4 Ağustos 2008 Pazartesi

taze badem

burda hiç girmediğim konular var (tam biir, ikiii, üüüçç taneee), oysa bir tanesi hakkında şu ara saatlerce, metrelerce, kilolarca konuşabilirim. mutluyum blog, o kaa diim ben sağa. çok hem de. söylemeyecek kadar. yazıyorum anca kuytulara.

bundan başka: iş ilanları görüyorum. başvuruyorum arada, bi tanesi beni mülakata bile çağırmadı, küstüm. oysa mülakatta yüzüme gülerek "kızııaaam şaka mısııaaan" bile deseler olurdu. insan bi yalandan çağırır. hem sebebini de bilmiyorum. "iyisin hoşsun ama bana boşsun" filan dediler galiba. neyse, egomuzu tozlu raflara tıkalı oluyo bayaa. hem bu iş ankaradaydı, üzüldük mü, nayır. bir tanesinin de başvuru tarihinin yarın dolduğunu, eski yöntem, zarflı postalı diploma fotokopili filan başvuru istediklerini az önce gördüm. güneş batarken bir tepenin ardından, teletabiler el mi sallıyodu neydi, öyle bi his. o da ankarada, haliyle gülümsenebilir. neyse, bu vesileyle itiraf ediyorum, yapacağım işte kullanılan dil ingilizce olursa galiba daha rahat ederim ben. yani araştırma işinde filan diyorum, kendi aramızda sohbet değil. Daha hakimim, evet; maalesef de denebilir ama böyle bu. Bir de özellikle son iş deneyimimden sonra uzun cümlelere tahammül edemez oldum. bölüp anlatın ey akademisyenler, araştırmacılar. 6 satırlık cümle olmaz. bölün. eylemsi kullanabiliyo olmak sizi daha zeki yapmıyo, sadece karşınızdakini yoruyo ve o raporu okuyan adam zaten sadece "rapor içindeki renkli kutucukları ve sonuç bölümünü" okuyan biri. yaa yaa. kırp. böl. kes. okunabilirlik. kendime de.

kitaplarım bitti. çaresizce bekliyorum.

kitaplarda güzel bi paragraf, cümle vs görünce panik oluyorum. insan kenara not alır, olmadı annem gibi altını çizer filan. bazen oluyo bu da, genelde ilk bulduğum noktaya gözlerimi dikip o kelimeleri düşünüyorum. sanki kayededicem. zorla şiir ezberleyen çocuklar gibi. hatta latin alfabesiyle okunuşunu ezberlettirdikleri arapça dualar gibi. bu esnada bütün duaları sınıfça melodileri sayesinde ezberlediğimizi, şarkı gibi birbirimize tekrar ettirdiğimizi söylemeyi borç bilirim. türkçe mealini ezberletselerdi eğer (ki ezberci eğitime karşıyız filan ama dua dediğin şey, öğrenilmez ki. ezberlenir anca), en azından belki bi şiler hissederdik. mini müezzin gibi kendimizce makam tutturmazdık. ilkokul 4'teki din hocamız "burası pavyon mu" dediğinde bön bön bakmazdık. filan. hani illa olacaksa bari bi şi anlasaydık... fatiha'yı biliyoruz da noldu, tüm dua boyunca tam olarak ne dendiğini bilen kaç kişi var acaba? neyse, herkes ölüsüyle içinden konuşur zaten. lenka yenge gibi. ölülerle en güzel lenka yenge konuşur. neyse konu dağıldı. ne diyodum, işte onun gibi, ezberler gibi oluyorum dışardan. o yazının verdiği hissi kaybetmemek için bi noktaya bakıyorum, tekrar ediyorum kelimeleri, bazen gülümsüyorum... haliyle okuduğum bi kitaptan sonra aklımda bolca duvar, masa, yatak örtüsü vs görüntüler kalıyo. nerden aklıma geldi, jelatinin alıntısı feci halde mavi bir bardak canlandırdı gözümde, ondan.

yarın peştamal alıp, onlardan perde yapmak için bir kez daha kumaş pazarına dalma günü. ankaraya dönmeden önce yalıkavak ve turgutreis pazarlarını da yakalarsam bir bodrum üçlemesini daha sevinçle tamamlamış olacağım. burda ruhum yaşlanıyo ama pek şikayetim yok artık. peştamal avı diye bi şi var (bu cümle burcu için geldi). 5 tanesi 10 ytl olanları parmak ucumuzla elleyip "hmm sentetik buu" demek, tanesi 5 ytl olanlara şüpheyle "dokuma mı bu ne bu hımmm" diye okuma gözlüğümüzün üstünden bakmak filan... okuma gözlüğü yoksa da aynı mimik işe yarıyo. bi de incir mevsimi tabii, ondan gidilmeli.

yalıçiftlik hiç olmadığı kadar güzeldi. insanın içinde bazen çiçekler açıyo.

pinatımbatırım bu cuma memlekete bi süre ara veriyo. kendisi benim kişisel tarihimdir, arşivimdir, beni onun kadar bilecek 1-2 kişi daha vardır anca. günbatımına karşı bir sürü tespitte bulunduk biz, 5 yıllık kalkınma planlarından uzak bi ikili olarak 5 yılın kaç ne olduğunu düşünür gibi filan yaptık anca. hani belli bi sayıdan sonra hepsi çok büyük ya, mesela 300 milyar dolarla 900 milyar dolar arasında fark göremiyoruz ya, onun gibi. 5 de büyük bazen. neyse işte... gidiyo resmen. durumu henüz idrak edemediğimi düşündüğümden ankaraya gelip burcuyla sindirmeyi planlıyorum. aslansın kaplansın git o karların hepsini suya çevir filan demiyorum şimdilik. başka derdim var. siz hiç arşivinizden uzağa düştünüz mü? bencilce ama öyle işte... biz hiç bu kadar uzaklaşmadık, ist-ank arası mekansal geçişmeler dışında.

eylül ayı geldiğinde şu rehavet-atalet halimden eser kalmamış olsun nolur.
bunun için ilk hamle benden. söz.

2 yorum:

Burcuk dedi ki...

Deryik kitaplarim bitti demissin ya hani? Dicem ki Ayn Rand - Atlas Shrugged, henuz okumadiysan cilgin bir kitap, 1000 kusur sayfa baslamasi goz korkutuyor ama birakamiyorsun elinden...bir aklinda bulunsun...bir de is durumlarini dusundugunde Eindhoven Havadislerinin insan kaymaklari yazilari vardir, onlari da dusun, iyi gelir :)

Peanut Butter and Black Coffee dedi ki...

Efendim beni bir external drive gibi düşünebilirsin - yani bende depoladın, beni taşıyorsun falan. (Taşınıyorum, belli oluyor mu) Mekan değiştirsem de, hatırlıyorum, anlatırım, sözlü tarih :D
Beş yıllık kalkınma planlarının da...anasını satim diyeyim, sen anla :D
Öpüyorum :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker