaralarını saklıyorum, "sigaralarım nerdeymiş benim güzel torunum" diyo, ben iltifata karşı zaafımı belli edip yerini gösteriyorum: "burda ama içme!". 7-8 civarıyken, helikopter ve bodrum aynı cümledeyse hep kötü şeyler demek, dedem üç kalp krizini de bodrumda geçirip helikopterle istanbul getiriliyo. ben 9 yaşımdayım, televizyonda "acil kan aranıyor" ilanında dedemin adı geçiyo, sigaralar dedemi fazla seviyo. dördüncü kalp krizi olmuyo, rüyamda dedem gidiyo. filan. bulanık kareler. bir de daha önce de bahsettiğim, "atakule atatürkün çıktığı ilk kuledir" konulu şakası var. ben ciddiye alıp uzun süre inanıyorum, öldükten sonra öğreniyorum işin aslını, bilmişliğime müthiş gölge düşüyo.

neyse, haliyle o gözlük kabı ve mektup haddinden fazla mühim, hatta düzgün ve alan kaybı olmadan valiz hazırlamak da.

bu arada, hala selanik gevreği yememiş olanlarınız varsa, çok şey kaçırıyosunuz.
annem satsuma mandalinalı puding yapmayı deneyecek. sonucu bildiririm.

biri var. iyi ki var, iyi ki var.

3 yorum:

merhababenszn dedi ki...

içime akan tek damla gözyaşıyla ferahladım. ne güzel bir şeysin sen :)

jelatin dedi ki...

Benim için de dedem, küçükken izlediğim, hayal meyal hatırladığım bir film gibi. O filmi o kadar çok sevmişim ki böyle arasıra parçaları toplamaya çalışıyorum. Bazen inanamıyorum gerçekten izleyip izlemediğime. Hani, uyduruyorumdur filan diye düşünüyorum bazen.

Dedemin yayla evinin bahçesinde yeşilli bir şezlong vardı. Orada beni göğsüne yatırır, Hancı şiirini okurmuş. Ben bunu bilmezdim, şimdi Hancı şarkısı en sevdiğim şarkılardan bir tanesi. Bir sürü piposu vardı mesela, çeşit çeşit. Şimdi hepsi babamda duruyor. Türk kahvesini çay bardağından içerdi sonra. Tarsusi derler bizim buralarda. (Tarz-ı hususi'den gelmekteymiş) Çok temiz bir adammış bir de. Yazın yaylada pekmezin üzümünü hep dedeme çiğnetirlermiş filan, hahah. (Düşününce her hâlükârda iğrenç bir şey evet) Yaptığı et yemekleri, çiğ köfteler filan meşhurmuş hep. Hatta bebekliğime ait bir video var, arkadan dedemin et kesme sesi filan geliyor. Böyle kutularda Tadelle aldığını hatırlıyorum bir de. Kutu kutu ya!

Çok ilginç, ama kokusu filan burnumda hâlâ. O kolonyalı, tütünlü koku. Oysaki 15 seneden fazla olmuş öleli.

deryik dedi ki...

szn: utandım :)

jelatin: koku ne güzel bi şi di mi, ne yapsak gitmiyo, en çok o kalıyo. mesela düşündüm acaba benimki de mi tadelle'ydi, o kısmı hatırlamıyorum. gofret olabilir; ama kokular dimdik ayaktalar.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker